Site İçi Arama

tarih

Küçük Asya felaketi (Mikrasiatiki Katastrofi)

Milletlerin resmi tarihleri vardır. Resmi tarih yazılırken başarısızlıklar kabul edilir hale getirilir, başarılar ise olduğundan büyük gösterilir.

Milletlerin resmi tarihleri vardır. Resmi tarih yazılırken başarısızlıklar kabul edilir hale getirilir, başarılar ise olduğundan büyük gösterilir. Düşmanın gücü abartılır, kendi güçleri az yazılır. Böylece yenilgi meşru hale getirilir, zaferlerdeki başarı, şan ve onur daha değerli hale gelir. Bir anlamda savaş tarihini galipler yazar da diyebiliriz. Türk tarafından Millî Mücadeleyi okumak destansı bir hikayeyi okumak gibidir. Çünkü Milli Mücadele kararlı, özverili ve ne yaptığının farkında olan bir kahramanlar geçidi gibidir.

Türk Kurtuluş Savaşının stratejik ve taktik detayı ile ilgili Genelkurmay Başkanlığının harp tarihi çalışmaları vardır. Bunların yanı sıra Nutuk ve hatıratlar da önemli kaynaklardır. Stratejik ve taktik açıdan en objektif değerlendirmelerden birisi de bir kurmay subay olan değerli dostum Dr. Mehmet Çanlı’nın “Millî Mücadele’de Uygulanan Askeri Strateji” isimli doktora tezidir.

Bugünkü yazımızın konusu daha çok 99. yıldönümünde Büyük Taarruz’da karşı tarafın yani Yunan Ordusunun ne düşündüğü ve ne yaptığıdır. Başarısızlıkları kimse paylaşmak istemez ancak ortada bir başarısızlık varsa hatalar da vardır. Şimdi Büyük Taarruz’da Yunan tarafının yaptığı stratejik hataları inceleyeceğiz.

Mustafa Kemal Paşa’nın Sakarya Meydan Muharebesi için söylediği “düşmanı Anadolu’nun harim-i ismetimizde (namus ocağı, kutsal ev) boğacağız” sözü aslında Büyük Taarruz’un şifrelerini de vermektedir. Stratejik olarak bakıldığında Büyük Taarruz Sakarya’nın devamıdır. Sakarya sonrasında Türk ve Yunan Orduları arasında adeta bir denge oluşmuştur. Bu bir güç dengesi değildir. Yunan tarafının sayısal üstünlüğü kayıtlarda görülmektedir. Bahsettiğimiz denge taarruz inisiyatifinin kullanılması anlamındadır.

Yunanlıların Kütahya Eskişehir ve devamında Sakarya Meydan Muharebesi’ndeki stratejik hedefi Milli Mücadelenin merkezi Ankara’ydı. Yunan Ordusu Ankara’yı ele geçirerek Anadolu’daki direnişi yok edip Türk tarafının savaşma azim ve iradesini kırmak, moral üstünlüğü sağlamak ve Anadolu’da kalıcı olmak istiyordu. Direnişin kalbinin Ankara olduğunu biliyorlardı. İşte bu düşünce Yunanlıları hataya sürükledi. Sakarya Meydan Muharebesi sona erdiğinde, Yunan Ordusu, Sakarya nehrinin doğusunda çakılı kalmış, demoralize olmuş ve belki de en önemlisi Anadolu’nun geniş coğrafyasına yayılmak zorunda kalmıştı.

-- Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra Yunanlıların önünde dört seçenek vardı;

-- Yeniden toparlanıp Ankara istikametinde taarruz etmek,

-- Mevcut durumu tahkim etmek ve yeniden taarruz için hazırlanmak,

-- Mevcut durumu tahkim edip olası bir Türk taarruzunu püskürtmek,

-- Geriye doğru çekilerek daha küçük bir coğrafyayı işgal altında tutmak.

Yunan Ordusu adım adım Mustafa Kemal Paşa’nın bahsettiği Anadolu’nun ismet-i harimine çekilmişti. Yunan Ordusunun cephe derinliği batıdan doğuya İzmir Eskişehir istikametinde 500 kilometre, genişliği kuzeyden güneye Mudanya/İznik’ten Nazilli’ye 600 kilometreydi. Yunanlar sıklet merkezlerini kaybetmişlerdi. Hem savunma hem de taarruz için bu mesafeler askeri ölçülerin dışındaydı. Fizik kurallarıyla açıklayacak olursak bu cephe genişliği ve derinliğiyle Yunan ordusu hareket momentumunu kaybetmiş atalete geçmişti.

