Site İçi Arama

tarih

Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi

Millî Mücadele Projesi; Anadolu’nun ortasında çorak, bakımsız, kerpiç evli, 20-25 bin nüfuslu, dış dünya ile tek bağlantısı bir demiryolu olan halkının çoğu Müslüman Türklerden oluşan dar sokaklı küçük bir şehir olan Ankara’da uygulamaya konması planlanmıştır. Bozkır halindeki bu kent önce Millî Mücadele’nin sonra yeni Cumhuriyetin ve devrimler devletinin başkent, Ankaralıların geleceğe bir mirası ve Anadolu’nun sönmeyen bağımsızlık ve özgürlük ateşini taşıyan insanların kenti olacaktır.

Erzurum ve Sivas Kongrelerinde vatanın bütünlüğünü, milletin bağımsızlığını sağlamak için alınan kararlar gereği, Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında kurulan “Heyeti Temsilliye”nin Anadolu’da sağlam ve güvenilir bir karargâha ihtiyaç oluşmuştur. Bu amaçla, Millî Mücadeleyi hem merkezî, hem güvenli, hem de cephelere uzak olmayan Ankara’dan yönetmeye karar vermiştir.  Çünkü daha İstanbul’dan ayrılmadan önce Ali Fuat Cebesoy Paşa ile Ankara’nın Millî Mücadele’nin yürütülebileceği en uygun merkez olduğuna karar vermişlerdir.  20. Kolordu Komutanlığına atanan Ali Fuat Paşa’nın bir an önce Kolordusunu Ankara’ya intikal ettirmesini kararlaştırmışlardır. Bu planlamaya uygun olarak Mart ayında Kolordusunu yaya yürüyüşle Ankara’ya intikal ettirmiş ve Sarıkışla’ya yerleştirmiştir. Bu, Atatürk’ün Nutuk’ta; “Uygulamayı safhalara ayırmak ve kademe kademe yürüyerek hedefe varmak” sözünde belirttiği stratejinin bir aşamasını oluşturmuştur.

Milli Mücadele’nin seyri açısından önemli bir dönüm noktası olan “Milli Mücadele Projesinin” hazırlıklarının yapıldığı süreç, ulusumuz ve Cumhuriyet tarihimiz açısından son derece önemlidir. Millî Mücadele Projesi; Anadolu’nun ortasında çorak, bakımsız, kerpiç evli, 20-25 bin nüfuslu, dış dünya ile tek bağlantısı bir demiryolu olan halkının çoğu Müslüman Türklerden oluşan dar sokaklı küçük bir şehir olan Ankara’da uygulamaya konması planlanmıştır. Bozkır halindeki bu kent önce Millî Mücadele’nin sonra yeni Cumhuriyetin ve devrimler devletinin başkent, Ankaralıların geleceğe bir mirası ve Anadolu’nun sönmeyen bağımsızlık ve özgürlük ateşini taşıyan insanların kenti olacaktır. 

Mustafa Kemal Atatürk, 1919 yılı şartlarına göre, artık İstanbul’da vatanın kurtulamayacağını, Anadolu’da başlatacak bir mücadelenin yürütüleceği en ideal yer olarak Şubat 1919’da milli mukavemet merkezinin Ankara olması gerektiğini arkadaşları ile konuşmuştur. Bu karar hakkında dostu ve silah arkadaşı Ali Fuat Paşa; “1919 Şubat ayının sonlarında, merkezi Konya Ereğlisi’nde bulunan Kolordumun başına dönecektim. Mustafa Kemal Paşa ile birlikte, komutanı bulunduğum 20. Kolordu Karargâhının Ankara ya nakli buranın bir mukavemete merkezi yapılmasını kararlaştırdık.” Bu amaçla, 20. Kolordu Ankara’ya kaydırılarak başına ve Afyon’a kadar güvenlikten sorumlu olmuştur. Aynı zamanda, çevre şehirlerini milli harekete bağlamak için çalışmış ve bu süreçte, bütün yaşananları ve gelişmeleri Atatürk’e iletmiştir. Bu gelişmeler yaşanırken 15 Mart 1919 tarihinde, Muhittin Paşa Ankara’ya Vali olarak atanmıştır. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Ankara’nın önemi daha da artmış ve haberleşme için güvenli bir köprü olmuştur. Ankara'nın merkez olması Erzurum Kongresi’nin toplandığı günlerde kararlaştırılmış, 4 Ağustos 1919'da bu karar, Atatürk tarafından Ali Fuat Paşa'ya bildirilmiştir. 

20-22 Ekim 1919 tarihleri arasında Amasya görüşmelerinde, Meclis-i Mebusan’ın Anadolu’da emin bir yerde toplanması karara bağlanmıştır. Bu amaçla, Mustafa Kemal Atatürk, Kolordu Kumandanlarıyla Sivas’ta bir toplantı yaparak Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da mı, yoksa Anadolu’da mı toplanacağı meselesini görüşmek istemiştir. 16 Kasım 1919’da Sivas’ta başlayan ve Kasım ayı sonuna kadar süren toplantıya Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşa, Konya’dan Kolordu Erkân-ı Harp Reisi Şemsettin Bey ve Sivas’taki Kolordu Kumandanı Albay Selahattin Bey katılmıştır. Atatürk, düşman işgalinde bulunan bir yerde serbestçe toplanmanın mümkün olamayacağını ve Meclisin bir tehlikeyle karşılaşacağını belirtmiştir. Geçici olarak barışın imzasına kadar Meclis, Anadolu’da hükümetin uygun göreceği emin bir yerde toplanmasının uygun olacağını söylemiştir. Kabine üyeleri ise İstanbul’da toplanmasında ısrar etmişler, ancak Ali Fuat Paşa, artık İstanbul’un merkezi hükümet olarak kabul edilemeyeceğini, idari ve askeri bakımdan bunun mahzurlarını belirtmiştir. Özellikle demir yolu güzergâhı olması itibariyle merkezi hükümet yerinin, “Seyitgazi veya Eskişehir olmalıdır” demiştir. 

