Sakarya Meydan Muharebesi’ni Neden Türk Ordusu Kazandı?
15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan ve Anadolu içlerine doğru ilerleyen Yunan ordusu, 1920 ve 1921 yıllarında yaptığı taarruzlara rağmen Türk ordusunun direnişini kıramayınca Temmuz 1921’de daha büyük kuvvetlerle yeniden taarruz etmiştir.
15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan ve Anadolu içlerine doğru ilerleyen Yunan ordusu, 1920 ve 1921 yıllarında yaptığı taarruzlara rağmen Türk ordusunun direnişini kıramayınca Temmuz 1921’de daha büyük kuvvetlerle yeniden taarruz etmiştir. Bu taarruzu durduramayan Türk ordusu, Kütahya bölgesindeki muharebelerde yenilerek Eskişehir’in doğusuna çekilmiş ve burada yaptığı karşı taarruzdan sonuç alamayınca birliklerde dağılma emareleri ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti (Genelkurmay Başkanlığı)’ne birliklerin toparlanabilecekleri kadar geriye çekilmesini teklif etmiştir.
Türk ordusunun başlangıçtan beri uyguladığı strateji, Yunan ordusu taarruz ettikçe bu taarruzlara mukavemet etmek, tespit etmek, yavaşlatmaya ve durdurmaya çalışmak ve kazanılan zaman içinde orduyu güçlendirmek esasına dayanıyordu. Türk ordusunun Eskişehir doğusundan sonra yapacağı savunmanın da Ankara-Sivas-Erzurum-Kars ana stratejik yolu üzerinde, ülke derinliklerine dayanarak ve gerektiğinde kademe kademe bu derinliğe çekilerek yapılması gerekiyordu.
Bu sebeple Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili Fevzi (Çakmak) Paşa, cephede örtme birlikleri bırakılarak tüm birliklerin kademeli bir şekilde Sakarya Nehri gerisine çekilmesini emretmiştir. Bu emir üzerine Türk ordusu, 25 Temmuz 1921 tarihine kadar Sakarya Nehri doğusuna çekilmiştir. Türk ordusunu takip eden Yunan birlikleri ise Eskişehir’in 45 kilometre doğusuna kadar ilerlemiş ve bu bölgede durmuştur.
Türk ordusunun tamamen çekildiğini anlaşılınca, Yunan ordusu Komutanı Papulas, Atina’ya harekâtın birinci safhasının tamamlandığını ve ikinci safha için emir beklediğini bildirmiştir. Bunun üzerine; Kral, Başbakan, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’nın katılımıyla 28 Temmuz 1921’de Kütahya’da bir harp meclisi toplanmıştır.
Bu toplantıda Papulas, istenen hedefe ulaşıldığını ve ileri harekâta devam edilmesine gerek olmadığını söylemiş fakat başbakan, bu harekâtı yapmaya mecbur olduklarını çünkü Türk ordusunu ezmeye muvaffak olamazlarsa elde edilen başarılardan bir fayda sağlanamayacağını söyleyerek taarruza devam edilmesi gerektiği konusunda ısrar etmiştir.
Başbakan’ın bu ifadesi üzerine Papulas, hazırladığı raporu savaş meclisine sunmuştur. Bu rapora göre, yapılacak taarruzun maksadı Türk kuvvetlerini ezmek ve Ankara’daki erzak ve mühimmatı imha etmek olacaktır. Ancak Türkler boyun eğmezse Ankara’da kalmak tehlikeli olacağından, demiryolunu imha ederek Eskişehir’e geri dönmek gerekmektedir.
Papulas’ın sunduğu bu rapor uygun bulunmuş ve 20 günlük hazırlık süresinin ardından ordunun ileri harekâta başlamasına karar verilmiştir. Bunun üzerine Yunan ordusu, taarruz için bir harekât planı hazırlamaya başlamıştır. Bu sırada Türk ordusu da savunma için planlama çalışmaları yapmaktadır.
Harekât planları hazırlanırken, öncelikle bir durum muhakemesi yapılır. Durum muhakemesi sırasında, ne tür bir hareket tarzı uygulanacağına karar verebilmek için tarafların muharebe güçleri hesaplanarak birbiriyle mukayese edilir. Bu işleme nispi kuvvet mukayesesi (nispi muharebe gücü mukayesesi) denir.
Nispi muharebe gücü, düşman ve dost kuvvetlerin durumuyla ilgili bilgilerin incelenmesine dayanarak belirlenir. Bu gücün esas faktörleri, manevra ve ateş destek birlikleridir. Aldatma, hareket kabiliyeti, arazi ve hava şartları, birliklerin konuşu, lojistik destek, psikolojik harekât ve elektronik harp gibi hususlar ise ilave faktörlerdir.
Nispi kuvvet mukayesesi; esas ve ilave faktörlerin niteliksel ve niceliksel farklarının toplamıdır. Esas faktörlere göre nispi muharebe gücünün hesaplanmasında kullanılan yöntemler, sayısal mukayese ve birlik etkinlik değerleri ile mukayese yöntemleridir. Sayısal mukayesede, tarafların birlikleri sayısal olarak (üç tabur, beş tabur gibi) birbiri ile mukayese edilir. Birlik etkinlik değerleri ile mukayesede ise birlik sayıları niteliksel özelliklerinden kaynaklanan çeşitli kuvvet çarpanları ile işleme tabi tutularak bir değer bulunur.
Bu çalışmada Sakarya Meydan Muharebesi’ne katılan Türk ve Yunan birliklerinin nispi muharebe güçleri mukayese edilecek ve elde edilen bilgiler ışığında muharebeyi neden Türk ordusunun kazandığı tespit edilmeye çalışılacaktır. Bu yapılırken, harekât planları dikkate alınmayacak, sadece tarafların mevcut kuvvetlerinin niceliksel ve niteliksel üstünlüklerinin muharebenin sonucu üzerindeki etkileri ortaya konulacaktır.
Bu maksatla, öncelikle Sakarya Meydan Muharebesi kısaca incelenecektir. Bunun ardından sırasıyla; asıl faktörler olarak kabul edilen manevra ve ateş destek birliklerinin nicelik açısından nisbi muharebe gücü oranları tespit edilecek, elde edilen sonuçlar nitelik açısından değerlendirilecek, ilave faktörlerin nicelik ve nitelik açısından mukayesesi yapılacak ve elde edilen neticeler sonuç bölümünde sunulacaktır.
1. Sakarya Meydan Muharebesi
Sakarya Nehri doğusuna çekilen Türk ordusu, Ankara Çayı-Orta Sakarya doğu sırtları-Ilıcaözü kuzey sırtları-Temürözü-Türbe Tepe-Mangal Dağı hattından geçen bir savunma hattı seçmiş ve bu hattı 25 Temmuz 1921’den itibaren tahkim etmeye başlamıştır. Fakat Türbe Tepe ve Mangal Dağı gibi yerler sarp ve taşlık olduklarından iyi tahkim edilememiş, tel engeller ise malzeme yetersizliğinden bazı bölgelere çekilebilmiştir. Su taşırmaları da sadece Beylikköprü ile Tekeköy arasındaki bölgede yapılmıştır.
Bu sırada Meclis’te, alınan yenilgi ile ilgili sert tartışmalar yaşanmakta ve birçok vekil tarafından Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun başına geçmesi istenmektedir. Bunun sonucunda, 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Paşa başkomutan olarak görevlendirilmiş ve Meclis’in gücünü kullanma yetkisi üç ay süreyle kendisine verilmiştir.
Bu yetkiyi alan Mustafa Kemal Paşa; Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti ve Müdafaa-i Milliye Vekâleti (Millî Savunma Bakanlığı) karargâhı personelinden bir Başkomutanlık Karargâhı kurmuştur. Diğer bakanlıklarla ilgili işleri yürütmek için de bir büro kurulmuştur. Ayrıca, Fevzi Paşa Müdafaa-i Milliye Vekilliğinden alınarak Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili olarak görevlendirilmiştir.
Bundan sonra, hazırlıkların tamamlanması ve kullanılabilecek bütün kuvvetlerin Sakarya doğusunda toplanması için çalışmalara hız verilmiştir. İkmal sorununun çözülmesi için 7-8 Ağustos 1921’de tekâlifi milliye emirleri yayınlanmıştır. Batı Cephesi Komutanlığı karargâhı Polatlı’da ve Başkomutanlık karargâhı Alagöz’de konuşlanmıştır.
Yapılan durum muhakemesi sonucunda, Yunanların güneyden kuşatıcı bir manevra yapmasının daha yüksek bir ihtimal olduğuna karar verilmiştir. Bu sebeple Türk ordusu, 80 kilometrelik bir hat boyunca ve nehir kıyısından sonraki ilk sırtlarda mevzilenmiştir. Eskişehir-Ankara demiryolu hattının kuzeyinde beş tümen, güneyinde ise 10 tümen tertiplenmiş ve ihtiyat olarak da Sincanlı civarına iki tümenli bir grup konuşlanmıştır.