Bunun tam tersine Türk Ordusunun asıl birliklerinin cephe genişliği ise yaklaşık 60 kilometreydi ve bu genişliğin en önemli bölümü cephedeki tek boşluk noktası olan Yunan kuzey ve güney ordu grupları arasındaki yaklaşık 30 kilometrelik alandı.

Sakarya Meydan Muharebesi’nde taarruz gücü kırıldığı gibi, askeri hatları Sakarya nehri gibi fiziki bir engele dayanmıştı. Yunan ordusundan artık Kütahya-Eskişehir muharebeleri benzeri bir ileri harekât beklemek zordu.

Yunanların, 1921 yılı Eylül ayından 1922 yılı Temmuz ayına kadar çatışmasız geçen yaklaşık bir yıllık sürede Anadolu’da oluşturdukları savunma cephesi, Yunan ordusunun işgale devam etme niyetinde olmadığını göstermekteydi.

Yunanistan 30 Temmuz’da Batı Anadolu İyon Devleti’ni ilan etti. Mevcut durumda bunun anlamı Yunanların bulunduğu coğrafyayı terk etmeden ilhak yoluyla Anadolu coğrafyasında kalacağı idi.

Sakarya’dan sonra aşağı yukarı bir yıllık dönemde Türk Ordusu Yunan Ordusuna saldırmadığı için Yunanlar, savunma hatlarını kuzeyden güneye kolaylıkla kurup tahkim edebilmiştir. Bütün Yunan hattı boyunca sadece bahsettiğimiz güney-kuzey grupları arasında 30 km. uzunluğundaki bir alan hariç, önüne bol miktarda dikenli tel örülmüş iki kademeli hendek siperler yapılmış, siperlerin önüne makineli tüfekler yerleştirilmişti. Makineli tüfekler ağaçlarla ve taş duvarlı mevziiler tarafından saklanmakta ve korunmaktaydı. Çıplak arazide ise üçüncü ve dördüncü hendek siperler oluşturularak makineli tüfekler dikenli tellerin ardına gizlenmişti. Yunan savunma hattı aşılması imkânsız birbirini takip eden tepelerde kurulmuş müstahkem mevkilerden oluşmaktaydı.

Haziran-Temmuz 1922 aylarında cephedeki Yunanlı generallerin hemen hepsinin, Türk Ordusunun bu devasa ve aşılması güç savunmaya karşı genel bir taarruz yapmasına ihtimal vermeyip, Türk Ordusunun taarruzunu beklemediği görülmektedir. Tek farklı düşünen General Yunan güney ordusu komutanı Trikoupis’ti. Trikoupis Türk birliklerinin hareketlenmesinden ve elde ettiği istihbarattan Türk Ordusunun Ağustos ayı sonlarına doğru genel bir taarruza geçebileceğini fark etmiş ve görüşünü açıklamıştı ancak Yunan Başkomutanlığına olan güvensizliğinden bu görüşünde yeteri kadar ısrar etmemişti. Daha da ilginç olan Trikoupis’in Türk taarruzunun Afyon bölgesinden olabileceğini de öngörmesiydi.

Oysa Türk Ordusunun mevcut durumda bekleyip statükoyu kabul etmesi söz konusu değildi. Çünkü Sakarya’da çok ciddi bir insan kaynağı ve malzeme kaybı yaşanmıştı. Ordu bir taraftan toplanmaya çalışıyor diğer taraftan da iç isyanları bastırmakla uğraşıyordu. Meclis’te sert bir muhalefet vardı. Geçirilen her gün mücadele azmini düşürebilirdi. Sakarya’da elde edilen başarı sürdürülmeliydi. Bu maksatla Mustafa Kemal Paşa Haziran 1922 için genel taarruz harekâtını planlamıştı ancak askeri hazırlıkların yetersizliği ertelemeyi zorunlu kılmıştı.

Temmuz 1922’de hiç beklenmeyen bir gelişme oldu. Uzayan askerî harekât, belirsizlik ve azalan İngiliz desteği Yunanistan’da savaş muhaliflerini harekete geçirmişti. Yunan hükümeti muhalefeti susturmak ve iç siyaseti konsolide etmek maksadıyla İstanbul’u işgal fikrini ortaya attı. İngiliz ve Fransızların İstanbul’un Yunanlar tarafından işgaline sessiz kalmayacağı bilinirken, Yunanlar İstanbul’u işgal planı doğrultusunda 2 tümeni cepheden çekip Trakya’ya sevk etti. Bu gelişme Anadolu bozkırlarına ilk yağışların düştüğü Eylül ayı gelmeden Ağustos 1922’de genel bir taarruz için en uygun koşulların oluştuğunu gösteriyordu.

