İç Cephesi Sağlam Olan Ülkelerde, Yıkıcı Dış Projeler Hayat Bulabilir mi?
15 Temmuz’u yaşamamıza rağmen, iç cephemizi zayıflatıcı faaliyetler devam edip, gidiyor. “Bizden olanlar” ile “Bizden olmayanlar” arasındaki kavga körükleniyor ve işin kötüsü milletçe “Biz olmamız” bu tür suni yapı ve yapılanmalar kullanılarak engelleniyor.
İnsan beyni, diğer canlılara nazaran en çok gelişime uğramış bir organımızdır. Beynimizin içini bilgi ile doldurmadığımız takdirde boş bir tenekeden farkı kalmaz. Onu taşıyan gövdeye ve ayaklara da en büyük haksızlığı yapmış oluruz. Beynin diğer bir işlevi de bilginin akıl ve düşünceyle birleşmesi sonucunda hayatı daha güzel ve anlamlı bir hale getirmesidir. Zira akıl sadece insanlara özgü bir durumdur. Diğer beşerî mahlukat akılla hareket etmeyip, iç güdüsel duygularla hareket ederler. Hiçbir hayvan aç kalmadığı takdirde başka bir varlığa zarar vermez! Aynı şeyi insanlar için maalesef söyleyemeyiz! İnsan denen mahlûk, ava gider hayvanları öldürür, peki ne için? Sadece egosunu tatmin etmek ve çokça da zevk almak için. İnsan öldürürken nasıl zevk alabiliyor?
İnsan kendine bir saldırı olduğunda savunma ve yaşama duygusuyla harekete geçer. Bu birey bazında böyle olduğu gibi, insanın kurduğu en büyük organizasyon olan devletler için de aynen geçerlidir. Dünyanın en tehlikeli yaşayan canlı türü insandır. Onu bu denli tehlikeli edende aklıdır. Kötülükleri planlı ve programlı yapar. Savaşlarda binlerce insan öldürür, sonra da büyük büyük anıtlar yaparak anma günleri düzenlerler.
Siyasi, ekonomik ve burada sayamayacağım bir sürü etkenlerle dengede bir yaşam formatı geliştirdiğimizde, dünyada barışın süresi uzuyor. Ne zaman ki bu dengeler bozuluyor, savaşlar yıkımlar hızlanarak devam ediyor. İnsanların sahip olma duygusu ve sonsuz egoları dünyayı yaşanmaz hale getiriyor. Dünyamızda şu anda tüm dengelerin bozulduğu, güçlünün elindeki olanakların başka güç odaklarının eline geçmesini istememesi nedeniyle, hep birlikte yeni bilinmezlere doğru yol alıyoruz.
Gerçekte, karanlık düşünce sahibi muktedirlerin elinde, bagajlarında zamanı gelince uygulamaya sokacakları plan ve projeleri var. Burada önemli olan bu projelerin uygulama zamanının gelip gelmediğidir. Bildiğiniz üzere, bu projelerden bizi de ilgilendirenler arasında belki de en önemlisi "Yeşil Kuşak Projesidir." Dertleri bitmeyen coğrafyanın ülkesidir Türkiye’miz. Bu sinsi projenin uygulama alanının içindedir. ABD’nin Komünizme ve Sovyetler Birliği’ne karşı geliştirdiği bir projenin geçmişte bize dikte ettirilen adıydı Yeşil Kuşak projesi.
Bu büyük projenin asli amacı ve hedefi; Komünizmin ve Sovyetler birliğinin ilerleyişini durdurmak, petrol zengini körfez ülkelerinde nüfuz tesis etmesinin, etki alanını genişletmesinin önüne geçmek amacıyla radikal İslam’ın kalkan olarak Komünizme karşı kullanılmasıydı. Burada bizlerin dikkat etmesi gereken konu şudur: ABD’nin, Komünizmin, Sovyetler Birliğinin ve Çin'in yayılmasını engellemek için Afganistan, Pakistan, İran ve Türkiye gibi ülkelerde Komünizm, Sovyetler Birliğine ve Çin'e karşı demokratik yönetimleri güçlendirmek, ekonomiyi kalkındırmak yerine, bu bölge ülkelerinde Radikal İslamcı akımların güçlenmesini sağlamış olmalarıdır! Şimdi de bu şeytani projenin yansımalarına ve bir bir hayata geçirilme sürecine bakalım.