Kâzım Karabekir Paşa’da, önce İstanbul ve İngilizlerle bozuşmaktan çekinmiş sonra Heyet-i Temsiliye’nin batı illerine yakın olması fikrine katılmıştır. Sonuçta alınan kararda; “Meclisin İstanbul’da toplanması mahzurludur. Bununla birlikte hükümet İstanbul dışında toplanmayı kabul etmiyorsa, memleketi buhrana sevk etmemek için İstanbul’da toplanmak kabul edilmiştir” denilmiştir. Ayrıca “İstanbul’da Meclis toplandıktan sonra mebusların emniyet içinde serbestçe vazifelerini yapacakları güne kadar Heyet-i Temsiliye vazifesine devam edecektir” kararı alınmıştır. Atatürk, Heyet-i Temsiliye’nin Sivas’ın batısında uygun bir yere intikalini gerektiren en önemli konu olduğunu, genel bir askeri kaide olarak başkomutanın buhranlı yere yakın olması gereğini ve zorunluluğunu belirtmiştir. Nutuk’ta; “Usul ve kaide şudur ki, vaziyeti umumiyeti idare ve sevk mesuliyetini deruhte edenler, en mühim hedefe ve yakın tehlikeye, mümkün olduğu kadar yakın bulunur. Ankara, bu şeraiti cami bir nokta idi.” Demiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, Ankara’nın önce Heyeti Temsiliye Merkezi ile Milli Mücadele’nin üssü, sonra da yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti seçmesinin nedenlerini; kurtarmayı düşündüğü vatan Misak-ı Milli sınırları içerisindeki topraklarda Anadolu'nun merkezî konumunda bulunması, tarihi ve sosyal dokusu, doğal ve coğrafi konumu, stratejik yollar üzerinde olması, işgal altında bulunan yerlere yakın olması, Karadeniz’de İnebolu, Akdeniz’de Antalya limanları ile bağlantı imkânına sahip bulunması, demiryolu ve telgraf şebekesinden yararlanma kolaylığı, düşmanın ulaştığı Geyve Boğazı, Kütahya ve Afyon gibi önemli yerlerle demiryolu bağlantısına sahip olması, Hükümet yanlısı Vali Muhittin Paşa işbaşından uzaklaştırılması ve güçlü bir Müdafaa-i Hukuk şubesi kurulması, Ali Fuat Cebesoy komutasındaki 20. Kolordu'nun Ankara'da bulunması ve Ankaralıların Milli Mücadele’ye candan bağlılıkları tartışmasız en büyük etken olmuştur. 

1920 yılı başlarında Türkiye stratejik bir çember içine alınmıştır. Jeopolitik durumu nedeniyle Heyet-i Temsiliye için en uygun yerin Ankara olmasında Atatürk’ün görüşünün ne kadar isabetli olduğunu sonraki yıllarda bu ileri görüşündeki haklılığını ortaya koymuştur. Bu dönemde, büyük tehlike batıdan beklenmiştir. İzmir’e çıkan Yunan kuvvetleri, İç Anadolu’ya doğru ilerlemeye çalışmıştır. Güney ve Güneydoğu Anadolu’da bazı vilayetler İtalyan ve Fransız işgali altında kalmıştır. Pontus Rum devletini yeniden kurma hayali ile yaşayan Rum çeteleri, Samsun ve havalisinde taşkınlıklarına devam etmişlerdir. Atatürk, Kolordu Komutanlıklarına yazdığı şifreli yazıda; “Adalar Denizi, Boğazlar, Karadeniz İtilaf Devletlerince sarılmıştır. Kafkaslar, İtilaf devletlerince sarılmakta ve Kafkas Seddi kurulmaktadır. Akdeniz kıyıları, Kilikya, Suriye ve Irak, İran’ın bir kısmı İtilaf devletlerince işgal edilmiştir. Yunan Ordusu, Anadolu içlerine girmiştir. İtilaf devletleri, ülkeyi içeriden yıkma teşebbüslerine girişmişlerdir.” o günkü durumu ortaya koymuştur.

Mustafa Kemal Atatürk’ ve Heyet-i Temsilye’nin Ankara’ya geliş sürecine kadar geçen olaylar, birbirine eklendikçe mukavemeti artan bir zincirin halkalarını oluşturmuştur. Bu zincir oluşmasında, O’nun üstün liderliği, komutanlığı, milletine güveni, teşkilatçılığı ileriyi görüşü önemli bir rol oynamıştır. Anadolu'daki manzara, oluşan koşullar ve zorunluluklar göz önüne alındığında; yabancı işgaller, iç isyanlar, İstanbul’un hükümetinin ihaneti, yokluk, ümitsizlik, bitkinlik ve gerçek bir kaos olduğu görülecektir. Orta Anadolu'daki bir avuç toprak parçası dışında Anadolu, dönemin emperyalist güçlerince paylaşılmış ve hükümet merkezi İstanbul işgal edilmiştir. Yunan orduları, İç Anadolu’ya ilerlemiş ve ülkenin her yanından işgalci güçlerin yaptığı zulme ilişkin acı haberler gelmeye başlamıştır. Türk ulusu, yapılmış olan haksızlık ve zulüm karşısında işgalci emperyalist güçlere esir olmayacak kadar onurlu ve şanlı bir geçmişe sahip olması nedeniyle Batı Anadolu'da, Güneydoğu'da ve Doğu Anadolu'da yerel milisler ile işgalci güçlere karşı tüm güçleriyle direnmiş ve bu ağır cezanın hiçbir şekilde hazmedilemeyeceğinin işaretlerini vermiştir. Yunanlıların tüm Batı Anadolu’yu yakıp yıkarak Polatlı, Haymana dolaylarına kadar gelmeleri Ankaralıların içleri acıtmıştır. Millî Mücadele günlüğüne “Telgrafhane Vakıası” olarak geçen Anadolu’dan Padişaha karşı çekilen ilk isyan telgrafı ile Ankara halkının temsilcileri Padişahı tanımadığını bildirmiştir. Bu olay, Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Atatürk’e iletilmiş ve yapılan toplantıda; “Ankara Halkı gibi, vilayet memurları da Sivas Kongresi’nin çizdiği esaslar dâhilinde hareket edeceklerdir. Bundan sonra İstanbul Hükümetiyle değil, sadece Temsilciler Heyetiyle temas edeceklerdir.” kararı alınmıştır. 