Savunmanın, arazi derinliğinde adım adım direnecek ve mahdut hedefli taarruzlarla düşmanı yıpratacak şekilde yapılmasına karar verilmiştir. Kuşatmalara karşı yanlar süvari birlikleriyle korunacak, uzun geri çekilmeler yapılmayacak, bir birlik çekilince yanındaki birlik çekilmeyecek ve çekilen birliği destekleyerek savunmaya devam edecektir.
12 Ağustos 1921’de, Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa cepheye gelmiş ve savunma planı yeniden gözden geçirilmiştir. 14 Ağustos’ta da Yunan ordusu ilerlemeye başlamıştır. Yunan ordusunun ilerlemesini takip eden Batı Cephesi Komutanı, Yunanların Türk ordusunun Sivrihisar kesiminde savunma yapma ihtimaline göre hareket ettiğini, burada savunma yapılmadığını görünce birliklerin güneye kaydırıldığını, bu sebeple güneyden kuşatma harekâtı yapmayı planladıklarını anlamıştır. Bunun üzerine, ihtiyatta tuttuğu 4. Grup’u sol kanada ve 3. Grup’u sol kanat gerisine göndermiştir.
Yunan ordusu, 22 Ağustos’ta intikalini tamamlayarak bir tümeni eksik üç kolordusunu Yukarı Sakarya ile Ilıca Deresi kavisi arasında toplamıştır. Yunan ordu komutanının maksadı, Baraközü ve Temirözü bölgesinde cepheyi yarmak ve doğudan kuşatma harekâtı icra etmektir. Yunan ordusu, 23 Ağustos’ta, Demirci bölgesindeki 7. Tümen ile gösteriş taarruzu yaparken batıdan doğuya 3., 1. ve 2. Kolordular ile taarruza başlamış ve Mangal Dağı’nı ele geçirmiştir. 7. Tümen ise geceleyin baskın şeklinde nehrin doğusuna geçmiştir.
24 Ağustos’ta Yunan ordusunun sekiz tümeniyle 40 kilometrelik cepheden yaptığı taarruz, Polatlı-Yıldız Dağı hattının doğusunda tertiplenmiş 10 tümen kadar kuvvete tekrar çarpmıştır. 25 Ağustos’ta da devam eden taarruzlar sonucunda Türbe Tepe Yunanların eline geçmiş ancak yapılan karşı taarruzla geri alınmıştır.
26 Ağustos’ta Yunan ordusu, Türk ordusunu güney ve doğudan kuşatırken, doğu-batı istikametinde taarruz eden 7. Tümeni ile birleşmeye çalışmıştır. Türk ordusu, 2. Yunan Kolordusu’nun doğudan kuşatma yapmasını önlemiş ve sol kanada kuvvet kaydırma imkânı bulmuş fakat 2. Grup çekilmek zorunda kalınca, cephenin yarılması tehlikesi ortaya çıkmıştır.
Bu tehlikeli gelişme üzerine Mustafa Kemal Paşa, İçişleri Bakanı’na muharebelerin Ankara’ya kadar intikal etmesi ihtimalinin ortaya çıktığını, meclisin, hükümetin ve Ankara’dan çıkması gereken kişilerin Ankara’dan Kayseri’ye nakledilmesini ve bu işlerin 29 Ağustos’a kadar tamamlanmasını bildirmiştir. Fakat Yunanlar elde ettikleri başarıyı yeteri kadar kuvvetle takviye edememiş ve birlikler gerideki sırtta savunmaya devam etmiştir.
Bunda Türk komuta heyetinin iş birliği ve uyum içinde çalışması da etkili olmuştur. Durumun en kritik olduğu bir zamanda Fevzi Paşa, Cephe Komutanı’na adım adım savunma yaparak başarıya ulaşılabileceğini bildirmiştir. Başkomutan da bundan esinlenerek “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır...” diye başlayan meşhur emrini vermiştir. Bu emir, savunmanın belli bir hatta değil, temas hattından Ankara’ya kadar uzanan bölgenin tamamında adım adım yapılacağı anlamına gelmektedir. Bundan maksat, düşman kuvvetlerini yıpratarak taarruza devam kabiliyet ve kudretinden mahrum hale getirmektir.
Yunan taarruzu durdurulunca, Kayseri’ye taşınma emri iptal edilmiştir. 27 Ağustos’ta Türbe Tepe kaybedilmiş fakat yine bir gerideki sırtlarda savunmaya devam edilmiştir. Gündüz cepheyi yaramayan ve kuşatma yapamayan Yunanlar, gece taarruzu ile cepheyi yarmayı denemişler fakat mevzii başarılarla yetinmek zorunda kalmışlardır. Bundan sonra Yunan ordusu, 30 Ağustos’a kadar bir yandan 2. Kolordu ile cephenin doğu kanadından Türk ordusunu kuşatmaya çalışırken bir yandan da diğer kolordularla cepheyi yarmaya çalışmıştır.
Zaman zaman cepheyi yarabilecek bazı başarılar elde etse de bu başarıları yeterince birlikle takviye edemediği için bir netice alamamıştır. Öte yandan, Yunan ordusu kuşatma yapmak için doğuya doğru kaydıkça, kolordular arasında büyük boşluklar ortaya çıkmış ve bu durum koordinasyonu imkânsız hale getirmiştir.
Sekiz gündür devam eden yoğun çarpışmalar sebebiyle Yunan kolorduları o kadar çok zayiat vermişlerdir ki artık etkili bir taarruz yapabilmeleri imkânsız hale gelmiştir. Üstelik Süvari Kolordusu’nun cephe gerisindeki baskınları yüzünden ikmal aksadığından, askerler doğru dürüst yemek yiyememektedir. Bunun da etkisiyle 31 Ağustos’ta Yunan taarruzunun şiddeti kırılmaya başlamıştır. Bu durumu fark eden Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Milliye Vekili Refet (Bele) Paşa’ya, muharebelerin yıpratma savaşı haline geldiğini, başarının kesintisiz ikmale bağlı olduğunu bildirmiştir.
1 Eylül 1921’deki kanlı muharebelerin ardından 2 Eylül’de, 1. Yunan Kolordusu ağır zayiatlar pahasına Çal Dağı’nı ele geçirmiş ancak daha ileriye gidememiştir. Bunun üzerine, birliklerin oldukça yıprandığını gören Papulas, Yunan ordusunu 3 Eylül’de bulunduğu mevzilerde dinlendirmiştir. 4 Eylül’de de önemli bir başarı kazanamayınca, birliklerini savunma durumuna geçirmiş ve taarruza devam etmekte hiçbir fayda görmediğini Yunan hükümetine bildirmiştir.
Yunan ordusu 5 ve 6 Eylül 1921’de taarruz etmeyince, Türk ordusu 6/7 Eylül gecesi çeşitli bölgelerde keşif amaçlı baskınlar yapmıştır. Bunun sonucunda, Yunan ordusunun ileride zayıf birlikler bıraktığı ve birliklerinin çoğunu geride topladığı tespit edilmiştir. 7 Eylül’de; Yunan Savunma Bakanı, Başbakan’a bir rapor yazmış ve mücadelenin mevzi muharebeleri karakteri almak üzere olduğunu, harekatın devamını tehlikeli gördüğünü bildirmiştir.
8 Eylül’de ise Papulas, şimdiye kadar ordunun elinden geleni esirgemediğini, harekatın uzatılmasının tehlikeli olacağını belirtmiş ve hükümetin askeri tedbirleri düzenlemek üzere fikrini açıklamasını istemiştir. Başbakan buna, her türlü siyasi fikir ve emelin etkisinden bağımsız olarak sadece askerî gereklere göre karar vermesi cevabını vermiştir.
Türk ordusu, 9 Eylül 1921’de yapılan hareketlerden, Yunanların geri çekilmek üzere olduğunu anlamış ve 10 Eylül sabahı erkenden genel karşı taarruza başlamıştır. Dua Tepe ele geçirilmiş ve diğer bölgelerde de bir miktar ilerlenmiştir. Bunun üzerine Papulas, 2. Kolordu’nun geri çekilmeye başlamasını ve 3. Kolordunun fazla malzemesini Kavuncu köprüsüne göndermesini bildirmiştir.
Bu emri alan Yunan birlikleri, 11/12 Eylül 1921 akşamı Sakarya batısına geçmeye başlamıştır. Geri çekilme 12/13 Eylül akşamı tamamlanmış ve Yunan ordusu Porsuk Çayı ile Sakarya Nehri yukarı kısmı arasında savunma düzeni almıştır. Böylece 22 gün ve 22 gecedir devam eden Sakarya Meydan Muharebesi sona ermiştir.