Bu kapsamda; Afganistan’da Babrak Karmal'a karşı Afgan mücahitlerini çıkardılar. Iran da batı yanlısı Şah Pehlevi ailesinin Fransa’da ikametine izin verdikleri Molla Humeyni’ye devirtirler. Pakistan'da Zülfikar Ali Butto, General Muhammed Ziyâülhak tarafından asılır. Filistin temsilcisi El Fetih gözden düşürülüp, bugünlerde ismini hep duyduğumuz Hamas güçlendirilir. Bu projenin türevlerinin ülkemizde de kök salması için yardımcı olunur, desteklenir. Bu durumu 12 Eylül askeri darbesiyle bir anlamda aşabildik. Ama her şeyi düzelttiğimiz söylenemez. Türkiye’de Türk-İslam sentezi adıyla yeni projeler devreye sokulur. Hem Milliyetçiler hem de Siyasal İslamcılar aynı potada harmanlanır. Bu çerçevede bilim ve siyaset dünyasında ve özellikle de ordu içerisinde aydın, Atatürkçü ve anti-emperyalist olanlar, sağ-sol duruşuna bakmaksızın tasviye edilirken İslami akımların önü iyice açılır. Yeşil Kuşak projesi 1989 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması ile bu işleyen projeyi zora sokar ve kendi yarattığı güçlerin hedefi haline gelir. Bu arada ABD’de henüz kimin yaptığı konusunda netlik bulunmayan, üzerinde türlü spekülasyonlara konu olan 11 Eylül 2001 saldırısı gerçekleşir. ABD hemen harekete geçer. Terörizm bahanesiyle beklediği fırsatı ele geçiren ABD, neredeyse tüm dünyayı kasıp kavurur. Ortadoğu’yu sarsmak için Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) devreye sokulur.
Bakın bu proje bize neler söylüyor? Daha evvel bu bilgiler ışığında yazdığım bir makalemde "Hedef İran, Örtülü hedef Türkiye" diyerek, bu duruma açıklık getirmeye çalışmıştım. BOP projesinin arka planındaki fikriyata göre Türkiye dahil olmak üzere 22 devletin sınırlarının değişmesi öngörülür. Bunun uzantısında Irak dağıtılarak, bu ülkenin kuzeyinde özerk bir Kürt oluşumunun öne açılır. Tunus, Mısır, Libya’da iktidar değişiklikleri yaşanırken, kaotik yapıların meydana çıkmasına ve bunlar üzerinden bu ülkelere müdahale edilmesine yönelik yeni zeminlerin ortaya çıkması desteklenir. Benzer saiklerle üzerine çullandıkları Suriye'de, Rusya’nın devreye girmesiyle şimdilik işleri sekteye uğrar. Bu proje Suriye de sekteye uğramasaydı sıranın hangi ülkeye geleceğini bilmek için müneccim olmaya gerek yok sanıyorum: Türkiye.
ABD’nin bu ılımlı İslam politikasına ve projesine uygun olarak da Türkiye’de 1960’lı yıllarda tohumları atılan FETÖ yapılanmasına ‘yürü’ denir, iyice palazlanması sağlanır. Türkiye’de Ilımlı İslam Projesine çomak sokma potansiyeli olan neredeyse herkes, tüm ulusal değerler ve varlıklar, geleneksel TSK yapılanması dahil tarumar edilir. 100 yıl önce laik yapıda kurgulanan eğitim sistemi, iyice terk edilir. Balyoz-Ergenekon benzeri kumpas davaları da bu projenin uzantısı olarak yurtseverleri bezdirmek için kullanılır. 15 Temmuz’u yaşamamıza rağmen, bu işler böyle devam edip, gidiyor. “Bizden olanlar” ile “Bizden olmayanlar” arasındaki kavga körükleniyor ve işin kötüsü milletçe “Biz olmamız” bu tür suni yapılarla engelleniyor.