29 Ekim 1919’da, Ankara’da her nerede olursa olsun ulusun isteklerini korkmadan dile getirmek ve savunmak için oluşturulan ulusal örgüt “Anadolu Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti” kurulmuştur. Cumhuriyet kurulması ile Diyanet İşleri Başkanı olarak görev yapan Rıfat Börekçi Cemiyet Başkanı seçilmiş ve Ankara’nın genel durumuna bundan sonra vatansever grup hâkim olmuştur. Cemiyet, halktan temin ettiği 1000 lirayı Mustafa Kemal Atatürk’e bu sıkıntılı günlerde teslim etmiştir. Heyet-i Temsiliye için ilk altı ayda 2630 lira, yeni Meclis binasının tamiri için 5068 lira harcanmıştır. Milli Mücadele’nin halka anlatılması için oluşturulan İrşat Heyetlerinin Başkanı Mehmet Akif Bey’e 20.000 kuruş verilmiştir. Ankara, o günkü yokluğu içinde Millî Mücadele için 912.340 lira harcamıştır. Yine bu dönemde, Ankara Valisi Muhittin Paşa, milli kuvvetlerin gücüyle Ankara’dan çıkarılmıştır. Ankaralılar, İstanbul Hükümeti’nin Ankara’ya Vali olarak atadığı Ziya Paşa’yı, kabul etmemişlerdir. Bu nedenle Rıfat Börekçi, Ziya Paşa’yı gelmemesi konusunda uyarması ile Eskişehir’den geri dönmek durumunda kalmış ve Yahya Galip Bey, Vali Vekili olarak görevlendirilmiştir. Bu durum üzerine İstanbul Hükümeti Rıfat Börekçi’yi idama mahkûm etmiştir. 

Yunan ordularının Ankara’ya doğru ilerlemesi ve ele geçirdikleri yerlerde halka zulüm yapmaları nedeniyle Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti, Rıfat Börekçi başkanlığında yaptığı toplantıda; 400 jandarma talebesi, Seymenlerden bir grup ve civardan gelen 3000 mahkûmdan “Kuvayı Milliye Müfrezesi” oluşturulmasına karar verilmiş ve Batı cephesine gönderilmiştir. Umutların tükendiği Anadolu’da, Ankara halkı Milli Mücadele ruhundan ödün vermeden, azimli bir biçimde Ankara’yı; Kuvayı Milliye hareketine ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’na güvenilir bir merkez olarak hazırlamıştır. Yabancı askerlerin Ankara’daki faaliyetleri, “Milli Mukavemet” fikrinin yayılmasına sebep olmuştur. İngilizlerin Ankara’da “İngiliz Muhripleri Cemiyetini” kurma çalışmaları, İstanbul Hükümeti tarafından desteklenmiştir. Bu gelişmelere rağmen, Ankaralı gençler “Milli Azim Cemiyeti” adıyla bir milli teşkilat kurulmuştur. Atatürk, Ankara’da güvenliğin sağlandığının bildirilmesi ile Müftü Rıfat Börekçi’ye geleceğini bildirmiştir.

Kazım Karabekir Paşa; “Doğu Cephesinin daha büyük önem taşıdığını, Temsil Heyeti’nin Sivas’tan daha batıya geçmemesi kanaatinde olduğunu” söylemiştir. Bun karşılık İngiliz birliklerine ateş açma emrini vererek Kurtuluş Savaşı'nı fiilen başlatan ilk komutan olan Cebesoy, Ankara’nın önemini; “Ankara her türlü teşkilata, birliğe ve hareket başlangıcına müsait stratejik bir mevki idi. İstanbul Hükümeti ve İngilizlerden evvel buranın tarafımızdan tutulması en büyük emelimizdi. Eğer İstanbul’da verdiğimiz karardan haberdar olsalardı, 20. Kolordu’nun nakline katiyen yanaşmazlardı.” sözü ile açıklamıştır. Atatürk; “Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim” Ankara’nın coğrafi önemli olduğunu belirtmiş ve seçilmesini; "Vaziyet-i umumiyeyi idare ve sevk mesuliyetini deruhte edenler, en mühim hedefe en yakın tehlike, mümkün olduğu kadar yakın bulunur. Yeter ki yakınlık vaziyet-i umumiyeti nazardan mehcur bırakacak derecede olmasın. Ankara bu şeraiti cam'i nokta idi. Her halde cephelerle iştigal edeceğiz diye Balıkesir'e Nazilli'ye veyahut Karahisar'a gitmiyorduk. Fakat cephelere ve İstanbul'a şimendiferlerle merbut ve vaziyet-i umumiyeyi idare nokta-i nazarından Sivas'tan asla farkı olmayan Ankara'ya gelecektik. Garbi Anadolu için en büyük merkez ve merciin Ankara olması muvafıktır" sözü ile belirtmiştir. Atatürk; "En acı ve felaketli günlerde millet her taraftan zehirlenirken Ankaralılar, memleket ve milletin gerçek kurtuluşuna yönelik girişimler hakkındaki iman ve itimatlarını bir an dahi sarsmamışlardır.” sözü ile Millî Mücadele’de ülkenin en kötü günlerinde dahi Ankaralıların, Milli Mücadele ruhlarını kaybetmediğini belirtmiştir. Ankaralılar, Ahilik felsefesinde ve örgütlenmesinde önemli bir yeri olan Kırşehir’de yaşadığı bilinen Ahi Evren'in fikirleri, Ahiliğin misyonu haline gelmiştir. “Fütüvvet” olarak nitelenen demokratik esaslar ve paylaşım felsefesine sahip ve Ahi organizasyonunun askeri kanadı olan, bugün de yaşayan ve “Seymenlik” geleneğinin biçimlenmesinde etkin olan “Ahi Alayları” diğer adıyla “Yiğit Alayları” oluşturulmuştur. 

