Rusları kızdıran NATO’nun Genişleme Süreci Nedir? (4)
NATO’nun bu birinci etap genişleme sürecinde, 1997 itibariyle üye olacakları kesinleşen üç ülkenin, yani Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ın üyelikleri NATO’nun kuruluşunun 50’nci yılında Washington Zirvesi esnasında beklendiği şekilde gerçekleşmiştir. Böylece NATO’ya üye ülke sayısı 19’a ulaşmıştır.
NATO’nun bu birinci etap genişleme sürecinde, 1997 itibariyle üye olacakları kesinleşen üç ülkenin, yani Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ın üyelikleri NATO’nun kuruluşunun 50’nci yılında Washington Zirvesi esnasında beklendiği şekilde gerçekleşmiştir. Böylece NATO’ya üye ülke sayısı 19’a ulaşmıştır.
Slovakya’nın üyeliği; o dönem yönetimde olan Vladimir Maciar’ın ülkesinde demokratik değerleri dikkate almayan baskıcı politikası nedeniyle gerçekleşmemiştir. Bu ülkenin demokratikleşme sürecinde biraz daha ilerleme kaydetmesine ihtiyaç bulunduğu NATO tarafından değerlendirildiğinden, sonraki sürece bırakılmıştır (DefenseNews, 2002, s.10).
Baltık ülkelerine (Estonya, Letonya ve Litvanya) ise büyük oranda Rusya’nın istekleri dikkate alınarak, şimdilik kaydıyla, o dönemde olumlu cevap verilmemiştir.
Romanya ve Slovenya ise üyeliği kesinleşen üç ülke arasına dahil olup-olmayacaklarına Washington tartışmaları ile karar verilmiş, bu ülkelerin üyeliklerinin daha sonra gerçekleşmesinin daha doğru olacağı düşüncesi ağır basmış ve 1999 yılındaki üye olan ülkeler arasına sokulmamışlardır.
Genişleme sürecinde ikinci etap ise, 9 ülkeyi (Arnavutluk, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Makedonya, Romanya, Slovakya ve Slovenya) kapsayan bir Üyelik Eylem Planı’nın 1999 yılında Washington Zirvesi’nde devreye sokulması ile tekrar başlatılmıştır. Bu ülkelere, Avusturya, Finlandiya ve İsveç de dahil edilmek istenmiştir. Bu ülkelerin kamuoylarında da NATO üyeliğine yönelik ‘isteklilik’ artmıştır. Ancak, bu ülkeler; izlemekte oldukları geleneksel ‘tarafsızlık politikalarını’ bir kenara bırakmak istemedikleri için, NATO üyelik sürecine dahil olma iradesini göstermemişlerdir.
NATO’ya üye olmaya istekli ülkelere, bu konudaki hazırlıklarını yönlendirmek üzere önerilen Üyelik Eylem Planında, üyelik için belirlenen beş alandaki (Siyasi ve ekonomik hususlar, Savunma/Askeri konuları, Kaynaklar, Güvenlik, Yasal hususlar) standartlara ulaşmak için yapılması gereken faaliyetler yer almıştır. İttifaka katılmaya istekli ülkeler (Aspirant Countries), bu plana göre, kendilerine özel milli hazırlık programlarını hazırlamışlardır. Daha sonra Üyelik Eylem Planı ve aday ülkelerin Milli Hazırlık Planları dikkate alınarak tespit edilen beş faaliyet alanında, NATO ülkeleri ve aday ülkelerin katılımı ile müşterek faaliyetler icra edilmeye başlanmıştır.
Aday ülkelerden, komşularıyla (varsa) sınır anlaşmazlıklarını barışçıl yollardan çözmesi, ülke yönetimlerinin demokratik prosedürlere uyması, hukukun üstünlüğüne uygun davranması ve silahlı güçlerin demokratik kontrolünün sağlanması dahil olmak üzere belli siyasi hedefleri yerine getirmeleri istenmiştir. Üyelik Eylem Planı, aday ülkelerin silahlı kuvvetlerini NATO ilke ve uygulamalarına uyarlamalarına ve İttifak üyeliğinin getireceği yükümlülük ve sorumluluklar için hazırlanmalarına yardımcı olmuştur.
Bu arada, Türkiye’nin görüşlerine de paralel olarak, İttifak üyeleri, Washington Zirvesi’nde kapının bütün Avrupa demokrasilerine açık olduğunu teyit etmişlerdir. Bu doğrultuda, birinci tur genişleme sürecini ikincisi takip etmiş ve 20-21 Kasım 2002 tarihlerinde yapılan Prag Zirvesi’nde Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovenya ve Slovakya da NATO üyeliğine davet edilmişlerdir.
