Site İçi Arama

tarih

Cumhuriyet’in Kuruluşunun 99. Yıldönümü Kutlu Olsun

Hükümet biçimlerini birer birer saymak gereksizdir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Kime sorarsanız sonuç, bu cumhuriyet demektir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad kimilerine hoş gelmezmiş, varsın gelmesin

29 Ekim 2022, Cumhuriyet’in Kuruluşunun 99. Yıldönümünde Türk Milleti’nin “Cumhuriyet Bayramı” kutlu olsun. 2023 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılı Türk milleti için büyük önem arz etmektedir. Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 99 yıl önce 29 Ekim 1923’te saat 20.30’da “Türk Milletinin karakterine ve adetlerine en uygun yönetim şekli cumhuriyettir.” yüksek ahlaki değer ve niteliklere sahip bir idare olan Cumhuriyetin Büyük Millet Meclisi’nde ilan edilmiştir. Millî Mücadele kazanılması ile “vicdanında milli sır” olarak sakladığı Cumhuriyetin ilan edilmesiyle Türk tarihinde yeni bir dönem açılmıştır. Devleti yönetecek kişileri kendisi seçerek kendi iradesini kendi eline almış ve egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milleti’nin olmuştur.

Cumhuriyet için ilk adımlar Millî Mücadele ile birlikte atılmıştır. Millî Mücadele Dönemi’nde emperyalizme karşı “Tam Bağımsızlık” savaşı verilirken aynı zamanda saraya/sultana karşı “Milli Egemenlik” esası olan Cumhuriyet mücadelesi ile 1000 yıldan fazla devam eden saltanat düzenine son verilmiştir. Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya geçerken “Millet Egemenliğine dayanan Tam Bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmayı” düşünmüştür. Amasya Genelgesi’nde; “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır”. Erzurum Kongresi’nde; “Milli iradeyi etkin milli kuvvetleri hâkim kılmak esastır”. Esası Milli Egemenlik ilkesinin hayati önemini ve değeri ortaya konmuş, Türk Milleti’nin hür ve bağımsız yaşama kararlılığı dünyaya ilan edilmiştir. Bağımsızlık savaşının ve Cumhuriyetin temellerinin atıldığı Sivas Kongresi’nde; “Ya İstiklal, Ya Ölüm” parolası ile Milli Mücadele başlatılmıştır. Kararları ile gelecekteki rejimin “Ben, milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme yeteneğini, bir milli bir sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün bir topluma uygulatmak zorunluluğunda idim” sözü ile “Cumhuriyet” hedefine doğru yürümüştür. 23 Nisan 1920’de, Ankara da Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış ve Meclisin üstünde hiçbir kuvvet yoktur” kararı ile “Milli Egemenlik gerçekleştirilmiş ve kuvvetler birliği anlayışı ile kurulmuştur. 20 Ocak 1921 Anayasası’nın 1’inci maddesinde; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır”. Anayasa’da ilan edilmemiş olan Cumhuriyetin tanımı yapılmıştır.

Atatürk, 1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılmasında; “Efendiler, Hâkimiyet ve Saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim gereğidir diye görüşmeyle tartışmayla verilmez. Hâkimiyet, Saltanat kuvvetle güçle, zorla alınır. Türk Milletinin hâkimiyeti ve Saltanatına zorla el koymuşlardır. Türk Milleti bu saldırganlara isyan ederek Hâkimiyet ve Saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor”. Hâkimiyet ve Saltanatın kaldırılması ile Millet yönetimi doğrudan doğruya kendi eline alacağını vurgulamıştır. Halk, Milli Egemenlik ile sarayın kulu olmaktan kurtulup Cumhuriyetin özgür bireyleri haline gelmiştir.

İzmir’de denize dökülmüştür. Cumhuriyet’in kuruluşunun gerçekleştiği bu süreçte; Türk ordusu İnönü Savaşlarını, Sakarya Meydan Muhaberesi ile Başkomutanlık Meydan Savaşı'nı kazanmış, işgalci Emperyalist devletler 9 Eylül 1922’de I. Dünya Savaşı'nda savaştığımız devletler ile 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi ve 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması yapılmış ve Türkiye’nin bağımsızlığını dünya devletleri tarafından kabul edilmiştir. Atatürk, 7-8 Temmuz gecesi, Erzurum’da Mazhar Müfit Kansu’ya gizli tutulmasını istediği beş temel hedeflerinden birisi olan devlet şeklinin “Cumhuriyet” olacağının hayata geçirilmesi zamanı gelmiştir. 13 Ekim 1923’de Ankara, Türkiye Devleti’nin Hükümet Merkezi olmuştur. Mevcut rejimin isminin bütün açıklığı ile ortaya konulması, yeni devletin başkanının seçilmesi gerekli olmuştur. Türk tarihindeki en büyük devrim olan Cumhuriyet’in, Ankara’nın başkent olarak seçilmesinden 16 gün sonra ilan edilmesi tesadüf olmamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk Nutuk’ta, “Benim En büyük eserim Cumhuriyettir.” dediği Cumhuriyet kararının verilişini, yeni devletin ortaya çıkışını, anlaşılabilir ve yalın bir biçimde ortaya koymuştur. 9 Ağustos 1923’te Halk Fıkrası’nın açılış kongresinde, Atatürk’ün başkanlığında görüşmelere başlanmıştır. 11 Ağustos’ta 286 üyeli 2’nci Meclis açılmış ve Atatürk başkanlığa seçilmiştir. Rauf Orbay’ın Başbakanlıktan ayrılması üzerine yerine getirilen Fethi Okyar, hükümeti kurmuş ve İçişleri Bakanlığı görevini de kendisi üstlenmiştir. Muhalefet, Başbakan Fethi Okyar ve bakanları hakkında ağır eleştirilerde bulunması ile büyük sıkıntılar yaşanmıştır. Bu olaylar yaşanırken Atatürk; “Uygulanması için sıra beklediğim bir düşüncenin uygulama zamanı gelmişti. Bunu itiraf edeyim”. Sözleri ile Cumhuriyet’in kuruluşu için zamanın geldiğini söylemiştir. İçişleri Bakanlığı görevini bırakmasını istediği Fethi Okyar, 24 Ekim’de görevi bırakmış ve Ali Fuat Cebesoy’da aynı gün Meclis 2’nci Başkanlığı görevinden ayrılmıştır. Atatürk, olaylara müdahale için 26 Ekim’de kabineyi Çankaya’da toplamış ve durumu inceledikten sonra orduların başında bulunan Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak hariç kabinenin istifa etmesine karar vermiştir.