Bu gelişmeler yaşanırken Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’nın milli mukavemetin merkezi olacağı fikrinin ve yolculuğun gizli tutulmasını isteyerek, Heyet-i Temsiliye'nin Sivas'tan Ankara’ya hareketini 16 Aralık 1919'da ilgililere bildirmiştir. Ali Fuat Paşa, 13 Aralık 1919'da gönderdiği şifrede; “Yolların hava şartları nedeniyle kötü olduğunu, Rauf Bey'le Mustafa Kemal Paşa'nın Mucur'dan temin edilecek bir araba ile Hacıbektaş'a gitmelerini ve Çelebi Efendi ile görüşmelerini çünkü tekke babaları ile bu zatın hareketi milliye lehinde olduklarını ve kendisine bu konuda yardım edeceklerini” belirtmiştir. 18 Aralık 1919'da 3 araba ile sabah 9.00'da Sivas’tan yola çıkılacağını, güzergâhın Kayseri-Hacıbektaş-Mucur-Kırşehir-Kaman-Beynam üzerinden yapılacağını Fahrettin Altay Paşa'ya söylemiştir. Mazhar Müfit Kansu, yolculuktan önce; “Bütün mevcut nakdimiz ancak yol için 20 yumurta, 1 okka peynir ve 10 ekmeğe yettiğinde bunları aldırdık. Para bulamazsak aç kalma ihtimali vardı.” Yola çıkmadan önce bir kefil ve senet karşılığı Sivas Osmanlı Bankası’ndan biraz borç para alınmış, otomobillerin lastiklerini ve benzini de Amerikan Mektebi’nden alınarak yola çıkıldığını belirtmiştir. Kansu; “Hava çok soğuk, yerler karla kaplı ve bir taraftan da kar yağmakta idi. Otomobiller açık olduğundan tabii kar içinde gidiyorduk. Karlar içinde üç otomobil, ancak saatte 20-25 km. süratle yola devama başladık.”  Sözleriyle yolculuğun ne kadar zor ve sıkıntılı olduğunu anlatmıştır. 

Heyet-i Temsiliye; 192 kilometrelik yolu iki günde alarak 20 Aralık’ta Kayseri’ye gelmişlerdir. 21 Aralık 1919 Pazar günü saat 20.30’da Mucur'a, 22 Aralık Pazartesi sabah Hacıbektaş'a gitmiştir. Alevilerinin önderlerinden Çelebi Cemalettin Efendi ile Hacıbektaş Dede Post vekili Niyazi Salih Baba ile görüşülmüştür. Çelebi Cemalettin; ulusal direniş hareketine katılacağını ve taraftarlarının da destek vermelerini sağlayacağını söylemiştir. Atatürk, Ali Fuat Paşa'ya 23 Aralık 1919’da gönderdiği telgrafta; "Bir gün bir gece Çelebi Efendi ve Baba Niyazi Efendi ile müzakere eyledikten sonra bilumum Alevilerle Bektaşiyaanın bütün mevcudiyetleriyle müzahir ve hadim olacaklarına dair vaat ve teminatta bulunduklarını" Alevilerin ve Bektaşilerin, Kuvayı Milliyeye taraftar olduğuna dair söz alındığı bildirmiştir.

23 Aralık Salı günü Hacıbektaş'tan tekrar Mucur'a geçmiş, kendisini karşılayan öğrencilere ve kalabalığa yaptığı konuşmada; "Şimdiye kadar böyle içten bir karşılamaya rastlamadım. Mucurlular sağ olun. Vatan elden gidiyor. El ele verip düşmanlarımızı aziz topraklarımızdan kovacağız. Parolamız silah başına. Bu küçük kasa¬bada gördüğüm hürmeti ve çocuklarda gördüğüm zekâyı hiçbir yerde görmedim" sözü ile duygu ve düşüncelerini dile getirmiştir. 24 Aralık Çarşamba günü Kırşehir'de çok soğuk bir günde büyük bir gösteri ile karşılanmıştır. Heyet-i Temsiliye üyeleri Müdafaa-i Hukuk binasıyla birlikte “Kırşehir Gençler Derneğini” ziyaret etmiş ve gençlere Atatürk; "Sevgili genç¬ler, sizin gösterdiğiniz heyecanlı tavır ve hareketlerinizden çok mutlu olduk. Esaret teh¬likesine düşen, hürriyet ve istiklalini elde etme hususundaki davamızın ruhuna inanmış olduğunuza kanaat getirerek tüzüğünüzün çizdiği esaslar cidden takdir edilir şekildedir. İlerde hepinizin şerefli başarılar yolcusu olduğunuzu görmekle iftihar ederiz.'' dernek yöneticilerini duygulandıran ve mutlu eden sözler söylemiştir. Yine topluluğa; ''Milli varlığımız, onun kudreti, başımıza gelen ve gelecek olan bütün felaketleri def ve ref edecek kadar kuvvetli, güvendiricidir. Sevr ahitnamesi ile haksız olarak yurdumuzu işgal edenlerden hakkımızı almak için uğraşacağız. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde millet mümessilleri misakı milli esasları dahilinde gayelerimizi tahakkuk ettirmek için gerekli kararları aldılar. Hiçbir şeyden yılmayacağız, yokluktan sıkılmayacağız. Büyük ve asil milletimizin varlığı, kudreti mutlaka istikbali ve istiklali kurtaracaktır. Terakki yolunda medeniyet kuracağız. Mensup olduğumuz milletin tarihi dünyanın tanıdığı en büyük varlıktır.'' Ulusal bağımsızlık ve çağdaş uygarlığa ve refaha ulaşma düşüncesini gençlere aşılamak istemiştir.

