Cumhuriyet; 101 Yaşında
Yemek sırasında "Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz" dedim. Orada bulunan arkadaşlar, derhal düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşları görevlendirdim.
Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkıp Anadolu’ya geçmeden önce, İstanbul’da Bekirağa Bölüğü’ndeki tutuklu arkadaşlarını ziyaret ettiğinde onlara Cumhuriyeti kurmaktan bahsetmiştir. Samsun’a çıkarken “Millet Egemenliğine dayanan tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmayı” düşünmüştür. Bağımsızlık savaşının ve Cumhuriyetin temellerinin atıldığı Sivas Kongresi’nde kararları ile gelecekteki rejimin “Ben, milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme yeteneğini, milli bir sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün bir topluma uygulatmak zorunluluğunda idim” sözü ile “Cumhuriyet” hedefini göstermiştir.
Atatürk, 7-8 Temmuz gecesi sabaha karşı, Erzurum’da Mazhar Müfit Kansu’ya gizli kalmasını istediği 5 temel hedeflerinden birisi olan devlet şeklinin “Cumhuriyet” olacağını yazdırmıştır. Millî Mücadele’nin kazanılmasından sonra bu maddelerin hayata geçirilmesi zamanı gelmiştir. Mevcut rejimin isminin bütün açıklığı ile ortaya konulması ve yeni devletin başkanının seçilmesi gerekli olmuştur. Türk tarihindeki en büyük devrim olan Cumhuriyet, Ankara’nın başkent seçilmesinden 16 gün sonra ilan edilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin ilanına giden sürece adım adım yürümüştür. Nutuk’ta, “Benim en büyük eserim Cumhuriyettir.” dediği Cumhuriyet kararının verilişini, yeni devletin ortaya çıkışını, anlaşılabilir ve yalın bir biçimde ortaya koymuştur. Bu amaçla, 9 Ağustos 1923’te Halk Fırkası’nın açılış Kongresi’nde, Atatürk’ün başkanlığında görüşmelere başlanmıştır. 11 Ağustos’ta 286 üyeli 2’nci Meclis açılmış ve Atatürk başkanlığa seçilmiştir. Rauf Orbay’ın Başbakanlıktan ayrılması üzerine yerine getirilen Fethi Okyar hükümeti kurmuş ve İçişleri Bakanlığı görevini de üstlenmiştir.
Atatürk; “Uygulanması için sıra beklediğim bir düşüncenin uygulama zamanı gelmişti. Bunu itiraf edeyim.” Cumhuriyet’in kuruluşu için zamanın geldiğini söylemiştir. İçişleri Bakanlığı görevini bırakmasını istediği Fethi Okyar, 24 Ekim’de görevi bırakmış ve Ali Fuat Cebesoy’da aynı gün Meclis 2’nci Başkanlığı görevinden ayrılmıştır. Atatürk, 26 Ekim’de kabineyi Çankaya’da toplamış ve durumu inceledikten sonra orduların başında bulunan Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak hariç kabinenin istifa etmesine karar vermiştir. 27 Ekim’de hükümet istifa etmiş, ancak hükümet kurulmasında büyük sıkıntılar yaşanmıştır. Atatürk, bu süreci Nutuk’ta; “Muhteris grubu, hükümet kurmakta tamamen serbest bırakıyoruz. Kabinedeki hiçbir vekili işin içine katmaksızın istedikleri gibi bir Bakanlar Kurulu oluşturup ülkeyi yönetmelerinde hiçbir sakınca görmüyoruz. Fakat hükümet kurup ülkeyi yönetemeyeceklerinden eminiz.” sözleri ile endişelerini dile getirmiştir. “Meclisi aldatmaya çalışan muhteris grup, hükümet teşkiline muvaffak olamadıkları takdirde, buhran ve karışıklığı sürdürmek caiz olamayacağından, işte o zaman bizzat müdahale ederek, tasavvur ettiğim meseleyi yani Cumhuriyet ilanını vazetmek suretiyle işi kökünden halledebileceğimi düşünmüştüm.”