2. Nispi Muharebe Gücü
Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde Yunan Küçük Asya Ordusu; 1., 2. ve 3. Kolordular (dokuz tümen) ile doğrudan ordu komutanlığına bağlı müstakil birliklerden meydana gelmektedir. Orduya bağlı bu birlikler; 4. ve 11. Tümen, Bağımsız Tümen, Süvari Tugayı, 9., 49., 18. ve 47. Piyade Alayı ve destek birliklerinden oluşmaktadır.
Türk ordusu ise Mürettep Kolordu (3 piyade tümeni, bir süvari tümeni, bir süvari alayı), 12. (bir piyade tümeni), 4. (iki piyade tümeni), 3. (üç piyade tümeni), 2. (üç piyade tümeni) ve 1. (iki piyade tümeni) Grup ile 5. Süvari Grubu (bir süvari tümeni ve bir süvari tugayı) ve müstakil birliklerden meydana gelmektedir. Cephe Komutanlığı’na bağlı müstakil birlikler; 6. ve 57. Tümen, 3. Kafkas Tümeni, Mürettep Tümen, 2. ve 3. Süvari Tümeni, Bağımsız Süvari Tugayı, 47., 48. ve 49. Piyade Alayı, 29. Süvari Alayı ve diğer birliklerden oluşmaktadır.
Bu bilgiler ışığında iki tarafın nisbi muharebe gücü mukayesesini yapmak mümkündür ancak yukarıda verilen birlik miktarına göre yapılacak bir mukayese doğru sonuç vermeyecektir. Çünkü iki tarafın birliklerinin personel, araç, silah ve teçhizat miktarları birbirlerinden oldukça farklıdır. Örneğin Papulas, Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde bir Türk tümeninin 2.700, Yunan tümeninin ise 5.200 personelden oluştuğunu ifade etmektedir.
Bu durumda, birlik etkinlik değerleri ile mukayese usulü uygulanması gerekmektedir. Fakat elimizde Türk ve Yunan birliklerinin kuvvet etkinlik değerlerine dair bir bilgi bulunmamaktadır. Bu sebeple mukayese; silah, araç, teçhizat ve personel rakamları esas alınarak yapılacaktır. Yukarıda belirtilen Türk ve Yunan birlikleri, tarafların Batı Cephesi harekât alanında bulunan birliklerinin tamamını göstermektedir. Bu birliklerin bir kısmı Sakarya Meydan Muharebesi’ne fiilen katılmamışlardır. Bu sebeple, nisbi muharebe gücü mukayesesinde sadece çarpışmalara katılan kuvvetler hesaba katılacaktır.
Muharebeye fiilen katılmayan Kocaeli Süvari Tugayı ve milli müfrezeler ile 6. Tümen, Mürettep Tümen ve menzil birlikleri hariç Türk kuvvetleri; 5.401 subay, 96.326 er, 54.572 tüfek, 825 makineli tüfek, 169 top, 32.137 hayvan, 1.284 araba ve iki uçaktan oluşmaktadır. Muharebeye fiilen katılmayan 4. Tüman, 11. Tümen, Bağımsız Tümen ve bağımsız alaylar hariç Yunan kuvvetleri ise; 3.780 subay, 120.000 er, 75.900 tüfek, 2.768 makineli tüfek, 286 top, 3.800 hayvan, 600 adet üç tonluk kamyon, 240 adet bir tonluk kamyon ve 18 uçaktan oluşmaktadır. Bu bilgiler ışığında Türk ve Yunan ordusunun asıl faktörler açısından kuvvet mukayesesi resimlerde yer alan tabloda sunulmuştur.
3. Asıl Faktörlerin Nicelik ve Nitelik Açısından Değerlendirmesi
Tabloya bakıldığında, Türk ordusunun Yunan ordusuna sadece hayvan sayısında ve subay miktarında üstünlük sağladığı, diğer bütün alanlarda Yunan ordusunun üstün olduğu görülmektedir. Hayvan sayısındaki üstünlük, Türk ordusunun süvari birliği sayısının fazla olması ve ikmal faaliyetlerinin hayvanların çektiği arabalarla yapılmasından kaynaklanmaktadır.
Türk ordusunun taşıma için kullanılan hayvan sayısında sağladığı üstünlüğün kuvvet mukayesesi açısından üstünlüğü değil taşıma kapasitesindeki zafiyeti gösterdiği söylenebilir. Çünkü Yunan ordusunda personel ve yük taşıma faaliyeti motorlu araçlarla yapılırken Türk ordusunda motorlu araç yok denecek kadar azdır. Motorlu araçlar, hayvanla çekilen arabalara göre hem daha hızlıdır hem de daha fazla taşıma kapasitesine sahiptir.
Bununla birlikte, Türk ordusunun taşıma kapasitesinin, ihtiyacı karşılama açısından büyük bir zafiyet yaratmadığı anlaşılmaktadır. Anadolu’da motorlu araçların kullanımına uygun doğru dürüst yol bulunmadığı ve Türk ikmal yollarının Yunan ikmal yollarına göre daha kısa olduğu da göz önüne alındığında, ikmal faaliyetleri açısından Türk ordusunun daha avantajlı olduğu bile söylenebilir.
Türk ordusundaki süvari miktarına bakıldığında, muharebeye katılan dört süvari tümeni, iki süvari tugayı ve iki süvari alayı bulunduğu görülmektedir. Yunan ordusunda ise sadece bir süvari tugayı vardır. Tugaylar iki alaylı, tümenler üç alaylıdır. Buna göre, Türk ordusunda 16 süvari alayı, Yunan ordusunda ise iki süvari alayı muharebeye iştirak etmiştir. Türk ordusunun süvari miktarı Yunan ordusundan sekiz kat fazladır. Yani, Türk ordusunun manevra kabiliyeti Yunan ordusuna göre çok üstündür.
Bu durum, Türk ordusu için bir kuvvet çarpanıdır. Bu kuvvet çarpanı, muharebede etkin olarak kullanılmıştır. Örneğin, Yunan ordusu Eskişehir ve Afyon bölgelerinden hareket eder etmez süvariler onların ileri harekâtını geciktirmek, kuvvetini, yürüyüş istikametini ve hedeflerini keşfetmek için örtme kuvveti olarak kullanılmıştır. Örtme kuvvetleri ilerleme sırasında Yunan kuvvetlerini sürekli olarak taciz ettiğinden Yunan ordusunun intikal süresi uzamıştır.
Süvari birlikleri, muharebe sırasında da etkin şekilde kullanılmıştır. Mürettep Kolordu kuruluşundaki bir süvari tümeni ve bir süvari alayı ile cephenin sağ yanında (kuzeyde) geniş bir bölgeyi örtmek mümkün olmuştur. Geriye kalan süvari birlikleri, sol kanada taarruz eden düşmanı yandan vuracak şekilde konuşlandırılmıştır. Başlangıçta cephenin en solundaki grup emrinde kullanılan iki süvari tümeni, 30 Ağustos’ta Süvari Grubu emrine verilerek savuma muharebelerinin sonuna kadar cephenin sol kanadı emniyet altına alınmıştır.
Türk süvari birlikleri ayrıca, savunma sırasında düşmanın yan ve gerilerine büyük bir cüretkarlıkla saldırarak kesin sonuç yerinden kuvvet ayırmasına sebep olmuştur. Bunun yanında, düşman gerilerine sızarak ikmal konvoyları pusuya düşürülmüş ve ikmal noktalarına baskınlar yapılmıştır. Hatta 27 Ağustos günü Uzunbey’deki Yunan ordu karargâhına bir baskın yapılmış ve Yunan Ordu Komutanı Papulas ile karargâhı kuzeye çekilerek son anda kurtulabilmiştir. Komuta yerlerine, menzil hatlarına ve ikmal noktalarına yapılan bu saldırılar sebebiyle, Yunan ordusu ikmal ve komuta kontrol güçlüğü yaşamıştır.
Yunan ordusunda ise sadece bir süvari tugayı bulunduğundan süvarinin hareket kabiliyeti ve manevra üstünlüğünden faydalanılamamıştır. Süvari tugayı, Türk süvari birliklerinin sızmasını önlemeye ve 2. Kolordu’nun yanını taciz ve baskınlardan korumaya çalışmıştır. Bu sebeple, 2 Eylül 1921’de Çaldağ düştüğünde olduğu gibi cephenin yarıldığı anlarda süvari birlikleri yarma gediğinden sokularak elde edilen başarıdan faydalanılamamıştır.
Süvari kuvvetlerinin bu şekilde kullanılmasında, sayısal orantısızlığın yanında iki tarafın kullandığı atların niteliklerinin de etkili olduğu anlaşılmaktadır. Türk atları ufak tefek, Yunan atları ise daha iri hayvanlardır. Bu sebeple Türk süvarisi, Yunan süvarisi ile yakın muharebeye girişmekten daima kaçınmıştır.