Atatürk'ün Kırşehir’de kaldığı evin önüne gelen fener alayına katılanlara; “'Aziz ve mübarek vatanımızı kurtarmak için bütün münevverlerin, herkesin hazır olması lazımdır. İstanbul'a gitmeyeceğiz, Anadolu en büyük hazinedir. Sine-i Vatanda istihlas çarelerini beraberce, ölünceye kadar aramaya, temin etmeye çalışacağız. Gençlerin, Kırşehirlilerin duyguları hepimizin müşterek davasıdır. Sizlerin bu asil duyguları bizi çok mütehassıs etti. Ben ve arkadaşlarım sizleri sevgiyle selamlarız. En önemli kurtuluş ilkesi, halkın örgütlenmesidir. Örgütlenmeyi bilmeyen halk, saray karşısında, sömürgeciler karşısında yenilir, ezilir. Bu halk hareketini, bir ulusal devlet haline getireceğiz, yeni bir Türk Devleti. Millet teşkilat fikrini henüz zihnine sokmamıştır. Bütün milletin kabul ettiği nokta: Kuvayı Milliye’de esas, milli iradenin hâkim olmasıdır. Teşkilat henüz şekilden ibarettir. Bugün yarın buna bir geometrik şekil olarak bakamayız, buna ruh verebilmek için de milletimizin her ferdinin dimağını geliştirmek, herkesin geleceğine vuku bulacak taarruz ve tecavüzden kendilerini korumak için teşkilatla birlikte girişmek lazımdır. Aydınların vazifesi çok büyüktür.” Kuvayı Milliye bir millet hareketidir. Ancak geliştirilmesine ihtiyaç olduğu bir gerçektir. Bağımsızlık savaşında örgütlenmenin ve birleşmenin gereği ve önemi vurgulamıştır. Valinin evinden çıkışında coşkulu büyük bir kalabalığın kendisini beklediğini görmüş ve gençlik yıllarının esin kaynağı olan vatansever şair Namık Kemal in; “Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini, Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini, Vatanın bağrına düşman dayasa da hançerini, Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.” şiirini okumuştur. Kırşehir halkı, Mustafa Kemal Atatürk'ü yürüdüğü bu yolda asla yalnız bırakmamış, Millî Mücadeleye sonuna kadar destek vereceğine olan inanç ve kararlılığı göstermiştir. Türk Milletine olan inancı Kırşehir'de daha da sağlamlaştırmıştır. Mustafa Kemal Atatürk ve heyet, 25 Aralık Perşembe günü saat 09.00’da Kırşehir'den Kaman'a, ertesi günü Beynam'a gelmiştir. 9 gün süren zor bir yolculuktan sonra Atatürk ve Heyet-i Temsiliye üyeleri; 26 Aralık 1919 Cuma günü sabah erken, Kaman'dan, çevre köylerden ve Kırşehir'den gelen atlılarla birlikte kalabalık bir halk ta¬rafından yağışlı ve çamurlu bir ortamda Ankara'ya uğurlanmıştır. 

Mustafa Kemal Atatürk ve heyeti, 18 Aralık 1919’da Sivas’tan büyük ekonomik sıkıntılar ve tehlike içerisinde başlattığı yolculuğu, 27 Aralık 1919 Cumartesi günü saat 15.10’da tamamlanmıştır. Ankara’ya gelen 19 kişilik heyette; Hüseyin Rauf Orbay, Ahmet Rüstem, Yaver Yüzbaşı Cevat Abbas Gürer, Muzaffer Kılıç ve Yüzbaşı Bedri, Mazhar Müfit Kansu, Şeyh Fevzi ve Hakkı Behiç Bey, İbrahim Süreyya Yiğit, Dr. Binbaşı Refik Saydam ve Hüsrev Gerede yer almıştır. Heyeti ilk olarak Gölbaşı’nda Vali Vekili Yahya Galip Bey ile ve 20.Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy karşılamıştır. Karşılayanların arasında Vali Vekili ve Ankara müftüsü Rıfat Börekçi de yer almıştır. Ankara Valisi Galip Bey; “Paşam, hoş geldiniz. Bu Ulus, felaketten kurtulacak, ağlayanlar senin sayende gülecek, şimdi yerde sürünenlerin başı, gene senin sayende, bir gün gelecek semaya yükselecektir.”sözlerine Atatürk; “Bu asil hareketi asla unutmayacağım. Bizleri ne şu, ne de bu kuvvet kurtarabilir. Bizi sizin gibi fedakâr ve cesur halkımız kurtaracaktır.” Sözleriyle karşılamıştır. Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Ankara’ya gelişi Milli Mücadelenin yeni bir aşamasını ve önemli olaylardan birini oluşturmuştur. Emperyalizme karşı “Tam bağımsızlık”, saraya-sultana karşı “Milli Egemenlik” mücadelesini Ankara’dan yürütmüştür.  Milli egemenliğe esas alan ilk meclis Ankara’da can bulmuş ve başkent olmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün gelişi ve teşkilatıma hazırlıklarının başlatılması ile Milli Mücadele fiilen başlatılmıştır. Bu konuda, Lord Kinross; “Ankaralıların heyecanlı karşılayışı Kemal in bu seçimi yapmakta haklı olduğunu gösterdi. Mustafa Kemal ve yeşil ordusunun gelişi, sokaklarda tellallarla ilan edilmişti. Sultan rejiminin hışmına uğrayıp dağa kaçanlar, onu selamlamak için gizlendikleri yerden çıkıp geldiler. Mustafa Kemal, eskimiş lastiklerin içine bez doldurularak şişirildiğini söylediği külüstür açık bez Benz otomobiliyle göründü.  Arkadaşlarıyla beraber şehre yaklaşırken kendilerini bir gönüllü ordusu karşıladı. Yüzlerce atlı ve piyade mahalli kıyafetleri içinde eski biçim, kocaman tüfekleriyle gösteriler yapıyor, bayraklarını sallıyor, arada bir sıradan ayrılarak havaya sıçrayıp yerli oyunlar oynuyorlardı. Kaleye çıkan dar ve dik sokaklar davul zurna sesleriyle çınlamaktaydı.  Ankaralılar şimdiye kadar böyle büyük bir toplantı görmemişlerdi. Halk, milli duygularını coşkunluğunu göstermek için yol değiştirerek birkaç gün önce İngilizlerin işgal ettiği istasyondan geçti. Mustafa Kemal, Hacı Bayram Veli Cami ve Türbesini ziyarette bulunmayı da ihmal etmedi. Sonra Hükümet konağında balkondan aşağıdaki halka bir teşekkür nutku verdi.” Sözleriyle anlatmıştır. 