27 Ekim’de hükümet istifa etmiş, ancak hükümet kurulmasında büyük sıkıntılar yaşanmıştır. Bu süreci, Nutuk’ta; “Muhteris grubu, hükümet kurmakta tamamen serbest bırakıyoruz. Kabinedeki hiçbir vekil işin içine katmaksızın istedikleri gibi bir Bakanlar Kurulu oluşturup ülkeyi yönetmelerinde hiçbir sakınca görmüyoruz. Fakat hükümet kurup ülkeyi yönetemeyeceklerinden eminiz”. Sözleri ile endişelerini dile getirmiştir. Yine; “Meclisi aldatmaya çalışan muhteris grup, hükümet teşkiline muvaffak olamadıkları takdirde, buhran ve karışıklığı sürdürmek caiz olamayacağından, işte o zaman bizzat müdahale ederek, tasavvur ettiğim meseleyi yani Cumhuriyet ilanını vazetmek suretiyle işi kökünden halledebileceğimi düşünmüştüm”. Hükümet kurma çalışmaları gerçekleşmeyince, Fethi Okyar başkanlığında 28 Ekim 1923 akşamı toplanan parti yönetim kurulu görüşünü almak ve sorunun çözülmesi için Atatürk’ün toplantıya çağrılması talep edilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk; “28 Ekim 1923 günü geç vakit, toplantı halinde bulunan Parti Yönetim Kurulu tarafından davet olundum. Başkan Fethi Bey idi. Fethi Bey, Parti adına, Yönetim Kurulunca bir Hükümet namzet listesi tertip edildiğinden ve bu konuda Partinin Genel Başkanı olduğum için, benim de görüşümün alınmasını doğru gördüklerinden, toplantılarına davet ettiklerini söylediler. Tertip edilen listeye göz gezdirdim. Bence olumlu olduğunu, fakat bu listede bulunan kişilerin oylarını olurlarını almak gerektiğin söyledim.  Önerim uygun görüldü.” hazırlanan Bakanlar Kurulu listesindeki bazı kişilerin listeye girmek istemediklerini için kesin bir liste oluşturamadığını gözlemlemiş ve Yönetim Kurulu üyelerine kesin bir liste belirlemelerini tavsiye ederek gruptan ayrılmıştır.

