Kurtuluş Savaşı Yazıları: “31 Ekim 1918 Tarihinde İcra Edilen Faaliyetler” (Bölüm 4)
Bazı kişiler hatıratlarında ve bazı tarihçiler değerlendirmelerinde Mustafa Kemal Paşa’nın daha o zaman Millî Mücadele hazırlıklarına başladığını ifade etmektedir. Bu tür ifadeler bana biraz abartılı geliyor. Henüz mütareke şartlarını bile öğrenmeden ve mütarekenin nasıl uygulanacağını bilmeden 6 ay sonra başlatacağı mücadele için hazırlandığını söylemek zor.
30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi’ni imzalayarak savaştan çekilince, hükümet Suriye Cephesi’nde bulunan Yıldırım Ordular Grubu’nun komutanı Liman von Sanders’i görevden alıyor. Bu göreve 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’yı atıyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa Adana’ya giderek Limon von Sanders’ten görevi teslim alıyor.
Görevi teslim aldıktan sonra, 31 Ekim günü öğleden itibaren geçerli olmak üzere Mütareke imzalandığının tüm birliklere tebliğ edilmesini isteyen emir kendisine ulaşıyor. Bunun üzerine, 7’nci Ordu’ya sabit keşif kolları çıkararak bölgeye hâkim olması ve düşmanla çatışmaktan kaçınması emrediliyor. Ayrıca, düşman tarafından görüşmek için bir heyet gönderilirse iyi davranılması ancak mütareke metni tebliğ edilinceye kadar herhangi bir hususun görüşülmemesi bildiriliyor.
Akşam olduğunda da ilk “harekât günlük durum raporu” İstanbul’a gönderiliyor. Bu rapora göre gün içinde; bir subay komutasında 100 kişilik bir İngiliz birliği Reyhaniye’ye gelmiş ve burasının Arap Hükümeti’ne katıldığını 3’ncü Kolorduya bildirmiştir. Ayrıca bazı İngiliz uçakları bölgedeki birlikler üzerinde keşif uçuşları yapmıştır.
Ordu’ya verdiği emirden, Mustafa Kemal Paşa’nın görevi devralması ile birlikte bir durum muhakemesi yaptığı ve henüz mütareke metni eline gelmemiş olmasına rağmen bazı genel kararlar aldığı anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Grubu Kurmay Başkanı’nın daha sonra yazdığı hatırata göre bu sırada mütareke şartlarının teslim şartları olacağını düşünmemektedir. Mütareke sonrasında adil bir barış yapılacağını temenni etmekte fakat tekrar harp yapılabileceği ihtimalini de gözardı etmemektedir.
Bu sebeple, barış masasına oturacak Osmanlı heyetinin adil bir barış yapabilmesi için arkasında güvenebileceği bir kuvvet olması gerektiğini değerlendirmektedir. Ayrıca, giderek artan eşkıyalık sebebiyle de ordunun kuvvetli tutulması gerektiğini düşünmektedir. Nitekim Millî Mücadele’den sonra yaptığı bir konuşmada Atatürk, bu düşüncelerini şöyle ifade etmiştir:
“Yıldırım Ordular Grup Komutanlığını üstlendikten sonra düşündüğüm esaslı noktalar şunlardı: Doğrudan doğruya elimin altında bulunan kuvvetleri geçirdikleri bütün badirelere rağmen hakiki kuvvet haline getirmek, düzenlemek, teşkil etmek, takviye etmek! Hicaz Seferi Kuvvetlerini, Maan kuvvetlerini hiç hesaba katmayı düşünmedim. Onların zaten esarete mahkûm olduklarını iki sene önce Cemal ve Enver Paşalara anlatmıştım. Musul civarında bulunan Altıncı Ordu’yu kullanılabilir bir halde görmek isterdim. Bu maksatla bu ordunun komutanıyla doğrudan doğruya haberleşmeye giriştim. İstanbul ve Çanakkale civarında bulunan kuvvetlere ümit bağlamıyordum. Doğuda Azerbaycan ve İran’da bulunan ordularla hiçbir temas ve münasebetim yoktu. Onlar için henüz bir şey düşünecek durumda değildim. Aden kapısını zorlayan Sait Paşa Tümeni’nin mevcudiyetini bile hatırlayamıyorum. Fakat her şeyden evvel elim altında bulunan iki ordunun arzu ettiğim tarzda takviyesi halinde bütün felaketlere rağmen Türk sesinin işittirilebileceği kanaatinde idim. Bu yolda işe başladım. Bana yardım eden ordu, kolordu komutanları ve kurmay arkadaşlarım benim bütün düşüncelerimi anlamış ve bana her ihtimale karşı yardım etmeğe söz vermiş kişiler idi.”
Bazı kişiler hatıratlarında ve bazı tarihçiler değerlendirmelerinde Mustafa Kemal Paşa’nın daha o zaman Millî Mücadele hazırlıklarına başladığını ifade etmektedir. Bu tür ifadeler bana biraz abartılı geliyor. Henüz mütareke şartlarını bile öğrenmeden ve mütarekenin nasıl uygulanacağını bilmeden 6 ay sonra başlatacağı mücadele için hazırlandığını söylemek bence zor. Zaten yukarıdaki kendi ifadesinde de elindeki kuvveti korumayı ve ihtiyaç duyulduğunda kullanılması için hazır bulundurmayı düşündüğünü söylemektedir.
Gerek kendi ifadesi gerek Kurmay Başkanı’nın hatıratı dikkate alındığında; hükümetin eldeki kuvvetler ile ülkede henüz kaybolmamış kuvvet kaynakları ve mevcut vasıtalara güvenerek milli varlığı muhafaza etmesi, hatta bu uğurda gerekirse yeniden vaziyet alması lazım geldiğine inanan Mustafa Kemal Paşa, bu düşüncesine uygun olarak birliklerin her türlü vasıta ile düzenlenmesi ve ikmali için çalışmaya başlamıştır.
Birliklerin ikmali ve gerektiğinde daha emniyetli bölgelere çekilebilmeleri için öncelikle demiryolu nakliyatının düzenlenmesi gerekmektedir. Ayrıca, Alman ve Avusturyalı personel ayrılmadan önce ellerindeki silah, malzeme ve teçhizat alınmalı, bunlar birliklere dağıtılmalı veya depolanmalıdır. Esirlerin iadesi ise planlanması gereken diğer bir konudur.
Mustafa Kemal Paşa’nın, bir yandan da astlarını her türlü gelişmeye karşı uyarmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Emri altındaki subaylara yaptığı bir konuşmasında, Alman subaylarının “Harp bitmiştir.” sözüne karşılık; “Onlar için harp bitmiştir ancak bizim için yeni başlıyor.” ve “Harb-i Kebir bitmiştir, Harb-i Sagir başlayacaktır.” sözü, bunu açık bir şekilde göstermektedir. Harb-i kebir büyük savaş (1. Dünya Savaşı), harbi sagir ise küçük savaş demektir.
Harb-i sagir, askeri literatürde gerilla harbi anlamında da kullanılmaktadır. Ancak burada Mustafa Kemal Paşa’nın kastettiği gerilla harbi değil, Osmanlı’nın bağımsızlığını koruyabilmek için vermek zorunda kalabileceği muhtemel bir savaştır.