ua-iliskiler

Rusları kızdıran NATO’nun Genişleme Süreci Nedir? (3)

İttifak içi tartışmalarda, yeni üye olacak ülkelerin ‘ikinci sınıf’ üye olarak nitelendirilmemesi, yeni üyelerin İttifak üyesi olmanın meyvelerini toplarken, bu arada diğer ülkeler gibi aynı sorumluluğun altına girmesi, NATO doktrin ve stratejilerini benimsemeleri, kolektif savunma dahil İttifak sınırları ötesindeki harekâtlara katılmayı kabul etmeleri gerektiği karara bağlanmıştır.

1996 yılı başında, bir kısmı NATO genişlemesinde aday ülke olarak geçen Barış için Ortaklık ülkelerinin kuvvet katkısı sağladığı IFOR’un Bosna’ya gönderilmesi, NATO genişleme sürecini olumlu etkilemiştir (Asmus, 2002, s.127). Böylece, NATO genişleme sürecinin daha başlangıcında bile bu ülkelerin NATO’ya katkı için gönüllü olmaları, İttifak açısından genişlemenin önemini ve gerekliliğini pekiştiren bir fayda sağlamıştır.

İttifak içi tartışmalarda, yeni üye olacak ülkelerin ‘ikinci sınıf’ üye olarak nitelendirilmemesi, yeni üyelerin İttifak üyesi olmanın meyvelerini toplarken, bu arada diğer ülkeler gibi aynı sorumluluğun altına girmesi, NATO doktrin ve stratejilerini benimsemeleri, kolektif savunma dahil İttifak sınırları ötesindeki harekâtlara katılmayı kabul etmeleri gerektiği karara bağlanmıştır. Bu kapsamda, 1996 başından itibaren potansiyel üye olabilecek ülkelerin imkân ve kabiliyetlerinin değerlendirilmesine yönelik bu ülkelere ziyaretler planlanmıştır. Böylece, NATO askeri yetkililerince bu ülkelerin yerinde incelenmesine yönelik bir değerlendirme süreci devreye sokulmuştur. Nihayetinde aday ülkelerin tamamlaması gereken ev ödevleri, yani “Performans kriterleri” doğrultusunda, NATO tarafından ülke ziyaretleri gerçekleştirilmiştir (Oğuzlu, 2013).

NATO Genişleme Süreci, aday ülkelerin askeri reformlarını gerçekleştirmesine ve bu ülkelerdeki sivil-asker ilişkisinin demokratik platforma taşınmasına zemin oluşturmuştur. Bu durum, Batı değerlerinin aday ülkeler tarafından benimsenmesine ve dolayısıyla NATO açısından risk ve tehditlerin ortadan kaldırılmasına uygun bir ortamın genişlemeyle birlikte ortaya çıkması önemli bir kazanım olarak görülmüştür (Edmuns, 2003, s.145-146).

NATO; her yeni üyenin uyum göstermek ya da uygulamak zorunda olacağı bir dizi kural ya da norm hazırlamıştır. Bunlar üç paket olarak tanımlanmıştır. İlk paket güvenlik içerikli, ikinci paket ekonomi içerikli ve üçüncü paket ise insan hakları ve bireysel özgürlüklerin yer aldığı bir dizi kurallardan meydana getirilmiştir.

Böylece NATO yeni ülkelere kapıyı açtığını ve üç pakette yer alan ilkeleri benimseyen demokrasiler oldukları sürece, onları savunmayı kabul ettiğini dolaylı yollardan ifade etmiştir. Ama soğuk savaş NATO’su, birincil olarak bir politik kuruluş değil, bir savunma paktı olarak öne çıkmıştır. Soğuk Savaş sonrasının NATO’su siyasi tutumunu netleştirmiş ve üyelerinin demokrasiye bağlılığını zorunlu gördüğünü ifade etmiştir. Aslında NATO bu yeni genişleme süreciyle birlikte politik bir kuruluşa dönüşmeye başlamıştır (Fouskos, 2000, s.2).

Müttefikler, 1997 yılına gelindiğinde, her biri kendi çıkarları doğrultusunda aday ülkeleri destekleyen bir yaklaşım sergileme eğilimi göstermiştir. Bununla birlikte Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’nin üyelik süreçleri, hemen hemen tüm İttifak üyeleri tarafından desteklenmiştir. Bu ülkelere ilave olarak diğer adayların da bu genişleme sürecinin birinci etabında yer almalarını sağlamak için müttefiklerin destekleri sürmüştür. Örneğin, İtalya Romanya ve Slovenya’yı; Almanya, Polonya’yı; Fransa, Slovenya ve Romanya’yı; Türkiye, Romanya ve Bulgaristan’ı; İspanya ve Portekiz (Fransa’nın etkisiyle), Romanya’yı desteklemiştir. Ancak bu ülkeler birçok nedenlerle birinci etap üyelik görüşmelerine dahil edilmemiştir. Özellikle Romanya, bu ülkedeki istikrarsızlığın sürmesi, Slovenya ve Litvanya’nın ise savunmalarını geliştirmek için bir gayret göstermemeleri vb. nedenlerle genişlemenin bir sonraki bacağında değerlendirilmek üzere, üyelik süreçleri devam ettirilmiştir.