Ali Fuat Cebesoy karşılamayı; “Biz tam, üçü on geçe Kızıl yokuştan iniyorduk. Yolda Paşa’ya yetiştiğimizde Paşa, Rauf Bey’le beni otomobiline almıştı. Bize tahsis edilen Ziraat Mektebine gittik. Ankara’ya varışımızı bütün teşkilata 27 Aralık 1919’de yapılan tebliğ ile duyuruldu. Heyet-i Temsiliye adına Atatürk; “Sivas’tan Kayseri yoluyla Ankara’ya hareket eden Heyet-i Temsiliye, yol boyunca ve Ankara’da büyük milletimizin çok sıcak ve samimi vatanseverlik gösterileri içinde, bugün şehre geldi. Milletimizin gösterdiği bu birlik ve azim, memleketimizin istiklali hakkındaki kanaatleri sarsılmaz bir surette güçlendirici mahiyettedir. Şimdilik Heyet-i Temsiliye’nin merkezi Ankara’dır”. Milli mücadelenin hakiki merkezi Ankara olmuştur. Artık bir Merkez ve bir Şef vardır. Atatürk; “Ankara’nın ve Ankaralıların benim gönlümde bambaşka bir yeri vardır” sözü ile Ankara’nın önemini belirtmiş ve Milli Mücadele’deki tutumunu ise “İstiklal Mücadelesi tarihinde Ankara namı en aziz bir mevkii muhafaza edecektir. Bazılarımız göğüs germeyi hemen gayrimümkün zannedilen bu müşkülat karşısında sizler bir dakika tereddüt etmediniz. Üç sene önce Sivas’tan Ankara’ya ayak bastığım zaman bir misalini geçen gün dahi göstermiş olduğunuz samimi ve kalbi tezahürat ile beni kollarınız arasına aldınız. O zaman gösterdiğiniz bu vatani cesaret sayesinde ecnebi müdahalesiyle İstanbul’da kapatılmış olan Meclis-i Mebusan’ın daha geniş bir salahiyet ve şanı milliyet layık bir istiklal ile Ankara’da açmak mümkün oldu. Büyük Millet Meclisi sizin muhiti hamasetinizde korkusuzca istiklal mücadelesine devam edebilmiştir. Binaenaleyh, Ankara, hemşerilerimizin bu istiklali vatan mücadelesinde ayrı bir hissei şerefi vardır.” Sözü ile anlatmıştır.

27 Aralık 1919' Cumartesi günü, büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk ve Heyet-i Temsiliye üyelerinin; karakterinde ve sosyal dokusunda; tam bağımsızlığı, özgürlüğü, fedakârlığı ve dayanışmayı barındıran 16 Mayıs 1919’da başlayan Anadolu yolculuğunun, Milli Mücadele’nin kutsal karargâhı olan Ankara’ya gelişinde Ankara halkı tarafından 225 gün sonra Dikmen Keklikpınarı sırtlarında köylerden ve kasabalardan akın akın gelen yollara dizilen halk ve “Seymen Alayı” büyük bir sevgi, heyecan, coşku ve itaatle bağrına basılmıştır. 700 yaya ve 3000 atlı bir Seymen Alayının önünde, 20 zurna ve 50 davul yeri göğü inletmiştir. İki sıra halinde yürüyen kılıçlı seymenler, zaman zaman zeybek oynamışlardır. Bunların arkasında dervişler ile civar köylerden gelen Kızılbaş-Bektaşiler takip etmiştir. Bütün esnaf ve mektepliler de eşlik etmiştir. Mektepliler İstasyon caddesine, Seymen Alayının bir kısmı İncesu Köprüsü’nden Dikmen bağlarına, bir kısmı Çankaya bağları batısındaki Kızıl yokuş eteklerine ve diğer bir kısmı da İstasyon yoluna dizilmişlerdir. Bu tarihi günde, Seymen Efeleri ile Atatürk karşılaştığında arabadan inmiş, hatırlarını sorup ellerini sıkmıştır. Daha ileride ellerinde palaları ile bekleyen genç zeybekler ile selamlaşmıştır. Ulu Önder Atatürk’ün; "Merhaba Efeler! Niye zahmet ettiniz, arkadaşlar buraya neden geldiniz?" sorusuna Seymenler; "Sağ ol paşa hazretleri. Uğrunda Ölmeye, Millet yolunda kanımızı akıtmaya geldik Paşam!" cevabını vermişlerdir. Ulu Önder “Fikrinizde sabit misiniz?” sorduğunda Seymenler büyük bir kararlılıkla “And olsun” sözü ile karşılık vermişlerdir. Bunun üzerine gözleri yaşaran Ulu Önder “Varolun Yiğitler!” sözü ile şükranlarını bildirmiştir. Uzun yıllardır semalarına kara bulutların çöktüğü, umutların tükendiği Anadolu'da, zeybekler yeniden dönülmeye başlamıştır. Halk “Yaşa, var ol” sesleriyle ve alkışlarla etrafı çınlatmış, bu sırada Jandarma ile yirmi kadar polis de bulunmuştur.

“Seymen Alayı” basit bir karşılama töreninden öte, ülkeyi içinde bulunduğu karanlıktan kurtaracak yeni bir liderin, dağınık olarak sürdürülen Milli Mücadele hareketini şahsında toplayacak ve önderlik edecek liderin, Ankara halkı ve Seymenler tarafından seçilmesidir. Bu sivil oluşum ve tarihte eşine az rastlanır bu halk desteği, Millî Mücadeleyi taşıyacak olan Ulu Önder’e ve Kuvayı Milliyecilere olağanüstü bir moral ve güç vermiştir. Seymen Alayı, “Kızılca günlerde” (milli felaket günlerinde) kurulmuştur. Bu Alay, yeni devleti kurmuş, yeni reisi seçmiştir. Eski Türk töresinde var olan “Seymen Düzülme”, Ankara civarı köylerindeki Oğuz boyları tarafından korunmuştur. Enver Behnan Şapolya; “Ankara halkı, tarihin pek eski devirlerinden beri Seymen düzülme adı verilen bir Türk ananesini milli vicdanında gizli bir sır olarak yaşatmak idi. Seymen Alayı daima kızılca günleri kurulurdu. Yani milli felaket günlerinde, bir beyliğin ve bir devletin yıkılış sıralarında; halk yeni bir devlet kurmak ve başlarına yeni bir reis seçmek istediğinde Seymen Alayı kurulurdu. Bu Alay yeni devleti kurar, yeni reisi seçerdi. Bu töre, Türk ün mucizeli bir mefkûresiydi. Bu sebepledir ki, Oğuzlar tarihin hiçbir devrinde devletsiz kalmamışlardı.”sözleri ile Seymen Alayı’nın önemini belirtmiştir. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin bulunduğu yerde toplanan Ankara uleması heyetten Müftü Rıfat Börekçi Efendi, “Hoş geldiniz, safa geldiniz. Kademler getirdiniz. Memleketimizi aydınlattınız. Canla başla sizinle beraberiz.” demiştir. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları otomobillerle istasyona ve daha sonra Karaoğlan’a doğru ilerlemişlerdir. 