Atatürk, Meclis’ten Çankaya’ya dönerken beklenen anın geldiğine karar vermiş ve 28 Ekim akşamı, İsmet İnönü, Kazım Özalp, Fethi Okyar, Ekrem ve Ruşen Eşref Beyleri, Fuat Bulca, Kemalettin Sami ve Halit Karsıalan Çankaya’da yemeğe davet etmiş ve sofrada bir araya gelmişler, Cumhuriyetin ilanından önce son akşam yemeğini yemişlerdir. O geceyi, Nutuk’ta; "28 Ekim günü gece Çankaya'ya gitmek üzere Meclis binasından ayrılırken, koridorlarda beni beklemekte olan Kemalettin Sami ve Hâlit Paşa'lara rastladım. Ali Fuat Paşa, Ankara'dan hareket ederken bunların Ankara'ya geldiklerini o günkü gazetede "Bir uğurlama ve bir karşılama" başlığı altında okumuştum. Benimle konuşmak üzere geç vakte kadar orada beklediklerini anlayınca, akşam yemeğine gelmelerini, Millî Savunma Bakanı Kâzım Özalp Paşa vasıtasıyla kendilerine bildirdim. İsmet İnönü Paşa ile Kâzım Paşa'ya ve Fethi Okyar Bey'e de Çankaya'ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya'ya gittiğim zaman, beni görmek üzere gelmiş bulunan Rize Milletvekili Fuat Bulca, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Ünaydın beyler ile karşılaştım. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemek sırasında "Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz" dedim. Orada bulunan arkadaşlar, derhal düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşları görevlendirdim. Efendiler, Cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara'da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ederek onlarla görüşüp tartışmaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü onların da aslında ve tabii olarak benim gibi düşündüklerinden şüphe etmiyordum. Hâlbuki o sırada Ankara'da bulunmayan bazı kişiler, yetkileri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden, düşünce ve rızaları alınmadan Cumhuriyetin ilân edilmiş olmasını bize gücenme ve bizden ayrılma sebebi saydılar”. Cumhuriyetin nasıl ilan edileceğini anlatmış ve yemekte bulunanlar fikrine katılmıştır. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda, bir program yapmış ve arkadaşlarını görevlendirmiştir. 29 Ekim Pazartesi günü yapılacak Grup toplantısında Kemalettin Sami Paşa önerge vererek Atatürk’ü gruba davet edilmesi kararlaştırılmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, sandalyesini hafifçe çekip otururken Şişli’deki evinde “umutsuz olmayacağız” dediği o geceyi hatırlamış ve o geceden sonra büyük mücadele içinde 4 yıl yaşamıştır. Çanakkale’den Trablusgarp’a, Yemen’den Sina’ya, Kafkasya’dan Eskişehir ve Afyonkarahisar’a savaşmadığı coğrafya kalmamıştır. Emperyalizmi süpürerek denize dökmüş, egemenliği halkın iradesine vermiş, saltana son vermiş. Lozan’da ülkenin tapusunu almış, özgür, tam bağımsız bir devleti yaratmıştır. Artık kafasına koyduğu hedefe doğru ilerlemenin zamanı geldiğini düşünerek “Uçurumun kenarındayız, bizi canlı canlı mezara atmak istiyorlar, son cüret belki kurtarabilir, Anadolu’ya geçiyoruz” diyerek Bandırma Vapuru’na binişini hayal etmiştir. Yemekten sonra İsmet İnönü’nün köşkte kalmasını istemiş ve beraber çalışma odasına geçmişlerdir. Nutuk’ta; “Birlikte olduğumuz arkadaşlar erkenden ayrıldılar. Yalnız İsmet Paşa Çankaya'da misafirdi. Onunla yalnız kaldıktan sonra, bir kanun tasarısı müsveddesi hazırladık. Bu müsveddede 20 Ocak 1921 Anayasası’nın 1’nci maddenin sonuna "Türkiye Devleti'nin hükümet şekli Cumhuriyettir" cümlesini ekledim. 3’üncü maddeyi; "Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur. Meclis, hükümetin ayrıldığı idare kollarını Bakanlar vasıtasıyla yönetir. Bu şekilde düzenledim. Türkiye Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından ve kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilir ve Türkiye Cumhurbaşkanı devletin başkanıdır." Temel maddelerden olan 8’inci ve 9’uncu maddeleri ilave edilmiştir. Başbakanın Meclis üyeleri arasından Cumhurbaşkanınca atanacağı, diğer bakanların başbakan tarafından, yine Meclis üyeleri arasından seçildikten sonra Cumhurbaşkanınca Meclis’in onayına sunulacağı hükmü metne konulmuştur.  Bütün bu gelişmelerden Başbakan Fethi Okyar’ın haberi olmamıştır. Türkiye’nin kaderinin değiştiği o gece için İsmet İnönü; “Misafirleri uğurladıktan sonra Atatürk benim kalmamı söyledi. Evvela kanun metnini görüştük. Her madde üzerinde eski ve yeni arasında bir mukayese yapılıyordu. Atatürk neticeyi dikte ettiriyordu. Ben yazıyordum. Böylece çerçeve tamamlandıktan sonra yeniden okudum, dikkatle dinledi, düşündü, “Hazırlık tamam dedi”. Ayrılmak üzere izin verdi, odama çekildim. Ertesi sabah metni tekrar bir gözden geçirdik ve beraberce meclise gittik”. Millî Mücadele’nin 2 kahramanı ülkenin rejim değişikliği için yola çıkmışlardır.

29 Ekim 1923 Pazartesi günü Halk Partisi Grubu saat 10.00’da Fethi Okyar başkanlığında toplanmış ve onun hazırladığı liste görüşülmeye başlanmıştır. Önerilen liste ile ilgili görüş birliğine varılamamış ve Bakanlar Kurulu oluşturulamamıştır. Çözüm bulmak için Atatürk’ten görüş alınması istenmiş ve Kemalettin Sami Paşa, sorunun çözülmesi için verdiği önerge kabul edilmiştir. Toplantıya çağrılan Atatürk kürsüye çıkarak; “Görüşmeler sırasında Çankaya’da evimde bulunuyordum. Kemalettin Sami Paşa’nın önergesinin kabul edilmesi üzerine toplantıya davet edildim. Toplantı salonuna girer doğruca kürsüye çıktım ve şu görüş ve teklifi ortaya attım. Efendiler, hükümet üyelerinin seçiminde, fikirlerde karışıklık olduğu ve görüş birliği sağlanamadığı anlaşılmıştır. Bana bir saat kadar müsaade buyurun. Bulacağım çözüm yolunu arz ederim”. Hükümet kurmakta karşılaşılan güçlüğün milletvekillerinin bakanları teker teker seçmek zorunda kalmasından kaynaklandığını söyleyerek anayasada gerekli düzenlemenin yapılması gerektiğini söylemiştir. Bu öneri Fethi Okyar tarafından sunulan teklif kabul edilmiştir. Bunu üzerine saat 13.30’da Fethi Okyar başkanlığında yapılan toplantıda, Atatürk; “Muhterem arkadaşlar. Halletmekte müşkülata uğradığımız meselenin sebep ve illeti bütün arkadaşlarca anlaşılmış olduğu kanaatindeyim. Kusur, takip etmekte olduğumuz usul ve şekildedir. Yüksek heyetiniz bu müşkülün halline beni memur ettiniz. Ben de bundan ilham alarak, düşündüğüm şekli tespit ettim. Onu teklif edeceğim. Teklifim kabule mazhar olursa, kuvvetli ve birbirine kaynaşmış bir hükümet teşkili kabil olacaktır. Devletimizin şekil ve mahiyetini tespit eden ve hepimiz için bir amaç olan Anayasa’nın bazı noktalarını açıklığa kavuşturmak lazımdır. Teklifim şudur.” meclis kâtibine verdiği kanun teklifi, devletin gerçek şeklinin “Cumhuriyet” olduğu ve 4 ay evvel hazırladığı 5 maddelik bir değişiklik tasarısından oluşmuştur. 

