tarih

Arayış

Türkiye'nin mutluluk arayışında çırpınmamasının en somut göstergesi bireylerin kendisini mutlu hissetmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olmakla gurur duymasıdır. Bireysel mutluluk ise ekonomi ve sağlık koşullarının mükemmelliğinin iyi bir ruh haliyle taçlanmasıdır. Ülkenin ruh hali ise kitlelerin ilişkilerinde arka plan oluşturduğundan kendi ruh halimiz üzerinde önemli bir belirleyicidir.

Türkiye her geçen gün yaşadığı deneyimlerle ve yanılmalarla mutluluk arayışını sürdürmektedir. Mutluluk hedefi belirli bir süre ve noktada sabit kalmadığından, çağdaş uygarlık hedefi gibi soyut ve gittikçe genişleyen bir kavram olduğundan gerek iktidarlar gerekse muhalefet için bu arayışa özsel ve dışarıdan eleştiriler kaçınılmaz olacaktır.

Bilinen gerçeklikler üzerinden konuya yaklaştığımızda, ülkenin mutluluk arayışında çırpınmamasının en somut göstergesi bireylerin kendisini mutlu hissetmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olmakla gurur duymasıdır. Bireysel mutluluk ise ekonomi ve sağlık koşullarının mükemmelliğinin iyi bir ruh haliyle taçlanmasıdır. Ülkenin ruh hali ise kitlelerin ilişkilerinde arka plan oluşturduğundan kendi ruh halimiz üzerinde önemli bir belirleyicidir.

Ne yazık ki ülkemizin ruh hali travmatik geçmişiyle mutluluk arayışımızda ket vurucu bir özelliğe sahiptir. İmparatorluk geçmişinde mutluluk hali, halk kitlelerini sarmalamamış, önceleri saray, sonraları ise saray ve bürokrasi ile bunlardan nemalanan ticari sınıfla harmanlanmıştır. Bu ticari sınıf ise bir burjuva halinde şekillenmemiş, paranın aracısı kompradorlar olarak güçlü ülkelerin işbirlikçisi halinde kalmışlardır. Böylece mutlu azınlık saray, bürokrasi ve kompradorlar iken askerlik ve vergi dışında hatırlanmayan halk yığınları mutsuz kesimler olarak Cumhuriyete devredilmişlerdir.

Maalesef Cumhuriyet de iç ve dış şartların etkisiyle geniş halk yığınlarını kucaklayacak mutlu projeler üretememiştir. Siyaset tek partinin kısır döngüsünde kalmış, Cumhuriyet ülkeyi ivmelendirecek kendi burjuvasını yaratamamıştır. Ticaretin yerli ve milli olanların elinde geliştirilmesi hedeflenmişken, dünyadaki ekonomik zorluklar devletçiliği mecbur kılmış, ülkeyi kalkındıracak kapital yaratılamamış, zenginlik büyük toprak sahipleri ile siyaset ve bürokrasiyle içli dışlı olan Batı kapitalizminin yerli temsilcilerine ait olmuştur. Halk yine vergi ve askerlik zamanı hatırlanmaktadır. Halkın kendini siyasette bulamaması hâkim sınıfların olduğu kadar kendi bilinçsizliğinin sebebidir.

Siyaset tıkanmıştır. İçte ekonomik sıkıntılara, dışarıda 1945 sonrasının yeni dünya düzeni eklemlenmiştir. Anti-emperyalist, anti-komünist ve laik devletin şekli demokrasisi her açıdan çıkmaz içindedir. Komünizm toprak ve üs talep ederken çözüm yolu üstü kapalı emperyalizme yanaşmak olmuştur. Güçlüye yanaşmak Osmanlı Devletinden kalma bir metot olup Cumhuriyet kurucuları tarafından tasvip edilmeyen bir yöntem olsa da kendi üretim ve sermaye kanallarını bir türlü yaratamayan ülkelerin sığındıkları limandır. Siyasetle dirsek teması olan kompradorlar için bu iyidir. Çünkü sermaye ve mamul yardımı ile üretim artacak, tüketim kategorisi çoğaldıkça yerli kapitalistler ithal veya ithal ikamesi ile nemalanacaktır.

Halk kendini temsil edecek yapılanmayı 1925 ve 1930 deneyimlerinde ortaya koymak istemişse de ülke istikrarı adına rol bulamadığı sahnede 1950’de yer alır. Daha doğrusu aldığını zanneder. Çünkü sahnedekiler yeni de olsa oynadıkları rol, eskinin devamı olup ABD yapımı bir tiyatrodur. Paradoksal bir şekilde kurtarıcı rolünde algılanan ordu, bu oyunda, alt kademesiyle halkın yanında, üst kademesiyle siyasetle işbirliği halinde ABD’nin emrindedir.

