Site İçi Arama

tarih

Türklerin Kutsal Merkezi Ötüken Nerededir?

Yapılan bilimsel araştırmalar, Orta Asya bozkırlarında gelişen kültürün yaratıcısının Türkler olduğunu meydana çıkarmıştır.  Bu kültür, zamanla tüm Orta Asya’ya yayılmış ve bugün bu coğrafyanın Türkistan olarak anılmasını sağlamıştır. Türkistan coğrafyasında Türk milletinin bilinen ilk siyasi modelini oluşturan boy ise Hunlar olmuştur. 

Yapılan bilimsel araştırmalar, Orta Asya bozkırlarında gelişen kültürün yaratıcısının Türkler olduğunu meydana çıkarmıştır.  Bu kültür, zamanla tüm Orta Asya’ya yayılmış ve bugün bu coğrafyanın Türkistan olarak anılmasını sağlamıştır. Türkistan coğrafyasında Türk milletinin bilinen ilk siyasi modelini oluşturan boy ise Hunlar olmuştur. 
Yazılı efsanevi metinlere göre Hunların tarihi MÖ üç binlere kadar gitmektedir.  Bununla birlikte, Hun siyasi birliğinin kesin tarihini ancak MÖ IV. yüzyıldan itibaren takip etmek mümkündür.  Bu dönemde Hunların yaşadıkları bölgenin merkezi; Orhun ve Selenga Nehirlerinin kaynak havzası ve Altay Dağlarıdır.  
Hunlar bir süre sonra Ordos bölgesine kadar yayılınca, kendisine rakip olabilecek yeni bir siyasi ve askeri gücün ortaya çıkmaya başladığını gören Çin, MÖ 215 yılında büyük bir ordu ile Hunlara taarruz etmiştir.  Bunun üzerine Hunlar, imha olmamak için Gobi Çölü’nün kuzeyine, Orhun ve Altay bölgelerine çekmişlerdir.  Ötüken de denilen bu bölge, Mete tarafından Asya’nın en büyük gücü haline getirilen Hun İmparatorluğunun merkezi olmuştur.
Asya Hun İmparatorlu yıkıldıktan sonra Türkler, değişik bölgelerde bağımsız veya başka devletlere bağlı yarı bağımsız boylar halinde yaşamışlardır. Oldukça uzun süren bu dönemi sona erdiren Göktürkler olmuştur. Çin kaynaklarına göre Göktürklerin ataları, Hunlar ile akrabadırlar.  Göktürklerin 6. yüzyılın ilk yarısında Altay Dağlarının doğu eteklerinde ve maden çıkarılan yakın bölgelerde (Yarkent, Kaşgar, Kuça vb.) geleneksel sanatları olan demircilikle uğraştıkları ve bağlı oldukları Juan-juan (Avar) Devleti’ne silah imal ettikleri bilinmektedir. 
Türk kitlesinin Juan-juanlara bağlılığı, daha ziyade federatif mahiyettedir. Bu durumu sona erdiren Bumin Kağan olmuştur. 552 başlarında Juan-juanlara saldırarak ağır bir darbe vuran Bumin, İl-kağan unvanını alarak Ötüken merkez olmak üzere Göktürk Devleti’ni kurmuştur.  Bundan sonra Göktürk Devleti, sınırları Hun İmparatorluğu sınırlarını aşan büyük bir imparatorluk haline gelmiştir. Fakat Göktürk İmparatorluğu’nun sonu da Hun İmparatorluğu gibi olmuştur. 
Devlet önce Doğu ve Batı olarak ikiye bölünmüş, daha sonra da Çin kışkırtmaları ve bazı boyların isyanları sonucunda iyice zayıflamıştır. Bunun sonucunda, 630 yılında Doğu Göktürk Kağanlığı ve kısa bir süre sonra da Batı Göktürk Kağanlığı yıkılmıştır.  Fakat 50 yıl süren Çin esaretinden sonra, 680 yılında, Aşina soyundan gelen Kutluk, Göktürkleri Çin egemenliğinden kurtarmak için istiklal savaşına başlamıştır.  
