Site İçi Arama

tarih

Kitlesel Göç Türkiye’nin Sonunu mu Getiriyor?

Bazı insanlar, çoban ve amale ihtiyacını karşılamak için ülkenin kuzeyindeki Akadların Sümer topraklarına girmelerine izin verilmesinin ülkeye zarar vereceğini ileri sürmüşler ancak bu ikazlarını dinleyen olmamıştır. Ülkeye gelen Akadların sayısı gittikçe artmıştır. Göçmen Akadların üreme hızı yerleşik nüfustan daha yüksek olduğundan, bunlar ülkenin kuzey kesiminde çoğunluğu ele geçirmişler. Bundan sonra da bir ayaklanma ile kuzeyde kendi krallıklarını kurmuşlar ve Sümer devletinin ikiye bölünmesine neden olmuşlardır. Sonra ülkenin güneyi de işgal etmişler, Sümer devletini tarihten silmişlerdir.

Rahmetli Ömer Seyfettin’in ilk kitabı; “Tarih ezeli bir tekerrürdür.” adını taşımaktadır. Muhtemelen buna gönderme yapan istiklal marşımızı da yazan rahmetli Şair Mehmet Akif Ersoy, bir şiirinde şöyle demektedir:

“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!

5000 senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?

Tarih’i tekerrür diye tarif ediyorlar.

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

Yani Mehmet Akif diyor ki; “Evet tarih sürekli kendini tekrar eder ama bu bir genel kural değildir. Tarih ibret alınmadığı ve ders çıkarılmadığı için tekrar edip duruyor. Eğer tarihten ders çıkarılıp tedbir alınırsa tekerrür etmez.

Gerçi günümüzde herkes tarihi siyasi, dini veya şahsi çıkarlarına dayanak olarak kullanmak için tahrif etmeyi maharet sanıyor. Feslisi, delisi, bilmem nesi tarihi gerçekleri çarpıtıyor ama tarihten ders almak ve buna göre gelecekte karşılaşabileceğimiz tehditlere şimdiden çözüm aramak isteyenler hala olabilir diye bu yazıyı yazmaya karar verdim. Konumuz son zamanlarda Türkiye gündeminin en önemli sorunlarından biri olan yasadışı göç ve sığınmacılar.

Son zamanlarda tüm dünyada en çok konuşulan konulardan biri olmakla birlikte göç, bu günün meselesi değildir. İnsanlık tarihi kadar eski bir sorundur. Bilimsel araştırmalara göre, ilk insanın Afrika’da ortaya çıktığı ve buradan tüm dünyaya yayıldığı söylenmektedir. Yani, insanoğlunun tüm dünyaya yayılmasının sebebi göç etmesidir.

Göçler ister bireysel ister kitlesel olsun, bazı zorunluluklardan ortaya çıkmıştır. Yani göçün, savaş, kuraklık vb. birçok sebebi vardır. Bununla birlikte, yazı kullanılmaya başlanana kadar bu göçlerin neden ve nasıl gerçekleştiği ve nasıl sonuçlar doğurduğuna dair elimizde açık bir veri bulunmamaktadır.

Arkeolojik araştırmalarda bulunan ilk yazılı kayıtlar, Sümerlerin çivi yazısını icat edip kullanmalarıyla başlamaktadır. Yaklaşık 3500 yıl önce başlayan yazıyı kullanma serüveni, kil tabletlere ve düz kayalara yazılmış metinler sayesinde bize, o dönemde neler olduğuna dair ayrıntılı bilgiler vermektedir. Bunların arasında göçler ve yarattığı sonuçlar hakkında da bilgiler bulunmaktadır.

Bugüne kalan ve dil bilimciler tarafından okunan kil tabletler ile diğer fiziki kalıntılar, Sümerlerin dönemine göre oldukça yüksek bir medeniyet seviyesine ulaştıkları, büyük şehirler inşa edip idari, dini ve siyasi mekanizmalar kurduklarını, böylece refah seviyelerinin oldukça yükseldiğini göstermektedir. Fakat, refah seviyesi arttıkça çobanlık, tarla işçiliği, inşaat işçiliği gibi işlerde çalışmak isteyen insan sayısı azalmıştır.