Hükümetin yürüttüğü mücadele anti-komünist ve laik görünümlüdür. Bu aynı zamanda emperyalizmin istediği görüntüdür. Türk siyasetinde o dönemde var olmanın da temel şartıdır.

Bütünsel kalkınma yerini maddi kalkınmaya bırakmış, yol, baraj ve fabrika yapımı öncelik bulurken eğitim, bilim ve kültür geri plana itilmiştir.

Hükümetin politikalarında ise hâkim sınıfın istekleri göze çarpmaktadır. Şeyhler ve ağalardan oluşan büyük toprak sahiplerini desteklemek için toprak kanunu sümen altı edilir. Bir siyasi parti şeyhleri ve ağaları kazandığı vakit, seçimleri de kazanır. Devlet toprakları, eşrafa dağıtılırken köylülerin uyanmasını sağlayacak olan köy enstitüleri kapatılır, halkevleri yok edilir ve zirai krediler köylü aleyhine artırılır. Kitle halinde traktör ithal edilerek kırsal işgücünün önü tıkanır. Sınai Kalkınma Bankası kurulur, özel sektöre bol kredi dağıtılır.

Yabancı sermayeyi desteklemek için 1951 ve 1954’te yabancı sermayeyi teşvik kanunları ve petrol kanunu çıkarılır. Hâkim sınıflara emperyalizmin desteğinin devamı için Kore'ye asker gönderilir, NATO ve Balkan Paktı'na girilir, Bağdat Paktı kurulmaya çalışılır. Milli Kurtuluş Savaşı'na cephe alınır. Hâkim sınıflara karşı yapılacak haklı direnişleri engellemek adına grev hakkı işçilere verilmez. Emekçi sınıfların bilinçlenmesini önlemek için elden gelen her şey yapılır.

Sol cepheye amansızca yüklenilir. Devletin olanakları ve örtülü ödenek yandaş kitle için har vurulup harman savurulur. Hükümet, temsil ettiği sınıfın çıkarlarına uygun hareket ettiğini her açıdan gösterir. Plansız yatırımlar, yolsuzluklar ve uluorta borçlanmalar sonucunda devletin maliyesi çöker. Tüm bu zafiyetlerin içeriksiz bir tören Atatürkçülüğü ile sempati bulmasına çalışılır.

Sonrasında, emperyalizm de ekonomik yardımı kesilince, iktisadi olarak çıkmaza girildi ve siyasi baskı ortaya çıktı. Demokrasi adına iktidara gelen hükümet demokrasiyi katletmekte hiçbir sakınca görmüyordu. Hükümet iflasın ayak seslerini hissetmiş ve ne yapacağını şaşırmış vaziyetteydi. Uluslararası hukuku ve mevcut kanunları dışlayan hükümet kendi doğru bildiğini hukuk olarak uygulamayı çıkar yol olarak gördü.

Halkla yöneticiler arasındaki uçurumu kapatmayı hedefleyen bu siyasal kadro halkı ezen asalak bir sınıfa kolaylık sağladıkça halktan kopmaya başlamıştı. Hâkim sınıfların Amerikan taraftarlığı Türkiye'nin bütünüyle Amerika'ya peşkeş çekilmesine vesile olmuştu. Ülke siyaseti bu doğrultuda kararlar almakta bir yeis duymamıştı.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen 1950'de ortaya çıkan yeni siyaset halkın bilinçlenmesinde, gücünü hissetmesinde ve siyasetin erişilemeyecek bir faaliyet olmadığını anlamasında önemli bir adım olmuştu. Aynen günümüzdeki siyasi konjonktürün bizlere sunduğu gibi… Bir sistematiği ne kadar geri görürsek görelim farkında olmadan ortaya çıkan sonuçlar bizi ileriye götürmektedir. Çünkü zamanın potasında deneme yanılma yoluyla yapılan gözlemler, kendimizi bulmada ve ideali arayışta, bir şeylerin yanlış ve eksik, bir şeylerin de doğru ve yararlı olduğunu puslu gözler için bile belirginleştirmektedir.

Türkiye’nin ilerlemesini köstekleyen, ülkemizi yarı bağımlı duruma düşüren, borca batıran ve kaosun eşiğine getiren tüm oluşumlar için demokratik ruh ile akıl ve bilimi esas alan düşünce sistemi köprüden önceki son çıkış olma özelliğini her zaman koruyacaktır. Korumalıdır da!

Araştırmacı Yazar Ertan YILDIZ
Araştırmacı Yazar Ertan YILDIZ
Tüm Makaleler

  • 11.03.2023
  • Süre : 4 dk
  • 512 kez okundu

Google Ads