Kendisine katılan Tonyukuk’un da yardımıyla Çogay (Yin-şan Dağları, Huang-ho büyük dirseğinin kuzey yakasındaki büyük dağ silsilesi)’ın kuzey eteklerini yazlık, Kara-kum’u kışlık merkezleri yaparak hazırlanmaya başlamıştır. İlk hedefi ise Ötüken’dir. Fakat Göktürklerin toparlandığını gören Selenga Irmağı boylarındaki Oğuzların, Kitanlar ve Çin ile ittifak yapması üzerine, Oğuzlara bir baskın yapılmıştır. Bu baskında İnekler Gölü kıyısında 682 yılında kazanılan zafer sonucunda Göktürkler Ötüken’e sahip olmuşlardır. Bunun üzerine Kutlug, kendisini kağan ilan etmiş ve İlteriş ismini almıştır. 
Görüldüğü gibi, Asya’da kurulan Türk devletlerinin kuruluş aşamasında ilk hedefleri ve ele geçirdiklerinde bağımsızlıklarını ilan ettikleri, sıkıştıklarında ise imha olmamak için çekildikleri yer hep Ötüken olmuştur. Bu durum, başta Çin olmak üzere Göktürklerle temasta olan tüm devletlerin resmi kayıtları ile Göktürk ve Uygur Devletlerine ait anıtlardan da anlaşılmaktadır. Özellikle Kültigin ve Bilge Kağan yazıtlarında Ötüken önemle vurgulanmakta, Türklerin burayı merkez edindikleri ve asla terk etmemeleri gerektiği belirtilmektedir. 
Bu anıtlar, sadece Ötüken konusunda değil Türk tarihi ve kültürünün anlaşılması açısından da çok önemli bilgiler vermektedir. Türklerin kendilerine has alfabeleri ile yazdıkları Kültigin ve Bilge Kağan’a ait olan anıtlar Rus Coğrafya Kurumu’nun 1889 yılında araştırma yapmak için Moğolistan’a gönderdiği N. M. Yadrintsev tarafından Ulan Batur’un 360 km batısında, Orhon Irmağı kıyısında, Koşo-Çaydam Gölü yakınında bulunmuştur.   Aynı dönemde yaşayan ve önemli bir devlet adamı olan Bilge Tonyukuk’un yazıtları ise 1897 yılında, Y. N. Klements tarafından, Ulan Batur’un yaklaşık 60 km doğusundaki Nalayh Kasabası’na yakın, Bain-Tsokto denilen yerde bulunmuştur.  
Bu anıtlardaki yazılar bir süre sonra çözülmüş fakat bu yazılarda önemi şiddetle vurgulanan Ötüken’in neresi olduğu tam olarak anlaşılamamıştır. Söz konusu anıtlar üzerinde çalışan her araştırmacı, Ötüken’in neresi olduğunu düşünmüş ve genellikle Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının bulunduğu Orhon Irmağı ile Koşo Çaydam Gölü civarı üzerinde yoğunlaşmıştır. Ancak farklı fikirler öne sürenler de olmuştur.
Örneğin 11. Yüzyılda Kaşgarlı Mahmut’a göre Ötüken; Tatar çöllerinde, Uygur ülkesine yakın bir yerin adıdır.  E. Hirth’e göre ise Ötüken, Karakurum Dağları veya Çincesiyle Ho-lin-shan’dır. Thomsen ve H. Cordier tarafından ayrıntısıyla araştırılan Ho-Lin veya Ha-la Ho-lin’in bugün Moğolların Harhorin dedikleri Karakurum’un karlışığı olduğunu iddia edilmektedir. Ancak Göktürk yazıtlarına bakıldığında, bu bölgenin Kutluk’un bir süre barındığı yer olmakla birlikte Ötüken olmadığı anlaşılmaktadır.
