Türk Tarihinde Eski Zamanlardan Kalma Yazılı Belge Sayısı Neden Az Sayıdadır?
Türkçe ilk yazılı belge 735 yıllarından kalma Orhun yazıtları. Halbuki Türklerin tarihi çok daha öncelere dayanıyor. Hiç düşündünüz mü? Niçin atalarımız daha eski zamanlardan yazılı bir belge bırakmamışlar bize?
Biliyorsunuz tarihten günümüze kalmış Türkçe ilk yazılı belge 735 yıllarından kalma Orhun yazıtları.
Halbuki Türklerin tarihi çok daha öncelere dayanıyor.
Hiç düşündünüz mü? Niçin atalarımız daha eski zamanlardan yazılı bir belge bırakmamışlar bize?
***
Evet, gerçekten düşününce garip geliyor değil mi bu durum?
Yazıyı bilmiyorlar mıymış acaba?
Koskoca taşlara yazıtlar kazıttıklarına göre muhtemelen belli bir süre öncesinde yazıyı biliyor olmaları gerekir.
Belki de o güne kadar taşlar üzerine yazmayı düşünemedikleri için günümüze kalan başka yazılı bir kalıntıya henüz rastlanmamış olabilir.
Ancak yine de nedense günümüze kadar kalan çok az yazılı eser var, bunun bir sebebi olmalı?
***
Gerçi eski zamanlarda hemen hemen bütün kültürlerde sadece sözlü olarak kültür aktarımı yapılıyormuş, sözlü aktarım çok daha fazla kullanılan bir yöntemmiş.
Birine bir mesaj iletileceği zaman bile ulak yollarlarmış, ulaklar sözlü olarak kime ne mesaj iletilmek isteniyorsa iletirlermiş.
Yani atalarımızın eski zamanlarda yazıya o kadar da ihtiyaçları olmayabilir!
Ancak anıtlar işte, kayalara yazılı bir şeyler, o da o günün gücü elinde tutanların yapabileceği bir şey.
***
Yine de bence yazı gündelik hayatta da kullanılıyor olmalı, en azından sultanın hazinesinde ne kadar altın var, birilerinin bunun hesabını tutması gerekmez mi?
Var mıdır acaba bir yerlerde böyle kayıtlar?
Bakın kayıt deyince hemen akla sultanlar geliyor, sultanların hazinesinin kayıtları.
Çiftçilik yapan zavallı bir çiftçinin hayatında yazıyı kullanmaya hiç ihtiyacı olmamış mı peki?
Tarihten bugüne böyle bir şey kalmadığına göre sıradan insanın yazıyla işi olmamış demek ki.
***
Evet, eski zamanlarda yazı halk arasında bilinen bir şey değilmiş.
Sultanlar bile birine yazılı bir mesaj ulaştırmak istediklerinde yazılı mesajı özel kalem memurlarına yazdırırlarmış.
Yani birçok sultan bile kendisi yazmayı bilmezmiş!
Orhun yazıtları diyoruz ya, onları bile Çin’den getirilen özel taş ustalarının yaptığı düşünülüyor. Çünkü o zamanın Türk kültüründe hem yazı yazmasını bilip hem de taş ustası olan kişilerin olmadığı düşünülüyor. Bu dediğim doğru mudur bilmiyorum, bu konuları günümüze bu kadar az kalmış yazılı belgelerle bilebilmek çok da mümkün değil sanırım. Tarihçiler bir şekilde çeşitli kaynaklardan elde ettikleri bilgilerle bu sonuca varmış olabilirler.
Ancak gerçek olan bir şey varsa, Türklerin özellikle yazılı kültürde çevrelerindeki diğer kültürlerden oldukça çok etkilendiği.
Özellikle de Müslümanlığı kabul ettikten sonra Arap alfabesine geçmiş olmaları ve yaşam tarzı olarak da Arap kültürünün etkisine girmeleri kendi yazılı kültürlerini geliştirememeleri konusunda oldukça etkili olmuş.
O günlerde edebiyat ve bilim dili olarak bile Arapça kullanılmaya başlanmış.
Orhun yazıtlarının yazıldığı o günlerden neredeyse 300 yıl boyunca Türkçe bir eser üretilip gelecek nesillere bırakmak akıllarına gelmemiş.