Yunan savunma cephesini bir fay hattı gibi düşünelim. İznik’ten kuzeyden güneye doğru inen düz bir hat Afyon’da yönünü değiştirip kırılarak güneybatıya dönüyor. Yunan cephesini oluşturan kuzey ve güney orduları ortasındaki bu kırılma noktasında geçilmesi imkânsız ormanlık ve dağlık alan olan Murat Dağı bulunmaktadır. İşte bu kırılma noktası daha sonra savaşın da kırılma noktası olmuştu. Çünkü Türk Ordusunun sıklet merkezi burada oluşturulmuş, Türk Ordusu Yunan savunma cephesini bu bölgede yarmış ve yine bu bölgede kesin sonuçlu bir meydan muharebesi ile zafere giden İzmir yolunu açmıştı.

Özetleyecek olursak;

Yunanların Ankara stratejik hedefi tamamen siyasi bir hedeftir. 200 bin kişilik bir kuvvetle Anadolu coğrafyasının yarısını kontrol edebilme fikri gerçekçi değildi.

Yunanlar Ankara’ya doğru yaklaştıkça cephe derinliği ve genişliği artmış, buna paralel olarak Yunan Başkomutanlığı sıklet merkezi, emniyet, ihtiyat, kuvvet tasarrufu gibi harp prensiplerini ihlal etmiştir.

Yunan Ordusu, Yunanistan’daki ve uluslararası ortamdaki siyasi gelişmelerden fazlaca etkilenmiştir. Bu husus Yunan Ordusunun emir komuta ve moral motivasyonunu ile alınan kararları doğrudan etkilemiştir.

Yunan tarafı, Türk Ordusunun savaş yeteneği ile Türk generallerinin stratejik ve taktik kabiliyetlerini hafife almıştır. Yunan kamuoyu Sakarya Meydan Muharebesi’ne kadar Yunan Ordusunun başıbozuk milliyetçi bir çete ile savaştığı yönünde bilgilendirilmiştir. Oysa cephede durum çok farklıydı.

Yunan Başkomutanlığı, Türk Ordusunu sayısal üstünlüğünü etkili kullanabileceği dar bir coğrafyada kesin sonuçlu bir muharebeye zorlayamamıştır. Taarruz ya da savunma seçenekleri hep Türk tarafının inisiyatifinde kalmıştır. Türk Ordusu istediği yer ve zamanda Yunan Ordusunu kesin sonuçlu bir muharebeye zorlayarak sonuç almıştır.

Yunanların Anadolu macerası, Büyük Taarruz ile kesin bir hezimetle sona ermiştir. Yunan tarafında “Küçük Asya Felaketi” bilinen bu macera Yunanistan’da büyük bir siyasi krize sebep olmuştur. 26 Eylül 1922’de Yunan Ordusu darbe yaparak Meclisi dağıtmış, hükümet istifa etmiş, Yunan Kralı tahtından feragat etmiştir.

“Küçük Asya Felaketi”nin siyasi ve askerî sorumluları tutuklanmıştır. Sorumlular Kasım 1922’de Askeri Mahkemede yargılanmıştır.

“Altılar” olarak tarihe geçen, Eski Başbakan ve Adalet Bakanı Dimitrios Gounaris, Eski Maliye Bakanı ve Başbakan Petros Protopapadakis, Dışişleri Bakanı Georgios Baltazzis, İçişleri Bakanı Nikolaos Stratos, Harbiye Bakanı Nikolaos Theotokis ve Eski Küçük Asya Ordusu Başkomutanı General Georgios Hacıanestis suçlu bulunmuş, “Altılar” 28 Kasım 1922’de kurşuna dizilerek idam edilmişlerdir.

Olacakları öngören Yunan Generali Trikoupis’mi? 1 Eylül’de Yunan Orduları Başkomutanlığına atanmıştı ancak 2 Eylül 1922 günü Uşak’ta Türk Ordusuna esir düştü. Başkomutan olduğunu esir düştükten sonra öğrendi. Mustafa Kemal Paşa tarafından nezaketle karşılandı. Bir süre Kayseri’de esir kampında kaldı ve daha sonra Yunanistan’a gönderildi. Diğerleri gibi Küçük Asya Felaketi’nden sorumlu tutulmadı, devlet görevlerine devam etti.

Dr. Eşref ÖZDEMİR
Dr. Eşref ÖZDEMİR
Tüm Makaleler

  • 16.10.2021
  • Süre : 2 dk
  • 3021 kez okundu

Google Ads