TBMM, 29 Ekim Saat 18.00’de toplanmış ve Anayasa Komisyon üyelerinin hazırladığı “Kanun Teklifi”nin, Başkan İsmet İnönü tarafından usulen incelenip ve öncelikle görüşülmesi Meclis’e teklif edilmiştir. Teklifin kabul edilmesi üzerine hazırlanan tutanak üzerinde, Antalya Milletvekili Rasih Kaplan Hoca; Din bakımından da en uygun hükümet şekli Cumhuriyet’tir. Yaşasın Cumhuriyet” ve. Meclisin en yaşlı üyesi İstanbul Milletvekili Abdurrahman Şeref Bey de; “Hükümet biçimlerini birer birer saymak gereksizdir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Kime sorarsanız sonuç, bu cumhuriyet demektir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad kimilerine hoş gelmezmiş, varsın gelmesin”. Sözleri ile görüşlerini belirtmişlerdir. İsmet İnönü’de; “Ulus, üstünlüğünü ve geleceğini fiili olarak eline almıştır. O halde bunu hukuki olarak dile getirmekten niye çekiniyoruz? Cumhurbaşkanı olmadan başbakanın seçilmesini önermek kanunsuz olur. Gazi Paşa’nın teklifinin kanunlaşması gerekir.” Bu konuşmalardan sonra Anayasa Komisyon tutanağı; “Hâkimiyetin kayıtsız, şartsız Millete ait oluşunu ve idare şeklinin, Milletin geleceğini bizzat ve gerçek bir şekilde idare etmek esasına dayalı bulunması, zaten Cumhuriyet demek olduğundan, kişiye dayalı Saltanatı kesinlikle reddeden bu cümleyi kullanmayı ve Türkiye Devletinin şekli Cumhuriyet Hükümeti olması hakkında Anayasanın ilgili maddesine bir bölüm ilavesi ile açıklanması hukuken ve önemle uygun görülmüştür. Cumhuriyet kurulduktan sonra, bu Cumhuriyet’in temsilcisi olan bir Başkanlık makamının da oluşturulması da tabiidir. Bundan başkan, Hükümeti oluşturacak olan Başbakanın, Cumhurbaşkanı tarafından tayin edilmesi, sorumluluğun tespit edilmesi noktasından gerekli olan hususlardandır. Bundan dolayı, halen var olan Devlet şeklini belirlemek üzere, Anayasanın bunlar ile ilgili maddelerin değiştirilmesi ve düzeltilmesi ve Devletimizin Dininin İslam Dini ve lisanımızın Türkçe olduğuna dair bir özel madde düzenlenmiştir.” Şeklinde hazırlanmış ve meclis üyelerine okunmuştur.

Bunun üzerine oluşturulan Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesine dair Kanun Teklifi; “Madde-1; Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare şekli mukadderatını bizzat ve fiilen yönetmesi esasına dayalıdır. Türkiye Devletinin Hükümet şekli: Cumhuriyet’tir. Madde-2; Türkiye Devletinin Dini: İslam Dinidir. Resmi lisanı Türkçedir. Madde-4: Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından ve kendi üyeleri arasından bir seçim devresi için seçilirler. Başkanlık görevi yeni Cumhurbaşkanının seçimine kadar devam eder. Tekrar seçilmek mümkündür. Madde-11: Türkiye Cumhurbaşkanı Devletin Başkanıdır. Bu sıfatla gerek gördükçe Meclise ve Bakanlar Kuruluna başkanlık eder.  Madde-12: Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından ve Meclis üyeleri tarafından seçilir.” Hazırlanarak meclisin onayına sunulmuştur. 

Kanun teklifi, Milletvekillerinin Meclis’te "Yaşasın Cumhuriyet!" sesleriyle alkışlanan konuşmalarıyla tamamlanmıştır. Başkan İsmet İnönü “Şimdi de Kanunun tümünü oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler elleri kaldırsın.” Mecliste bulunan 158 milletvekilinin tamamı evet oyu vererek Meclis Başkanı sonucu; “Tasarı oy birliği ile kabul edilmiştir”. Sözleri ile açıklamıştır. Cumhuriyet ilan edildiğini 29 Ekim 1923 saat 20.30’da 101 pare top atışı ile duyulması ile heyecan Ankara sokaklarına taşınmış ve Türk halkı,  büyük coşkuyla kutlamıştır. Türkler, layık oldukları devlet şekline kavuşmuş, artık bir Cumhuriyet Devleti olmuş ve en çağdaş ülkeler arasında yer almıştır. “Türk Milletinin karakterine ve adetlerine en uygun yönetim şekli cumhuriyettir” diyen Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Millet Meclisi’nin Cumhuriyeti ilan etmesi ile yüzyıllar sonra egemenlik Türk Milleti’nin olmuştur. Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere sahip bir idare olarak Türk Milleti, devleti yönetecek kişileri kendisi seçerek kendi iradesini kendi eline almıştır.