Hükümet kurma çalışmaları gerçekleşmeyince, Fethi Okyar başkanlığında 28 Ekim 1923’te parti yönetim kurulu, görüşünün alınması ve sorunun çözülmesi için Atatürk’ü davet etmiştir. Atatürk; “28 Ekim 1923 günü geç vakit, toplantı halinde bulunan Parti Yönetim Kurulu tarafından davet olundum. Başkan Fethi Bey idi. Fethi Bey, Parti adına, Yönetim Kurulunca bir Hükümet namzet listesi tertip edildiğinden ve bu konuda Partinin Genel Başkanı olduğum için, benim de görüşümün alınmasını doğru gördüklerinden, toplantılarına davet ettiklerini söylediler. Tertip edilen listeye göz gezdirdim. Bence olumlu olduğunu, fakat bu listede bulunan kişilerin oylarını olurlarını almak gerektiğin söyledim. Önerim uygun görüldü.” Bakanlar Kurulu listesindeki bazı kişilerin listeye girmek istemediklerini için kesin bir liste oluşturulmamıştı. Atatürk, kesin bir liste belirlemelerini tavsiye ederek toplantıdan ayrılmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk, Meclis’ten Çankaya’ya dönerken beklenen anın geldiğine karar vermiş ve 28 Ekim akşamını Nutuk’ta; "28 Ekim günü gece Çankaya'ya gitmek üzere Meclis binasından ayrılırken, koridorlarda beni beklemekte olan Kemâlettin Sami ve Hâlit Paşa'lara rastladım. Ali Fuat Paşa, Ankara'dan hareket ederken bunların Ankara'ya geldiklerini o günkü gazetede bir uğurlama ve bir karşılama başlığı altında okumuştum. Benimle konuşmak üzere geç vakte kadar orada beklediklerini anlayınca, akşam yemeğine gelmelerini, Millî Savunma Bakanı Kâzım Özalp Paşa vasıtasıyla kendilerine bildirdim. İsmet İnönü Paşa ile Kâzım Paşa'ya ve Fethi Okyar Bey'e de Çankaya'ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya'ya gittiğim zaman, beni görmek üzere gelmiş bulunan Rize Milletvekili Fuat Bulca, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Ünaydın beyler ile karşılaştım. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemek sırasında "Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz" dedim. Orada bulunan arkadaşlar, derhal düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşları görevlendirdim. Cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara'da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ederek onlarla görüşüp tartışmaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü onların da aslında ve tabii olarak benim gibi düşündüklerinden şüphe etmiyordum. Hâlbuki o sırada Ankara'da bulunmayan bazı kişiler, yetkileri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden, düşünce ve rızaları alınmadan Cumhuriyetin ilân edilmiş olmasını bize gücenme ve bizden ayrılma sebebi saydılar”. Atatürk böylece Cumhuriyetin ilan edilme sürecini anlatmış ve yemekte bulunanlar fikrine katılmıştır. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda bir program yapılmış ve arkadaşlarını görevlendirmiştir.
İsmet İnönü, 28 Ekim akşamını; “O akşam Atatürk bizi Çankaya’ya çağırmıştı. Yemeği birlikte yedik. Misafirler giderken Atatürk bana kalmamı söyledi. Masa başına geçtik. Evvela Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun metnini görüştük. Her madde üzerinde eskisi ile yenisi arasında mukayeseler yapıyorduk. Atatürk neticeyi dikte ediyordu. Ben yazıyordum. Bu suretle tamamlandıktan sonra bütün metni bir kere baştan aşağıya okudum. Atatürk dikkatle dinledi. Bittikten sonra biraz düşündü. “Hazırlık tamam” dedi. O gece köşkte misafiriydim. Odama çekildim. Ertesi sabah metni bir kere daha gözden geçirdik ve beraberce Meclis’e gittik. Oldu, bitti.” sözleri ile anlatmıştır.
29 Ekim Pazartesi günü yapılacak grup toplantısında Kemalettin Sami Paşa önerge vererek Atatürk’ün gruba davet edilmesi kararlaştırılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, sandalyesini hafifçe çekip otururken Şişli’deki evinde “umutsuz olmayacağız” dediği o geceyi hatırlamış ve o geceden sonra büyük mücadele içinde 4 yıl yaşamıştır. Çanakkale’den Trablusgarp’a, Yemen’den Sina’ya, Kafkasya’dan Eskişehir ve Afyonkarahisar’a savaşmadığı coğrafya kalmamıştır. Emperyalizmi süpürerek denize dökmüş, egemenliği halkın iradesine vermiş ve saltana son vermiş. Lozan’da ülkenin tapusunu almış, özgür, tam bağımsız bir devleti yaratmıştır. Artık kafasına koyduğu hedefe doğru ilerlemenin zamanı geldiğini düşünerek “Uçurumun kenarındayız, bizi canlı canlı mezara atmak istiyorlar, son cüret belki kurtarabiliriz, Anadolu’ya geçiyoruz” diyerek Bandırma Vapuru’na binişini hayal etmiştir. Yemekten sonra İsmet İnönü’nün köşkte kalmasını isteyerek çalışma odasına geçmişlerdir. Nutuk’ta; “Birlikte olduğumuz arkadaşlar erkenden ayrıldılar. Yalnız İsmet Paşa Çankaya'da misafirdi. Onunla yalnız kaldıktan sonra, bir kanun tasarısı müsveddesi hazırladık. Bu müsveddede 20 Ocak 1921 Anayasası’nın 1’inci maddesinin sonuna "Türkiye Devleti'nin hükümet şekli Cumhuriyettir" cümlesini ekledim. 3’üncü maddeyi; "Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur. Meclis, hükümetin ayrıldığı idare kollarını Bakanlar vasıtasıyla yönetir.” Bu şekilde düzenledim. Türkiye Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından ve kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilir ve Türkiye Cumhurbaşkanı devletin başkanıdır." sözleriyle anlatmıştır.
