Site İçi Arama

tarih

Türk Tarihinde Orhun Abidelerinden Öncesinin Kanıtı: Altın Elbiseli Adam Nedir?

1969 yılında, Kazakistan’ın eski başkenti Almatı’nın 50 km. kadar yakınındaki Esik Kurganı’nda ele geçirilen buluntular arasındaki bir yazıt, Türk tarihinin ilk yazılı belgesi olma hakkını kazanmıştı. O halde, neden bu cehalet hala devam etmektedir ve neden kendini tarihçi gören kimseler bu konuda sessiz kalmayı yeğliyorlar?

1970 yılında, Kazakistan'da Alma-Ata'nın 50 km. kuzeyinde bulunan "Esik" kasabasında, garaj yapmak ve yol açmak için alçak bir tepenin düzeltilmesine karar verildi ve kazı başladı. O tarihe kadar o alçak tepenin bir höyük olduğunu kimse bilmiyordu. O döneme kadar Türk tarihinin ilk yazılı belgelerinin Orhun Abideleri olduğu biliniyordu. Ne yazık ki hâlâ, bırakalım ilköğretim okullarını ve liseleri, üniversitelerimizde dahi aynı cehalet devam ediyor. 

Hâlbuki 1969 yılında, Kazakistan’ın eski başkenti Almatı’nın 50 km. kadar yakınındaki Esik Kurganı’nda ele geçirilen buluntular arasındaki bir yazıt, Türk tarihinin ilk yazılı belgesi olma hakkını kazanmıştı. O halde, neden bu cehalet hala devam etmektedir ve neden kendini tarihçi gören kimseler bu konuda sessiz kalmayı yeğliyorlar? 

Ne acıdır ki çok önemli olmasına rağmen, konu hakkında yazılmış tek bir Türkçe müstakil kitap yoktur. İşte ben de, bu hazin tablonun ortadan kalkmasında bir faydası olması için, hiç olmazsa geçmiş atalarımın anısına, böyle bir araştırma yapmaya kendimi mecbur kıldım. Umarım ki bu naçizane bu çalışma ile gayeme biraz ulaşabilirim. 

1969-1970 yıllarında, Kazak Bilimler Akademisi’nin, Tarih, Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü’nün Arkeoloji bölüm başkanı Kemal Akişoğlu’nun yönetiminde kazılan, Alma Ata şehrinin 50 Km. yakınındaki, şimdiki "Issık" Kasabası’nda bulunan Esik Kurganı bir tesadüf sonucu ortaya çıkarılmıştır. Bekin Nur Muhammedov, 61 yaşında, tarihçi. “Ben bir Nayman’ım (Bir Moğol kabilesi). Doğdum büyüdüm buralarda yaşarım.” diyor. “Az ileride bir fabrika var. 1969 yılında fabrikanın inşaatı devam ederken mezar ortaya çıkmış. Tarihçi olduğum için gelip bakmamı istediler. Ben oraya vardım ve mezarı ellerimle aralamaya başladım. Mezarların üzerindeki ağaçlar ateş görmüş gibi yanmadan kül haline dönüyordu. Altın Elbiseli Adam çıktığında parıltısından ve ışığından gözlerimiz kamaştı, bir süre bakamadık ona. Altın Elbiseli Adam’ın yanında, üzerinde yazılar olan bir de tas vardı. Elindeki yüzüğü ben taktım” diyor.

Daha sonraları durum yetkililere bildirilir ve kazı daha geniş çaplı olarak devam ettirilir. Cesedin altın zırhının ve çok sayıdaki altın eşyanın mezarda ele geçirilmesi kurganın soyulmadığını göstermektedir. Esik Kurganı’nın yapısı için şunlar söylenebilir: 7 metre derinliğindeki mezar odasının üzeri toprak-taş yığınıyla kapatılmıştı. Bu oda, diğer Hun kurganlarında olduğu gibi inşa edilmiştir. Kalın çam kütüklerinden yapılmış mezar odasının ölçüleri 3x2 metre ebadındadır. Odanın derinliği ise 1.20 metredir. Ancak, çam kütüklerinin içeriden yontularak düzleştirildiğini görüyoruz. Araştırmacıların açıklamalarına göre mezar odasının ahşap yapısı dışında hazırlanmış ve sonra kazılan çukura indirilmiştir. Zeminden kurganın tepesine kadar olan yükseklik 9 metreyi, kurganın üzerindeki suni tepenin çapı ise 60 metreyi bulmaktadır. 

