Site İçi Arama

tarih

Türkler ve Araplar Arasındaki Temasların Günümüze Yansımaları

751 yılında yaşanan Talas Savaşı’ndan sonra, Karadeniz’in kuzeyinde bulunan İtil Bulgarları (tatarlar), Karahanlı Devletini kuracak olan Karluklar, Çiğil boyları Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Abbasi halifeliğinin ortadan kalkmasından, Osmanlı Devleti’nin yönettiği topraklarda yaşam süren Arap kavimleri ile Türkler arasında neredeyse Birinci Dünya Savaşı’na kadar ilişkiler İslam çatısı altında barış içerisinde seyretmiştir.

Tarihçilere göre, Türk kavimleri ile Araplar arasındaki ilişkiler, İslam öncesi dönemde İpek Yoluna dayalı ticaret ile sınırlı kalmıştır. Türkler, Müslüman olmadan önce, Müslüman Araplarla ilk karşılaşmaları 7. Yüzyılda İslam Halifesi Ömer bin Hattab zamanında gerçekleşmiştir.

Halife Ömer (634-644) Dönemi:

Ömer zamanında Orta Asya’da Türk-Arap münasebetleri başlamıştır. Türkler ile Müslüman Araplar arasındaki ilk ilişkiler Hz. Ömer (634-644) zamanında başlamıştır. Hz. Ömer döneminde de İslâm ordularının Kadisiye (636) ve Nihavent (642) savaşlarını kazanıp, Sasanî Devleti’ni yıkmaları ile Müslüman Araplar Horasan, Maveraünnehir ve Kafkasya’da Türklerle karşı karşıya gelmişlerdir.

Halife Osman (644-656) Dönemi:

Batı Türkistan’ın bir kısmı ve Karadeniz’i egemenliği altında bulunduran hazar Hakanlığı ile Araplar arasında yoğun mücadeleler yaşanmıştır. Bu bölgedeki ilk temaslar Hz. Ömer döneminde sağlanmış olsa da Hz. Osman döneminde sınır çatışmaları kademeli olarak Türkler ve Müslüman Araplar arasında şiddetli savaşlara dönüşmüştür. 645 yılında, Arap kuvvetleri Gürcistan’ı ele geçirmiştir. Bundan sonra Hazar kuvvetleri Araplara karşı sistemli ve kapsamlı bir saldırıya geçmişlerdir. Hazarların ilk saldırısında Arap orduları pusuya düşürülmüş ve büyük zayiatlar vermişlerdir. 653 yılında Hz. Osman izin vermediği halde Arap ordusu Hazarlar üzerine bir intikam seferine çıkmış ise de Hazarlar bu orduyu da yenerek, Abdurrahman Rabia’nın ölümüne neden olmuşlardır. Bu tarihten, Hz. Osman'ın ölümüne kadar geçen süre içerisinde olan çarpışmalarda ise iki taraf da birbirine karşı üstünlük sağlayamamıştır.

Emeviler Dönemi:

Emevilerin 661 yılında halifeliği ele geçirmelerinden sonra Arapların Türk illerine doğru ilerleyişleri aralıksız devam etmiştir. Türkler ile Araplar arasında en şiddetli mücadeleler ve savaşlar Emeviler döneminde yaşanmıştır. Bu dönemde Orta Asya'da Türk kavimler Göktürk Devleti sınırlarında çoğunlukla yaşam sürmekteydiler. Emevilerin Horasan Valisi Ubeydullah bin Ziyad, 674 yılında ilk kez Ceyhun nehrini geçerek Maveraünnehir'in önemli Türk şehirlerinden Buhara’yı kuşatmıştır. Buhara’da birçok Türk kılıçtan geçirilmiştir. Buhara'nın Türk Melikesi Kabaç Hatun, ağır bir vergi karşılığında Ubeydullah bin Ziyad ile anlaşma yapmıştır. Bu anlaşma sonucu olarak Ubeydullah bin Ziyad, iki bin Türk gencini asker olarak ordusuna katmıştır. Müslüman Araplar, Horasan Valisi Kuteybe bin Müslim zamanında bütün Maveraünnehir'i ve Batı Türkistan'ı ele geçirmişlerdir. Baykent, Buhara, Semerkant ve Kaşgar gibi önemli Türk şehirleri Araplar tarafından yağmalanmıştır.