Türk atları, ufak tefek olmasına rağmen, Anadolu koşullarına dayanıklı ve oldukça hızlı hayvanlardır. Yunan atları ise Balkan Savaşı’nda da kullanılmış olan yaşlı atlardır ve yeterli arpa ve ot yiyemediklerinden hızlı koşamamaktadır. Bu sebeple Türk süvari birlikleri gerek intikal gerek muharebe sırasında Yunan piyadelerini rahatlıkla taciz edebilmiş ve Yunan süvarisi ile yakın muharebeye tutuşmadan hızla bölgeden uzaklaşabilmiştir.
Türk ordusunun ikinci üstünlüğü olan subay sayısındaki üstünlük, süvari üstünlüğünden de önemlidir. Nitekim Papulas da hatıralarında, Türk ordusunun en önemli üstünlüklerinden biri olarak subay fazlalığını ve bu subayların memleketlerini iyi tanımalarını göstermektedir. Bu sebeple, ülkesine gönderdiği telgraflarda özellikle küçük rütbeli subay ihtiyacından bahsetmiş ve subay gönderilmesini istemiştir.
Subay miktarındaki farklılığın temelinde, iki ülkenin yakın geçmişinde yaşadıkları olayların etkisi vardır. Yunanistan Balkan Savaşı’nda topraklarını iki kat büyütünce, ordunun da büyütülmesine karar verilmiş, bunun için üç tümenli üç kolordu ve iki tümenli bir kolordu kurulmuştur. Fakat ordunun hızla büyümesi, subay yetersizliğine sebep olmuştur. 1916’da I. Dünya Savaşı’na katılma konusunda anlaşamayan Kral ve Başbakan Venizelos’un mücadelesinin ardından Kral 1917’de ülkeden ayrılınca 2000 subay kralcı oldukları için ordudan çıkarıldığından subay açığı artmıştır.
Üstelik, Millî Mücadele sırasında Yunan ordusu daha da büyümek zorunda kalmıştır. Bu durum, subay açığını telafi edilemeyecek bir hale getirmiştir. 1920’de Venizelos hükümeti düşüp ordudaki Venizelosçu subaylar birliklerinden ayrılarak İstanbul’a gitmeye başlayınca subay kadrolarındaki yetersizlik vahim bir hale gelmiştir. Bu eksiklik, yedek subaylar ve bazıları okuma yazma bilmeyen astsubaylar subay yapılarak telafi edilmeye çalışılmıştır. Büyük birlik karargahları ve komutanlıklarının subay ihtiyacı da küçük rütbeli subaylar terfi ettirilerek karşılanmıştır.
Türk ordusunda ise çok sayıda subay bulunmaktadır. Çünkü, I. Dünya Savaşı sırasında birçok ordu kurulmuş ve bu ordular için subaylar yetiştirilmiştir. Savaş sona erdiğinde, sekiz ordu ve müstakil birliklerden oluşan Osmanlı ordusunun toplam personel miktarı 400 binden fazladır. Millî Mücadele boyunca ordu, hiçbir zaman bu mevcuda ulaşamamış, bu sebeple önemli bir subay açığı yaşanmamıştır.
Türk subayları, Yunan subaylarına göre nitelik açısından da üstün durumdadır. Türk subaylarının çoğu, I. Dünya Savaşı’nda birçok cephede yapılan muharebelere katılmış ve savaş tecrübesi kazanmıştır. Yunanistan ise savaşa 2 Temmuz 1917’de ve sadece Makedonya Cephesi’ndeki bir kolordu ile katılmıştır. Bu sebeple savaş tecrübesi olan subay sayısı çok azdır.
Savaş tecrübesinin yanında, subay kadroları arasındaki en büyük farklılık bunların göreve geliş şekilleridir. Yunan ordusunun subayları, bulundukları kadrolara ordu tarafından atanmışlar; Türk subayları ise savaşa gönüllü olarak katılmışlardır. Hatta bunun için İtilaf Devletleri kontrolündeki bölgelerden gizlice Anadolu’ya kaçmışlardır.
Bu sayısal ve niteliksel zafiyet sebebiyle Papulas, Ordu Komutanlığı’na atandıktan sonra birlik komutanları ve karargâh subaylarında büyük bir değişikliğe gitmemiştir. Ayrıca, Venizelos döneminde ordudan çıkarılan subayların bir kısmı tekrar orduya alınmıştır. Fakat eskiden astları konumundaki Venizelosçu subaylar Anadolu’da bir iki rütbe aldıklarından, bu subaylar Venizelosçu genç subayların astları durumuna düşmüşlerdir. Bunun üzerine, onlar da terfi ettirilmiş ve kendilerine makamlar tahsis edilmiştir. Böylece, çok sayıda işsiz güçsüz üst rütbeli subay ortaya çıkmıştır.
Tabloya göre Yunan ordusunun üstün olduğu hususlara gelince; ilk dikkati çeken husus, asker sayısındaki üstünlüktür. Ancak, bu çok büyük bir üstünlük değildir. Üstelik Türk askerleri, Yunan ordusunun sayısal üstünlüğünü dengeleyebilecek nitelik üstünlüğüne sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı süresince 2.850.000 kişiyi askere almış ve bu askerlerin çoğu Anadolu’dan alınmıştır. Bu sebeple, Türk ordusunda çok sayıda savaş tecrübesi olan asker ve özellikle çavuş ve onbaşı gibi küçük birlik komutanı bulunmaktadır.
Bu durum, acemi askerlerin savaş ortamına hızla uyum sağlaması açısından faydalı olmuştur. Ayrıca, tecrübeli askerler zor zamanlarda yeni askerlere örnek olarak sonuna kadar savaşmalarını sağlamıştır. Fakat aynı şey Yunan ordusu için geçerli değildir. Üstelik Yunan ordusu, Osmanlı vatandaşı olan Rumları da askere almıştır. Bu askerler Osmanlı ordusunda görev yapmadıkları için askerlikle ilgili hiçbir tecrübeleri yoktur.
Yunan ordusunun piyade tüfeği ve makineli tüfek açısından da üstün olduğu görülmektedir. Özellikle makineli tüfek üstünlüğü oldukça belirgindir. Bu durum, Yunan ordusuna ateş üstünlüğü sağlamaktadır. Bu üstünlük silahların teknolojisi açısından da geçerlidir. Yunan ordusunun silahları, İngiltere ve Fransa’dan temin edilmiş nispeten yeni silahlardır. Türk ordusunda ise çoğu I. Dünya Savaşı’nda kullanılmış olan eski silahlar bulunmaktadır.
Üstelik Türk ordusundaki tüfekler; Paraguay, ABD (muaddel martin ve adi martin), Alman (küçük ve büyük çaplı mavzer), Rus, Meksika, Avusturya, İngiltere, Fransa, Belçika ve Bulgaristan gibi birçok ülkede üretilmiş birbirinden farklı silahlardır. Makineli tüfekler de piyade tüfekleri gibi birçok farklı ülkeden temin edilmiştir. Bu durum, bir standart sağlanmasını imkânsız hale getirdiğinden ateş gücünü olumsuz etkilemiştir.
Yunan ordusu, top sayısı açısından da Türk ordusuna göre üstündür. Bu üstünlük, tüfek ve makineli tüfeklerde olduğu gibi Türk ordusundaki top modellerinin eski ve farklı menşeli olması sebebiyle daha da artmaktadır. Ancak, Türk ordusu ağır topçu sayısı açısından Yunan ordusuna göre üstün durumdadır. Türk ordusunda yedi tane on beşlik obüs bulunmaktadır. Yunan ordusunda ise işe yarar ağır top yoktur. Mevcut ağır toplar, Verdun ve Selanik’te kullanılmış ve yıpranmış toplardır.
I. Dünya Savaşı’nda dikenli tellerle güçlendirilmiş ve makineli tüfeklerle desteklenen mevzilerde savunma yapan piyadelerin hafif toplarla etkisiz hale getirilemediği ortaya çıkmıştır. Bu sebeple, Yunan ordusunun ağır toplarının olmamasının onun muharebe gücünü azalttığı söylenebilir. Nitekim Papulas da hatıralarında, Türk ordusunun ağır toplarının daha fazla olmasını, kendi ağır toplarının ise hem daha az hem de evsaf olarak daha kötü olmasını başarısızlığın en önemli sebeplerinden biri olarak göstermektedir. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın hatıralarından, onun da aynı fikirde olduğu anlaşılmaktadır.
Yunan ve Türk ordusunun kılıç sayılarına bakıldığında, iki tarafın kılıç miktarının birbirine çok yakın olduğu görülmektedir. Kılıç, süvariler ve subaylar tarafından kullanılan bir silahtır. Muharebenin sonucu üzerinde büyük bir etkisi olduğu değerlendirilmemektedir.
Yunan ordusunun Türk ordusuna göre en büyük üstünlüğü, motorlu araç sayısındaki üstünlüktür. Bu durum, demiryolu hattından uzaklaştıklarında ikmal faaliyetlerinin yürütülmesi ve gerektiğinde askerlerin taşınması için önemli bir avantaj sağlamaktadır.
