Site İçi Arama

tarih

Emperyalistlerden Kurtuluşumuzun Simgesi: 6 Ekim ve Önemi

Mustafa Kemal Paşa, o sıralarda Adana’dan trenle İstanbul’a gelip Haydarpaşa’da indiğinde, demirli düşman gemilerine bakarak "geldikleri gibi giderler" derken, belli ki o dakikada emperyalizmin çizmeleri altında kirlenmeye başlayan vatanını bunlardan temizleme kararını verir. O karar ve kararlılıkla da İstanbul’da bir araya geldiği arkadaşlarıyla birlikte gizli ve bazen açık toplantılarla Millî Mücadele’nin nasıl ve nereden başlatılacağına dair planlarını yapmaya başlayacaktı.

Devamlı düşünmüşümdür, bu ülkenin kahramanları olduğu kadar hainleri de neden meşhurdur diye! Mondros Ateşkes Anlaşması’na dayanarak işgalci devletler Haydarpaşa önlerine demirleyip İstanbul'a girerler. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinin oluşturduğu bir donanma gücü, Boğaziçi’ne gelerek İstanbul’a 35 bin kadar tam teçhizatlı askeri çıkardılar. 

Mustafa Kemal Paşa, o sıralarda Adana’dan trenle İstanbul’a gelip Haydarpaşa’da indiğinde, demirli düşman gemilerine bakarak "geldikleri gibi giderler" derken, belli ki o dakikada emperyalizmin çizmeleri altında kirlenmeye başlayan vatanını bunlardan temizleme kararını verir. O karar ve kararlılıkla da İstanbul’da bir araya geldiği arkadaşlarıyla birlikte gizli ve bazen açık toplantılarla Millî Mücadele’nin nasıl ve nereden başlatılacağına dair planlarını yapmaya başlayacaktı.

İşgalci kuvvetlerin baskısı karşısında padişah, Meclis-i Mebusan’ı 16 Mart 1920 tarihinde dağıtır. Şehrin komutası ve denetimi Britanya Yüksek Komiserliğine geçer. İşgalciler çeşitli bahanelerle İstanbul'da Türkleri tutuklayıp, işkenceden geçirmekte, üzerlerindeki değerli eşyalara el koymakta, evleri zorla sahiplerinden almaktaydılar. Bu işkenceleri yapanların başında da Yzb. Bennett bulunmaktaydı. Bennett ve askerleri, 16 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul’dan ayrılan ve sonrasında Anadolu’da kurtuluş meşalesini yakan Mustafa Kemal Paşa’ya destek veren herkesi tutukluyorlardı. Maalesef bazı hain işbirlikçiler de onlara yardım ediyordu. Tam bir insan avı başlatılmıştı İstanbul'da.

İngilizlere en büyük karşı istihbaratı Topkapılı Cambaz Mehmet Bey yapıyordu. Daha sonra Topkapılı hayırlı bir işe imza atmış, Yzb. Bennett'e suikast düzenlemiş ve Bennett yaralanarak ülkesine gitmiş, bir daha da dönememiştir. Bu arada Türk subayları küçük rütbeli de olsa işgal subaylarına selam vermek zorunda bırakılarak, adeta küçük düşürülüyorlardı. Bu arada işgal döneminde insanlarımız neredeyse iki gruba ayrılmıştı. 

Birinci grup; işgalcilerin yanında olan işbirlikçilerdi. Bunların bir kısmı Rum, Ermeni, Yahudi azınlığa mensup İstanbul’da yaşayanlardı. Bunlardan bazıları işgalcileri coşku ile karşılamışlar, Türkleri aşağılamış, hakaret etmiş ve kötü davranmışlardır. Rumların kahramanlaştırdığı Hrisantos isimli çete reisi, seri katil, İngilizlerin himayesinde onlarca Türk polisi ve insanını öldürmüştür. 

Bu amansız işbirlikçiler arasında, ne yazık ki çok sayıda Batı hayranı Türkler de vardı. Bunlar kendi öz çıkarları gereği, millî mücadeleye karşıydılar. Bunların en başta gelenlerinden; Sadrazam Damat Ferit, Gazeteci Ali Kemal ve dönemin bazı medrese alimleriydi. İngiliz muhipleri (sevenleri) derneği üyesi olanlar “Müslümanlığa ve padişaha sahip çıktığı” propagandası ile işgalcilere karşı sessiz kalıyor ve Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkıyorlardı. Bunlardan bazıları, işgalcilere karşı oluşan direnişi kırmak için Kuva-yı Milliyecilere ölüm fetvaları düzenleyerek, bunun “dini görev” ve “bu yolda ölenlerin şehit” olduğunu söylüyorlardı. Bu fetvaları İngiliz uçaklarından bildiri atarak dağıtıyorlardı.