Bilahare, Cumhurbaşkanı seçilmesi için Meclis'te oylamaya geçilmiştir. Başkanlık kürsüsünde oturan İsmet İnönü, saat 20.45’te sonucu Genel Kurul'a; "Türkiye Cumhurbaşkanlığı için yapılan oylamaya yüz elli dokuz kişi katılmış ve Cumhurbaşkanlığına yüz elli sekiz üye, oybirliği ile Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ni seçmişlerdir." Sözleri ile açıklamış, çekimser kalınan tek oy Atatürk’ün kendi oyu olmuştur. 42 yaşında “Yaşasın Gazi. Yaşasın Mustafa Kemal Paşa” sesleri ile artık Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanı olmuştur.  Atatürk, mecliste yaptığı konuşmada: "Saygıdeğer arkadaşlar, dünya çapında önemli ve olağanüstü olaylar karşısında, saygıdeğer milletimizin gerçek uyanıklığına ve şuurluluğuna değerli bir belge olan Anayasa’nın bazı maddelerini açıklığa kavuşturmak için kurulmuş olan özel komisyon tarafından yüksek heyetinize teklif edilen kanun tasarısının kabulü dolayısıyla, Türkiye Devleti'nin zaten bütün dünyaca bilinen, bilinmesi gereken mahiyeti milletlerarası adıyla adlandırıldı. Bunun tabii bir gereği olmak üzere bugüne kadar doğrudan doğruya Meclis Başkanlığı'nda bulundurduğunuz arkadaşınıza, yaptırdığınız bu görevi, Cumhurbaşkanı unvanı ile yine aynı arkadaşınız, bu aciz arkadaşınıza tevcih ediyorsunuz. Bu münasebetle şimdiye kadar hakkımda gösterdiğiniz sevgi, samimiyet ve güveni bir defa daha göstermekle, yüksek değerbilirliğinizi ispat etmiş oluyorsunuz. Bundan dolayı yüce heyetinize gönlümün bütün samimiyeti ile teşekkürlerini arz ederim. Son yıllarda ulusumuzun fiili olarak gösterdiği yetenek, istidat ve kavrayış kendi hakkında kötü düşünenlerin en kadar gafil ve ne kadar geleceği görmekten uzak, görünüşe aldanan insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Ulusumuz kendisinde var olan nitelikleri ve değeri, hükümetin yeni adıyla, uygar dünyaya çok daha kolaylıkla gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya devletleri arasında tuttuğu yere lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir. Arkadaşlar, bu yüksek rejimi yaratan Türk milletinin son dört yıl içinde kazandığı zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere kendini gösterecektir. Bendeniz, çok önemli gördüğüm bir noktadaki ihtiyacı arz etmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, yüce heyetinizin şahsıma karşı gösterdiği sevgi, güven ve desteğin devamıdır. Ancak bu sayede ve Tanrı'nın yardımıyla, bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri en iyi şekilde yapabileceğimi ümit ediyorum. Sayın arkadaşlarımın ellerine çok samimî ve sıkı bir şekilde yapışarak, kendimi onların şahıslarından bir an bile uzak görmeyerek çalışacağım. Daima milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve galip olacaktır." Samimi, içten, açık ve özlü sözleri ile arkadaşlarına teşekkür etmiştir.

Cumhuriyet’in ilk gününde Cumhuriyet’in ilk Cumhurbaşkanı Atatürk, 30 Ekim 1923 Salı günü İsmet İnönü’ye yazdığı mektupta; “Sevgili paşam, Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Yazık ki Osmanlı’dan bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.  Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Bütün vatan sathında doktor sayımız 337, sağlık memuru 43. 150 ilçede bir tane dahi sağlıkçımız yok. Kırk küsur bin köyümüz var, ebe sayımız 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı %60’ı geçiyor. Nüfusun %80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.” sözleri ile Cumhuriyet’in ilan edildiğindeki Türkiye’nin durumunu ortaya koymuştur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığına seçilmesi ile Fethi Okyar’ın istifasıyla boşalan Başbakanlığa İsmet İnönü atanmıştır. Cumhuriyetin ilk hükümeti ve Cumhuriyet’in ilk Başbakanı olan İsmet İnönü, 30 Ekim’de meclisten güvenoyu alarak görevine başlamıştır. Meclis başkanlığı koltuğuna Fethi Okyar seçilmiştir. Yangının küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti, uygar ve çağdaş devlet yolunda mucizeyi gerçekleştirmek üzere yola koyulmuştur. Yeni Türkiye devletinin yönetim sisteminin resmî olarak “Cumhuriyet” olması, rejimin adı ile devlet şekli belirlenmiştir. Şimdi ileriki yıllarda yapılacak olan inkılâplara hedeflere yönelmeye sıra gelmiştir.  Bu yönde atılacak adımlar, Türk toplumunun asırlardan beri süregelen idare, siyaset ve kültür yapısının temellerinden değiştirecek inkılâp hamleleri olacaktır. Cumhuriyetin ilanıyla, Atatürk ilkelerinden cumhuriyetçilik ilkesi hayata geçirilmiştir. TBMM’de bulunan Kürt kökenli milletvekillerinin tamamı Cumhuriyet’in yanında ve Şeyh Said in karşısında yer almıştır.

