Mustafa Kemal Gibi Bir Serdengeçti Olmak Kolay mıdır?
Kararlı duruşu ve planlı bir istikamette giden çabaları, çalışmaları, etrafındakilerin kendisine olan inancını artırdı, liderliğinde kurtuluşun mümkün olacağına olan inançları zamanla oluştu ve sonra arkasından sel gibi akıp, peşinden geldiler.
Zafer haftasını kutladığımız bu günlerde, biz Türkler, hepimiz kendimize şu soruları sormalıyız.
• Bu günleri bize armağan eden insanlar acaba nasıl bir kâbus gibi günlerden geçtiler?
• En değerli varlıkları olan hayatlarını bizim bu günlerimiz için nasıl feda etmeye niye razı oldular?
• Nasıl; kimi gazi, kimi öksüz kimi de yetim kaldılar?
Vicdanı olan, ahlâkı olan, geçmişine, atasına saygısı olan herkesin başını iki elinin arasına koyup bir kez daha düşünmesi gerekmez mi? Bugün özgür bir vatanda her türlü siyasi iklimin eksiklikleri olsa da, hepimizin yaşamında bu kahraman serdengeçtilerin bir dokunuşu elbette vardır.
Bir senfoni orkestrası düşünün. Bir orkestra, en az 30 kişi ve daha fazla müzisyenin bir araya gelmesinden oluşur. Bu müzisyenlerin çaldığı enstrümanlardan çıkan sesler ve tınılar dinleyenlerin kulaklarından girerek beyin odacıklarında yerini alır. Dinleyenlerine güzel, huşu içinde bir zaman geçirme imkânı sağlar. Orkestranın güzelliği, bu orkestranın bir parçası olan her bir müzisyenin kendi enstrümanının ne kadar mahir çalmasıyla doğrudan alakalıdır. Müzisyenler, bireysel olarak ve çoğunlukla topluca, sahnede çalacakları eserlerin tekrar performanslarını yaparlar. Bir orkestra ne kadar güzel olursa olsun, başında bir şef olmadan, orkestrayı yöneten birisi olmadan, en basit bir parçayı bile ahenkle, kulağa hoş gelecek şekilde çalamaz. Çünkü senkronizasyon sağlanamayacağından, sesler birbirine karışacak, her kafadan bir ses çıkacaktır. Bu nedenle, her orkestranın başında enstrümanların ve müzisyenlerin uyumunu, ahengini sağlayan bir şef bulunması zorunluluğu vardır. Şef, tüm orkestrayı yönlendirerek yapılan çalışmaların ahenkli bir şekilde dinleyenlerin kulağına bir müzik eseri olarak iletilmesini sağlar.
Kurtuluş Savaşı’na baktığımızda, orkestradaki müzisyenler gibi, kahramanların, kendini bu vatana adayanların, evinden barkından, çoluğundan çocuğundan bu vatan için vazgeçenlerin, yani sayısız serdengeçtilerin olduğunu görürüz. Kurtuluş Savaşı’ndaki bu serdengeçtilerin bir şefe, bir başa, bir komutana ihtiyacı vardır. Değilse düşmana karşı bir araya gelip, nasıl mücadele verilebilirdi, nasıl onca savaş o yokluk içinde kazanılabilirdi? Parça parça, bölük pörçük gayretlerle bu mümkün olabilir miydi?
İşte, bu nedenle Kurtuluş Savaşımızın tüm bu serdengeçtilerinin orkestra şefliğini de Mustafa Kemal Paşa yapmıştır. Mustafa Kemal, kendisinin askeri okullarda hocalığını yapan paşaların da, kendisiyle beraber okuyan arkadaşlarının da, kendisinden küçük olan subay ve astsubayların da, hatta asker olmayıp eline silahını alan herkesin komutanı olmuş, onlara rehberlik etmiş, istiklal mücadelesinin sönmeyen ışığı olmuştur. Bu nedenle de o varken kimse ikinci bir orkestra şefini başlarına geçirme arayış ve isteğinde olmamıştır. Kendisine çeşitli nedenlerle muhalefet etmekten çekinmeyenler dahil onun 5 Ağustos 1921 tarihinde ordunun başına Başkomutan olarak atanması gerektiğini, vatanı ancak onun liderliğinde kurtarabileceklerini meclis oylamasında layıkıyla teslim etmişlerdir.
Mustafa Kemal Paşa’yı subay çıktığı andan itibaren savaştığı tüm cephelerde başarılı kılan en büyük özelliği, kendine olan güveni, ileri görüşlülüğü, liderlik vasfı, askerlik zekâsı ve cesareti olarak özetlenebilir. Başarılı bir komutan, iyi bir liderdir. Birinci Dünya Savaşı sonunda memleket adeta elden çıkarken, o bir devlet adamı ciddiyeti ve ileri görüşlülüğüyle, o dönemde pek çok kişinin farkında olmadığı bazı gerçekleri sezmiş, hedeflerini ve tedbirlerini bunlara göre oluşturmuştur.