29 Ekim 1923 Pazartesi günü Halk Partisi Grubu saat 10.00’da Fethi Okyar başkanlığında toplanmış ve onun hazırladığı Bakanlar Kurulu listesi görüşülmeye başlanmıştır. Önerilen liste ile ilgili görüş birliğine varılamamış ve Bakanlar Kurulu oluşturulamamıştır. Çözüm bulmak için Atatürk’ün görüşünün alınması istenmiş ve Kemalettin Sami Paşa’nın sorunun çözülmesi için verdiği önerge kabul edilmiştir. Atatürk; “Görüşmeler sırasında Çankaya’da evimde bulunuyordum. Kemalettin Sami Paşa’nın önergesinin kabul edilmesi üzerine toplantıya davet edildim. Toplantı salonuna girerek doğruca kürsüye çıktım ve şu görüş ve teklifi ortaya attım. Efendiler, hükümet üyelerinin seçiminde, fikirlerde karışıklık olduğu ve görüş birliği sağlanamadığı anlaşılmıştır. Bana bir saat kadar müsaade buyurun. Bulacağım çözüm yolunu arz ederim”. Hükümet kurmakta karşılaşılan güçlüğün milletvekillerinin bakanları teker teker seçmek zorunda kalmasından kaynaklandığını söyleyerek Anayasa’da gerekli düzenlemenin yapılması gerektiğini söylemiştir.
Bunu üzerine saat 13.30’da Fethi Okyar başkanlığında yapılan toplantıda, Atatürk; “Muhterem arkadaşlar. Halletmekte müşkülata uğradığımız meselenin sebep ve illetinin bütün arkadaşlarca anlaşılmış olduğu kanaatindeyim. Kusur, takip etmekte olduğumuz usul ve şekildedir. Yüksek heyetiniz bu müşkülün halline beni memur ettiniz. Ben de bundan ilham alarak, düşündüğüm şekli tespit ettim. Onu teklif edeceğim. Teklifim kabule mazhar olursa, kuvvetli ve birbirine kaynaşmış bir hükümet teşkili kabil olacaktır. Devletimizin şekil ve mahiyetini tespit eden ve hepimiz için bir amaç olan Anayasa’nın bazı noktalarını açıklığa kavuşturmak lazımdır. Teklifim şudur.” diyerek 4 ay evvel hazırladığı 5 maddelik tasarıdan oluşan meclis kâtibine verdiği kanun teklifi, devletin gerçek şeklinin “Cumhuriyet” olduğu belirtilmiştir.
TBMM, 29 Ekim Saat 18.00’de toplanmış ve Anayasa Komisyon üyelerinin hazırladığı “Kanun Teklifi”, Meclis Başkanı İsmet İnönü tarafından meclise sunulmuştur. Sunulan kanun teklifi; “Madde-1; Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare şekli mukadderatını bizzat ve fiilen yönetmesi esasına dayalıdır. Türkiye Devletinin Hükümet şekli: Cumhuriyet’tir. Madde-2; Türkiye Devletinin Dini: İslam Dinidir. Resmi lisanı Türkçedir. Madde-4: Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından ve kendi üyeleri arasından bir seçim devresi için seçilirler. Başkanlık görevi yeni Cumhurbaşkanının seçimine kadar devam eder. Tekrar seçilmek mümkündür. Madde-11: Türkiye Cumhurbaşkanı Devletin Başkanıdır. Bu sıfatla gerek gördükçe Meclise ve Bakanlar Kuruluna başkanlık eder. Madde-12: Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından ve Meclis üyeleri tarafından seçilir.” meclisin onayına sunulmuştur. Teklifin kabul edilmesi ile Antalya Milletvekili Rasih Kaplan Hoca; “Din bakımından da en uygun hükümet şekli Cumhuriyet’tir. Yaşasın Cumhuriyet.” Meclisin en yaşlı üyesi İstanbul Milletvekili Abdurrahman Şeref Bey; “Hükümet biçimlerini birer birer saymak gereksizdir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Kime sorarsanız sonuç, bu cumhuriyet demektir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad kimilerine hoş gelmezmiş, varsın gelmesin”. sözleri ile görüşlerini belirtmişlerdir.
İsmet İnönü; “Ulus, üstünlüğünü ve geleceğini fiili olarak eline almıştır. O halde bunu hukuki olarak dile getirmekten niye çekiniyoruz? Cumhurbaşkanı olmadan başbakanın seçilmesini önermek kanunsuz olur. Gazi Paşa’nın teklifinin kanunlaşması gerekir.” Bu konuşmalardan sonra Anayasa Komisyonu; “Hâkimiyetin kayıtsız, şartsız millete ait oluşunu ve idare şeklinin, milletin geleceğini bizzat ve gerçek bir şekilde idare etmek esasına dayalı bulunması, zaten Cumhuriyet demek olduğundan, kişiye dayalı Saltanatı kesinlikle reddeden bu cümleyi kullanmayı ve Türkiye Devletinin şeklinin Cumhuriyet Hükümeti olması hakkında Anayasanın ilgili maddesine bir bölüm ilavesi ile açıklanması hukuken ve önemle uygun görülmüştür. Cumhuriyet kurulduktan sonra, bu Cumhuriyet’in temsilcisi olan bir Başkanlık makamının oluşturulması da tabiidir. Bundan başkan, Hükümeti oluşturacak olan Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı tarafından tayin edilmesi, sorumluluğun tespit edilmesi noktasından gerekli olan hususlardandır. Bundan dolayı, halen var olan Devlet şeklini belirlemek üzere, Anayasanın bunlar ile ilgili maddelerin değiştirilmesi ve düzeltilmesi ve Devletimizin Dininin İslam Dini ve lisanımızın Türkçe olduğuna dair bir özel madde düzenlenmiştir.” Kanun teklifi, milletvekillerinin meclis’te "Yaşasın Cumhuriyet!" sesleriyle alkışlanan konuşmalarıyla tamamlanmıştır. Başkan İsmet İnönü “Şimdi de Kanunun tümünü oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler elleri kaldırsın.” Mecliste bulunan 158 milletvekilinin tamamı evet oyu vererek Meclis Başkanı sonucu; “Tasarı oy birliği ile kabul edilmiştir”. sözleri ile açıklamıştır.