Divan-ı Lügat’it Türk, Orhun yazıtlarından sonra 1073 yılından kalma Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı Türkçe sözlük. O da, Kaşgarlı sözlük yazmayı Araplardan öğreniyor da böyle bir sözlük yazabiliyor. Kendisi aslında Arap kültürü içinde yetişmiş bir Türk. Mahmûd bin Hüseyîn bin Muhammed el-Kâşgarî. Yani bu haliyle adından bir Türk olduğu bile belli olmuyor.
Bir de o zamanlardan kalma bir eser olan Kutadgu Bilig var (1070 yılından kalma!), Yusuf Has Hacib’in yazdığı şiir kitabı, mesnevi.
Hadi biraz daha eski zamanlardan kalma, 900’lü yıllardan kalan Irk Bitig’i de sayacak olursak, Türkçe ile yazılmış eserler namına bir elin parmaklarını geçmeyen eser var diyebiliriz. Yani eski zamanlardan günümüze Türkçe çok bir şey kaldığını söyleyemeyiz.
***
Yazılı kültürümüzün çok zayıf olduğunu anladık her halde.
Galiba ecdadımız ben bu yazma işi ile uğraşamam diyerek yazı işini başka kültürlere bırakmış ve bu yüzden de yazılı kültür daha çok Arapların ve Farsların etkisi altında kalmış.
Uzak diyarlardaki Uygurlar ile Anadolu’nun bağı çok uzun bir süre koptuğu için ise, oralardaki Uygurlar da Çin kültürü etkisinde kalmışlar.
Ama yine de bir şekilde 1071 yılı sonrasında bizde de yazılı kültür bir şekilde tekrar gündeme gelmiş denebilir.
Bu tarihten sonra Türkçe eserlere daha fazla rastlanır olmuş.
Bunun sebebi ne olabilir acaba?
Evet, gerçekten Anadolu’ya geldikten sonra Türkler artık alfabe Arap alfabesi olsa da Türkçe eserler üretmeye başlamışlar.
Bunun sebebi büyük ihtimal artık yaşam şekillerini değiştirmeye başlamış olmaları.
Göçebe kültüründen artık yerleşik düzene geçmiş olmaları, şehirlerde yaşamaya başlamışlar ve bu da Türkçe edebi eserler üretmeye başlamalarının bir sebebi olmuş.
***
Gerçi her halükârda hem dilin aşırı Arap ve Fars kültürü ile büyük oranda asimile olması, adeta halkın da bir kültür erozyonuna uğraması, bu sefer de bugün Osmanlıca dediğimiz o ne olduğu belirsiz dilin ortaya çıkmasına sebep olmuş.
Allahtan Osmanlıca sadece sarayın koridorları arasında kalarak, bir yazı dili olarak kalmış.
Evet, bugün Osmanlıca dediğimiz dil o zamanlar Saray çevresindeki kimi aydın denebilecek az bir zümre tarafından divan edebiyatı dediğimiz çoğunlukla yazılı şiir dili olarak kullanılıyormuş.
Yani konuşma dili yine de az bir miktar Arapça ve Farsça etkisi altında olsa da, yine de Türkçeymiş diyebiliriz.
Halk arasında zaten kullanılan dil çok daha saf bir Türkçeymiş. Yunus Emre’ler, Pir Sultan Abdal’lar…
O günlerden kalan sanat eserlerinin hemen hepsini biraz zorlanarak da olsa, okuduğumuzda bugün bile rahatlıkla anlayabiliyoruz.
***
Evet, o zamanlar yazı dili ile konuşma dili farklıymış diyoruz.
Aslında bu durum bugün için bile geçerlidir.
Konuşurken okuduğumuz bir yazıdan biraz daha farklı konuşuruz.
En azından konuşmada cümlelerimiz daha kısa olur. Bir de konuşurken nerede es vereceğimiz, mimiklerimiz, el kol hareketleri yardımıyla yaptığımız anlatım, yazılı bir metni okurkenkinden çok daha farklı bir tarzda konuşmamıza imkân sağlarlar.
Bazen konuşma arasında bir gülümsememiz bile birçok şey anlatır.