Cumhuriyet idaresinden Rauf Orbay gibi devletin en üst kademelerinde görev alanlardan rahatsız duyanlar ve içlerine sindiremeyenler olmuştur. Atatürk bu düşünce sahiplerine; “Baylar, bu yazıların anlamı ve bu düşüncelerin nasıl bir amaca dayandığı bugün kolaylıkla anlaşılmaktadır. Yarın daha açık olarak anlaşılacaktır. Gelecek nesillerin, Türkiye’de Cumhuriyetin ilan edildiği gün, ona en insafsızca saldıranların başında Cumhuriyetçiyim” diyenlerin yer aldığını görerek asla şaşıracaklarını sanmayınız. Aksine, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek düşüncelerini tahlil ve tespitte hiç de kararsızlığa düşmeyeceklerdir.” Rauf Orbay, Cumhuriyet ilanında acele edildiğini, sorumsuz bazı kişilerin emrivaki yaptığını söylemiştir.

Hilafet kaldırıldıktan iki gün sonra Bakanlar Kurulu kararı ile müftülüklere gönderilen genelgede; “Bundan böyle hutbelerde isim zikredilmeden, Cumhuriyet in saadetine dua edilsin.” Çünkü Osmanlı Devleti’nde her Cuma namazında padişah ve halife adına hutbe okunuyordu. Saltanat lağvedildikten sonra hilafet devam ettiği için halife adına hutbe okunmaya devam etmiştir. Ancak hilafet lağvedildiğin için artık hutbelerde halifenin isminin adı geçmesine gerek kalmamıştır. Ne yazık ki 1924’te müftülüklere gönderilen bu genelge Cumhuriyetin 100. Yüzyılını kutlayacağımız bir dönemde Atatürk düşmanları çarpıtarak toplumu yanlış yönlendirme gayreti içinde olmuşlardır. 19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos, 9 Eylül ve 29 Ekim Milli Bayramlarda Atatürk’ün ismini geçirmeyeceklerdir.

İsmet İnönü, Bakanlar Kurulunu Valilik binasında toplamış ve ilk toplantıyı onurlandıran Atatürk; “Yıkmaya çalıştığımız orta çağın arkasında bin yıllık deney var. Bin türlü kirli oyun bilir. Cumhuriyetimiz ise daha yeni doğmuş bir çocuk. Cumhuriyeti kolayca boğuverirler. Bu nedenle çok dikkatli, uyanık olun. İş arkadaşlarınızı özenle seçin. İstanbul’dan gelen bazı memurları gördüm. Bir devrim başkentine geldiklerinin farkında görünmüyorlar. Koca Osmanlı gemisi durup dururken batmadı. Bunlar gibi ilgisiz, tembel, heyecansız, küçük kafaların büyük sorumluluğu var. Kötü memur vatandaşı devletinden soğutur. Osmanlı Devleti azınlıklara devlette görev vermiş ama son iki yüz yıl içinde Alevi yurttaşlarımıza vermemiştir. Bu akla ve insanlığa aykırı duruma Millî Mücadele başlar başlamaz son vermiştik. Bu tutumu özenle sürdüreceğiz. Anadolu’da kim varsa hepimiz bir milletiz. Yurt ve kader kardeşiyiz. Millî Mücadele’yi böyle yürüttük, Cumhuriyeti de bu anlayışla yöneteceğiz. Bu anlayışın bozulmasına izin vermeyeceğiz. Bozulduğu zaman ne olduğunu iyi biliyoruz. İdealimiz milli egemenliğine dayalı, uygar bir toplum ve devlet yaratmaktır. Hiçbir aşamada bu ideali gözden kaçırmayacağız. Sorun çok. Hepsini çözmeye ömrümüz yetmez. Bizim yetişemediklerimizi yurtsever çocuklarımız tamamlar. Halkı saymak, aydınlatmak, eğitmek, sağlığını korumak, güven içinde yaşamasını sağlamak başlıca ilkemiz olacak.” gelecekteki uygulayacakları yol haritasını çizmiştir.

Atatürk ayrıldıktan sonra İsmet İnönü, Bakanlar Kurulu üyelerine rapor dosyalarını koymuş ve Lozan’da Lord Curzon’un sözlerini hatırlatarak konuşmasına başlamış; “Curzon’un sözü söylediği sıradaki yüzünü, tavrını her hatırladığımda kalbime ağrılar giriyor. Eğer kredi, yardım, destek istersek, bizden yine ayrıcalık, öncelik, hak isteyecekler, bize yine küçümseyerek bakacak, onurumuzu kıracaklar. Bunun ne demek olduğunu hepimiz geçmişte yaşayarak gördük öğrendik. Yine sağmal ineğe döner, milletimizin hakkını yabancılara yedirmiş oluruz. Öyleyse bütün bu sorunları çözerken dışarıdan yardım beklemeyeceğiz, tek kuruş istemeyeceğiz. Kendi bir kaşık yağımızla kavrulacağız. Hiçbir alanda israfa, gösterişe, lükse kaçmayacağız, hesapsızlık yapmayacağız. Tek kuruşu bile düşünerek harcayacağız. İşimizi imkânsızı başarmak. Hem de hızla.” o gün söyledikleri belleğimde hep canlı canlı yer almakta ve ömrümün sonuna kadar da aynı dirilikte duracak demiştir.