Mustafa Kemal Atatürk, Dikmen sırtlarında çok sayıda coşku ve güler yüzle karşılayan halk ile birlikte Hacı bayram Cami’sine yürüyerek türbeyi ziyaret etmiş, kurbanlar kesilmiş, dualar edilmiştir. Hacı Bayram Veli türbesi ziyaret edildikten sonra Hükümet Konağına geldiğinde kendisine sevgi gösterisinde bulunan halka; “Vatandaşlarım ne şu, ne bu kuvvet bizi kurtarabilir. Bizi sizin gibi fedakâr ve cesur halkımız kurtaracaktır” demiştir. Kolordu ziyaretinden sonra Ankara Valiliği tarafından Temsil Heyeti’nin karargâhı olarak tahsis edilen Kalaba'daki Ziraat Mektebi'ne yerleşmiştir. Ankara’da Atatürk’ün ilk ikametgâhı bu bina olmuş ve ulusal direnişin temelleri bu binada hazırlanmıştır. Bilahare, güvenlik ve şehre yakınlık gerekçesiyle "Direksiyon Binası" olarak belirtilen okula taşınmıştır. Millî Mücadele ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk'ün düşünmek ve dinlenmek için yalnız kalabildiği, özel toplantılarını yaptığı bir yer olmuştur. Ülkeyi kurtarmak için kişisel kararlılığı kitlesel direnişe dönüştürebilecek ortamı ve özlediği toplumsal dayanışmayı burada bulmuştur. 

Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’da karşılanışını; “Ankara’ya ilk kabul olunduğum gün 27 Aralık 1919, sadece bir vatandaş, ulusun bir bireyi idim. Hiçbir sıfatım, salahiyetim ve unvanım yoktu. Böyle olmakla beraber Ankara ve havalisi tamamıyla çocuklarıyla, kadınlarıyla, ihtiyarlarıyla beraber Ankara şehrinden Dikmen Tepesine kadar bütün sahrayı doldurmuş ve beni karşılamıştır. İstasyondan Hükümet dairesine kadar uzayan caddenin iki tarafı eski Türk kıyafetine girmiş, bıçakları ve tabancaları ellerinde Ankara Seymenleriyle dolmuştu. Seymenler ve onlarla beraber bütün halk: “Vatanı ve milleti düşmandan kurtarmak için hepimiz ölmeye hazırız, emrinizi bekliyoruz” diye bağırıyorlardı. O zaman Ankara İstasyonu işgalci subay ve askerlerin işgali altında bulunuyordu. O güne kadar Ankaralıları ölü ve Ankara’yı bir harabe zanneden bu yabancılar, bu yüce tezahür karşısında kaygılarını belirtmekten kendilerini alamamışlardır.” Ankaralılardan övgü ile bahsetmiştir. 

Atatürk, Ankara’nın milli mukavemet merkezi olarak Millî Mücadele’deki yerini; “İstiklâl Mücadelesi tarihinde Ankara namı en aziz bir mevkii muhafaza edecektir. Bazılarımız göğüs germeyi, hemen gayrimümkün zannedilen bu müşkülat karşısında sizler bir dakika tereddüt etmediniz. Üç sene mukaddem Sivas’tan Ankara’ya ayak bastığım zaman bir misalini geçen gün dahi göstermiş olduğunuz samimi ve kalbi tezahürat ile beni kollarınız arasına aldınız. O zaman gösterdiğiniz bu vatani cesaret sayesinde ecnebi müdahalesi ile İstanbul’da kapatılmış olan Meclis-i Mebusan daha vasî bir salahiyet ve şanı milliyet layık bir istiklâl ile Ankara’da açmak mümkün oldu. Büyük Millet Meclisi sizin muhiti hamasetinizde bîpervâ İstiklâl Mücadelesine devam edebilmiştir. Ankara, hemşerilerimizin bu istiklâl-i vatan mücadelesinde ayrı bir hisse-i şerefi vardır.” sözleriyle belirtmiştir.

Mazhar Müfit, Ankara’ya gelişi; “O sabah ajanslar ile Mustafa Kemal Paşa’nın geldiği haberi herkesi bildirildiği gibi, bir taraftan da sabahtan itibaren davullar ve zurnalarla bütün Ankara halkı karşılamaya hazırlanmıştı. Çankaya ve Dikmen tepelerinden güzel sesli hafızlar ezan ve salât okuyorlardı. Ve köylerden birçok atlı ve kağnı arabalarıyla binlerce halk Ankara’ya gelmiş, Ulucanlardan Hacı bayram Camii’nin önünde toplanarak dini tören yapılmış; 700 piyade, 3000 atlıdan teşekkül eden bir seymen alayını Ankara’da bulunan dervişler takip ediyor. Okul öğrencileri İstasyon Caddesi’ne, seymen alayının bir kısmı Dikmen bağlarına, bir kısmı Çankaya bağlarına, Kızıl yokuş eteklerine ve diğer bir kısmı da istasyon yoluna dizilmişti. Halkın bir kısmı Namazgâh tepesine ve diğer kısmı Yenişehir’in bulunduğu yerlere ve İstasyon yoluna sıralanmışlardı.” sözü ile anlatmıştır. Ankara, yalnız bir il, bölgesel bir merkez ve başkent değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in sembolü ve ülkenin geleceğinin simgesi olmuştur. Ankara'nın merkez olarak seçilmesinin doğru bir karar olduğunu milli Mücadele süreci ve özellikle Sakarya Meydan Muharebeleri göstermiştir.