***
Konuşma sırasında yaptığımız esler için yazıda sözcüklerin yanında noktalama işaretleri kullanmak zorunda kalıyoruz.
Noktalama işaretleri Türkçeye ne zaman girdi bilen var mı?
İlk defa Şinasi Efendi 1860 yılında Tercümân-ı Ahvâl gazetesini çıkarmaya başladığında noktalama işaretlerine ihtiyaç duymuş, nedense o güne kadarki yazılı belgelerde noktalama işaretleri yokmuş.
Gerçi Göktürk yazısı ile yazılı Orhun Anıtlarında sözcükleri birbirinden ayırmak için iki nokta üst üste kullanılmış, ama alfabe Arapçaya döndüğünde artık Arapça kurallar geçerli olduğundan hiçbir noktalama işareti kullanılmaz olmuş.
Zaten Türkçede “ve”, “dahi” gibi bağlaç sözcükler de yokmuş ve tüm bu bağlaçlar da Farsçadan alınmış.
Peki noktalama işaretlerine ihtiyaç duyulmasının sebebi nedir?
İşte dilimiz oradan oraya savrulurken Avrupa kültürü ile tanışmak bize noktalama işaretlerini kullanmanın iyi bir şey olduğunu göstermiş.
Evet, önce Moğol kültürü (Gerçi Moğolca Türkçeden daha fazla etkilenmiş!), ardından Çin kültürü, sonra Farsça, (Farslardan önce arada Soğd kültürü de var, ama Soğdlar zaten Farsların bir kolu!), ardından Arapça ve en son da Avrupa kültürü.
Tüm bu kültürler sadece dilimizi değil, bir yandan da kültürel yaşam tarzımızı etkilemiş.
***
Ben kendi kültürümle yaşamak istiyorum!
Evet, belki de kimileriniz böyle düşünüyor. Ama günümüz şartlarında bu ne kadar mümkün?
Sonuçta teknolojinin sağladığı imkanlarla artık neredeyse dünya kültürü diye bir şey oluşmaya başladı.
Kürenin bir ucunda bir şey popüler oluyor ve anında neyse o popüler olan, hemen her yerde, çoğunlukla da aynı anda birden popüler oluyor.
Böyle bir iletişimin önüne geçmek mümkün değil.
İletişim dediğinizde de kültürel etkileşim kaçınılmaz son oluyor.
***
Olsun, ben yine de kendi kültürümde yaşamak istiyorum!
Yaşa tabii ki, kim engel olabilir sana.
Al bir at, bağla kapıya. Ne işin olur senin modern dünyanın ürünü olan otomobillerle. Bu yazıyı okuduğun cep telefonunu da fırlat at bir kenara.
Hatta bakın aklıma ne geldi, hepimizin bu Avrupa kültürü canına tak etti, ne işimiz olur bizim Avrupa’nın parasıyla, yatıyla katıyla.
Çıkarın yastık altına sakladığınız dövizleri, hepsini yakın gitsin.
Atın televizyonları balkondan aşağıya!
Aman Allah’ım, ne diyorum ben! Sizin evinizde balkon mu var?
Balkon sözcüğü bile Fransızcadan geçmiş dilimize, biliyor muydunuz?
Çıkın hemen o evden, otağ kuruyoruz hep beraber, artık çadırlarda yaşayacağız! Elektrik falan da lazım değil bize! Ocak ışığı neyimize yetmiyor?
Ben kendi kültürümde yaşayacağım!
Öyleyse yaşa işte böyle!
Çünkü bizim kültürümüz böyle!
***
Ama olmaz öyle şey değil mi?
Bence de olmaz!
Modern dünyanın nimetlerinden faydalanmak lazım.
Eğer abarttın sen de diyorsanız o zaman kültür etkileşiminden rahatsız olmayacaksın!
Yine de biz Türklerin bu dünya üzerinde gelecek yıllarda da var olmamızı istiyorsak, bize özgü kültür değerlerimize sahip çıkmamız gerekiyor.
Arap kültürü değil! Fars ya da Avrupa kültürü de değil! Amerikan kültürü hiç değil!
Bize has, Türk olduğumuzu unutturmayacak kültür değerlerimize sahip çıkmalıyız sanırım.
Moskova’dan herkese sevgi ve saygılarımla.