Türkiye, o dönemde, ilk etapta genişleme sürecinde coğrafi dengeye dikkat edilmesini ve hiç olmazsa, bir Balkan ülkesinin de (özellikle Romanya’nın) bu ilk genişleme içinde yer almasını savunmuştur. Türkiye’nin Romanya’nın üyeliğini desteklemesinin nedenlerinden biri de bu ülkenin Karadeniz’e kıyısının bulunması ve böylece NATO üyesi olacak bu ülke ile birlikte hareket edilmesi, Türkiye’nin çıkarlarıyla uyumlu olacağı düşünülmüştür. Neticede Rusya’nın Karadeniz’deki üstünlüğüne karşı dengeleyici bir güç oluşturabilmek için Romanya gibi ülkelerle o dönemde birlikte hareket etme gereği uygun bir strateji olarak görülmüştür. Bu arada Türkiye, kendisinin AB’ye aday ülke ilan edilmesi süreci ile NATO genişleme sürecini birbiriyle ilişkili götürmek istemiştir. Bu maksatla, AB’nin 1997 Lüksemburg zirvesinde Türkiye; kendisine aday ülke statüsü verilmesini beklediğini ifade etmiş ve bunun için gerekirse NATO genişleme sürecini engelleyebileceğine dair veto kozunu gündeme getirmiştir. Ancak, daha sonra Türkiye bu politikasını yumuşatmış ve Madrid zirvesinde üç ülkenin NATO’ya adaylık sürecine Türkiye tarafından da onay verilmiştir. Yine de Türkiye, NATO ile AB ve BAB’ın genişleme sürecinin paralel gitmesi gerektiğini gündeme getirmiştir.

NATO genişleme sürecine başlangıçta gösterilen tepkiler, özellikle zamanla Rusya ile NATO arasında karşılıklı güvenin tesis edilmesine dayanan politikanın ve işbirliğinin gelişmesi, Merkezi ve Doğu Avrupa’nın Ruslara karşı silahlandırılmayacağına dair Ruslara verilen güvenceler neticesinde Rusya’nın olumlu yaklaşımı sağlanmıştır.

Bu konudaki tartışmalarda, yeni üye ülkelerin NATO tarafından silahlandırılmaması, kuvvet intikalinin gerçekleştirilmemesi, bu ülkelerin kendi silahlı kuvvetleri ile savunma politikalarını sürdürmeleri NATO politikası olarak benimsenmiştir. Ancak, bu ülkeleri herhangi bir kriz esnasında NATO reaksiyon kuvvetlerinin intikalinde gerekli olacak altyapı tesislerinin barış döneminde yapılması için birtakım yetenek paketlerinin devreye sokulması kabul edilmiştir. Böylece, özellikle Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’nin hava üslerini kapsayan bir dizi iyileştirme paketi ile bu ülkelerin altyapısı NATO harekâtları için önceden hazırlanma yoluna gidilmiştir.

Böylece, Temmuz 1997 Madrid Zirvesi, ilk etapta BİO üyesi Visegrad (Slovakya hariç), ülkelerine askeri kanat dahil, NATO üyelik kapısını aralamıştır.

Madrid Zirvesi’nde kilit ülke olarak Almanya öne çıkmıştır. Öte yandan Fransa, özellikle Romanya ve Slovenya’nın da üye olmasını savunan bir tutum takınmıştır. Aslında Fransa’nın görüşü; hemen hemen NATO’nun Güney Kanadı’ndaki tüm ülkeler (Türkiye dahil) tarafından desteklenmiştir. Bir anlamda, o dönem için sadece Kuzey’deki aday ülkelerin (Macaristan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti) üyeliğe kabulünü benimseyen NATO, adeta Kuzey-Güney ayrımı (Doğu-Batı ayrımına atfen) ile karşı karşıya kalmıştır. Romanya ve Slovenya’nın NATO’ya üyeliklerinin gerçekleşmesine yönelik geniş çaplı bir destek olmasına rağmen, ABD, İngiltere ve Kuzey ülkeleri, bu iki ülkenin üyeliğine, gelinen aşamada sıcak bakmamışlar ve desteklememişlerdir. Bu durum, dolaylı olarak Fransa ile ABD arasında NATO içinde var olan siyasi görüş ayrılığının bir yansıması olarak değerlendirilmiştir. İttifak içinde ortaya çıkan anlaşmazlık durumu, Almanya’nın Fransa’nın görüşü yerine, ABD’yi desteklemesiyle sonuçlanmıştır. ABD, İngiltere ve Almanya’nın Romanya ve Slovenya’nın üye yapılmasına destek vermemesi, Fransa’nın izlediği politikada yalnız kalmasına yol açmıştır.