Cumhuriyet ilan edilmesi 29 Ekim 1923 saat 20.30’da 101 pare top atışı ile duyurulması ile heyecan Ankara sokaklarına taşınmış ve Türk halkı büyük coşkuyla kutlamıştır. Türkler, layık oldukları devlet şekline kavuşmuş, bir Cumhuriyet Devleti olmuş ve en çağdaş ülkeler arasında yer almıştır. “Türk Milletinin karakterine ve adetlerine en uygun yönetim şekli Cumhuriyettir” diyen Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Cumhuriyeti ilan etmesi ile yüzyıllar sonra egemenlik Türk Milleti’nin olmuştur. Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere sahip bir idare olarak Türk Milleti, devleti yönetecek kişileri kendisi seçerek kendi iradesini kendi eline almıştır. Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı seçimi için 29 Ekim 1923’te Milletvekili Dr.Fikret Onuralp; “Yüce Başkanlığa: Kabul edilen kanunun hükümlerine göre “Cumhurbaşkanı”nın hemen şimdi seçilmesini teklif ederim.” önergesini vermiştir. Konya Milletvekili Eyüp Sabri Hayırlıoğlu Cumhurbaşkanlığı seçimi için verdiği önergede; “Yüce Başkanlığa: Yüce Meclisçe “Cumhurbaşkanlığı” seçiminin yapılması ardından 101 pare top atılmasının karar altına alınmasını teklif ederim.” Cumhurbaşkanı seçilmesi için meclis'te oylamaya geçilmiştir. İsmet İnönü, saat 20.45’de sonucu Genel Kurul'a; "Türkiye Cumhurbaşkanlığı için yapılan oylamaya 159 kişi katılmış ve Cumhurbaşkanlığına 158 üye, oybirliği ile Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ni seçmişlerdir." çekimser kalınan tek oy Atatürk’ün oyu olmuştur. 42 yaşında “Yaşasın Gazi. Yaşasın Mustafa Kemal Paşa” sesleri ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilk Cumhurbaşkanı olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra mecliste; "Saygıdeğer arkadaşlar, dünya çapında önemli ve olağanüstü olaylar karşısında, saygıdeğer milletimizin gerçek uyanıklığına ve şuurluluğuna değerli bir belge olan Anayasa’nın bazı maddelerini açıklığa kavuşturmak için kurulmuş olan özel komisyon tarafından yüksek heyetinize teklif edilen kanun tasarısının kabulü dolayısıyla, Türkiye Devleti'nin zaten bütün dünyaca bilinen, bilinmesi gereken mahiyeti milletlerarası adıyla adlandırıldı. Bunun tabii bir gereği olmak üzere bugüne kadar doğrudan doğruya Meclis Başkanlığı'nda bulundurduğunuz arkadaşınıza, yaptırdığınız bu görevi, Cumhurbaşkanı unvanı ile yine aynı arkadaşınız, bu aciz arkadaşınıza tevcih ediyorsunuz. Bu münasebetle şimdiye kadar hakkımda gösterdiğiniz sevgi, samimiyet ve güveni bir defa daha göstermekle, yüksek değerbilirliğinizi ispat etmiş oluyorsunuz. Bundan dolayı yüce heyetinize gönlümün bütün samimiyeti ile teşekkürlerini arz ederim. Son yıllarda ulusumuzun fiili olarak gösterdiği yetenek, istidat ve kavrayış kendi hakkında kötü düşünenlerin ne kadar gafil ve ne kadar geleceği görmekten uzak, görünüşe aldanan insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Ulusumuz kendisinde var olan nitelikleri ve değeri, hükümetin yeni adıyla, uygar dünyaya çok daha kolaylıkla gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya devletleri arasında tuttuğu yere lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir. Arkadaşlar, bu yüksek rejimi yaratan Türk milletinin son dört yıl içinde kazandığı zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere kendini gösterecektir. Bendeniz, çok önemli gördüğüm bir noktadaki ihtiyacı arz etmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, yüce heyetinizin şahsıma karşı gösterdiği sevgi, güven ve desteğin devamıdır. Ancak bu sayede ve Tanrı'nın yardımıyla, bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri en iyi şekilde yapabileceğimi ümit ediyorum. Sayın arkadaşlarımın ellerine çok samimî ve sıkı bir şekilde yapışarak, kendimi onların şahıslarından bir an bile uzak görmeyerek çalışacağım. Daima milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve galip olacaktır."
