Ne Mutlu Türküm Diyene: Bölüm-3 (Son)
Söz konusu vecizede vurgunun, “Türk olmak” üzerine olmadığı hemen dikkati çekmektedir. Bireyin öncelikle bir Türk vatandaşı olarak sorumluluklarını yerine getirmesini talep etmektedir. Amaç daha fazla Türk olmak değildir; bu topluma daha iyi hizmet edebilmektir.
Bildiğiniz üzere, Cumhuriyet denilince ilk akla gelebilecek özellik, halk idaresidir; yani halkın kendi kendisini idare etmesidir. Siyaset felsefesi ile uğraşan filozoflar, antik çağdan beri Cumhuriyet idaresini, siyasi bir sistem olarak bu özelliği çerçevesinde tanımlamışlardır. Bu siyasî sistem, günümüzdeki anlamına ve uygulama biçimine bir dizi değişimler sonucunda ulaşmıştır. Bu değişimlerin yakın geçmişinde, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, teknolojik ve bilimsel gelişmeler ve bunlarla yakın ilişki içinde olan sosyal yapıdaki oluşumlar yer almaktadır.
Günümüzdeki anlamında “cumhuriyet” kavramının içeriğini belirleyen diğer temel etken, Batı toplumunu biçimleyen hümanizm, aydınlanma ve rönesans gibi felsefi değerler olmuştur. Öte yandan demokrasi kültürünün önemli bir başka dayanağı, bazı düşünürlere göre, Hristiyanlıktır ve onun değerleriyle yakın ilişki içinde olan ekonomik sistemdir; yani kapitalizmdir. Bu özellik, batı dünyası dışındaki kültürlerin demokrasi ve cumhuriyeti olumsuz bir gözle yorumlamalarının da temelini teşkil etmektedir.
Bugün laiklik, hoşgörü, insan hakları, özgürlük, sosyal adalet gibi değerler, çağdaşlığın ölçütü olarak kabul görmektedir. Bu değerler cumhuriyet ve demokrasi sayesinde kurumsallaşmışlardır ve siyasi yapının doğal bir parçası halini almış durumdadırlar. Çünkü cumhuriyet yaygın bir şekilde, ekonomik, askerî, teknolojik başarıların hazırlayıcısı bir siyasi sistemin adı olmanın ötesinde, evrensel değerlerin de taşıyıcısı olarak kabul görmektedir. Ne var ki, özellikle gündelik yaşamı ilgilendiren konularda ortaya çıkan kültürel çatışma, siyasî yapının ve birtakım evrensel değerlerin küçümsenmesi ve göz ardı edilmesi anlamına gelmemelidir. Çünkü hiçbir ulus, yukarıda da işaret edildiği gibi, batı dünyasının ulaştığı teknolojik, askerî, ekonomik ve bilimsel seviyeyi görmemezlikten gelme lüksüne sahip değildir.
Bu gerçeği göz ardı etmeksizin, Türk ulusu, cumhuriyeti kendi kültürel geçmişiyle bütünleştirmeyi yeğlemiştir. Cumhuriyetin siyasi bir sistem olarak sahip olduğu içeriği böyle bir temel üzerine kurulabilmiş olmamız, kurtuluş savaşımızın başarılı olması kadar önemli bir özelliktir. Bu noktada yine ister istemez “Ne mutlu Türküm diyene” sözü hatıra gelmektedir. Çünkü bu söz aynı zamanda, Türk ulusunun sahip olduğu vasıfların cumhuriyet rejimiyle olan ilişkisinin bir anlatımı gibidir. Gerçekten de, böyle bir inanç olmasaydı, hiç kimse bir imparatorluktan cumhuriyete, demokrasiye ve laik bir yapıya dönüşü gerçekleştiremezdi. Hiç kimse böyle bir gücü kendinde göremezdi.