Öncelikle bu buluntuların hangi topluluğa ait oldukları meselesi tartışma konusu olmuştur. Kazıyı yapan Kazak-Türk arkeologları bu eserleri genellikle M.Ö. V-IV. Yüzyıllara ve Sakalara mal etmektedirler. Kazaklar kendi kökenlerini Türk olarak kabul ettikleri Sakalara dayandırdıkları için bu şekilde bir düşünceye varmışlardır. (Sakalar hakkındaki özet bilgilere yazının sonunda ulaşabilirsiniz). 

Yapılan çeşitli araştırmalar, eserlerin bozkır kültürüne mensup Türk veya en azından Türklerle akraba (ya da Türkleşmiş) bir kavim tarafından yapıldığına işaret ediyor. Yazının Göktürk kitabelerinin alfabesine benzerliği ve eserlerin mitolojik, ikonografik özelliklerinin Hun sanatına çok uygun oluşu nedeniyle, özellikle Türkiye coğrafyasındaki, Türk araştırmacılar bunları Hun eseri olarak nitelendirmişlerdir. Açılan mezarın içinden dört bine yakın altın eşya çıkarılmıştır. Mezarda ele geçen çeşitli eşyalar arasında seramik kaplar, ahşap tabaklar, 2 gümüş kupa ve yazının üzerinde yer aldığı bir gümüş çanak ile başka birçok obje vardır. 18 yaşında olması gereken genç bir prense ait cesedin üzerindeki altın zırh başlı başına bir sanat eseridir. 

18 yaşında olması gereken genç bir prense ait cesedin üzerindeki altın zırhın başlı başına bir sanat eseri olduğunu söylemiştik. Bu elbise tamamen saf altından yapılmış ve mükemmel bir işçilikle yapılmıştır. Bu elbisenin özellikleri şöyledir: Cesedin başında üzerinde altından yapılmış tasvirlerin aplike olarak yer aldığı külah şeklinde bir başlık bulunmaktadır. Başlığın tepesinde de bir hayvan heykelciği yer alır. Ayrıca ok uçları, altın yapraklar, dağ kıvrımları üzerinde dünya ağacında kuşlar, aslan, dağ keçisi gibi mitolojik ve sembolik açıdan önemli olan hayvan tasvirleri vardır. Başlığın önünde boynuzlu, kanatlı atlar simetrik olarak yer almaktadır. Zırh gömlek, eşkenar dörtgenler şeklinde birleşen parçalardan oluşur. Eşkenar dörtgenlerin bir tarafında üçgenimsi yaprak şekilleri vardır. Kolların üst kesimlerinde ve yanlarında aslan başları bulunmaktadır. Yaka çevresinden aşağıya inen ve etekte de devam eden şerit de aslan başlarından oluşmaktadır. Deri kemer üzerinde altın aplike kemer plakalarında hayvan tasvirleri bulunmaktadır. Kemer levhalarında dizleri büyük, boynuzları arkaya doğru uzanan geyik tasvirleri, üsluplarmış aslan başları bulunmaktadır. Cesedin giydiği pantolonu ve çizmesinin yukarı taraflarıyla dizleri de altından süslüdür. 