Ancak, üyelik için adı geçen diğer ülkeler (Slovenya, Slovakya, Romanya, Bulgaristan, Litvanya, Letonya, Estonya) ile NATO’nun yakın ilişkilerini sürdürmeye devam etmesi, o dönemde bir İttifak politikası olarak benimsenmiştir. Üyelik Eylem Planı (Membership Action Plan-MAP) ile bahse konu bu ülkelerin üyelik süreçlerinin teşvik edilmesi ve ‘açık kapı politikası (open door policy)’ ile NATO’nun genişleme sürecinin canlı tutulması hedeflenmiştir. NATO’nun üyelik kriterlerini karşılayabilen adaylara, üyelik yolu açıktır manasına gelen açık kapı politikası benimsenmiştir. Dolayısıyla her isteyen değil, NATO’nun tercih ettiği ve bir bakıma muğlak tutulan kriterleri karşılayan aday ülkeler için NATO’nun kapısı açık tutulmuştur.

NATO’nun yeni üyelerin katılımlarına ilişkin prosedürleri İttifak’ın tüm Avrupa’da güvenliği güçlendirme hedefine ulaşmasını garanti edecek bir araç olarak planlanmıştır. Yeni üyelerin üyelik sorumlulukları ve yükümlülükleri konusunda iyi bir şekilde hazırlanmalarına önem verilmiştir. Bu ülkelerin NATO’ya katılırken, Avrupa’da güvenlik ve istikrarı artırma hedefinin bir parçası olmaları beklenmiştir (Moltke, 1998, s.62).

NATO; Madrid ile ‘havuç politikası’ uygulamayı tercih etmiş, üç ülkeye üyelik kapısını açarken, geri kalan ülkelere de NATO’nun kapısının zamanı gelince açılacağı mesajını vermiştir. Bundan böyle ittifak yeni üyelerin NATO’ya dahil edilmesi sürecine, Washington Antlaşmasının 10’uncu Maddesi çerçevesinde hızlandıracağının sinyallerini vermiştir (NATO Stratejik Konsepti-1999).

           Genişleme sürecinde, Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’ne öncelik veren bir politika ABD yönetimi tarafından uygulanmaya ve NATO içinde takip edilmeye başlanmıştır. Bu maksatla, Merkezi Avrupa kökenli ve ABD yönetiminde yer alan üç Amerikalı bu süreçte aktif rol oynamaya başlamıştır: Çek doğumlu ABD Dışişleri Bakanı Albright, Polonya asıllı Orgeneral John Shalikashvili ve Macar doğumlu Charles Gati (Asmus, 2002, s.63). Bu üçlü, öncelikle Polonya Başkanı Walesa’nın BİO oluşumunu desteklemesi için ikna ziyareti yapmışlardır. Amerika’nın ve dolayısıyla NATO’nun hem genişleme hem de BİO politikasının oluşumunda ‘biz sizdeniz’ mesajı vermek için ‘arayüz’ olmuşlardır (Oğuzlu, 2013).

Madrid’te kapısı açılan NATO genişleme süreci, 1999 yılında üç aday ülkenin NATO’ya üye yapılmaları ile ilk etabını tamamlamıştır. İttifak’ın 50’nci kuruluş yılında yapılan Washington Zirvesi’nde gerçekleşmiş ve eski komünist blok ülkeleri olan Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya tam üyeliğe kabul edilmişlerdir.

NATO’ya üyeliği ‘milli bir onur meselesi’ yapan Romanyalılar, üyeliğin gerçekleşmemesinden hoşnut olmamışlardır. Bununla birlikte, NATO’nun ‘açık kapı’ politikasının varlığı ve kapalı kapılar arkasında, Romanya’ya daha sonraki etapta bu ülkenin de üyeliğe kabul edileceği sözünün verilmesi üzerine, NATO-Romanya arasındaki ilişki bozulmadan devam etmiştir.

(Devam edecek)

 

Dr. Hüseyin FAZLA
Dr. Hüseyin FAZLA
Tüm Makaleler

  • 11.02.2022
  • Süre : 6 dk
  • 541 kez okundu

Google Ads