Atatürk, samimi, içten, açık ve özlü sözleri ile arkadaşlarına bu şekilde teşekkür etmiştir. Cumhuriyet; aydınlanma, bilim, çağdaş yaşam ve uygarlığın ismi olmuştur. Turgut Özakman; “Çökmüş çağdışı bir devletten yepyeni, tam bağımsız, saygın bir halk devleti, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu.” sözleri ile değerlendirmiştir.
Cumhuriyet’in ilk gününde ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 30 Ekim 1923’te İsmet İnönü’ye yazdığı mektupta; “Sevgili paşam, Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Osmanlı’dan bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. 4 mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Bütün vatan sathında doktor sayımız 337, sağlık memuru 43. 150 ilçede bir tane dahi sağlıkçımız yok. 40 küsur bin köyümüz var, ebe sayımız 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. 3 milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı %60’ı geçiyor. Nüfusun %80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremidi bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.” sözleri ile ülkenin durumunu ortaya koymuştur.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığına seçilmesi ile Fethi Okyar’ın istifasıyla boşalan Başbakanlığa İsmet İnönü atanmıştır. Cumhuriyetin ilk hükümeti ve Cumhuriyet’in ilk Başbakanı olan İsmet İnönü, 30 Ekim’de meclisten güvenoyu alarak görevine başlamıştır. Meclis Başkanlığı’na Fethi Okyar seçilmiştir. Yangının küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti, uygar ve çağdaş devlet yolunda mucizeyi gerçekleştirmek üzere yola koyulmuştur. Türk devletinin yönetim sisteminin resmî olarak “Cumhuriyet” olması, rejimin adı ile devlet şekli belirlenmiştir. Şimdi ileriki yıllarda yapılacak olan inkılâplara hedeflere yönelmeye sıra gelmiştir. Bu yönde atılacak adımlar, Türk toplumunun asırlardan beri süregelen idare, siyaset ve kültür yapısının temellerinden değiştirecek devrim hamleleri olacaktır. Cumhuriyet idaresinden Rauf Orbay ve devletin en üst kademesinde görev alanlar rahatsızlık duymuş ve içlerine sindiremeyen düşünce sahipleri olmuştur.
Atatürk, bunlara; “Baylar, bu yazıların anlamı ve bu düşüncelerin nasıl bir amaca dayandığı bugün kolaylıkla anlaşılmaktadır. Yarın daha açık olarak anlaşılacaktır. Gelecek nesillerin, Türkiye’de Cumhuriyetin ilan edildiği gün, ona en insafsızca saldıranların başında “Cumhuriyetçiyim” diyenlerin yer aldığını görerek asla şaşıracaklarını sanmayınız. Aksine, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek düşüncelerini tahlil ve tespitte hiç de kararsızlığa düşmeyeceklerdir.” demiştir.
İsmet İnönü, ilk Bakanlar Kurulunu Valilik binasında toplamış ve ilk toplantıyı onurlandıran Atatürk; “Yıkmaya çalıştığımız orta çağın arkasında bin yıllık deney var. Bin türlü kirli oyun bilir. Cumhuriyetimiz ise daha yeni doğmuş bir çocuk. Cumhuriyeti kolayca boğuverirler. Bu nedenle çok dikkatli, uyanık olun. İş arkadaşlarınızı özenle seçin. İstanbul’dan gelen bazı memurları gördüm. Bir devrim başkentine geldiklerinin farkında görünmüyorlar. Koca Osmanlı gemisi durup dururken batmadı. Bunlar gibi ilgisiz, tembel, heyecansız, küçük kafaların büyük sorumluluğu var. Kötü memur vatandaşı devletinden soğutur. Osmanlı Devleti azınlıklara devlette görev vermiş ama son 200 yıl içinde Alevi yurttaşlarımıza vermemiştir. Bu akla ve insanlığa aykırı duruma Millî Mücadele başlar başlamaz son vermiştik. Bu tutumu özenle sürdüreceğiz. Anadolu’da kim varsa hepimiz bir milletiz. Yurt ve kader kardeşiyiz. Millî Mücadele’yi böyle yürüttük, Cumhuriyeti de bu anlayışla yöneteceğiz. Bu anlayışın bozulmasına izin vermeyeceğiz. Bozulduğu zaman ne olduğunu iyi biliyoruz. İdealimiz milli egemenliğine dayalı, uygar bir toplum ve devlet yaratmaktır. Hiçbir aşamada bu ideali gözden kaçırmayacağız. Sorun çok. Hepsini çözmeye ömrümüz yetmez. Bizim yetişemediklerimizi yurtsever çocuklarımız tamamlar. Halkı saymak, aydınlatmak, eğitmek, sağlığını korumak, güven içinde yaşamasını sağlamak başlıca ilkemiz olacak.” gelecekteki uygulayacağı yol haritasını çizmiştir.
Atatürk, 1925’te; “Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatıdır ve hükümettir, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Artık Hükümet mensupları kendilerinin milletten gayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. Hepimizin efendisi olan milletin ilerlemesi, yükselmesi ve ona hizmet eden devlet memurları için başarılar dilerim.” 1927’de ise konuşmasında; “Devlet idaresini, Cumhuriyetten söz etmeksizin milli egemenlik esasları dairesinde her an Cumhuriyete doğru yürüyen şekilde temerküz ettirmeye çalışıyorduk. Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. Türk Milleti’nin tabiat ve şiarına en uygun olan idare Cumhuriyet idaresidir.”