Prensin sol tarafında kını altınla kaplı hançeri bulunmaktadır. Sağ tarafında da kemerine altınla bağlanmış iki tarafı keskin bir kılıcı bulunmaktadır. Onun ayrıca yine altın kaplı bir kamçısı da ele geçirilmiştir. Hançerin kabzasında ve kınında da hayvan tasvirleri yer alır. Aynı husus kılıç için de geçerlidir. Esik kurganından çıkarılan eserlerin hepsi Hun sanatının yapım ve süsleme tekniklerine uymaktadır. Hayvan tasvirleri, Türk hayvan tasvirlerine uygun olarak ele alınmıştır. Muhtelif şekillerde (kaşık, kepçe, bardak gibi) tanımlanan gümüş çanak üzerinde 26 harf tespit edilmiştir. Bu harflerin okunması çalışmalarında özellikle Olcas Süleymanov’un yaptığı çeviri yankı uyandırmıştır. Onun dışında Prof. Musabayev’in, transkripsiyon ve tercümesi pek taraftar bulmamıştır. Bununla birlikte eserler üzerinde olduğu gibi, çanak üzerindeki yazının çözülmesi için yapılan çalışmalar da halen devam etmektedir. İlk tercümeyi yapan Süleymanov şöyle bir ifadeyi önermiştir: “Khan uya Üç Otuzı (da) yok boltı utığsi tozıltı.” “Han’ın Oğlu yirmi üç yaşında yol oldu (Halkın?) adı sanı da yok oldu.” TÜRK akademisyen, Hatice Şirin ’e göre ise, Göktürk yazı sistemi şimdilik bilinmeyen bir tarihte Türkler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Türk damgalarının ve ideogramlarının gelebileceği en ince ve ekonomik noktayı gösteren Göktürk yazılı ilk metin örneği, M.Ö. IV-V. yüzyıllara ait olduğu tespit edilen Esik Kurganı’ndan çıkarılan gümüş bir çanağın içine kazılmıştır; ancak bu yazının bilim ölçütlerine uyan bir okuma denemesi henüz yapılamadığından, 687-692 yıllarına tarihlendirilen Çayr kitabesi, Göktürk yazılı en eski metin olarak kabul edilmiştir. 

Altın Elbiseli Adam, saf altından ve mükemmel el işçiliği ile yapılmıştır. Üzerindeki süslemeler gayet dikkat çekicidir ve günümüz teknolojisi dahi bunu yapmada hayli zorlanacak gibidir. Ayrıca bu süslemeler Türk kültür tarihi açısından da çok değerlidir. Esik altın levhalarındaki motifler, at, dağ keçisi, geyik, kaplan, pars, kurt, yırtıcı kuş gibi motifler taşır. Dikkat edilirse bu öğeler klasik Türk kültürünün öğelerindendir. Yine bu öğelerin Hun sanatında sıklıkla kullanıldığı hatırlatılmalıdır. Bu süslemelerde hayvan motifleri canlı bir şekilde resmedilmiştir ki bu üslup Türklerin icadı olan “Hayvan Sanatı” nın benzeridir. Tarihçiler Altın Elbiseli Adam’ın M.Ö. 6. yüzyıla ait olduğunu söylüyorlar ama bu konuda tartışma var. İnceleme heyetindeki Türk akademisyen Kazım Mirşan farklı düşünüyor ve bu tarihi M.Ö.3.500 ’e götürüyor. Mirşan, Altın Elbiseli Adam’ın yanında bulunan gümüş tastaki yazıyı okuduğunu, bu yazıdaki dilbilgisi, cümle dizimi ve kelime yapısını ancak o tarihlere ait olabileceğini belirtiyor. 

Kazakistan Bilimler Akademisi Tarih ve Etnoloji Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Mamet Koygeldi, özellikle Altın Elbiseli Adam üzerinde duruyor. Sovyet döneminde mezarda bulunan kemiklerin on dört ayrı karbon testinin olduğunu ve bunların birbirini tutmadığını, bu on dört ayrı testin özellikle birbiriyle örtüştürülemediğini ifade ediyor. Fakat ağır basan görüş bu tarihin M.Ö. 5-4. yüzyıl olduğudur. Bu eserler, Almatı şehrinin ortalık Müzesi’nde sergilenmektedir. Müze de sergilenen altın elbiseli adam, gerçeğinden bir uyarlama. Gerçek buluntu, Kazakistan Merkez Bankası kasasında saklanıyor! 

Kazakistan’da herkesin bildiği ve değer verdiği, onur, gurur duyduğu bir varlık gibi. Almatı’nın en büyük meydanında onun heykeli var. Resim bölümü öğrencileri meydanda o heykelin resmini yaparak çalışıyor. Kazakistan’ın her yerinde Altın Elbiseli Adam’dan bir şeyler görmek mümkün. 