Kuteybe, Türklere karşı yaptığı katliamlarla tarihe geçmiştir. Kuteybe'nin ölümünden sonra Araplar Orta Asya'da tutunamamışlardır. Göktürklerin yeniden güçlendikleri dönemde Göktürk Hakanı Kültigin, Araplar tarafından işgal edilen Türk illerini geri almayı başarmıştır.

Türgişler Dönemi:

Orta Asya'da Göktürk Hakanlığının sona ermesinden sonra, Batı Türkistan'da Türgiş (Türkeş) hakimiyeti, Doğu Türkistan ve Baykal Gölü civarında Uygur hakimiyeti yaşanmaya başlamıştır.

Bu devirde Türgiş Hakanlığı ile Arap İslam Devleti arasında büyük mücadeleler yaşanmıştır. 717 yılında Türgişlerin başına geçen Suluk Kağan (Suluk Çor), Arapların elindeki bazı Türk şehirlerini geri almıştır. Ancak Suluk Kağan’ın ölümünden sonra Türkler arasında ortaya çıkan otorite boşluğu, Batı Türkistan'ın Araplar tarafından ele geçirilmesi sürecini kolaylaştırmıştır. Bu dönemde, 732 yılından itibaren Batı Türkistan'daki şehirlerde oturan birçok Türk kavmine ve göçebeliğe devam eden Türk boylarına karşı Araplar zor kullanmış, İslam dinini seçmeleri için Türk kavimleri karşı güç kullanılmıştır. Bu bölgede yaşayan Türklerden İslamiyet’e geçmeyenlerin birçoğu kılıçtan geçirilmiştir. Bununla birlikte bu dönemde Türklerin topluca İslamiyet’e geçmeleri söz konusu olmamıştır.

Bununla birlikte Türklerin büyük çoğunluğu, yaklaşık 100 yıl sonra İslam'ı benimsemiştir. Türklerden önce Müslüman olan Perslerin (Farslar) (şimdiki İranlılar) Türk milletinin Müslümanlığı seçmesi üzerinde etkileri büyük olmuştur. Nitekim, bu dönemde Fars kültürüyle etkileşime giren Türk kavimleri, günümüz Türkçesinde de etkileri görülen Farsça kelimeleri kullanmaya başlamışlardır. Bu dönemde kullanılan Arap alfabesinin de Farsî olması, Müslüman Türklerin Farsçaya sıcak bakmasına neden olmuştur. Bazı kaynaklara göre Emeviler döneminde birçok Türk boyundan esir alınan Türk gençleri, İslam ordularına asker yapılmıştır.

Talas Savaşı’nın Sonuçları:

Abbasiler döneminde de bu uygulama devam etmiştir. İslam ordularında görev alan Türkler, askerlikteki yetenekleri sonucunda Abbasi yönetiminde zamanla söz sahibi olmaya fırsatı yakalamışlardır. Harun reşit döneminde, saray muhafızları ve saray yönetiminin küçük bir kısmı Türklerden oluşturulmuştur. Halife Mutasım döneminde Türkistan’dan toplanan Türklerle Bağdat, Suriye ve Anadolu’da "Samerra" adı verilen ordugahlar kurulmuş ve hassa ordusu teşkil edilmiştir.

Orta Asya’da Talas'ta Çin Ordusu ile bir kısmı Türk kökenli Müslümanlardan oluşan İslam Ordusu, karşı karşıya gelmiştir. Talas bölgesinde yaşayan Türklerin de İslam Ordusu saflarında yer almasıyla birlikte, İslam Ordusu Çinlileri bozguna uğratmıştır. Böylece Türkler ve Araplar, İslam bayrağı altında müttefik topluluklar haline gelmişlerdir. Bunun neticesinde, o döneme kadar Müslümanlığı kabul etmemiş olan Türk kavimlerin çoğunluğu Müslümanlığı benimsemiş ve İslam dini Orta Asya’da yaşayan topluluklara kolaylıkla yayılma imkânı bulmuştur.

751 yılında yaşanan Talas Savaşı’ndan sonra, Karadeniz’in kuzeyinde bulunan İtil Bulgarları (tatarlar), Karahanlı Devletini kuracak olan Karluklar, Çiğil boyları Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Abbasi halifeliğinin ortadan kalkmasından, Osmanlı Devleti’nin yönettiği topraklarda yaşam süren Arap kavimleri ile Türkler arasında neredeyse Birinci Dünya Savaşı’na kadar ilişkiler İslam çatısı altında barış içerisinde seyretmiştir.