Bunun üzerine, bu işleri yapmak için köle kullanımı, bu da yeterli olmayınca Akad isimli toplumdan göçmen alınması yoluna gidilmiştir. Bazı insanlar, bunun ülkeye zarar vereceğini ileri sürmüş ama çoğu Sümerli, ülkenin çobana ve ameleye ihtiyacı olduğunu söyleyerek bu ikazları dinlememiştir.

Bu sebeple, bir süre sonra ülkeye gelen göçmen sayısı oldukça artmıştır. Bu göçmenlerin üreme oranları da yerleşik nüfusa göre yüksek olduğundan, bunlar ülkenin kuzey kesiminde çoğunluğu ele geçirmişlerdir. Bundan sonra da bir ayaklanma ile kuzeyde kendi krallıklarını kurmuşlar ve Sümer devletinin ikiye bölünmesine neden olmuşlardır.

Sümerlilerden aklı başında olan birçok kimse buna direnmek için halkı uyarmış ama olan biten her şeye rağmen günlük küçük kişisel çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen halk, yöneticiler, zenginler ve onları yöneten krallar akıllanmamışlardır. Sonuçta Akad devleti zaman içerisinde güneyi de işgal ederek Sümer devletini yıkmıştır. Bundan sonra Sümer dili, medeniyeti ve milleti yok olup gitmiştir.

Çok yakın bir coğrafyada bulunan Mısırlılar, Sümerlilerin başına gelenlerden ders almamış, aksine onlarla aynı yolu takip etmişlerdir. Kendi döneminin en yüksek medeniyetini kuran Mısırlılar da artan refah seviyesi ile birlikte Suriye’den çobanlıkla/hayvancılıkla geçinen göçebe ve yarı göçebeleri göçmen olarak ülkelerine almışlardır.

Başlangıçta amaç, bu göçmenleri çoban ve tarım işçisi olarak kullanmaktır. Fakat bu göç o kadar büyümüş ki göçmenlerin sayısı çok artmıştır. Mısır genelinde güçlenen göçmenler, bir darbe ile Mısır’da yönetimi ele geçirmişler ve Hyksoslar/Çoban Krallar hanedanını kurmuşlardır. Kendilerine direnmeye çalışan Mısırları da acımasızca ezmişlerdir. Neyse ki Hyksoslar ülkenin sadece verimli kuzey kesimlerinde yoğun olarak yaşadıklarından güneydeki Mısırlılar uzun bir tahakkümden sonra bu hanedanı yıkma becerisini göstermişler ve Suriyelileri Filistin ve Suriye’ye geri göndermişlerdir.

Yine antik dönemden bir örnek vererek yazımıza devam edelim. Hititler, Anadolu’nun tamamını veya tamamına yakınını kontrol altına alarak Anadolu merkezli bir devlet kuran üç devletten birincisidir. İkincisi Anadolu Selçuklu Devleti ve üçüncüsü Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Hititler, deniz kavimlerinin kitlesel göçü sonucunda, hem de gücünün zirvesindeyken yıkılmıştır. Balkanların kuzeyinden başlayan kitlesel göç, bütün Balkan Yarımadası’ndaki devletleri yakıp yıktıktan sonra geriye kalan yerel halkları da peşlerine takarak Anadolu’ya geçmiştir.

Bu tehdidi gözardı eden ve gerekli tedbirleri almayan Hitit devleti, birer birer şehirlerini kaybetmiş, sonra da başkenti düşmüştür. Bazı prensler, Güneydoğu Anadolu ve Suriye’de küçük şehir devletleri kurarak Hititlerin devamını sağlamaya çalışmışlar ancak göçmenler Suriye’ye de girdiğinden bu devletler de ayakta kalamamışlardır.