Yunan ordusunun sayısal açıdan diğer büyük üstünlüğü, uçak sayısındaki üstünlüktür. Yunan uçakları, teknolojik açıdan da Türk uçaklarından daha üstündür. Çünkü Yunan uçakları İngiltere ve Fransa’dan alınmış nispeten daha yeni uçaklardır. Türk uçakları ise çok eski ve toplama uçaklardır. Bu sebeple Yunanlar uçakları keşif, gözetleme, önleme, bombardıman ve havadan yere taarruz görevlerinde etkin olarak kullanmışlardır. Fakat uçaklar henüz çok kısıtlı kapasiteye sahip olduklarından, muharebenin sonucu üzerine üstünlük oranı kadar büyük bir etki yapamamıştır.
4. İlave Faktörlerin Değerlendirmesi
Nispi muharebe gücü mukayesesinin ilave faktörleri; aldatma, hareket kabiliyeti, arazi ve hava şartları, birliklerin konuşu, lojistik destek, moral, komuta heyetinin özellikleri ve komuta kontrol sistemi başlıkları altında ele alınacaktır.
Yunan ordusunun operatif ve stratejik alanda aldatma tedbirlerine başvurmadığı görülmektedir. Türk ordusu ise operatif ve stratejik seviyede aldatma tedbirlerine büyük bir önem vermiştir. Bu maksatla, süvari birlikleri örtme kuvveti olarak kullanılmıştır. 1. Grup da Yunan ordusu ilerleyip temasa geçinceye kadar Sivrihisar-Mihalıççık hattında mevzilendiğinden, Yunanlara bu hatta savunma yapılacağı kanaatini verilmiştir.
Harekât öncesinde Papulas, Türk ordusunun Sakarya’nın doğusunda olduğuna dair bilgiler almasına rağmen Sivrihisar ve güneyine de çekilmiş olabileceğini düşünmüştür. Fakat bundan emin olamadığından, ileri harekâtı Türk ordusunun Sivrihisar hattında veya Sakarya doğusunda tertiplenmiş olabileceğine göre iki ihtimalli olarak planlamıştır. Bu sebeple, Sivrihisar-Mihalıççık hattına gelinceye kadar kuvvetlerinin çoğunu demiryolunun iki yanından hareket ettirmiştir. Burada savunma yapılmayacağını anlayınca, birliklerini güneye kaydırmıştır. Bu durum, Yunan taarruz planının açığa çıkmasına sebep olmuştur.
Manevra ve hareket kabiliyeti açısından değerlendirildiğinde, Türk ordusunun daha üstün durumda olduğu görülmektedir. Bu üstünlüğün iki temel sebebi vardır. Bunlardan birincisi Türk ordusunda daha fazla süvari birliği olmasıdır. Süvari kuvvetleri, yolsuz ve çorak Anadolu bozkırında Türk ordusunun etkili bir örtme harekâtı icra etmesine, savunma hattının açık yanını korumasına, bir bölgeden diğer bir bölgeye hızla birlik kaydırmasına ve oldukça geniş bir alanda manevra yapabilmesine imkân sağlamıştır.
Manevra ve hareket kabiliyeti üstünlüğünün ikinci sebebi ise Türk ordusunda Yunan ordusuna göre daha düşük mevcutlu daha çok tümen bulunmasıdır. Türk komuta heyeti az mevcutlu çok sayıda tümenin varlığının manevra kabiliyetini artırdığı düşündüğünden ve bu birlikler için yeterince subay bulunduğundan bu teşkilat yapısını Millî Mücadele’nin sonuna kadar değiştirmemiştir. Gerçekten de tümenler, muharebe süresince cephenin bir yerinden çekilerek hızla ihtiyaç duyulan başka yerlere kaydırılabilmiştir. Türk ordusunun uyguladığı oynak savunmanın başarılı olmasının en önemli sebebinin bu olduğu değerlendirilmektedir. Büyük ve hantal Yunan tümenleri ise aynı esneklikle kullanılamamıştır.
Bunda Türk ordusunda grup teşkilatının kullanılmasının da etkisi vardır. 3 Mayıs 1921’de Güney Cephesi Komutanlığı lağvedilerek cephe Batı Cephesi Komutanlığı adı altında birleştirilince geniş bir cepheye yayılmış olan çok sayıda tümenin sevk ve idare edilmesinde sorunlar yaşanmış, bunun üzerine iki veya daha fazla tümenden oluşan gruplar kurulmuştur.
Sakarya Meydan Muharebesi’nin sonuna kadar kullanılan grup teşkilatında, kolordu teşkilatına göre oldukça küçük bir karargâh bulunmaktadır. Kolorduların aksine, lojistik ve idari birlikleri de bulunmamaktadır. Bu faaliyetler Cephe Komutanlığı tarafından yürütüldüğünden, grupların hızla bir yerden başka bir yere gönderilmesi ve hatta gerektiğinde teşkilat yapısının değiştirilmesi mümkün olmuştur.
Hava ve arazi koşulları da Türk ordusu açısından avantaj sağlamaktadır. Çünkü coğrafya, Yunan ordusunun gücünü azaltan etkiler yaratmaktadır. Bu durum, Yunan ordusunun stratejik seviyede aldığı hatalı kararların kaçınılmaz bir sonucudur. Londra Konferansı sırasında Fransız ve İngiliz askeri temsilcileri tarafından uyarılmalarına rağmen, Yunan ordusunun bu kadar uzun menzilli bir harekât yapması hatadır. Üstelik, bu şekilde hareket etmenin sonuçları, yakın zaman önce yaşanan bazı muharebelerde açıkça görülmüştür.
Örneğin Napolyon, Moskova’ya kadar 900 kilometre ilerlemiş fakat sonunda yenilmiştir. İzmir’den Ankara 600, Sivas ise 900 kilometre mesafededir. I. Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi’nde ilerleyen İngilizler de Basra’dan 600 kilometre mesafedeki Selman-ı Pak’ta Osmanlı kuvvetlerine yenilmişlerdir.
Yunan ordusunun çıkış mevzileri de muharebe sahasına oldukça uzaktır. Eskişehir’den Ankara’ya Sivrihisar yoluyla mesafe 265 kilometre, Çifteler-İnler yolu ile 300 kilometredir. Üstelik Anadolu’nun hava koşulları böyle uzun mesafeli harekatlar icra etmek için oldukça önemli sorunlar yaratmaktadır. Örneğin, harekatın yapıldığı Eylül ayında kuvvetli yağmur mevsimi başlamaktadır. Bölgede, tekerlekli araçların sadece yazın kullanabildiği fakat kışın geçit vermeyen belli belirsiz yol izleri vardır. Bu sebeple Yunan ordusu, motorlu araçlarını kullanırken büyük zorluklarla karşılaşmıştır.
Türk ordusu ise bütün taşıma işlerini hayvanlarla yaptığından, öküzle çekilen yaysız arabalarla her mevsimde geçilebilen bu yolları rahatlıkla kullanabilmiştir. Türk ordusunun ikmal yolları da çok kısa olduğundan ikmal faaliyetleri önemli bir aksaklık yaşanmadan yapılabilmiştir.
Türk ordusu, savunma mevzilerinin yeri, şekli ve diğer özellikleri açısından da avantajlı durumdadır. Savunma hattının kuzeyindeki Ankara Çayı bölgesi sarp olduğundan, büyük birliklerin kuşatma yapmasına uygun değildir. Sakarya Nehri dar olduğundan köprü kurmaya elverişlidir fakat nehirden sonraki arazi Ankara’ya kadar birbiri gerisindeki hatlarda savunmaya imkân vermektedir.
Hattın güneyi de kuşatma harekâtına önemli zorluklar çıkarmaktadır. Kuşatmada başarılı olmak için fazla güneye kaymak gerekmektedir. Güneye kayan kuşatma kuvveti ise gerisini susuz, yolsuz ve kurak bir arazi kesimine vermek zorundadır. Ayrıca, Ankara’dan gelen yolların cephenin her tarafına yelpaze gibi uzanması ve demiryolunun kuşatılması zor olan kuzey kanada yakın olması, mevziin savunma gücünü artırmaktadır.
Savunma hattının şekli de Türk ordusu açısından avantaj sağlamaktadır. Savunma hattı yarım daire veya “L” şeklindedir. Türk ordusu bu hattın iç kısmında (iç hatlar konumunda) bulunmaktadır. İhtiyatlar yarım daireyi birleştiren çizginin orta kısmındaki Haymana’da konuşlandırıldığından cephenin her yerine kısa bir mesafededir. Bu sebeple ihtiyaç duyulan bölgelere hızla müdahale edebilmişlerdir. Savunma hattının bir ucundan diğer ucuna olan mesafe kısa olduğundan birlikler de bir bölgeden diğer bölgeye hızla kardırılabilmiştir.