Göktürklerden sonra kurulan ve Ötüken’i başkent yapan bir başka Türk devleti olan Uygur Kağanlığı’ndan kalan anıtlar da Karakurum bölgesi iddiası ile uyuşmamaktadır. Uygur Kağanlığı yazıtlarında; “Yaylam Ötüken’in kuzeybatı ucu, Tes Irmağı kaynağındadır. Doğusu, Hanuy ve Hunüy Irmakları.” denilmektedir. Bu cümleden Ötüken’in Hanuy veya Hünüy Irmaklarının güneyinde olduğunu anlayabiliyoruz. Uygur yazıtlarına göre As Önüz, Ötüken’in ortasındadır.  
Erhan Aydın, bu yerin Moğollarca kutsal sayılan Otgon bölgesindeki Otgon Tenger Dağı olabileceğini, bu bölgenin, etrafında birkaç zirve daha barındırdığını ve Ötüken’in bu zirveleri barındıran yer olabileceğini söylemektedir.  Erol Kürkçüoğlu ise Ötüken’in Tolga ve Baykal’dan Altaylara kadar uzanan bölge olabileceğini ve merkezinin de Orhun Vadisi olabileceğini iddia etmektedir.   
Tüm bu açıklamalardan Ötüken’in geniş bir bölgeye verilen bir isim olduğu sonucu çıkmaktadır. Ancak bu sonuçtan devletin sabit bir başkenti olmadığı ve devlet yönetiminin göçebe hayat tarzı gereğince bu geniş bölgede yer değiştirdiği anlaşılmamalıdır. Zaten Bilge Kağan da, Kültigin Anıtı’nın yerinden bahsederken; “Burası yakın (bir) mevki olduğundan, ayrıca kolay erişilir(bir) yer olduğundan, böyle kolay erişilir (bir) yerde ebedi taş hakkettirdim, yazdırttım.” demektedir. Burada kastedilen yakınlık, kendisinin bulunduğu yere olan yakınlık olmalıdır. Bu ifadeler, Ötüken geniş bir bölgeye verilen bir isim olsa bile bu bölgede devlet yönetiminin konuşlandığı sabit bir yerin yani bir başkentin varlığına da işaret etmektedir. 
Nitekim, benzer bir yaşam tarzı ve devlet yapılanmasına sahip olan Avrupa Hun İmparatorluğu’nun en büyük hakanı olan Attila ile görüşmeye giden Doğu Roma İmparatorluğu elçilik heyetlerinin yazdıklarından anlaşıldığına göre, Attila’nın da sabit bir başkenti vardır. Bu başkent, çevresi surlarla çevrili bir şehir olmamakla birlikte devletin yönetildiği sabit bir merkez konumundadır. Burada sadece çadırlar değil, ahşap evler de bulunmaktadır. Hatta Attila’nın da ahşap bir sarayı olduğu fakat çadırda kalmayı sevdiğinden bu sarayın bahçesinde kendisi için bir de çadır kurdurduğu anlatılmaktadır. 
Bugün Anadolu’da bulunan birçok köyün isminden de göçebe Türk boylarının geniş bir bölgede hayvanları ile hareket etmekle beraber en azından yıl kış aylarında geri döndükleri sabit bir merkezleri olduğu anlaşılmaktadır. Bu merkez, “oba” olarak tanımlanmakta ve sürüler geniş bir bölgede dolaşırken bile tamamen boşaltılmamaktadır. Obalar, zamanla kalıcı evlerin artmasıyla bugün Sazoba, Beyoba veya Çınaroba gibi isimlerle anılan köy ve kasabalara dönüşmüşlerdir.
Göktürk ve Asya Hun İmparatorluklarının da böyle sabit bir merkezleri olması akla yakın görünmektedir. Bunu Bilge Kağan’ın yukarıda bahsedilen sözleri de teyit etmektedir. Eğer arkeolojik kazılar yapılırsa bu yerin neresi olduğunun tespit edilmesi mümkündür. Çünkü en eski çağlarda yaşamış olan insan topluluklarının bile nerede ve nasıl yaşadıkları geride bıraktığı basit kemik ve taş aletlerden tespit edilebilmektedir. Yaşadıkları döneme göre oldukça gelişmiş silah ve araçlar imal edip kullanan Hunların, Göktürklerin ve Uygurların da devletlerinin merkezi olan yerde çok fazla malzeme bırakmış olmaları kuvvetle muhtemeldir. 