Atatürk; Cumhuriyet’in her anlamı ile Türk milletinin öz ve aziz malı olduğunu belirtmiş, Cumhuriyetin ilanı ile Türk tarihinde yeni bir dönem açılmış ve Atatürk’ün Cumhuriyetçilik ilkesi hayata geçirilmiştir. Cumhuriyet, anti-emperyalist bir savaşın ve o savaştan sonra emperyalist devletlere karşı kazanılan bir diplomasi zaferinin sonucu olmuştur. Millî Mücadele sürecinde esas alınan, millî egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu düşüncesi resmen gerçekleşmiştir. Atatürk, Cumhuriyeti; “Cumhuriyetimiz öyle sanıldığı gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müdafaa için lazım olanı yapmaya hazırız.” şeklinde tanımlamış, Cumhuriyetin kolay kurulmadığını ve kurmak için çok kan döküldüğünü belirtmiştir. Önderliğinde kurulan Cumhuriyet, dünyanın en güçlü devletlerine karşı verilen ölüm kalım savaşından sonra gerçekleşmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasi görüşlerinin temeli milli egemenliğe dayanmış, bunun için yönetimi asıl sahibi olan millete devretmiştir. “Bundan dolayı halk, milli egemenliğe yönelen bütün tehditleri ve tehlikeleri önlemelidir. Çünkü milli egemenlik öyle bir kuvvettir ki, onun karşısında bütün dikta rejimleri yıkılmaya mahkûmdur. Milli egemenliği esas alan Cumhuriyet, sultanlık gibi korku ve baskıya dayanmamaktadır. Bundan dolayı Cumhuriyet erdemli ve cesur insanların yetişmesine fırsat tanırken sultanlıklar içine kapanık ve sefil insanlarla ayakta durabiliyordu. Bir yönetimin kötü olduğunu belirten bazı kriterler vardır. Bunlardan biri milletin mutlu ve güvenli kılınması diğeri ise hür ve bağımsız olmasıdır. Bu ilkelere uyan yönetimlere iyi, uymayanlara ise kötü diyebiliriz. Milli egemenliğe dayanan rejimlerin ölçüsü, siyasi partilerle, serbest seçimlerdir.” Bu düşüncelerin berraklaşması için bir ideolojik kurum olarak 9 Eylül 1923’te “Cumhuriyet Halk Partisi”ni kurmuştur.
Siyasi partileri, ortak görüşleri paylaşan insanların siyasi iktidarı ele geçirmek amacıyla kurdukları örgüt olarak tanımlamış ve parti kurulmasını teşvik etmiştir. Bu amaçla, 17 Kasım 1924’te, Türkiye Cumhuriyet tarihinin ilk muhalefet partisi, “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” kurulmuştur. Atatürk’ün Millî Mücadele’deki en yakın silah ve dava arkadaşları olan Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy Paşa, Refet Bele Paşa ve Adnan Adıvar partinin kurucu ve liderleri kadrosunda yer almıştır. Atatürk’ün “Dini siyasete alet eden ilk partimiz” sözleri ile eleştirdiği Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 5 Haziran 1925’de kapatılmıştır. Çünkü Rauf Orbay'ın parti kurulmadan önce Cumhuriyeti eleştirmesi, parti kurulduktan kısa bir süre sonra bazı rejim muhaliflerinin parti etrafında toplaması, partide dini duyguların propaganda olarak kullanılması ve Şeyh Said isyanının patlak vermesi kapatılmasında etkili olmuştur.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, mecliste tek partinin bulunması, hükümetin denetlenmesini güçleştirmesi nedeniyle Ali Fethi Okyar’dan Cumhuriyetçiliğe ve Laikliğe bağlı bir parti kurmasını istemiştir. Fethi Okyar tarafından 12 Ağustos 1930’da “Serbest Cumhuriyet Fırkası” isimli siyasi parti kurulmuş ve çok partili siyasi yaşama geçisin bir denemesi olmuştur. Kurucuları; kardeşi Makbule Atadan, öz kardeşi kadar yakını olan Nuri Conker ve yakın dostları milletvekilleri de ilk üyeleri olmuştur. Şair Mehmet Emin Yurdakul, Türkçülük akımının önde gelenlerinden Ahmet Ağaoğlu, İbrahim Süreyya Paşa ve 1950-1960 yılları arasında Başbakanlık yapan Adnan Menderes de bulunmuştur. Cumhuriyet tarihinin ilk çok partili seçimi olan Ekim ayında yapılan yerel seçim ile 502 belediyenin 31’ini Serbest Cumhuriyet Fırkası kazanmıştır. Bu seçim, ülkede gerginlik yaşanmasına neden olmuş ve Atatürk’ün demokratik mücadelede ısrar etmesine rağmen Ali Fethi Okyar partiyi fesih etmesi ile 17 Kasım 1930’da kapatılmıştır. Partinin özgürce teşkilatlanmasına izin verilmiş ve iyi niyetli olarak görülen girişim, kötüye kullanılmış, karşı devrimcilerin, yobazların, padişahçıların oluşturduğu bir parti olmuştur. Saltanatçılar ve tarikatlar, demokratik yollarla iktidarı ele geçirip, Cumhuriyet’e son vererek aydınlanma devrimlerini lağvetmek istemişlerdir. Atatürk döneminde iki kez çok partili yaşam denenmiş, ancak ikisinde de karşı devrimci ve irticai grupların odaklanması ile partiler kapatılmıştır. Cumhuriyet döneminde, Türk demokrasisinde dini kullanarak tarikatlar, karşı devrimciler ve siyaseti zenginleşme aracı olarak görenler ile mücadele etmek zorunda kalınmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in 10’uncu yıldönümünde; “Türk Milleti! Kurtuluş savaşına başladığımızın 15'inci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun! Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim. Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Cumhuriyetin temeli, büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlatlarından oluşan büyük ordumuzun vicdanında, akıl ve bilincinde kurulmuştur. İlkeleri de milletin ruhundan doğmuştur. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak kararlılıkla yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve en uygar memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın hız ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana oranla, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da başarılı olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu yükselme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, pozitif ilimdir. Şunu da önemle belirteyim ki, yüksek bir insan topluluğu olan Türk milletinin tarihî bir niteliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, yaratılış zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu devamlı olarak ve her türlü araç ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün insanlığa gerçek rahatlığın sağlanması yolunda, kendine düşen uygar görevi yapmakta, başarılı kılacaktır. Büyük Türk Milleti, 15 yıldan beri giriştiğimiz işlerde başarı vadeden çok sözlerimi işittiniz. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı inanç ve kesinlikle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün uygar dünya, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.” 10 yılda gelinen noktayı göstermiştir.
Mustafa Kemal Atatürk; “Cumhuriyet rejimi demek demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk. O, on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.” dünyanın hayranlıkla izlediği boyutlarda kalkınma sağlanmış ve bu mucize kalkınma yurtdışından bir kuruş borç alınmadan başarılmıştır. Bugünden itibaren bayramların kutlandığı meydanlara “Cumhuriyet Meydanı” ismi verilmiş, her şehirde 101 pare top atışı ve şehitler için 1 dakikalık saygı duruşu yapılmıştır. Cumhuriyetin 10’uncu yıldönümünde, sözleri Faruk Nafiz Çamlıbel ve Kemal Çağlar’ın yazdığı, Cemil Reşit Bey tarafından bestelenen “Onuncu Yıl Marşı” yazılmıştır. Atatürk’e getirilen güftenin son dizesinin üstünü çizerek “Demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan” yazmıştır.
Atatürk, 1927’de mecliste; “Gelecek kuşakların, Türkiye’de Cumhuriyetin ilanı günü ona hiç acımadan saldıranların başında, “Cumhuriyetçiyim” diyenlerin yer aldığını gördükleri zaman şaşacaklarını hiç sanmayınız! Tersine, Türkiye’nin aydın ve Cumhuriyetçi çocukları, böyle Cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek inanışlarını irdeleyip saptamakta hiç de güçlük çekmeyeceklerdir. Onlar kolaylıkla anlayacaklardır ki, başında çürümüş bir padişah soyunun, halife sanıyla, yerleşip kalmasını zorunlu kılan bir devlette, Cumhuriyet ilan olunsa bile yaşatılamaz.” sözleriyle geleceğe yönelik düşüncesini açıklamıştır.
6 Şubat 1933’te, Bursa Çelik Palas Oteli’nde gençlere; “Türk genci Devrimlerince devlet düzeninin bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Uyguladığımız devlet düzenini benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırdanma ve davranış duydu mu; bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen olaya karışacaktır. El ile taş ile sopa ve silah ile nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir ve asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç; polis de henüz devrimin ve Cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek, kesinlikle yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. O, demek ki adliyeyi de düzene sokmak, devlet düzenine uydurmak gerekiyor diye düşünecek. Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber bana, İsmet Paşa’ya, Meclis’e telgraflar yağdırıp haksızlığa uğradığı ve suçsuz olduğu için serbest bırakılmasına çalışılmasını istemeyecektir. Ben kanılarının gereğini yaptım, olaya karıştım ve bu davranışımda haklıyım, eğer buraya haksız olarak gelmişsem bu haksızlığı doğuran nedenleri düzeltmekte benim görevimdir, diyecek. İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği.” Türk gencinin rejimin ve devrimlerin bekçisi olacağını söylemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, 1937’de; “Şuna emin olabilirsiniz ki, dünya üzerinde yaşamış ve yaşayan milletler arasında ruhen demokrat doğan yegâne millet Türklerdir. Biz Türkler, ruhen demokrat doğmuş bir milletiz. Fakat milletimizi asırlarca idare eden Osman oğulları kendilerini ve yaldızlı tahtlarını korumak için atalarımızı irsen gelmekte olan bu fikri hasletlerimizi köreltmeye, uyuşturmaya çalışmışlardır. Her sahada geri kalmamızın yegâne amil ve saiki budur.” Ve “Medeni Bilgiler” kitabında; “Demokrasinin tam ve bariz hükümet şekli Cumhuriyettir. Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi esasına dayanan bir devlettir.” Cumhuriyetin dayandığı temeli göstermiştir. 17 Mart 1937’de; “İnsan, mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğünü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli” demiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin en esaslı ilkelerinden biri “Yurtta Barış, Dünyada Barış” olmuştur. 21’inci yüzyılın lideri ve dünya barışına önderlik eden Atatürk, sadece Türk halkını modern, çağdaş, uygar, özgür ve bağımsız bir ulusa dönüştürmek değil mazlum ve sömürülen ülkelere önderlik ve rehberlik etmiştir. Emperyalizme karşı tam bağımsızlık mücadelesini vermiş ve emperyalizmin olduğu yerde gerçek barışın olmayacağını görmüştür. Ömrünü savaş meydanında geçiren Atatürk; “Barış, milletleri refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. İnsanlığın kurtuluşunu mutlaka medeni, insani ve barışçı ülkü belirlemelidir. Bütün mazlum milletler zalimleri mahıv ve perişan edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal hale mazhar olacaktır.” Emperyalist devletlerin zalimce davranışı, enerji ve petrol kaynaklarını ele geçirme ve paylaşım amaçları ile bölgemizde barışın yerini savaşa bırakacağını, kan, şiddet ve korku getireceğini öngörmüştür.