Son 30-40 yıldır dünyamız “küreselleşme” adı altında bir dönüşüm ile karşı karşıyadır. Bu dönüşümde de Batı dünyası yine belirleyici bir rol üstlenmiş durumdadır. Demokrasi, insan hakları, cumhuriyet, laiklik, sosyal devlet gibi ilkeler, küreselleşme olgusunun merkezinde yer alan değerler olarak yine karşımıza çıkmaktadır. Türk ulusu, cumhuriyetle birlikte sahip olduğu değerleri, bütün bu dönüşümlere ayak uyduracak şekilde başarıyla sürdürmektedir, sürdürmek zorundadır. Rusya ve Çin başta olmak üzere birçok ulus, çağa ayak uydurabilmek için yeniden yapılanma yolunu seçmiş durumdadırlar. Halbuki Türk Ulusu bu dönüşümü bir dehanın eseri olarak ve sahip olduğu tarihi değerler sayesinde çok önceden başarmıştır. Bizim Türk halkı olarak şimdi yapmamız gereken, sadece onun bize gösterdiği doğru yoldan ayrılmamaktır.
“Ne mutlu Türküm diyene” sözü, hukukun üstünlüğünü esas alan vatandaşlık kavramı ile de tam uyuma sahiptir. Kendini Türk gibi hissetmek, Türk vatandaşı olan herkesin devlet içinde aynı haklara sahip olması, yasalarla bu hakların güvence altında alınmış olması demektir. Her bir Türk vatandaşına eşit muamele sayesinde fırsat eşitliğinden, ortak sorumluluklardan, inanç özgürlüğünden bahsetmek mümkün olabilir. Yani çağdaş anlamda bir vatandaşlık, ancak bu yaklaşımla elde edilebilir.
Batı dünyası milliyetçiği hiçbir zaman kendi içinde bir ayrışma faktörü olarak uygulamamıştır. “Hukukun üstünlüğü” ilkesine dayanarak herhangi bir ayrılıkçı hareketin oluşmasına izin vermemiştir. Batı tipi demokrasilerde hakimiyetin millete ait olduğu kabul edilir. Fakat bunun için ortada bir milletin olması gerekir. Çağdaş bir millet, birlik ve bütünlüğünü dil, ortak kültür ve tarih, lâik bir yapı, sosyal haklar ve vatandaşlık kavramı üzerine kurabilen ve onları güvence altına alabilen bir hukuk devleti çerçevesinde oluşabilir. Bu koşullara sahip bir millet ve demokrasi, çağdaş bir devlettin, yani cumhuriyetin olabilmesinin önkoşuludur.
Bu yaklaşım Türk milletinin halen sahip olduğu özelliklerle ve kurtuluş savaşı ile gerçekleştirdiği mucizenin devamı niteliğinde olan cumhuriyetimizin temel değerleriyle tam bir uyum içindedir. Çünkü bizim cumhuriyetimiz; akılcı, lâik, hukukun üstünlüğü ve sosyal adalet kavramları üzerine kurulmuş, demokratik bir yönetimdir. Ayrımcılığı öngörmez.
Nitekim söz konusu vecizede vurgunun, “Türk olmak” üzerine olmadığı hemen dikkati çekmektedir. Bireyin öncelikle bir Türk vatandaşı olarak sorumluluklarını yerine getirmesini talep etmektedir. Amaç daha fazla Türk olmak değildir; bu topluma daha iyi hizmet edebilmektir. Atatürkçü olmak daha fazla Atatürkçülüğü savunmak değildir, daha iyi Atatürkçü olmaktır. Türk ve Atatürkçü olmak, Cumhuriyetin başta akılcılık ve çağdaşlık olmak üzere tüm değerleriyle uyum içinde iyi bir Türk vatandaşı olabilmek demektir.
Kurtuluş savaşı gibi cumhuriyet de Türk milletinin sahip olduğu değerler sayesinde başarılmıştır ve ileriye doğru yoluna devam etmektedir. Atatürk’ün Cumhuriyet’in onuncu yılında söylevinde belirttiği üzere, “Az zamanda çok ve büyük işler yaptık, bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.”
O zaman ben de iliklerime kadar hissederek haykırıyorum. “Ne mutlu Türküm diyene!"