Atatürk, 1925’te yaptığı konuşmada; “Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatıdır ve hükümettir, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Artık Hükümet mensupları kendilerinin milletten gayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. Hepimizin efendisi olan milletin ilerlemesi, yükselmesi ve ona hizmet eden devlet memurları için başarılar dilerim.” Yine, 1927’de yaptığı konuşmada; “Devlet idaresini, Cumhuriyetten söz etmeksizin milli egemenlik esasları dairesinde her an Cumhuriyete doğru yürüyen şekilde temerküz ettirmeye çalışıyorduk,” Türk milleti için en uygun rejimin Cumhuriyet olduğuna inanıyor ve bu düşüncesini; “Türk milletinin tabiat ve şiarına en uygun olan idare Cumhuriyet idaresidir.” sözleri ile belirtmiştir. Cumhuriyet’in her anlamı ile Türk milletinin öz ve aziz malı olduğunu belirtmiştir. Millî Mücadele kazanılıncaya kadar “vicdanında milli sır” olarak sakladığı Cumhuriyetin ilan edilmesiyle Türk tarihinde yeni bir dönem açılmış, Millî Mücadele sürecinde esas alınan, Millî Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu düşüncesi resmen gerçekleşmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde;Türk Milleti! Kurtuluş savaşına başladığımızın 15'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun! Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim. Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Cumhuriyetin temeli, büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlatlarından oluşan büyük ordumuzun vicdanında, akıl ve bilincinde kurulmuştur. İlkeleri de milletin ruhundan doğmuştur. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak kararlılıkla yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve en uygar memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın hız ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana oranla, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da başarılı olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu yükselme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, pozitif ilimdir. Şunu da önemle belirtmeyelim ki, yüksek bir insan topluluğu olan Türk milletinin tarihî bir niteliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, yaratılış zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu devamlı olarak ve her türlü araç ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün insanlığa gerçek rahatlığın sağlanması yolunda, kendine düşen uygar görevi yapmakta, başarılı kılacaktır. Büyük Türk Milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde başarı vadeden çok sözlerimi işittiniz. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı inanç ve kesinlikle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün uygar dünya, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar kabiliyeti, bundan sonraki gelişimi ile geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk Milleti! Sonsuza akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, mutluluklarla huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türk'üm diyene”! Sözleri ile on yılı değerlendirmiştir.

Atatürk, Cumhuriyet’in 10’ncu yıldönümünde, üç gün bayram ilan edilmiş; “Cumhuriyet rejimi demek demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk. O, on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.” dünyanın hayranlıkla izlediği boyutlarda kalkınma sağlanmış ve bu mucize kalkınma yurtdışından bir kuruş borç alınmadan başarılmıştır. Bugünden itibaren bayramların kutlandığı meydanlara “Cumhuriyet Meydanı” ismi verilmiş, her şehirde 101 pare top atışı ve şehitler için 1 dakikalık saygı duruşu yapılmıştır. Cumhuriyetin onuncu yıldönümünde, sözleri Faruk Nafiz Çamlıbel ve Kemal Çağlar’ın yazdığı, Cemil Reşit Bey tarafından bestelenen “Onuncu Yıl Marşı” yazılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’e getirilen güftenin son dizenin üstünü çizerek “Demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan” yazmıştır. Cumhuriyet’in 10’uncu yıldönümünde genel af çıkarılmış, komünizm propagandası suçu nedeniyle 1,5 yıldır Bursa cezaevinde tutuklu olan ve dört yıl hapse mahkûm edilen Nazım Hikmet serbest bırakılmıştır.

Atatürk; “Milli kahramanlık ve bilincin kıymetli eseri olan aziz cumhuriyetin, bugünkü ve yarınki neslin demir ellerinde her an yükselip sağlamlaşacağına itimadım tamdır”. Sözleri ile müspet ilim sahibi, eğitimli, kültürlü, geleceğe güvenle bakan, fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür aydın Türk gençliğine; “Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın eseri ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum. Ey yükselen yeni nesil. İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz. “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Muhtaç olduğun kudret damarlarında asil kanda mevcuttur”. Cumhuriyeti gençlere emanet etmiştir. Çünkü hürriyet ve istiklalimizin kıymetini; çağdaş eğitimli, yüksek ruh yapısına sahip, fedakâr gençlerin iyi bileceğine inanmıştır. Cumhuriyet kolay kurulmamış ve kurmak için çok kan dökülmüştür.