Bu sebeple Türk ordusu, savunma yapılacak bölgede bütün kuvvetlerini toplamış ve ihtiyaç duyduğu bölgelerde muharebeye sokabilmiştir. İhtiyatlarını kullanarak ve muharebenin şiddetinin az olduğu bölgeden birlik çekip yeni bir ihtiyat oluşturarak Yunan ordusunun sıklet merkezi değiştikçe bu bölgede kuvvet çoğunluğu oluşturmuştur.
Yunan ordusu açısından bunun tam tersi bir durum geçerlidir. Dış hatlarda bulunan Yunan ordusu için cephe hattının iki ucunun birbirine olan mesafesi çok fazladır. Bu sebeple Yunan ordusu, 22 Ağustos’ta 50 kilometre olan taarruz cephesini 24 Ağustos’ta 90 kilometreye genişletmek zorunda kalmıştır. O dönemdeki talimnamelere göre 10 tümenlik Yunan ordusunun cephesi azami 40 kilometre olmadır. Yunan ordusu 90 kilometrelik cepheye yayılarak daha başlangıçta taarruz gücünü azaltmıştır. Bu sebeple, kolordular arasında irtibat, müşterek tesir ve güçlü bir sıklet merkezi tesis edememiştir.
Lojistik açıdan bakıldığında, Türk ordusunun muharebe öncesinde oldukça yetersiz olduğu görülmektedir. Üstelik yeni lojistik kaynak temin etme imkânı da kısıtlıdır. Silah, araç ve malzeme ihtiyacı İstanbul’daki depolardan kaçırılanlar ile Doğu Cephesi ve Elcezire Cephesi’nden gönderilenlerle karşılanmaya çalışılmaktadır. Dış kaynaktan temin ise sadece Rusya’dan yapılabilmektedir. Bu kaynaklar, muharebe öncesinde ortaya çıkan acil ihtiyaçları kısa sürede temin etmek açısından yetersizdir. Bu sebeple Tekalif-i Milliye emirleri ile ihtiyaçların halktan toplanması yoluna gidilmiştir.
Yunan ordusunda da lojistik açıdan bazı sorunlar yaşanmaktadır. Kütahya-Eskişehir Muharebesi’nde ayakkabılar ve elbiseler aşınmış, tüfek, teçhizat ve topların bir kısmı arızalanmış, bir kısmı ise tamamen kullanılmaz hale gelmiştir. Fakat Yunanistan, iç ve dış kaynaklardan bu eksiklerini tamamlama imkanına sahiptir. Bununla birlikte, muharebe öncesinde yeterli kıyafet, teçhizat ve silah ikmali yapılamamıştır.
Bunun sebebi, Yunan ana karasından cepheye olan mesafe çok fazla olduğundan personel ve malzemelerin cepheye ulaşmasının en az 15 gün sürmesidir. Muharebenin başlangıcından itibaren Yunan ordusunun büyük kısmı demiryolu hattından uzaklaştığından, demiryolundan itibaren ikmal motorlu araçlarla yapılmıştır. Yük otomobilleri, yolsuz bir bölgede hareket ettiklerinden kısa sürede yıpranmış, arızalanmış ve sayıları azalmıştır.
Buna Türk süvari birliklerinin cephe gerisine sızarak araç konvoylarına saldırmaları da eklenince Yunan ordusu yeterli ikmal yapmakta zorlanmıştır. İkmalin aksaması ise moralin azalmasına sebep olmuştur. Zaten, Yunan ordusunda moral durumu muharebe öncesinde de iyi değildir. Düzenli ordu kuruluşuna geçen Türk ordusu karşısında 1921 yılı başından itibaren yapılan muharebelerde zayiatın artması ve üç yıldır devam eden savaş yüzünden Yunan ordusunun morali azalmıştır. Nitekim, Kütahya Eskişehir Muharebelerinin zaferle sonuçlanmasının ardından Kral Eskişehir’de madalya dağıtırken askerler; “Terhis! Terhis!” diye bağırmışlardır.
Türk tarafına bakıldığında ise oldukça farklı bir tablo görünmektedir. Alınan yenilgi ve büyük bir toprak parçasının kaybedilmesi; ordu, meclis ve halkta büyük bir travma yaratmış ama bu durum teslim olmak yönünde değil, tam aksi yönde bir duygusal gelişime sebep olmuştur. Bu durum, askerî liderlerin zafere olan inancı ve mevcut durumu iyi okuyarak bunu mecliste açıklamalarından kaynaklanmaktadır.
Örneğin Fevzi Paşa, Meclis’te yaptığı konuşmada, Yunanların Anadolu içlerine ilerlemelerinin onları mezarlarına yaklaştırdığını söylemiştir. Batı Cephesi Komutanı ise yayınladığı bildirilerde, Türk ordusunun maksadının Yunan ordusunu Anadolu içlerinde bir daha ayakta kalamayacak şekilde yok etmek olduğunu ve arazi yapısının yardımıyla bu kesin sonuca mutlaka ulaşılacağını söylemiştir.
Öte yandan, Türk ordusunda tam bir birlik ve beraberlik varken Yunan ordusunun hemen hemen hiçbir kademesinde birlik ve beraberlik yoktur. 1914’te tarafsızlık politikasını savunan Kral ile Venizelos’un arası açılmış, bunun üzerine Venizelos, İtilaf Devletlerinin yardımıyla Kral’ın ülkeyi terk etmesini sağlamıştır. Bu durum, ülkenin kralcılar ve Venizelosçular olarak ikiye ayrılmasına sebep olmuştur.
Orduya da sirayet eden bu ayrışma, Venizelos yurt dışına kaçıp Kral ülkeye dönünce de devam etmiştir. Bu sebeple, Venizelosçu birlik komutanları görevden alınarak yerlerine Kralcı subay ve generaller atanmıştır. Bu değişiklik, Yunan ordusunu zayıflatmıştır. Çünkü Ordu Komutanlığı’na getirilen Papulas ile yeni atanan kolordu ve tümen komutanlarının çoğu uzun süredir muharebe meydanlarından uzak kalmış kişilerdir. Bu sebeple, yeterli muharebe tecrübeleri yoktur.
Üstelik bu değişiklik, Yunan ordusunun komuta kademelerinde birlik ve beraberlik sağlayamamıştır. Siyasi olarak aynı tarafta olmalarına rağmen komuta heyeti kişisel sebeplerle birbirleri ile anlaşamamaktadır. Örneğin, Genelkurmay Karargâhı ile Ordu Karargâhı arasında başlangıçtan itibaren anlaşmazlık vardır. Birlik komutanları ile ast birlik komutanları ve karargâh subayları arasında da yoğun çekişmeler yaşanmaktadır. Yunan ordu komutanı Papulas’ın da ast birlik komutanları ile ilişkileri iyi değildir. Bu durum, Yunan ordusu açısından muharebenin en kritik dönemi olan 9-10 Eylül 1921 günlerinde Papulas ile 2. Kolordu Komutanı Prens Andre arasında tartışmalar yaşanmasına sebep olmuştur.
Türk ordusunun birlik komutanları ise I. Dünya Savaşı’nda büyük sevk ve idare kadrolarında bulunmuş ve Millî Mücadele’nin o zamana kadar meydana gelen muharebelerinden önemli tecrübeler kazanmış kişilerdir. Bu sebeple, komuta ettikleri birlikleri bir makine gibi hareket ettirebilmişlerdir. Bunda, ordunun en üst yönetiminde bulunan kişilerin nitelikleri de etkili olmuştur.
Clausewitz, “erlerin birer birer çöktükçe kitlelerin iç direncinin tüm ağırlığının yavaş yavaş başkomutanın iradesine yüklendiğini, onun kalbindeki ateş ve kafasındaki ışığın herkeste amacın ateşini ve umudun ışığını yeniden yakması gerektiğini, onun ancak bunu yapabildiği ölçüde kitlelere egemen olabileceğini” söyleyerek başkomutanın bir ordunun başarısı için ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Bu sebeple, muharebe gücünü etkileyen en önemli hususun, iki tarafın başkomutanları ve ordu komutanları arasındaki nitelik farklılıkları olduğunu söylemek mümkündür.
Sakarya Meydan Muharebesi’nde Türk ordusunun Cephe Komutanı İsmet Paşa, Başkomutanı ise Mustafa Kemal Paşa’dır. Bu iki komutan ile Yunan ordusundaki karşılıkları mukayese edildiğinde dikkat çeken ilk fark Yunan komuta heyetinin Türk komuta heyetine göre daha yaşlı olmalarıdır. İsmet Paşa 37 ve Mustafa Kemal Paşa 40 yaşındadır. Papulas ve Kral onlara göre çok daha yaşlıdır.
Bu sebeple Yunan ordusunun komuta heyeti, Türk ordusunun komuta heyeti kadar atılgan değildir. Yunan ordusunun komuta heyetinin eğitim ve tecrübeleri de Türk ordusunun komuta heyeti kadar iyi değildir. İsmet Paşa’ya göre de Yunan ordusu cihan harbine girmediği için zamanın muharebe usullerini bilmemektedir. Savaşı da bu yüzden kaybetmiştir.
