Site İçi Arama

tarih

O Kadın ve 27/28 Ocak 1958 olayları

Kıbrıslı Türkler, 27-28 Ocak 1958 tarihlerinde Lefkoşa’da İngiliz idaresine karşı bir gösteri düzenlerler ve İngiliz idaresinin yanlı siyaseti protesto edilir. Bu gösteride en başta yürüyenlerden birisi de, o kadın, Gülten (Tuncel)’dir.

O kadın daha 15 yaşındadır EOKA Kıbrıs adasını kan gölüne çevirmeye başladığında. 1940 yılında Lefkoşa’da doğmuş, çocukluğu fakir bir ailenin ikinci kızı olarak fukaralıkla yoğrulmuştur Ortaköy’de. Kader belki de ağlarını Ortaköy’de örmeye başlamıştır çünkü aynı köyden olan Dr. Fazıl Küçük de arkadaşı Şakir Özel’le birlikte Volkan teşkilatını 1955 yılı Nisan ayında kurmuştur. Herkesin Gülten olarak bilip tanıdığı 15 yaşındaki kız ise kendisinden önce vefat eden erkek kardeşinin (Tuncel) ismini almak zorunda kalmıştır o günün şartlarında; ancak ne genç kızlığını yaşayabilir ne de düzenli olarak okuluna devam edebilir. 

Kıbrıslı Türklerin kendilerini korumaya yönelik teşkilatlanma faaliyetleri sırasında bir anda kendisini tam da çatışmaların içerisinde bulur. Gülten de Viktorya Kız Lisesi’nden arkadaşları Ayfer Hasan, Ümran Behiç, Selma Hasan, Sevim Ülfet’le Lefkoşa’da Ortaköy Spor Kulübü’nde silah, bayrak ve Kur’an’ı Kerim üzerine yemin ettirilerek teşkilata alınır ve Lefkoşa’da toplantılara katılmaya başlar.
Ortaköy’de yemin ettirilen bu genç kızlar böylece Volkan’a alınır ve kendilerine kuryelik, istihbarat, istihbarata karşı koyma, silahlı mukavemet, propaganda gibi psikolojik harp ve gerilla harbi bağlamında çeşitli görevler verilir. 

Kıbrıslı Türkler bu arada 27-28 Ocak 1958 tarihinde Lefkoşa’da İngiliz idaresine karşı da bir gösteri düzenler ve İngiliz idaresinin yanlı siyaseti protesto edilir. Bu gösteride en başta yürüyenlerden birisi de Gülten (Tuncel)’dir. Ancak ne acıdır ki İngiliz askerlerin göstericilerin üzerine Land Rover araçlarla saldırması ve ateş etmeleriyle olaylar iyice tırmanır ve 7 Kıbrıslı Türk hayatını kaybeder. Bu arada Gülten de yere düşmüştür. İngiliz askeri cipi parmaklarının üzerinden geçer ve bugün dahi parmaklarında o günün izlerini acıyla taşımasına neden olur. 

Gözlerinin önünde masum insanların İngilizlerce öldürüldüğünü görünce hemen doğrulur ve beline sardığı Türk bayrağını çıkararak koşmaya başlar ve arkadaşlarıyla bugün Tekke Bahçesi Şehitliği olarak bilinen noktadaki Ford Garajı denilen yeri ateşe verirler. Olaylı iki günden sonra İngilizler mitingde çektikleri fotoğrafları gazeteler aracılığıyla yayımlayıp onu da kara listeye alırlar ve hakkında idam emri verirler. Bundan sonraki 2 yıl ise onun için tam bir ıstırap haline dönüşür. Aynı gece İngiliz sıkıyönetim mahkemesi resimlerden tespit ettiği 4 genç kızı gıyabında idama mahkûm etmiş ve bunu Resmî Gazete’de de yayımlamıştır. 

Bir yandan Kıbrıs Türkleri için mücadele ederken bir yandan da yakalanmamaya çalışır, ta ki 21 Nisan 1960 gününe kadar. Ne Viktorya Kız Lisesi’ne devam edebilmiştir ne de huzurlu bir hayatı olmuştur. Evlenmek üzere Larnaka’dan gemiyle İskenderun’a gidecektir; ancak onun pasaportunu kontrol eden EOKA’cı polis ondan şüphelenmiştir ve “Burada bekle.” denilince tahta iskelede gergin bir bekleyiş başlar. Gülten başlangıçta gayet rahattır; ancak onu tanıyan “Bafidi” Mustafa Çavuş “Kızım seni tutuklayacaklar. Kaç.” deyince pasaportsuz, kimliksiz ve biletsiz bir şekilde gemiye koşar ve makine dairesinde bir grasso yağı varilinde saatlerce hiç kıpırdamadan saklanır.