Osmanlı Devleti’nde Türkler ve Araplar:

1900'lü yıllarda Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya başlaması, beraberinde Türklerin hakimiyeti altında bulunan Arap topraklarında Osmanlı idaresinin büyük ölçüde ortadan kalkmasına neden olmuştur. Aynı dönemde Fransızlar ve İngilizlerle temasları artan Arap kavimleri, ulusçuluk akımlarının da etkisiyle, İngilizlerin kışkırtmaları neticesinde Osmanlı Devleti’ne isyan etmeye başlamışlardır. Öyle ki, Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlerle birlikte hareket eden Şerif Hüseyin liderliğindeki Haşimî Araplar, Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesine girişmişlerdir. Savaş sonunda bir dönem Osmanlı idaresi altındaki Arap kavimlerin yaşadığı topraklar, İngiliz ve Fransız mandası altına giren yönetimlere bırakılmıştır. Fransızların ve İngilizlerin Orta Doğu’dan kuvvetlerini çekme süreçlerine paralel olarak ‘sınırları cetvelle çizilmiş’ Arap devletleri ortaya çıkmıştır.

Hoca Ahmet Yesevi der ki; "Türklük kader, din seçimdir." Bu söze, İbni Haldun’un “coğrafya kaderdir” sözünü de eklemek yerinde olacaktır. Türkler ve Araplar, tarihin akışı içerisinde aynı coğrafyayı büyük ölçüde paylaşmış olan iki ayrı millettir. Bunun sonucu olarak, İslam medeniyetinin öncülüğünü yapan Arap milletinin kültürünün ve kullandıkları dilin, Türklerin hayatı üzerine etkileri olmuştur. Türk kültürünün Araplar üzerinde de mutlaka etkileri olmuştur ancak bunun sınırlı olduğu aşikardır. Bununla birlikte, 1789 Fransız ihtilali ile birlikte milliyetçilik akımlarının en son sirayet ettiği iki ulus, Türkler ve Araplar olmuştur. Osmanlı Devleti’nin dağılmaması için Türklükten ziyade İslam çatısı altında bir birlikteliği savunan Osmanlı yönetimleri, bu bakış açısıyla hem Türklerin ve hem de Arapların milliyetçilik anlayışlarını bastırmayı yeğlemişlerdir. Kontrollü bir uluslaşma yerine, İngiliz nüfuzuyla Osmanlı’ya (dolayısıyla Türklere) karşı isyan şeklinde gerçekleşen Arap milliyetçiliği, tıpkı Balkanlarda yaşanan milliyetçilik hareketleri gibi sayısız Türk’ün ölümüne neden olmuştur. İslam birliği veya ümmetçiliğinin rafa kalktığı bu yıllarda, İngilizleri arkalarına alan Arap milliyetçiliği, henüz kendisini ‘Osmanlı’ gören Türklerin Orta Doğu’dan çıkarılmasında başrolü oynamıştır. 1900’lü yıllarda İslam kardeşliğine rağmen, Türkler ve Araplar arasında yaşanan çatışmalar, günümüzde bile Türklerin çoğunluğunun Araplara karşı ‘güven duymamasının’ nedenlerinden biri olagelmiştir.

Sonuç:

Neticede, modern zamanlarda, dinin ortak kültürün ve ortak tarihin bir parçası olduğu gerçeği yadsınmamakla birlikte, milliyetçilik daha öne çıkmıştır. Bu anlamda, Türk kültürü ve Türk dili, Arap kültürünün etkilerinden kurtarılması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Atatürk önderliğinde başlayan bu süreç, İslam’ı dışlamayan bir Türk ulusçuluğu bilinciyle günümüzde de Türklüğün öncelikli ve ortak değerleri olan tarih, kültür, din, gelenek, örf ve ananeler şeklinde Anadolu coğrafyası merkezli yaşatılmaya devam edilmektedir.

Kaynakça:

(1) Michael Kmosko, “Araplar ve Hazarlar”, Türkiyat Mecmuası, 1935, C. III, s. 133

(2) Mehmet Çog, Emeviler Ve Abbasiler Dönemi Hazar-Arap İlişkileri, Türkoloji Araştırmaları, Bölüm 2/2, 2007, ss.151-152.

(3) Tarihimizle Yüzleşmek, Emre Kongar, Remzi Kitabevi, s.18

(4) Türklerin Tarihi I, İlber Ortaylı, Timaş Yayınevi

(5) Tarihimizle Yüzleşmek, Emre Kongar, Remzi Kitabevi, s.19

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 17.05.2022
  • Süre : 6 dk
  • 12330 kez okundu

Google Ads