Bunu anlamak için iki tarafın üst komuta heyetini mukayese etmek yeterlidir. Örneğin, İsmet Paşa, Mühendishane-i Hattı Hümayun ve Erkan-ı Harbiye Mekteplerini dereceyle bitirmiştir. Okuldan mezun olduktan sonra ise hemen hemen her kademedeki karargâh ve birlik komutanlıklarında görev yapmıştır. Bu görevleri sırasında birçok muharebeye katılarak savaş bilgi ve tecrübesini artırmıştır.
1911 Yemen İsyanı’nın bastırılması harekâtına katılmış, I. Dünya Savaşı’nda Doğu ve Filistin-Suriye Cephelerinde kolordu komutanlığı yapmıştır. Millî Mücadele sırasında; önce Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekili (Genelkurmay Bakanı), 10 Kasım 1920’de ise Batı Cephesi’nin kuzey kesimi birliklerinin komutanı olarak görevlendirilmiştir. İkinci İnönü Muharebesi’nden sonra da Batı Cephesi Komutanı olmuş ve Sakarya Meydan Muharebesi’ne kadar kesintisiz olarak bu göreve devam etmiştir.
Yunan ordu komutanı Papulas ise Harp Akademisi eğitimini Berlin’de almış başarılı bir subaydır. Ancak, gerek karargâh ve birlik komutanlığı tecrübesi, gerek harp tecrübesi açısından İsmet Paşa ile karşılaştırılamayacak kadar zayıftır. Bütün savaş tecrübesi, 1897 Türk-Yunan Savaşı ve Balkan Savaşlarından ibarettir. Balkan Savaşı’na alay komutanı olarak katılmış ve gösterdiği başarı sebebiyle general olmuştur.
Papulas, general olarak uzun süre görev yapamamıştır. Çünkü Venizelos hükümeti döneminde Kralcı olduğu gerekçesiyle tutuklanarak hapse atılmış ve 4 Kasım 1920’ye kadar hapiste kalmıştır. Hapisten çıktıktan üç gün sonra, 7 Kasım 1920’de Küçük Asya Ordusu komutanlığına atanmıştır. Muharebe meydanlarında alaydan daha büyük bir birliğe komuta etmemiş olan Papulas, genel bilgisi ve askeri irfan ve yetişme derecesi açısından güç ve muğlak bir harp esnasında bir orduya komuta etmeye yetecek seviyede değildir. Komutanlığa seçilmesinin sebebi, krala sadık kalarak 1917-1920 yılları arasında hapiste yatmasıdır. Yani bu makama, liyakati sayesinde değil sadakati sayesinde gelmiştir.
Büyük birlik komutanı olarak tüm savaş tecrübesini İsmet Paşa ile yaptığı muharebelerde kazanmıştır. Bu muharebelerde İsmet Paşa’nın çok kararlı ve dirayetli bir komutan olduğunu yaşayarak öğrenmiştir. Bu sebeple Kütahya-Eskişehir Muharebelerinden sonra ileri harekât konusunda isteksiz davranmıştır. Başbakan’ın baskısıyla ileri harekata devam eden Papulas’ın başlangıçtan itibaren zafere inancı yoktur. Çünkü bir felaket yaşanacağından korkmakta ve Türklerin seferberlik sayesinde gittikçe güçleneceğini düşünmektedir.
İsmet Paşa da 1921 yılı boyunca yaptığı muharebelerde Papulas’ın kişiliğini tanımıştır. Ona göre Papulas; askere hâkim, daima askerin başında bulunan, askeri iyi hazırlayan ve sevk eden fakat sinirleri çabuk bozulan bir komutandır. Muharebe uzadı mı sinirleri ters işlemeye başlamakta, sevk ve idaresine vesveseler hâkim olmaktadır.
Ayrıca, Anadolu gibi büyük bir kıta içinde bulunduğundan emrindeki kuvvetlerin yeterli olmadığını düşünmektedir. Tahmin etmediği bir mukavemet gördüğünde iki-üç gün uğraştıktan sonra mücadeleyi bırakmaktadır. Tedbirli ve temkinli olduğundan, tehlikeye uğramamak için muharebede vaktinden önce çekilme emri vermektedir. Bu kişilik özelliği sebebiyle Papulas, daima felakete uğramaktan korkmuştur. Bu sayede hiçbir zaman felakete uğramamış ama hiçbir muharebeyi de kazanmamıştır. Çünkü, kendisine güvenmemektedir. Prens Andre ise onun harp sanatından da anlamadığını iddia etmektedir.
Başkomutanlar seviyesinde de durum değişmemektedir. Yunan anayasasına göre Kral, Kara ve Deniz Kuvvetlerinin başkomutanıdır. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’na ve Balkan Harbi’ne katılmıştır. Balkan Harbi’nde alay komutanı olarak görev yapmış ancak kısa süre sonra kral olduğundan, askeri kariyeri sona ermiştir. Üstelik 1916-17 olaylarından sonra tahttan çekilerek İsviçre’ye gitmiş, ordudan ve ülkesinden uzak kalmıştır.
Mustafa Kemal Paşa ise Harp Okulu'nu ve Harp Akademisi'ni dereceyle bitirdikten sonra değişik kademelerdeki birliklerde karargâh subayı ve birlik komutanı olarak çalışmıştır. 1911’de Trablusgarp’ta savaşmış, Balkan Savaşı’nda görev almış, I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Doğu Cephesi ve Suriye Cephesi’nde kolordu ve ordu komutanlığı yapmıştır. Savaşın sonlarında ise Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’na atanmıştır. Yani bulunduğu konuma, babası kral olduğu için değil kendi çabası ve yetenekleri sayesinde gelmiştir.
Türk komuta heyetinin en önemli özelliği ise birçok muharebeye birlikte katılmış olmaları ve birbirlerini çok iyi tanımalarıdır. Bu durum, uyum içinde çalışmalarını kolaylaştırmıştır. Yunan komuta heyeti ise daha önce hiçbir muharebede birlikte görev yapmamıştır. Hatta bir kısmı daha önce hiç beraber çalışmamıştır.
Türk komuta heyetinin niteliksel üstünlükleri yanında içinde bulundukları emir ve komuta sistemi açısından da bazı avantajları bulunmaktadır. Öncelikle, iki komuta heyetinin yetki ve sorumlulukları arasında büyük farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin, Yunan kralı kendisini ordunun başı ilan edip 1921 yılının haziran ayında İzmir’e gelmiş ve anayasaya göre de Kral Kara ve Deniz Kuvvetlerinin başkomutanıdır fakat yolculuk sırasında başbakan, harbiye nazırı ve diğer üst düzey askeri görevliler Kral’ın başkomutanlık görevini fiilen icra etmesi konusunu tartışmış ve Kral’ın sevk ve idareden uzak tutulmasına karar vermişlerdir.
Bu sebeple Kral, muharebe süresince herhangi bir şeye karışmamıştır. Ordu Papulas tarafından idare edilmiş ancak onun da her şeye karar verme yetkisi yoktur. Operatif kararları kendi başına alan Papulas, stratejik kararlarda Başbakan’ın onayını almak ihtiyacını hissetmiştir. Örneğin, orduyu geri çekmeye karar verdiğinde, başbakanın buna onay veren telgrafını beklemek zorunda kalmıştır.
Türk tarafında ise tamamen farklı bir durum vardır. Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu göreve getirilmiştir. Üstelik kendisine, orduyu başkomutan olarak yönetme görevinin yanında muharebe için gerekli her alanda Meclis’in gücünü kullanma yetkisi de verilmiştir. Yani ne siyasi ne de askeri yetkisi bulunmayan Kral’ın aksine iki konuda da en üst yetkili merci durumundadır.
Bununla birlikte, cephedeki muharebelerin harekât, personel ve lojistik faaliyetleri Cephe Komutanı ve karargâhı tarafından planlanıp uygulanmıştır. Zaten Başkomutan’ın bu işler için yeterli olmayan çok küçük bir karargâhı vardır. Yani Başkomutanlık makamı planlama makamı değil son kararları veren, hükümet, Meclis ve ordu arasındaki koordinasyonu sağlayan ve muharebeleri yakından takip eden bir makam konumundadır.
Bu sebeple İsmet Paşa, her akşam Cephe Komutanlığı Karargâhı ile durumu gözden geçirmiş, ertesi gün yapılacakları emir haline getirmiş ve Başkomutan’a götürüp izah etmiştir. Başkomutan, son kararı vermiş veya alınan kararı onaylamış ve bunu bizzat cephede bulunarak hızla gerçekleştirmiştir. Ertesi gün de başkomutan ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa gerekli gördükleri yerlere gidip birlik komutanına yardım etmişlerdir. Böylece, Cephe Komutanı, kararlarını uygulama konusunda Papulas gibi kararsızlık yaşamamıştır.