Günümüzde de devam eden bu işler hiç bitmiyor. Biden, Başkan Obama döneminde Somali, Yemen, Afganistan ve Pakistan bombalanırken ABD’nin başkan yardımcısıydı. Bu nedenle Biden ABD’nin dünyadaki ve Ortadoğu'daki emperyalist politikalarını aynen hatta daha da sertleştirerek sürdürmektedir. Sanki siyasi misyonu budur. İster Başkan Yardımcısı isterse Başkan olsun, bu yola baş koymuş gibidir. Son Filistin-İsrail savaşı bunu bize iyice teyit ediyor. Bu durum bize yeşil kuşak projesinin revize edilerek devam ettiğini gösteriyor. Sonuçta hepimiz için açık-seçik olan şudur: Eğer yeterli gücünüz yoksa ve iç cepheniz zayıfsa, iç politikanızda bile mücadeleniz, dış gücün isteği doğrultusunda gerçekleşiyor.
Bugün 10 Kasım. 1938 yılında ebediyete uğurladığımız Büyük İnsanı saygı ve hürmetle anıyor, bu ülke için yaptıkları için Atatürk’e minnettarlığımı ifade ediyorum. Atatürk bu durumu şu sözleriyle ifade ediyor: "Hazırlamak ve tamamlamak zorunda bulunduğumuz savaş vasıtalarının ne olduğunu arz edeyim: Tam üç vasıtanın hazırlığının yeterli olduğunu görmek gereğini duyuyorum. Birincisi, en önemlisi ve asıl olanı doğrudan doğruya milletin kendisidir. İkinci vasıta, milleti temsil eden Meclis’in millî isteği ortaya koymakta ve bunun gereklerini inanarak uygulamakta göstereceği kararlılık ve yiğitliktir. Üçüncü vasıta, ordumuzdur!” Yani Atatürk düşmanla mücadelede üç kuvvetin tayin edici olduğunu ifade ediyor: Bunlar sırasıyla; milletin kendisi, TBMM ve TSK’dır. Bu üç kuvvet iki cephede savaşır; Birincisi iç cephe, diğeri ise dış cephedir.
Atatürk bu düşüncesini Nutuk’ta asıl olanın iç cephe olduğunu, bu cephenin bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği cephe olduğunu açıklıyor. Gerçekten de dış cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, mağlup olabilir; fakat bu durum, hiçbir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti tutsak ettiren, iç cephenin çökmesidir. Bu gerçeği bizden daha çok bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar başarılı da olmuşlardır. Gerçekten kaleyi içeriden destekle almak, dışarıdan zorlayarak almaktan çok kolaydır. Milletin vekillerinin bulunduğu Yüce Meclis önemlidir. Meclis’in düşünüş biçimi, çalışması, vaziyeti, düşmana ümit verici olmadıkça iç ve dış şüphelerimizin yerinden oynamasına olanak ve olasılık bulunmayacaktır.
Sonuçta kesin olan şudur ki, eğer üçlü yapı, yani millet, meclis ve ordu sağlam değilse, sonbahar yaprakları gibi rüzgâra göre sağa sola savrulur dururuz. Çamura saplanır kalırız. Oysaki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ABD’nin Ortadoğu oyununda figüran olacak bir devlet değildir. Türkler oyun kuran, gerektiğinde de oyun bozan, tarihi derinliği olan yüce bir ulustur. Yapmamız gereken tek şey bizi yönetecek insanları iyi seçmektir. Türk ordusunu harp alanında mağlup edemezsiniz. Ama siyaseti orduya hâkim kılarsanız, devletin sonunu getirirsiniz. Bunun için tarihimizden en iyi örnek, Balkan Savaşları dönemidir. Değilse Bulgarlar Çatalca önlerine kadar gelebilir miydiler?
Sevgi ve saygıyla