28 Aralık 1919’da Ankara’nın ileri gelenleri Ziraat Okulu’nda Mustafa Kemal Atatürk’ü ziyaret etmişler ve ziyarette onlara yaptığı konuşmada; “Efendiler, Amerika Cumhurbaşkanı Wilson bir programla ortaya çıktı. Programın 12. Maddesi Türkiye ye aittir. Bu madde ile Türkiye’nin, milletimizin tam bir hâkimiyete sahip olması gereğini ortaya koyduktan sonra buna iki şart eklemiştir. O şartlar; aramızda yaşayan Müslüman olmayan unsurların güvenliklerini ve hareket hürriyetlerini sağlamak. Bir de Boğazların açık bulundurulmasıdır. Bu geçitte başkentimiz, devletimizin kalbi vardır. Bunun güvenliğini sağladıktan sonra genel ticarete hazır olarak açılması da gerekli görülür. Hiçbir millet, milletimizden fazla yabancı unsurların inanç ve geleneklerine saygı göstermemiştir. Hatta denilebilinir ki, diğer dinlere, başkalarının dinine ve milliyetine saygı gösteren tek millet bizim milletimizdir. Efendiler! Bir millet varlığı ve hakları için bütün gücüyle, bütün maddi ve düşünce gücüyle ilgili olmazsa, bir millet kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Milli hayatımız, tarihimiz ve son dönemde yönetim şeklimiz buna çok güzel kanıttır. Bugün bütün dünya milletleri yalnız bir hâkimiyet tanırlar: Milli hâkimiyet. Millet, hükümetin gözcüsü olması gerekir. Çünkü hükümetlerin işleri olumsuz olur da millet itiraz etmez ve susturmazsa bütün kusur ve suçlara ortak olmuş demektir. Milli Teşkilatımızın bugün sürdürdüğü amaç, vatan bölünmeden ve milletin esaretten kurtarılmasına yöneliktir. İnşallah yakın zamanda milli teşkilat bu amaca ulaşılmasında yüklendiği vatani görevi yapacaktır.  Kısaca iç durumumuzu düzeltmek, medeni milletler arasında çalışan bir organ olabileceğimizi işlerimizle göstermek gerekir. Bu amaçla başarılı olmak için siyasal çalışmadan fazla sosyal çalışmaya ihtiyaç vardır. Milli teşkilatımızın böyle bir amaç için nasıl bir şekil alması gerektiğini şüphesiz milletimizin genel istekleri belirleyecektir.” Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni milli teşkilatın ana siyasi unsur olduğunu ve önemli olan bu teşkilatın ülke sathında her yerde yapılanması gerektiğini belirtmiştir. Yine bu konuşmasında Meclis-i Mebusan tarafından kabul edilecek Misak-ı Milli’nin ana çizgilerini ortaya koymuştur. Anadolu’da yapılan Milli Mücadele, Kuvayı Milliye’ye dayandırılmıştır.  Ödemiş’te ilk Kuvayı Milliye’nin gücü Bekir Sami Bey’in ve Jandarma Yüzbaşı Tahir Bey’in girimleriyle oluşturulmuştur. Ali Fuat Cebesoy Paşa’nın Kuvayı Milliye’nin başına getirilmesi ile Kuvayı Milliye’nin hem genişlenmesi hem de yeni bir düzenlemeye geçirilmesi planlanmıştır. Kuvayı Milliye’nin direnişi karşısında Yunanlılar; Nazilli, Ahmetli ve Turgutlu’yu boşaltmak zorunda kalmış ve İzmir’e yeni takviye birlikler getirmişlerdir. 

Mustafa Kemal Atatürk, 27 Aralık 1919’dan 23 Nisan 1920’ye kadar yaklaşık dört ay (118 gün), Ziraat Mektebi’nde ikamet etmiş ve kurulan bir telgrafhane vasıtasıyla bütün yurtla temas sağlanmıştır. Ankara’ya gelişi Türkiye’nin kaderi değiştirmiş, vatanın bağımsızlık, ulusun egemenlik savaşının yürütülmesi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu gerçekleşmiştir. Özellikle, 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali, bu süreyi adeta ikiye bölen önemli olayı oluşturmuştur. Birinci dönemde, İstanbul’da padişah, Ankara’da Heyet-i Temsiliye olmak üzere iki başlı bir yönetimin mevcut olmuş, milletin ve idarecilerin bir kısmının Millî Mücadelenin anlamını henüz kavramamıştır.  İkinci dönemde ise düşman işgali altına giren İstanbul idaresinin etkisinin kalmamış ve Heyet-i Temsiliye’nin gittikçe güçlenerek bütün milletin temsilcisi durumuna gelmiş ve memleketin kaderine tümü ile sahip olmuştur. 

Bu dönemde, Mustafa Kemal Atatürk, Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak memleketi idare etmiş ve gelecek için birçok kararı tek başına almıştır. Heyet-i Temsiliye’nin kurulduğu Erzurum Kongresi’nden başlayarak Türkiye Millet Meclisi’nin açılışına kadar devam eden çalışma süresi içinde, Ankara’daki çalışmalar özel önemi teşkil etmiştir. Bu çalışmaların içinde, içte ve dışta Heyet-i Temsiliye’nin milletin temsilcisi olduğunu, padişah hükümetinin gafletini ve milletin yaptığı hayatta kalma mücadelesini inandırmak en önemlisi olmuştur. Bu dönemde; ayaklanmaların bastırılması, ilerleyen düşmana karşı cepheler oluşturulması, kurulacak yeni Türk devletinin temelini atılması, dış dünya ile temaslar kurulması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının hazırlanması gibi birbirinden önemli ve hayati olaylar oluşturmuştur. 

Atatürk, Ankara’ya geldiği sırada Batı cephesindeki “Milne Hattı” kararı yürürlükte olması nedeniyle 9 Ocak 1920’de, Kolordulara gönderilen ve Sivas Kongresi’nde oluşturulan harekât planı, Millî Mücadelenin ilk harekât planı olmuştur. Bu planda; seferberliğin nasıl yapılacağı, askeri ve milli kuvvetlerin emir ve komuta düzeni, Anadolu’nun cephelere ayrılması gibi önemli konular askerlik sanatının gereklerine göre belli bir düzene bağlanmıştır. Plana göre Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu Genel Komutanı olarak Rumeli ve Anadolu’da bulunan bütün kuvvetleri yönetecek ve Genelkurmay Başkanlığını Ali Fuat Paşa üzerine alacaktır. 20. Kolordu bir Başkomutanlık karargâhı teşkil ederek Afyon’a gönderilecektir. Bu karargâh, Anadolu Genel Komutanlığı Karargâhı olacaktır. 28 Ocak 1920 tarihli “Misâk-ı Milli” sınırları ve Heyet-i Temsiliye adına alınan bütün kararlar Ankara’da hazırlanmıştır. 

Dr. Cengiz TATAR
Dr. Cengiz TATAR
Tüm Makaleler

  • 26.12.2022
  • Süre : 14 dk
  • 1383 kez okundu

Google Ads