Aslında Prag Zirvesi’nde toplam 9 aday ülkenin durumu görüşülmüştür. Makedonya ve Arnavutluk’un; etnik ve politik istikrarsızlığa dayalı sorunları dikkate alınarak, adaylık statüleri kabul görmemiş, durumlarının daha sonraki dönemlerde tekrar ele alınmasına karar verilmiştir. Üyelik sürecinde istediklerini alamayan Makedonya ve Arnavutluk; politik, ekonomik ve askeri reformlarını Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerine nazaran daha ağırdan alarak gerçekleştirmeye başlamışlardır. Bu arada, Sırbistan ve bazı eski Sovyet Bloğu ülkeleri de NATO üyelik sürecinde yer almak için gayret göstermişlerdir.
Arnavutluk ve kısmen Makedonya bu bölgedeki ‘akışkan’ bir güvenlik problemi ile karşı karşıya kalmıştır. Güvenlik sorunu öncelikli hale geldiğinden, bu durum bu ülkelerin reform yapma hızına ister istemez yansımıştır. 2001 yılında Makedonya hükümet güçleri ile anayasada kurumsal birtakım değişikliklerin yapılmasını savunan silahlı bir grup arasında çıkan bir dizi silahlı çatışma olmuştur. Kosova ve Makedonya’nın kuzeybatısında yaşayan Arnavutlar, çok açık bir şekilde ifade edilmese de, nihayetinde Arnavutluk ile birleşmeyi öngören bir toprak bütünlüğünden yana olmuşlardır. Bu iç kargaşa, NATO’nun üyelik öncesinde zorunlu gördüğü “iç sorunu çözme” engeline Arnavutluk’un takılmasına neden olmuştur (Barany, 2003, s.5).
NATO, bu bölgeye asker sevk etmiş ve barış ortamının istikrarına katkı sağlamıştır. Benzer sorunların varlığı Makedonya için de geçerli olmuştur. Ancak, her iki ülkeyi de yakından ilgilendiren bu bölgedeki çatışmalar, bu ülkelerin NATO’ya üyelik pozisyonlarını da olumsuz yönde etkilemiştir. Bu iki ülke ile Romanya, Bulgaristan, Slovakya ve Slovenya’yı karşılaştırdığımızda, anılan ülkeler Arnavutluk ve Makedonya’ya göre kayda değer bir ilerleme (askeri, siyasi ve ekonomik tüm boyutlarda) gerçekleştirmiş ve aynı zamanda bu ülkelerde istikrarsızlık ve çatışmalar da yaşanmadığından, NATO için kuvvetli birer aday statüsü elde etmişlerdir.
Ancak bu üyeliklerin gerçekleşmesine yönelik adımların atılmasında NATO ülkeleri arasında ve yeni üyelerin üyelik süreçlerinde sancılı dönemler yaşanmıştır. Hem İttifak’ın genişleme politikası ve hem de “Nasıl bir NATO isteniyor?” sorularına kısmi cevaplar içermesi açısından aşağıda kısaca bu sürecin gelişimine değinilmiştir.
2000’li yılların ortasına, genişleme sürecinde büyük adımların atılabildiği, 10 ülkenin NATO üyesi olduğu, RF ile yaşanan çekişmelere rağmen korkulanın aksine bir çatışma riskinin ortaya çıkmadığı, genişlemenin maliyetinin çok düşük olduğu, merkezi ve doğu Avrupa ülkeleri arasında herhangi bir çatışmanın çıkmadığı, dolayısıyla genişleme sürecinin büyük oranda başarıyla gerçekleşmiş olduğu görülmüştür (Jafarov, 2007).
Öte yandan NATO’nun coğrafi genişleme süreci; bazı araştırmacılar tarafından, bu örgütün ABD ile Avrupa arasında askeri ve siyasi iş birliğini devam ettiren bir mekanizma olarak devam etmesi, ABD’nin Avrupa güvenliğine nüfuz etme aracı olarak korunması, Orta ve Doğu Avrupa’da Amerikan varlığının ve etkisinin sağlamlaştırılması, Soğuk Savaş dönemindeki çift kutupluluk sonrası dünyada olası görünen Doğu tehdidine karşı Batı’nın askeri potansiyelinin sağlamlaştırılması şeklinde yorumlanmıştır. Bazılarına göre ise NATO’nun genişleme politikası, Rusya’nın kendisine yönelik bir kuşatmaya karşı olan şüpheciliğinin yeniden doğmasına yol açmıştır. Nitekim, daha sonra değineceğimiz üzere, Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna müdahalelerinin arkasında NATO’nun genişlemesinden kaynaklı ortaya çıkan “güvenlik ikilemi” sendromunun yattığı iddia edilmiştir.