İşgal güçleri yetmezmiş gibi, bir de ihaneti yaşıyorduk. Öyle ki Mustafa Kemal ve Kuva-yı Milliye, halk nazarında bu bildirilerde, adeta “Yunan Ordusu’ndan daha kötü gösteriliyordu.

Örneğin şeyhülislam Mustafa Sabri şunları söyleyebiliyordu: “Yalnız Müslüman ve insan olarak kalmak üzere Türklükten Allah’ın huzurunda istifa ediyorum. Tövbe yarabbi, tövbe Türklüğüme, beni Türk milletinden addetme!”

İkinci grup ise işgale karşı çıkanlardı. Bunlar, İstanbul’da milli mücadeleyi destek veren halkın çoğunluğunun olduğu kesimdi. İşgale son verilmesi için İstanbul’da halka açık çeşitli meydanlarda mitingler yapıyorlardı. Bir yandan da işgal güçlerinin depolarından silahlar çalarak Anadolu’ya silah ve yardım malzemesi yollama gayret gösteriyorlardı. Acıdır ki, bu vatansever kişiler yakalandıklarında İngiliz idam mangalarının önüne konularak kurşuna diziliyorlardı. Kadınlar yatak ve yastıklarındaki yünleri Anadolu’daki askerlere giyecek ve çorap yapıp, Anadolu’ya gönderiyorlardı. 

İstanbul’da işgal kuvvetlerinin ortak komutası İngilizlere verilmişti. Bu sebeple diğerlerinden daha fazla işgale direnişi önlemeye çalışmışlar ve direnenlere eziyet çektirmişlerdir. Meclis-i Mebusanı basıp milletvekillerini yerlerde sürüklemişler, 145 kadar Türk Aydınını tutuklayarak Malta adasında hapsetmişlerdi. Ziya Gökalp, Şükrü Kaya, Fahrettin Paşa, Hüseyin Cahit gibi yazar, siyasetçi ve askerler sürgün edilenler arasındaydı. Malta esirleri daha sonra Atatürk’ün çabalarıyla esir İngilizlerle takas edilerek serbest kalabilmişlerdir. 

Lozan Antlaşması’ndan sonra, İstanbul’un boşaltılması ile ilgili ilk görüşmeler başlardı. İstanbul’da bulunan ve TBMM tarafından yetkilendirilen Selahaddin Adil Paşa müttefik generallerini ziyaret ederek tahliye ve teslim emrinin ayrıntıları hakkında görüştü. Tahliye ve teslim işleri 6 hafta içinde sonuçlandı. Bunun üzerine düşman kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmaya başladılar. Son düşman birliği 2 Ekim 1923 günü Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen bir törenle Türk Sancağını selamlayarak şehri terk eti. Şehri terk eden işgal birliğinin kumandanı İngiliz General Harrington idi.

Bugün bazı bedhahlar; “İstanbul’un kurtuluş günü kutlaması” karşısına İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildiği tarihi günü, İstanbul'un fethini öne çıkararak yanıt vermeyi tercih edebiliyorlar. “Din” ile “millî kurtuluşu” karşı karşıya getirilerek “ulus” değil “ümmet” olmayı gençlerimize aşılamayı amaçlıyorlar diye düşünüyorum. Halbuki ikisinin de birbirinin karşısına konmasına gerek yok. Fakat komşumuz Suriye’deki gibi emperyalizmin ulus devletleri hedef aldığı çağda millî bütünlüğün pekiştirilmesi, vatanseverliğin öneminin gösterilmesi bakımından 6 Ekim’e hak ettiği önemin verilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Mesele bir tarihi anmak değil, bu milletin emperyalizmi bu vatan topraklarından kovduğu günü tüm ulusumuza, halkımıza hatırlatmaktır.

Herkes bilmelidir ki, milletler kendi geleceğini şekillendirecek gücü yine kendi tarihinden bulup çıkarmak durumundadır. Bize yol gösterecek rehber, tarihimizin övünç sayfaları ve bundan aldığımız güç, iftihar ve şereftir. 

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 08.10.2022
  • Süre : 3 dk
  • 1157 kez okundu

Google Ads