Gümrükte müthiş bir hareketlilik başlar. Silahlı insanlar köşe bucak her yerde onu ararlar; ancak saatler geçmesine rağmen bulmaları mümkün olmaz. Gemi uzun zaman hareket edemez, gemideki yolcularla tartışmalar başlar; ancak bütün aramalara rağmen bulunamayınca gemi İskenderun’a doğru hareket eder. Neredeyse 10-12 saatlik bir arama faslından sonra gemi hareket edince gecenin karanlığında saklandığı makine dairesindeki varilden gizlice çıkar.

Üşümüş, yorgun, aç ve heyecanlıdır. Kendisini gemiden birisinin jurnallediği düşüncesiyle diğer yolcuların bulunduğu güverteye değil, güvertedeki cankurtaran sandallarının birinin içine saklanmayı planlar. Uzun ve gergin bir gecenin ardından İskenderun’a kadar 17 saat sürecek bir yolculukta aç susuz orada saklanır. Saatlerce saklandığından çok pis durumdadır, karnı acıkmıştır, korkmuş ve üşümüş bir haldedir. Buna rağmen direnir, saklanır ve anavatan Türkiye topraklarına İskenderun’da ayak basar.

Kendi anlatımıyla; “…Sarayönü’nde büyük bir miting olacaktı. İngiliz askerleri Land Rover araçlarla miting alanındakilerin arasına daldılar. Arabalarıyla gelişigüzel bir ileri bir geri giderken 3-4 kişiyi gözlerimizin önünde ezip şehit ettiler. Bu arada ben de yere düştüm, İngilizler ellerime basıp geçtiler. Belimde Türk bayrağı sarılıydı, bir elimde de gaz bidonu vardı. Orada Büyük Hamam’a saklanıp daha sonra Girne Kapısı’nı hemen dönünce Rumların meşhur Ford Garajı’nı yaktık. İngilizler, bizim isimlerimizi bulamayınca miting sırasında çektikleri fotoğrafları gazeteler ve televizyon aracılığıyla yayımlayıp bizi de kara listeye aldılar ve hakkımızda ölüm emri verdiler. Hatta ben yaklaşık 2 yıl sonra evlenmek üzere Larnaka’dan gemiyle İskenderun’a gidiyordum. 21 Nisan 1960 günüydü. Geminin kalkmasına az bir süre kalmıştı ve benim pasaportumu kontrol eden polis ‘Burada bekleyin.’ diyerek gemiden indi ve kendi binasına girdi. Başlangıçta hiç şüphelenmemiştim; ancak beni tanıyan rahmetli Mustafa Dayı ‘Kızım seni tutuklayacaklar. Hemen geminin içinde bir yerlere saklan.’ deyince pasaportumu ve kimliğimi bırakıp geminin içinde grasso variline saklandım. Geminin makine dairesinde saatlerce hiç kımıldamadan ve neredeyse hiç soluk almadan bekledim. Beni bulamayınca mecburen gemiye müsaade ettiler; ancak bu sefer de acaba beni gemidekilerden birisi mi jurnalledi düşüncesiyle akşam karanlığında varilden çıktığımda güverteye ve kamaralara değil, güvertede asılı cankurtaran filikalarından birinin içine saklandım. Gelip beni buluncaya kadar da geminin hareket etmesi gerektiğinden ben de canımı kurtardım. Neredeyse 1.5-2 günlük maceralı, heyecanlı ve zorlu bir yolculuktan sonra anavatan topraklarındaydım; ancak aç, yorgun, üşümüş ve makine yağlarıyla berbat bir durumdaydım. İskenderun’da Türk topraklarına ayak basıncaya kadar yerimden kıpırdamadım; ancak Türkiye’ye pasaportsuz ve kimliksiz, yani kaçak olarak gelebildim.”

Bugün Türkiye’nin Kıbrıs’a en yakın noktası olan Anamur’da eşi Nazmi Bey’le mutlu bir hayat sürmekte olan bu güzel, cesur ve kahraman kadını Kıbrıs toprağını vatan yaptığı için ben çok seviyorum ve hürmetle ellerinden öpüyorum çünkü o benim biricik annem.

Prof.Dr. Ulvi KESER
Prof.Dr. Ulvi KESER
Tüm Makaleler

  • 27.01.2025
  • Süre : 4 dk
  • 516 kez okundu

Google Ads