Ayrıca, ölen kişiler için mezarlıklar yapmış olmaları ve mezarların yerlerini belirten taşlar dikmiş olmaları da gerekir. Çünkü tarihi kayıtlardan, Türklerin mezarlara çok önem verdiklerini ve bunları taş veya tahta ile işaretleyip yıllarca korudukları anlaşılmaktadır. Örneğin Moğolların bu şekilde işaretlenmiş Hun mezarlarının taşlarını kırmaları ve mezarları dağıtmaları üzerine Hunlar “atalarımızın mezarlarına hakaret edildi” diye çok hiddetlenmişler ve Hun ordusu Moğollar üzerine cezalandırma seferine çıkmıştır. Bu seferde, mezarları tahrip eden Moğol aşiretleri çok ağır bir şekilde cezalandırılmışlardır.
Özet olarak, eğer arkeolojik kazılar yapılırsa, Göktürklerin, Hunların ve Uygurların devlet merkezi (başkent) olarak kullandıkları ve kutsal bir mekân olarak kabul edilen yeri tespit etmek mümkündür. Bu başkentin nerede olduğunu tespit etmek çok da zor olmamalıdır. Ötüken diye tabir edilen ve sınırları aşağı yukarı bilinen bölgede araştırma yapılmalıdır. Bilge kağanın sözlerinden bu başkentin içinde bulunduğu Ötüken bölgesinin ismiyle anıldığı ve Kültigin ile kendisi adına dikilen anıtlara yakın olduğu anlaşılmaktadır. 
Bu yer, mutlaka araştırıp bulunmalıdır. Bunu yapmak tüm Türk devletlerinin tarihi sorumluluğudur. En çok da ismini Göktürklerden alan Türkiye Cumhuriyeti’nin borcudur. Çünkü tarihçilerin yazıtlardaki ifadeleri yanlış değerlendirerek devletin ismini Göktürk olarak kayda geçirmelerine rağmen daha sonraki araştırmalar bu devletin İsminin Türk Kağanlığı olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Bu yapılırsa, Türk tarihi ve kültürüne dair şimdiye kadar hiç rastlanmamış ve tahmin bile edilemeyen birçok bulguya ulaşılacağı muhakkaktır. Çünkü aynı bölge yüzyıllar boyunca bir merkez olarak kullanıldığı için her dönemde toprağa gömülmüş olan farklı objelerden Türk toplumunun ve Türk kültürünün tarihi gelişiminin tüm süreçlerinin tespit edilmesi de mümkün olacaktır.

KAYNAKÇA:
AYDIN Erhan; Orhon Yazıtları, Köl Tegin, Bilge Kağan, Tonyukuk, Ongi, Küli Çor, Bilge Kültür Sanat Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul, 2019.
ÇELİK, Muhammed Bilal; İslam Öncesi Türk Tarihi ve Kültürü, Nobel Yayınevi, Ankara, 2018.
KAFESOĞLU, İbrahim; Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, 44. Basım, İstanbul, 2019.
KÜRKÇÜOĞLU, Erol; Türklerin Siyasi Tarihi, MÖ III-MÖ XII, Bilge Kültür ve Sanat Yayıncılık, 2. Basım, İstanbul, 2019.
TAŞAĞIL, Ahmet; Bozkırların İlk İmparatorluğu, Hunlar, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2020.

Dr. Mehmet ÇANLI
Dr. Mehmet ÇANLI
Tüm Makaleler

  • 13.11.2021
  • Süre : 7 dk
  • 11719 kez okundu

Google Ads