Sonuç:
Yunan ordusunun esas faktörleri gösteren sayısal değerler açısından Türk ordusuna göre hemen hemen her alanda nisbi muharebe gücü üstünlüğüne sahip olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, günümüzde askeri planlamalarda taarruz edebilmek için genel olarak bire üç üstünlük arandığı düşünüldüğünde, Yunan ordusunun sayısal üstünlüğünün etkili bir taarruz yapabilmek için yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.
Araç, silah ve mühimmat durumu dikkate alındığında ise Yunan ordusunun Türk ordusuna göre teknolojik üstünlüğe de sahip olduğu görülmektedir. Bu üstünlüğün birlik etkinlik değerlerini artırdığı ve nisbi muharebe gücü mukayesesinde Yunan ordusunun sayısal yetersizliğini telafi ettiği söylenebilir.
Türk ordusu, sayısal olarak sadece hayvan, ağır topçu ve subay açısından üstün durumdadır. Hayvan sayısındaki üstünlük, aslında ikmal faaliyetlerinde mevcut alan bir zafiyetin de göstergesidir. Bununla birlikte, süvari birliği miktarının fazla olmasından kaynaklanan üstünlük, manevra ve hareket kabiliyeti açısından nisbi muharebe gücü mukayesesinde çok önemli bir kuvvet çarpanı oluşturmaktadır.
Ağır top sayısındaki üstünlüğe bakıldığında, bu üstünlüğün yarattığı etkileri tespit etmek mümkün değildir. Ancak, her iki ordunun komutanı da aynı hususta mutabık olduğundan ağır top açısından sağlanan üstünlüğün Türk ordusunun nisbi muharebe gücü üzerinde olumlu bir etki yarattığı muhakkaktır.
Subay sayısındaki üstünlük ise hem sevk ve idareyi kolaylaştırması açısından hem de daha küçük ve daha çok tümen kurulmasına imkân sağlaması açısından çok önemli bir kuvvet çarpanıdır. Çünkü çok sayıda küçük tümen kurulması, ordunun manevra ve hareket kabiliyetini artırmıştır.
Bu bilgiler çerçevesinde, asıl faktörlere göre ve özellikle nicelik açısından Yunan ordusunun nisbi muharebe gücünün daha üstün olduğu değerlendirilmektedir. Fakat ilave faktörler incelendiğinde, Türk ordusunun; aldatma, hareket kabiliyeti, arazi ve hava şartları, birliklerin konuşu, lojistik destek, moral, birlik ve bütünlük, komuta sistemleri ve motivasyon açısından Yunan ordusuna göre belirgin bir üstünlüğe sahip olduğu görülmektedir.
Türk ordusunun Yunan ordusuna karşı en önemli üstünlüğü ise askerler ve subaylar ile en küçük birlikten başkomutanlık makamına kadar her kademedeki komuta heyetinin nitelik üstünlüğüdür. Bu üstünlük sayesinde, savunma bölgesi nisbi muharebe gücündeki zafiyetleri telafi edecek ve üstünlükleri artıracak bir yerde ve şekilde seçilmiştir.
Savunma planı ile bu planın dayandırıldığı harekât çeşidi (oynak savunma) de ordunun hareket ve manevra kabiliyeti gibi üstünlüklerinden azami fayda sağlayacak şekilde seçilmiştir. Planlanan harekatın amaçtan sapmadan birlikleri adeta bir makine gibi hareket ettirilerek başarıyla icra edilmesi de bu nitelik üstünlüğünün ne kadar büyük bir fark yarattığını göstermiştir.
Sonuç olarak, Sakarya Meydan Muharebesi’nin rakamsal değerler açısından daha zayıf olan Türk ordusu tarafından kazanılmasının en önemli sebebinin, ordunun asker, subay ve generallerinin nitelik üstünlüğünün bir eseri olduğunu söylenebilir.
Not: 19 Eylül 2021 tarihinde Kara Harp Okulu’nda Sakarya Melhame-i Kübrâsı: 100’üncü Yıl Dönümünde Sakarya Meydan Muharebesi Sempozyumu’nda bildiri olarak sunulmuştur.
Kaynakça
Yayınlanmış Arşiv Belgeleri:
Askeri Tarih Belgeleri Dergisi (ATBD)
Sayı: 95, Belge: 2479, 2513, 2528
Sayı: 96, Belge: 2529, 2530, 2531, 2532, 2534, 2536, 2546, 2552, 2553, 2554, 2555, 2560
Sayı: 116, Belge: 4303, 4304
TBMM Gizli Celse Zabıtları
Devre 1: C. 2, s. 164; C. 12, s. 18-19, 20-21
Kaynak Eserler:
HAYY 175-1: Kara Harp Akademisi Taktik Mesele Çözüm Esasları, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul 2013
Araştırma Eserleri:
ALPAR, Güray; Uluslararası İlişkilerde Strateji ve Savaş Kültürünün Gelişimi, Palet Yayınları, Konya 2015
ATATÜRK, Mustafa Kemal; Nutuk, Günümüz Türkçesi: Mehmet Seçkin, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2004
Carl von Clausewitz, Harp Üzerine, çev. H. Fahri Çeliker, Gnkur. Basımevi, Ankara 1991
ENER, Suat: Türk İstiklal Harbinin Ana Hatları, Harp Okulu Basımevi, Ankara 1938
ERİKAN, Celal; Kurtuluş Savaşı Tarihi, haz. Rıdvan Akın, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2010
General Nikolaos Trikupis ve M. Papulas, Yunan Generallerinin Hatıraları, Berikan Yayınları, Ankara 2001
General Papulas’ın Hatıratı, Yeni İstanbul Kültür Yayınları, İstanbul 1969
İNCEDAYI, Cevdet Kerim; İstiklal Harbi (Garp Cephesi), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2007
İNÖNÜ, İsmet; Hatıralar, yay. haz. Sabahattin Selek, Bilgi Yayınevi, Ankara 2009
PALLİS, Alexander Anastasios; Yunanlıların Anadolu Macerası, (1915-1922), çev.: Orhan Azizoğlu, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1997
Prens Andre, Felakete Doğru, çev. Hüseyin Rahmi, Askeri Matbaa, İstanbul 1932
STRACHAN, Hew; Birinci Dünya Savaşı, çev. Ümit Hüsrev Yolsal, Say Yayınları, İstanbul 2014
TOWNSHEND, Charles V. F.; Mezopotamya Seferim, Kurna, Kut’ülamare ve Selmanıpak Muharebeleri, çev.: Gürol Koca, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012
TÜMERDEM, İsmail Hakkı; Türk İstiklal Harbi Yunan Cephesi, Operatif ve Tabiye Bakımından İnceleme, Resimli Ay Matbaası, İstanbul 1941
Türk İstiklal Harbi, C. 1, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, yay. haz.: Tevfik Bıyıkoğlu vd., Gnkur. Basımevi, Ankara 1962
Türk İstiklal Harbi, C. 2, Batı Cephesi, Ks. 1, (15 Mayıs-4 Eylül 1919), yay. haz.: Tevfik Bıyıkoğlu vd., Gnkur. Basımevi, Ankara 1963
Türk İstiklal Harbi, C. 2, Batı Cephesi, Ks. 4, Kütahya Eskişehir Muharebeleri (15 Mayıs 1921-25 Temmuz 1921), haz.: Tevfik Bıyıklıoğlu vd., Gnkur. Basımevi, Ankara 1974
Türk İstiklal Harbi, C. 2, Batı Cephesi, Ks. 5, 1. Kitap, Sakarya Meydan Muharebesinden Önceki Olaylar ve Mevzi İlerisindeki Harekât (25 Temmuz-22 Ağustos 1922), haz.: Tevfik Bıyıklıoğlu vd., Gnkur. Basımevi, Ankara 1972
Türk İstiklal Harbi, C.2, Batı Cephesi, Ks. 5, 2. Kitap, Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos-13 Eylül 1921) ve Sonraki Harekât (14 Eylül-10 Ekim 1921), haz.: Tevfik Bıyıklıoğlu vd., Gnkur. Basımevi, Ankara 1973
Türk İstiklal Harbi, C. 7, İdari Faaliyetler (15 Mayıs 1919-2 Kasım 1923), yay. haz.: Cevdet Timur vd., Gnkur. Basımevi, Ankara 1975
Türk İstiklal Harbi’ne Katılan Tümen ve Daha Üst Kademelerdeki Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1989
Türk İstiklal Harbi Hülasası, 1919-1921, Askeri Matbaa, İstanbul 1937
Sempozyum / Kongre vs. Bildirisi:
TÜRSAN, Nurettin; “Atatürk’ün Türk Kurtuluş Savaşı Stratejisi”, Birinci Askerî Tarih Semineri, Bildiriler III, ATASE Yayınları, Ankara 1983, s. 1-112