Hepimiz biliriz ki, yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır. Mustafa Kemal, hayat düsturu olarak ileri görüşlülüğü kendine rehber edinmiş bir kişiliğe sahiptir. Onun bu özelliği, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da pek çok yabancı devlet adamının da takdirini kazanmış, tarih boyunca, adından övgüyle söz edilmesini sağlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın Türk Ulusunun kurtuluşunu sağlayan önsezi ve eylemleri, ilk defa tam manasıyla Çanakkale Savaşı’nda kendisini göstermiştir. O dönemde henüz Albay olan Mustafa Kemal, nerede ve nasıl taarruz gücünü kullanacağını, düşmanı nasıl durduracağını görmüş ve soğukkanlılığını kaybetmeden, kazanılacak çok kritik zamana oynamış ve nihayetinde düşmanı başarıyla durdurmayı başarmıştır. Kendisine haklı bir şöhret kazandıran bu hareketinin, sonradan birçok olayda karakteri olduğu, etrafındakiler tarafından tekrar tekrar görülmüştür.
Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a ayak bastığı andan Millî Mücadelenin sonuna kadar, kararlı yolundan vazgeçmedi. Samsun’a ayak basmasından itibaren halkın ve idarecilerin büyük bir umutsuzluğa kapıldıklarını yerinde gördü. Mustafa Kemal Paşa, bu zorlu dönemde bir yandan kumandanlarla temas kurdu, yapılacak savunma konusunda onlarla bir fikir birliği sağlamaya çalıştı; diğer yandan da yorgun ve perişan durumda olan halkın moralini ve kendine olan güvenini kuvvetlendirme gayretinde oldu. Kararlı duruşu ve planlı bir istikamette giden çabaları, çalışmaları, etrafındakilerin kendisine olan inancını artırdı, liderliğinde kurtuluşun mümkün olacağına olan inançları zamanla oluştu ve sonra arkasından sel gibi akıp, peşinden geldiler.
Sakarya Meydan Savaşından önce, Türk kuvvetlerine göre sayıca daha büyük olan; dönemine göre modern silahlara ve iyi bir lojistik sisteme sahip olan Yunan kuvvetleri, Türk ordusuna karşı büyük bir taarruz başlatmıştı. Bu durum karşısında, Türk Ordusu zorunlu olarak çekilmeye başlamıştı. Öyle ki, Yunan toplarının sesleri neredeyse Ankara’dan duyuluyordu. TBMM’de bir kargaşa yaşanmaya başlanmış, cepheye milletvekillerinden oluşan bir heyet gönderilmişti. Halkta ve Mecliste oluşan havayı fark eden Mustafa Kemal Paşa; bir genelge yayınlayarak çekilmenin planlı olduğunu vurgulamış, nihai zaferin Türklerin olacağını temin etmiş, tüm halkın moralini yükseltmiş, zafere olan inancın tekrar tesisini sağlamıştır. Mustafa Kemal Paşanın yayınladığı genelgede şunlar yazılıdır: Düşmanın ilerlemesi ihtimaline karşı halkın, kesinlikle tereddüt ve kuşku duymasına yer yoktur. Düşmanın Anadolu ve içlerine doğru uzanmak isteyen kolları mezarlarına yaklaşıyor; bu yeni sefer, düşmanın ölüm yolculuğudur. Allah’ın yardımı, yakın olaylar bu sonucu gösterecektir.
Mustafa Kemal Paşanın halkına ve ordusuna aşıladığı bu inanç ve güven duygusu, 9 Eylül 1922 tarihinde düşmanın İzmir’de denize dökülüşünün önünü açan çok sıkı bir mücadelenin başlangıcı olmuştur. Kritik anlardaki hesaplı ve tutarlı kararları sayesinde Türk milleti, kendisinin önderliğinde Büyük Taarruz dahil nice büyük zaferleri kazanmasını bilmiştir.
Savaş sonrasında Cumhuriyeti ilan eden, birbiri inkılapları yapan, yurt kalkınmasına öncülük eden Mustafa Kemal Atatürk, 1932 yılında, İkinci Dünya Savaşının ünlü Amerikan generallerinden Mac Arthur ile yaptığı bir görüşmede; dünyanın, özellikle de Avrupa devletlerinin her an bir savaşın içine girebileceğini belirtmiştir. Atatürk’e göre Almanlar kendilerini siyasi bir akıma kaptırırlarsa, 1940-1945 yılları arasında tekrar savaş çıkarabilirler. Bu savaş çok kanlı olur, ancak Amerika müdahale ederse biter, bu savaşın esas galibi ise Rusya olur. Fransızlar artık güçlü bir orduyu kurmak yeteneğinden yoksundurlar. İngilizler bundan böyle adalarının savunmaları için Fransızlara güvenemezler. İtalyanlar savaşın dışında kalabilecek olsalar, savaş sonrası barışta önemli bir rol oynayabilirler. Ama, Mussolini’nin ihtirası yüzünden bunu yapamayacaklardır. Böylece Almanlar, İngiltere ve Rusya dışında bütün Avrupa’yı işgal edeceklerdir şeklinde görüşünü ifade etmiştir.
Gerçekten de söylediklerinin birer birer çıkmış olması, Atatürk'ün ne kadar öngörülü bir lider olduğunun göstergesidir. Çünkü o, yalnızca kendi ülkesinin değil tüm ülkelerin siyasi ve askeri durumunu analiz ederek bu keskin değerlendirmesine ulaşmıştır.
Saygı dolu sevgiyle kalın...