Milattan sonraki dönemden bir örnek verecek olursak; en iyi örnek, tarihin en uzun ömürlü ve en büyük imparatorlukların başında gelen Roma İmparatorluğu’dur. Roma, daha Sezar döneminde güneye doğru inmeye başlayan bazı Germen kabileleri ile mücadele etmeye başlamıştır. Hatta bunlara Germen ismini veren de Sezar’dır. Romalılar, barbar dedikleri bu göçmenleri ülkelerine sokmamak ve kontrol altına almak için birçok sefer düzenlemişlerdir.

Bunda başarılı da olmuşlardır. Fakat, milattan sonra 4. yüzyılda yeni bir göç dalgasının başlaması, Roma’nın sonunu hazırlayan gelişmelerin ilk adımı olmuştur. Doğuda Çinliler tarafından yenilgiye uğratılan ve Çin egemenliğine girmek istemeyen Hunlar, batıya doğru harekete geçmişler ve zamanla güçlenerek Karadeniz kuzeyinden Avrupa’ya doğru ilerlemişlerdir.

Önlerine çıkan Germen kabileleri ile savaşıp yok ettiler. Kalanların bir kısmı Hunlara katılırken büyük bir kitle de Roma sınırlarına doğru kaçtı. Gotlar diye bilinen bu topluluklar Tuna Nehri’ne ulaşınca, o sırada hayvanlarına çoban, tarlalarına amele ve ordularına asker bulmakta sıkıntı yaşayan Romalılar bunların Tuna’nın batısına geçmelerine izin verdi.

İmparator Valens ayrıca ülkedeki siyasi mücadelede bu Gotları kendi lehine kullanabileceğini düşünüyordu. Bu yüzden göçmenlere sınırların açılmasını emretti. Bunun sonucunda, gerilerden çok daha fazla insan akın akın Roma topraklarına girdi. Roma bunları belli bölgelerde yerleştirip kontrol altına almak yerine serbest bırakınca bu Gotlar Roma topraklarında her yere yayıldılar.

Bunların ülkeye girmesine izin veren İmparator Valens, yoğun Got nüfusunun Roma İmparatorluğuna zarar verdiğini anlayınca, geç de olsa, bazı kısıtlamaları devreye soktu. Bunun üzerine Gotlar, isyan ettiler. Valens, büyük bir ordu toplayarak Edirne yakınlarında Gotlarla karşı karşıya geldi. Yapılan savaşta Gotlar, Roma ordusunu yenmekle kalmadı, tamamını yok etti. Ölenler arasında imparator da vardı.

Bu Gotlar ve diğer Germen kabileleri, ilginç bir şekilde kendilerini kovalayan Hun orduları Tuna’yı aşınca Roma’ya minnet duyup destek olmak yerine Hunlarla birleşip Romalılara saldırdılar. Attila’dan sonra Hun İmparatorluğu dağılıp Hunlar kuzeydoğuya çekildikten sonra da Roma’ya saldırmaya devam ettiler. Batı Roma’yı yıkan da bu Germenler oldu.

İkiye bölünmüş olan Roma’nın doğu kısmını da başka göçmenler yok etti. Hani yakın zaman önce bizdeki göçmenleri savunmaya çalışan bir bakan “Biz de buraya bir yerlerden geldik.” demişti ya. Hiç kimse de “Sen ne dediğinin farkında mısın?” diye sormamıştı. İşte Doğu Roma’nın yıkılışı bu konu ile ilgilidir.

Biz Anadolu’ya Asya’dan geldik. Öyle bir günde gelmedik. Yolculuk, uzun bir süre aldı ama 1071’den sonra Türklerin Anadolu’ya göçü hızlandı. Biz buraya geldiğimizde Anadolu’da Doğu Roma İmparatorluğu vardı. Şimdi öyle bir imparatorluk yok, çünkü biz yok ettik. Yani, kitlesel göç yerleşik ve yerli devletler için büyük bir tehdittir.