Cumhuriyet için ilk adımlar Millî Mücadele ile birlikte atılmış ve emperyalizme karşı “Tam Bağımsızlık” savaşı verilirken aynı zamanda saraya/sultana karşı “Milli Egemenlik” esası olan Cumhuriyet mücadelesi ile 700 yıldan fazla devam eden saltanat düzenine son verilmiştir. Çünkü Cumhuriyet; fazilettir, Türkiye’nin en büyük devrimidir, uygarlaşma, modernleşme, özgürlüktür ve bağımsızlıktır. En gelişmiş ve en ileri, çağdaş devlet ve hükümet şeklidir. Her alanda ilerlemenin yolu ve insanca yaşamak ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktır. Cumhuriyet’teki birinci hedef demokrasidir. Cumhuriyet, öncelikle bir “Aydınlanma Devrimidir” ve ruhu laiktir. Cumhuriyetin ilanı her şeyden önce egemenliğin kaynağını değiştirmiştir. Dinsel egemenliğin yerini dünyevi egemenlik almıştır. Saray saltanatına son verilmiş, egemenlik asıl sahibine millete verilmiştir. Laik Cumhuriyet ile kuldan birey, ümmetten millet yaratan “Laik Devrimler” yapılmış, “Akıl” ve “Bilime” dayalı modern, çağdaş, uygar ve medeni bir devlet kurulmuş ve “Demokratik, Laik, Sosyal ve Hukuk” devleti ilkesi yaratılmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk; “Milli kahramanlık ve bilincin kıymetli eseri olan aziz cumhuriyetin, bugünkü ve yarınki neslin demir ellerinde her an yükselip sağlamlaşacağına itimadım tamdır.” En büyük “Eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet ettiği Türk gençliğine; “Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın eseri ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum. Ey yükselen yeni nesil. İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz. Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Türk istikbalinin evladı olarak hangi ahval ve şerait içinde olsa dahi, birinci vazifemiz Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini korumak ve gelecek nesillere kadar yaşatmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
Hürriyet ve istiklalimizin kıymetini; çağdaş eğitimli, yüksek ruh yapısına sahip, fedakâr gençlerin iyi bileceğine inanmıştır. Cumhuriyetin değerini herkesten daha iyi bileceği düşüncesi ile Türk gençlerine vasiyeti olmuştur. Atatürk liderliğinde kurulan Cumhuriyet, 26 Ekim 1924’te yayımlanan kararname ile Cumhuriyetin ilanının 101 pare top atışı ve düzenlenecek etkinliklerle kutlanmasına karar verilmiş ve 29 Ekim 1924’te etkinlikler, kutlamaların başlangıcı olmuştur. 2 Şubat 1925’de Dışişleri Bakanlığı’nın, 29 Ekim’in bayram olarak kutlanması kanun teklifi, 19 Nisan 1925’te TBMM’de kabul edilmesi ile “Milli Bayram” ilan edilmiştir. 1925’den itibaren “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı” bir milli bayram olarak coşku ve heyecanla kutlanmaya başlanmıştır. Atatürk; “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır”.
Cumhuriyetin 10. Yıldönümünde; “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar kabiliyeti, bundan sonraki gelişimi ile geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk Milleti! sonsuza akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, mutluluklarla huzur ve rahatlık içinde kutlamanızı gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene!” Cumhuriyetin “Kuruluş Felsefesi” ve “Temel Değerleri”, emanet ettiği genç evlatlarının elinde daima “yükselecek” ve “sonsuza kadar yaşayacaktır.” 29 Ekim 1923'te, Türk milletinin azmi ve kararlılığıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti, 101 yıl boyunca büyümüş, gelişmiş ve ilerlemiştir. Geleceğe umutla baktığımız Cumhuriyetimizin 101. Yılı Kutlu olsun.