Türk tarihinin ilk yazılı belgelerinin Orhun Abideleri olduğu fikri artık değişmektedir, değişmelidir. Esik Kurganı’nda çıkan yazıt, haklı olarak Türk tarihinin ilk yazılı belgesi unvanını taşımaktadır. Fakat bu konuda sıkıntılar yaşanmaktadır. Öncelikle bu Kurgan’daki kemiklerin karbon deneyleri tarafsızlıkla yapılmamakta ve bunda kötü bir niyet yatmakta olduğu gayet açık bir şekilde kendini göstermektedir. Bu kemiklerin on dört ayrı testi yapılmış fakat hiçbiri birbirini tutmamaktadır. Öyleyse, başta, bu kurganın resmi sahibi olan Kazakistan ülkesinin ve daha sonra Türkiye gibi Türk ülkeleri içinde gelişmiş bulunan ülkelerin bu konuda hassas davranması ve her türlü yardımı yapması gerekiyor. Yine Türk ülkelerinin başta gelen görevlerinden biri de, devam eden kazının maddi gelirinin arttırılması ve böylece daha verimli sonuçlar elde edilmesinin sağlanmasıdır. Diğer bir görev ise, bu projeye değerli ilim adamlarının gönderilmesidir. 

Fakat en önemli görev başta tarihçilere düşmektedir. Her şey bir yana, artık Türkler için yazının kullanım tarihinin çok öncelere dayandığı, yazının icadının Türkler tarafından gerçekleştirilmiş olunabileceği gibi bilgiler topluma ulaştırılmalıdır. İşte bunu da tarihçiler yapmalıdır. Bu konu hakkında hala, Türkiye’de yazılmış tek müstakil kitap olmaması Türk tarihçilerin yüzkarasıdır. Umarız ki bu kara leke, en kısa zamanda silinecektir. 

Türk ulusu kadim bir medeniyetin yeryüzünde yaşayan asil temsilcileridir. Ulus devletler köklerinin izinde tarihte yol almakta iken, bizler yalan yanlış dizilerin peşinde koşuyoruz. Oysa köklere inmeden, göğe yükselemeyeceğimizi ben çok iyi biliyorum. Türk töresi, Türk dili ve kültürü ulusumuzun ezelden ebediyete gideceği yolda el feneri ve yol göstericisidir. Bu bilinçle küreselleşen bu dünyada kaybolmamamız için köklerimize sıkı sıkıya sarılmamız gerektiğine tüm kalbimle inanıyorum. Onun içindir ki, bu ve buna benzer araştırmalar yapıyorum ve yapmaya da devam edeceğim. 

Saygı dolu sevgiyle

Not: Sakalar ve İskitler Kimdir?

Kuzeydoğu Avrasya stepleri ile Tarım havzasında yaşayan ve at yetiştirme, madencilik yapma kabiliyetleri geliştirmiş olan tarihî halk. Kaynakların genelde Sakalar; Türkî veya Farsî bir halk olarak sayılmasının yanı sıra kimlikleri konusunda tartışmalar sürmektedir. Ancak Avrasya steplerindeki kurganlarda bulunan kişilerin naaşları üzerinde son yapılan genom ve mitokondriyal DNA çalışmaları sonuçlarına göre, kurganlarda bulunan Saka naaşlarına genetik yakınlık gösteren kişilerin hepsinin günümüz Türk halklara mensup olan bireyler oldukları görülmektedir. 

