Lozan’ı anlamak ve içselleştirmek
Sevr’i yırtıp atan ve yerine imzalanan Lozan ile yeni Türk devletinin kuruluşunu uluslararası arenada meşrulaştıran güç, büyük Türk Milletinin temsilcilerinin bulunduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. O yüzden adı büyüktür.
Lozan’ı anlamak için öncesinde neler olduğuna bir bakalım.
1’inci Dünya Savaşını kazanan İtilaf devletleri ile kaybeden İttifak devletleri arasında, savaşın bitiminde, ateşkes ve barış antlaşmaları imzalanmıştı. Bu antlaşmaları bir hatırlayalım.
1. Bulgaristan ile Selanik ateşkes ve Nöyyi barış antlaşması 1919).
2. Avusturya Macaristan ile Villa Cousti ateşkes ve Avusturya ile St. Germen, Macaristan’la Traionon barış antlaşması (1919).
3. Almanya ile Retandes ateşkes ve Versay barış antlaşması (1919).
4. Osmanlı İmparatorluğu ile Mondros ateşkes ve Sevr barış antlaşması (1920).
5. Bu barış antlaşmalarından sadece Sevr, hiçbir zaman gerçekleşmemiş, diğer ittifak devletleri antlaşmalara boyun eğerken, büyük Türk milleti kendisine dayatılan ve kendisini imha edecek savaş sonrası bu korkunç antlaşmayı, Mustafa Kemal’in liderliğinde milli mücadele yani kurtuluş savaşı vasıtasıyla, yırtıp atmıştır.
Sevr’i yırtıp atan ve yerine imzalanan Lozan ile yeni Türk devletinin kuruluşunu uluslararası arenada meşrulaştıran güç, büyük Türk Milletinin temsilcilerinin bulunduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. O yüzden adı büyüktür.
Versay antlaşmasının ağır maddeleri, Almanya’da Nazizm’i doğurmuş ve Hitler gibi bir liderin büyümesine ve dünyayı, birincisinden daha beter, ikinci bir dünya savaşı felaketine sürüklemesine sebep olmuştur.
Lozan antlaşması, Cumhuriyet tarihimizin, Cumhuriyet kurulmasından hemen önceki, en önemli virajıdır. Cumhuriyet’in ilmek ilmek oluşumundaki, son büyük paydaştır. Türkiye’nin tapu senedidir. Cumhuriyetin doğuş müjdesidir. Anılması, anlatılması ve anlaşılması elzemdir. Bayram olarak kutlanması gereken bu başarının, gevşetilmeye, değersiz gösterilmeye ve sulandırılmaya çalışılması, en azından nahoşluktur.
Tarihimizin, kültürümüzün milli ve dini değer ve liderlerimizin, bir bütün olarak zenginliğimiz olduğunun toplumun çoğunluğu tarafından iyi anlaşılması gerekir. Bu açıdan Lozan’ı anlamak için sonrası yaşananları da bilmek gerekir.
İstanbul, Fatih Sultan Mehmet tarafından 29 Mayıs 1453’te fethedilmiş, ancak Osmanlı İmparatorluğu ve İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Mütarekesi ile Birinci Dünya Savaşı'nın bu ülkeler arasında sona erdiğinin ilan edilmesinin ardından, bu defa işgal edilmiştir.
İşgal, önce 13 Kasım 1918’de, sonra da, 16 Mart 1920 tarihinde olmak üzere iki kez gerçekleşmiştir. Milletçe 100’üncü yılını kutladığımız, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması sonrasında ise, 23 Ağustos 1923 tarihinden itibaren, İtilaf kuvvetleri İstanbul'dan ayrılmaya başlamıştır.
Son İtilaf birliği, 4 Ekim 1923 günü, Dolmabahçe sarayı önünde düzenlenen bir törenle Türk bayrağını selamlamış ve şehri terk etmiştir. 6 Ekim 1923'te ise Şükrü Nail Paşa komutasındaki 3’üncü Kolordu, ki şu anda karargâhı Maslak’ta bulunmaktadır, İstanbul'a girmiş ve 4 yıl 10 ay 23 gün süren işgal resmen sonlanmıştır. Her yılın 6 Ekim'i böylece İstanbul'un kurtuluş günü olarak belirlenmiş ve kutlanmaya başlanmıştır. Yani, 29 Mayıs fetih, 6 Ekim ise kurtuluş günüdür İstanbul için. Her ikisi de özel ve önemlidir. Birini önemli, diğerini önemsiz yapmaya kalkmak abesle iştigaldir.
Şimdi; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 100’üncü yıldönümünü kutladığımız Lozan Antlaşması ile temeli atılan ve kendisinden önceki Osmanlı İmparatorluğu’nun devam eden ülkesi niteliğindedir. O yüzden, Osmanlı’nın borçlarını Türkiye ödemiştir. Her ikisinin de bayrakları benzerdir. Önceki ülkenin başkenti, yani İstanbul, yenisinin toprakları içerisindedir. Diğer devletlerin uluslararası kabulünü de eklediğimizde, Türkiye’nin Osmanlı’nın devamı olduğu ve sürekliliği ortadadır. Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin kapatılması ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış sürecinde yaşananlar da bu sürekliliği destekler mahiyettedir. Ağnam vergisi ile ilgili görüşmeler, ilkinin son, ikincisinin ise ilk kanun görüşmeleridir ki, bu örnek de sürekliliği açıklar.
Öte yandan, hukuk ve yeni yönetimi, devrimleri ve lideri ile artık yeni bir devletin kurulduğu, bu yeni devletin eskisinden çok farklı temel niteliklere sahip olduğu, eskisinin artık yıkıldığı ve yok olduğu da ayrı bir gerçektir.
Yani hem bir kopuş hem de bir süreklilik söz konusudur.
Her ikisi birliktedir. Sadece kopuşu öne çıkarmak, ya da sadece sürekliliği vurgulamak doğru değildir.
Hal böyle iken, bazı kesimlerin sadece Osmanlı’nın sürekliliğini öne çıkarması, kopuşu yok sayması; bazı kesimlerin ise Osmanlı ve tarihini yok sayması hem süreklilik hem kopuş felsefesinin içselleştirilemediğinin bir göstergesidir.
Osmanlı’yı yok sayan, kopuş taraftarları da; Osmanlı’ya özenen süreklilik taraftarları da diğer tarafın hassasiyetlerine özen göstermedikçe, olması gereken birlik ve beraberlikte sorunlar oluşmaktadır.
Bu birlikteliğin bir türlü gerçekleşmemesi ise, Türkiye’nin muasır medeniyetler seviyesine ulaşmadaki engellerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu birliktelik, ancak ve ancak, her iki fikre saygı duyan, hassasiyet gösteren, birini, ötekine üstün görmeyen, yani ötekileştirmeyen, özgürlükçü ve demokrat siyaset anlayışı ile söz konusu olabilir.