Şimdi aynı sorun ülkemizin başındadır. Arap baharı, Türk kışına dönüşmüştür. Milyonlarca Suriyeli iç savaş sebebiyle ülkemize gelmiştir. Bunlar başlangıçta toplama merkezlerinde tutulurken sonradan serbest bırakılmışlar ve ülkenin her yerine yayılmışlardır. Bunun ülke için tehlikeli olduğunu söyleyenler, hükümet çevreleri ve destekçileri tarafından ırkçılıkla suçlanmış, inat yapar gibi hiçbir göçmenin ülkeye girmesine engel olunmayacağı ve geriye gönderilmeyeceği açıklanmıştır. Bunun ne olduğunu idrak edemeyen politize edilmiş kitleler de bunu alkışlamıştır.

Halbuki, bu açıklamalar klasik bir sığınmacı krizini hızla bir felakete dönüştürmüştür. Başta Afganistan ve Pakistan olmak üzere dünyanın geri kalmış bölgelerinde yaşayan milyonlarca insan sırtına çantasını alıp ülkemize doğru yola çıkmıştır. Ukrayna savaşı, bu kitlelere Ukraynalıların katılmasını da sağlamıştır. Böylece ülkemizde, milyonlarca Suriyeli sığınmacının yanında milyonlarca yasadışı göçmen de toplanmıştır.

Daha da kötüsü, devlet buna engel olmamış ve Avrupa birliği ile geri kabul anlaşması imzalanmıştır. Yani, bizim üzerimizden veya başka bir yerden olduğuna bakmaksızın Avrupa’ya giren göçmenler bize teslim edilmekte. Biz de onları ülkemize alıp sokağa bırakmaktayız. Bu göçmenler zaman zaman kendi ülkelerinin bayraklarıyla sokaklarda gösteriler bile yapmaktadırlar.

Bu durum ülkemiz için çok büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Bu göçmen ve sığınmacıların bir kısmı rüşvetle veya siyasi çıkar sağlamak amacıyla vatandaşlığa da alınmıştır. Bazı yorumlardan anlaşıldığı kadarıyla bu yeni vatandaşlar, başkan seçiminde belirleyici olmuşlardır.

Yani, yasadışı göç ve sığınma felaketi şimdiden ülkenin geleceğinde etkili hale gelmiştir. Ama unutulmamalıdır ki İmparator Valens de göçmenleri siyasi maksatla kendi hesabına kullanmak için hoş karşılamış ama bu göçmenler ilk önce onu ve ordusunu yok etmiştir.

Bu konuda hükümetin derhal harekete geçmesi zorunludur. Avrupa ile yapılan geri kabul antlaşması fesih edilmelidir. Bu anlaşma ülkemizi göçmen deposuna çevirmiştir. En yetkili ağızlardan artık tek bir göçmen alınmayacağı, gelenlere hukuki işlem yapılacağı ve cezalarını çektikten sonra deport edileceği açıklanmalıdır. Böylece yeni gelecek olanların önü kesilebilir.

Bundan sonra da göçmen ve sığınmacı sayısı, bunların hangi şehirlerde yaşadıkları tespit edilmeli ve belli bir plan çerçevesinde ülkelerine geri gönderilmelidir. Yoksa tarih kaçınılmaz olarak tekerrür edecektir. Bu yüzden derhal ve acil olarak tedbir alınmalıdır.

Son bir not: Bazıları benim göçmenlerle ilgili sosyal medyada yaptığım paylaşımlara; ensar-muhacir muhabbeti ile veya memlekete çoban lazım saçmalığı ile karşı çıkıyorlar. Onlara kendi ifadeleri ile cevap vereyim: Siz muhacir diyorsunuz, biz millet  diyoruz; siz çoban diyorsunuz, biz vatan diyorsunuz. Bu ülke ve vatandaşları sizin koyunlarınızdan daha önemlidir.

Dr. Mehmet ÇANLI
Dr. Mehmet ÇANLI
Tüm Makaleler

  • 17.06.2023
  • Süre : 6 dk
  • 3409 kez okundu

Google Ads