Bu arada, NATO’nun görev tanımının stratejik konseptler kapsamında genişletilmesi ve İttifak’a yeni üyelerin dahil edilmesi, barış için ortaklık mekanizmalarıyla birlikte, Amerikan askerî varlığının, tesis ve üslerinin bu ülkelerin topraklarına da yayılması için bir fırsat olarak ABD tarafından kullanılmıştır. Örneğin Bulgaristan daha NATO’ya üye olmadan, üyelik sürecinin bir parçası olarak 14 Kasım 2001 tarihinde Afganistan’daki savaşa giden ABD uçaklarının kendi hava sahasına kullanmasına ve bu arada Sarafova garnizonunun inşasına izin vermiştir. 2003 yılında ise Burgaz şehrinde iki yeni Amerikan üssünün kurulmasına rıza göstermiştir. Benzer durum Romanya tarafından Konstanta üssü için geçerli olmuştur (Bölme, 2012, s.133). ABD, bu tür öncü temasları ve üs anlaşmalarını, ev sahibi ülkenin NATO üyeliğini cesaretlendirmek için bir araç olarak kullanmış ve aynı zamanda kendi milli çıkarlarına yönelik bir ikili ilişkiyi de önceden o ülke ile bir şekilde tesis etmenin yolunu bulmuştur.
ABD’nin NATO’nun genişlemesi ve Barış İçin Ortaklık mekanizmalarında yer alan ülkelerde kurduğu askeri üsler, sınırlı bölgesel hedeflerin değil, Amerikan ordusunun geniş çaplı yeniden yapılanmasının bir uzantısı olarak yorumlanmıştır. ABD; Soğuk Savaş sonrasında, Avrupa Komutanlığının merkezi olan Almanya ve civarındaki ülkelerdeki asker sayısını, tedricen 400 bin civarından 100 bin civarına indirmiştir. Ancak bu askerlerin bir kısmını Balkanlarda ve Basra körfezinde yeni inşa edilen üslere transfer etmeyi gerekli görmüştür. 1995 yılına gelindiğinde Avrupa’da kapanan askeri tesis, üs ve garnizon sayısı 878 olarak gerçekleşmiştir. ABD yeni yapılanmasında, güç projeksiyonu yapabilmesine yönelik dünyanın çeşitli yerlerinde ana üsleri belirlemiş, buralardan diğer küçük çaplı tesislere ve üslere kuvvet intikali yapmayı öngörmüştür. Mali ve siyasi nedenlerle bu tür bir yapılanmaya Birleşik Amerika’nın geçebilmesi, her şeyden önce stratejik ulaştırma imkanlarının çok gelişmiş olmasına dayandırılmıştır.
Tekrar NATO’nun genişleme sürecine dönelim. Makedonya ve Arnavutluk haricinde geriye kalan yedi ülkenin hepsi, Madrid’de olduğu üzere, aday üyelikleri ve adaylık programı kabul edilmiş, bu doğrultuda yürütülen çalışmalar ile Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’nın 2004 yılı Mart Ayında NATO üyesi olmaları sağlanmıştır. Böylece NATO’ya üye sayısı toplamda 26’ya ulaşmıştır.
Son yedi yeni üyenin NATO’ya katılması, ilk genişleme raunduna göre sorunsuz bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu arada, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinden rahatsızlığını gizlemeyen Rusya’nın, üç Baltık ülkesinin NATO’ya katılmasına da stratejik nedenlerle karşı çıkmış olması, bu ülkelerin İttifak’ın bir parçası haline gelmelerine engel teşkil etmemiştir.
Bununla birlikte bu konuda, NATO içinde de çok uzun bir süredir anlamsız bir çekişme söz konusu olmuştur. Almanya ve İngiltere gibi Avrupa’nın büyük ülkeleri önceliği bölgenin eski büyük gücü Rusya Federasyonu’na vermek istemişler, Rusya’nın tepkisine neden olacak bir üyelik mekanizmasını çalıştırmaya istekli olmamışlardır. Bu nedenle, NATO’nun Baltık ülkelerinin katılımıyla büyümesi taraftarı gözükmekten kaçınmışlardır. Buna rağmen, Estonya, Letonya ve Litvanya, Clinton’ın ikinci başkanlık döneminde, NATO’ya üyelik sürecine dâhil edilmişlerdir. Takiben Polonya’yla birlikte Avrupa Birliğine de katılmışlardır (Carsen, 2004, s.228).
Bu arada, Baltık’taki eski ayırıcı çizgilerin de üstesinden gelinmiştir. 2000’li yılların ortasına gelindiğinde, Rusya Federasyonu, Beyaz Rusya, Ukrayna, Moldova ve Kafkas ülkelerine (Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan) karşı yeni ayırıcı çizgilerin yaratılıp yaratılmadığı hakkındaki soru işaretlerine yoğunlaşılmıştır (Carsen, 2004, s.228).
İttifak’ın genişleme politikasının ve sürecinin, Rusya Federasyonu’na da etkisi olmuş, özellikle bu ülkedeki demokratikleşme yönündeki çabalar açısından Rus iç politikasında hareketlenmelerin olması beklenmiştir.