Saka kelimesi Ahamenişler döneminden sonra Eski Farsçada kullanılmaya başlanmıştır. Grekçede Sakai olarak hitap edilen Sakalar ile İskitlerin çok yakın ve akraba bir halk olduğu ve ortak bir İskit-Sibirya kültürüne sahip oldukları kabul edilmekle beraber aynı halk olmadıkları düşünülmekte ve akademik çevrelerce İskit ve Sakalar genellikle akraba ama farklı halklar olarak sınıflandırılmaktadır. Tanrı Dağları ve Fergana Vadisi arasında yaşayan Sakaların bir kısmı Ahamenişlere itaat ederek Yunan-Pers Savaşına da katılmışlardır. M.Ö. 2. yüzyılda Orta Asya'dan güneye inerek Baktriya'yı yendikten sonra Hint yarımadasına girmişlerdir. Bunun sonucunda Hint-İskit Krallığı doğmuştur. Günümüzde, Sakaların kökenlerinin Türk ve Fars toplumlarıyla ilişkili olduğu akademi içerisinde en yaygın görüşler arasındadır, Sakalar, bu açıdan Ön Türk halkı kökenli veya Doğu İran halkı kökenli veya ilişiği olduğu ya da Ön Türk toplumlarıyla ilişkili bir halk olduğuna dair görüşler ve iddialar bulunmaktadır. Savaşlarda kullandıkları en önemli silah, savaş baltası olmuştur. Ayrıca ok, yay ve kılıç da kullanılmıştır. Akraba olan İskit kalıntılarındaki at figürlerinin yoğunluğu da dikkati çekmektedir. Bu figürler göçmen bir kavim oldukları yönündeki tezleri bir hayli güçlendirmektedir.

İskit kurganlarında çıkan eserler, medeniyette ileri olduklarını göstermektedir. Herodot 'a göre, "İskitler, çok medeni bir milletti. Gümüş işçiliğinde, dişçilikte ve çıkıkları sarmakta ustaydılar. İskit sanatında, hayvan üslubu önemli yer tutmuş ve at, geyik, kuş motifleri ağırlık basmıştır. Herodot'un yazdıklarına göre Yunanlar, elbise teferruatlarını, gümüş ve altın at takımlarını İskitlerden öğrenmişlerdir. Sakaca; Kurganda bulunmuş gümüş çanağın ve üzerindeki yazının çizimi Sakaca, genel olarak bir Doğu İran dili olarak ele alınır. Sakaca Kotan Krallığı, Shule Krallığı ve Tomşuk gibi Tarım Havzasında hüküm sürmüş eski Budist krallıklar tarafından konuşulmuş ve dil bilimciler tarafından Kotanca ve Tomşukça da denen 2 adet şiveye ayrılmıştır. Dil hakkındaki neredeyse tüm kaynaklar Dunhuang el yazmalarından gelmektedir ve dilin kökenlerinin anlaşılması ve çözülebilmesi yaklaşık 2300 metnin Harold Walter Bailey tarafından incelenmesi ve tercüme edilmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Bu çalışmalar Hotan bölgesinde bulunan Sakaların dilinin Doğu İran diller ile ilişkili olduğuna yönelik ihtimalleri arttırmıştır.

Bu metinlerin yanı sıra Esik Kurganında bulunan gümüş bir çanağın Sakacanın ilk örneği olabileceği dilbilimciler tarafından düşünülmektedir. Harmatta isimli ve çeşitli Farsi dillerin çözülmesinde rol oynamış dilbilimci, bu yazının Kharosthi alfabesi kullanılarak Kotan Sakacısında yazıldığını öne sürmüş olup okunuşu ve çevirisi şu şekildedir. Sakacanın Ön Türkçe ile ilişkili olduğu iddiaları da, özellikle Türk araştırmacılar tarafından desteklenen bir savdır.

Kaynakça 

ÇAY, Abdülhaluk M. - İlhami Durmuş, “İskitler”, Türkler, C.I, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.575–596. 

ÇORUHLU, Yaşar, “Hun Sanatı”, Türkler, C.IV, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.54–76. 

ESİN, Emel, “İç Asya’da Milattan Önceki Bin Yılda Türklerin Atalarına Atfedilen Kültürler”, Türkler, C.I, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 494–517. 

KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul 2003. 

SOMUNCUOĞLU, Servet, “Altın Elbiseli Adam”, Atlas Dergisi, S. 137, Ağustos 2004, s. 138–142. 

ŞİRİN, Hatice, “Türklerde Alfabe ve Kimlik”, Türkler, C.III, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 19.12.2023
  • Süre : 6 dk
  • 4141 kez okundu

Google Ads