Mustafa Kemal Atatürk, 1937’de yaptığı konuşmada; “Şuna emin olabilirsiniz ki, dünya üzerinde yaşamış ve yaşayan milletler arasında ruhen demokrat doğan yegâne millet Türklerdir. Biz Türkler, ruhen demokrat doğmuş bir milletiz. Fakat milletimizi asırlarca idare eden Osmanoğulları kendilerini ve yaldızlı tahtlarını korumak için atalarımızı irsen gelmekte olan bu fikri hasletlerimizi köreltmeye, uyuşturmaya çalışmışlardır. Her sahada geri kalmamızın yeğene amil ve saiki budur.” Demokrasiyle Cumhuriyet arasındaki bağlantıyı, Medeni Bilgiler kitabında; “Demokrasinin tam ve bariz hükümet şekli Cumhuriyettir.”  Yine aynı kitapta; “Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi esasına dayanan bir devlettir.” Sözleri ile Cumhuriyetin dayandığı temeli göstermiştir. Türkiye’nin gerçekleştirdiği Demokratik Cumhuriyet anti-emperyalist bir savaşın ve o savaştan sonra emperyalist devletlere karşı kazanılan bir diplomasi zaferinin sonucu olmuştur.

17 Mart 1937’de; “İnsan, mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğünü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli”, Türkiye Cumhuriyeti’nin en esaslı ilklerinden biri “Yurtta Barış, Dünyada Barış”. 21’inci yüzyılın lideri ve dünya barışına önderlik eden Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, sadece Türk halkını modern, çağdaş, uygar, özgür ve bağımsız bir ulusa dönüştürmek değil mazlum ve sömürülen ülkelere önderlik ve rehberlik etmiştir. Emperyalizme karşı tam bağımsızlık mücadelesini vermiştir. Çünkü emperyalizmin olduğu yerde gerçek barışın olmayacağını görmüştür. Ömrünü savaş meydanlarda geçiren Atatürk, “Barış milletlerin refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. İnsanlığın kurtuluşu mutlaka medeni, insani ve barışçı ülkü belirmelidir. Bütün mazlum milletler zalimleri mahv ve perişan edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal hale mazhar olacaktır.”  Günümüzde dünyasında emperyalistler devletlerin zalimce davranışı, enerji ve petrol kaynaklarını ele geçirme ve paylaşım amaçları, bölgemizde barışı yerini savaş almış, kan, şiddet ve korku getirmiştir.

Atatürk, Millî Mücadeleyi kazandıktan sonra Lozan Antlaşması ile kalıcı barışı oluşturmuştur. Balkan Antantı, Sadabat Paktı ve Sovyet dostluğu ile Balkanlardan Güney Asya’ya, Sibirya’dan Akdeniz’e kadar uzanan en büyük barış kuşağını oluşturmuştur. Boğazlar egemenliğinin kontrolünün ve Hatay’ın ülke topraklarına katılması gibi büyük sorunları savaş yaşanmadan barış yolu ile çözmüştür.  Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Cumhuriyet, dünyanın en güçlü devletlerine karşı verilen ölüm kalım savaşından sonra gerçekleşmiştir. Cumhuriyet; fazilettir, Türkiye’nin en büyük devrimidir, uygarlaşma, modernleşme, özgürlüktür ve bağımsızlıktır. En gelişmiş ve en ileri, çağdaş devlet ve hükümet şeklidir. Türk milletinin tabiat ve yapısına en uygun idare şeklidir.  Her alanda ilerlemenin yolu ve insanca yaşamak ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktır. Cumhuriyet’teki birinci hedef demokrasidir.  Türkiye Cumhuriyeti, öncelikle bir “Aydınlanma Devrimidir ve ruhu laiktir. Cumhuriyetin ilanı her şeyden önce egemenliğin kaynağını değiştirmiştir. Dinsel egemenliğin yerini dünyevi egemenlik almıştır. Saray saltanatına son verilmiş, egemenlik asıl sahibine millete verilmiştir. Kuldan birey, ümmetten millet yaratan “Laik Devrimler” yapılmış, “Akıl” ve “Bilime” dayalı modern, çağdaş, uygar ve medeni bir devlet kurulmuştur. Cumhuriyet ile kuldan birey, ümmetten millet, saltanattan Cumhuriyet ve “Demokratik, Laik, Sosyal ve Hukuk” devleti ilkesi yaratılmıştır. “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır”. Atatürk’ün “ilelebet yaşayacağını” söylediği Cumhuriyetin Kuruluş Felsefesi ve Temel Değerleri, emanet ettiği genç evlatlarının elinde daima “yükselecek” ve “sonsuza kadar yaşayacaktır”. Türkiye’nin kurtuluşu, bağımsız ve laik cumhuriyeti korumakla ve gerçek demokrasiyi kurmakla mümkündür. Cumhuriyete yöneltilen tehdit ve tehlikelere karşı mücadele etmenin tek yolu Cumhuriyete ve Kuruluş felsefesine sıkı sıkıya bağlı kalmaktır.

KAYNAKÇA

ATATÜRK, Gazi Mustafa Kemal, “NUTUK (1919-1927)”, 2006.

AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, Mustafa Kemal (1922-1938), Remzi Kitapevi, 1987.

AYDOĞAN, Metin, Atatürk ve Türk Devrimi, İnkılâp Yayınevi, 2006.

İNAN, Afet, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Atatürk Araştırma Merkezi, 2017.

LEWİS Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Türk Tarih Kurumu, 2007.

MEYDAN, Sinan, ATATÜRK Etkisi, İflas-İşgal-Direniş-Kurtuluş, İnkılâp Yayınevi, 2018.

ÖYMEN, Onur, Çöküşten Zafere Lozan, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2022.

Dr. Cengiz TATAR
Dr. Cengiz TATAR
Tüm Makaleler

  • 27.10.2022
  • Süre : 14 dk
  • 1833 kez okundu

Google Ads