Tarihe Tanıklık Etmek
İnsan ömrü ortalama 80 yıldır. Bu 80 yılda insanlar bazen tarihe tanıklık etme fırsatı bulurlar, önemli olaylar onların yaşam süresinin içerisinde meydana gelir.
İnsan ömrü ortalama 80 yıldır. Bu 80 yılda insanlar bazen tarihe tanıklık etme fırsatı bulurlar, önemli olaylar onların yaşam süresinin içerisinde meydana gelir.
Kendim için böyle bir değerlendirme yapma ihtiyacı duydum. 55 yaşındayım ama geriye doğru gittiğimde gerek dünyada gerekse Türkiye’de tarihe kaydı düşülebilecek önemli olaylara şahit olduğumu tespit ettim. Ortaya ilginç tespitler çıktı. Bunları sizinle paylaşacağım.
Hafızamda kalan ve hatırladığım ilk önemli olay Kıbrıs Barış Harekâtı idi. 1974 yılının temmuz ayında henüz ilkokula giden bir çocuktum. İzmir’de yaşıyordum. Olan biteni çok net hatırlıyorum. Geceleri karartma yapılırdı, istasyondan asker sevkiyatı olurdu. Televizyon siyah beyaz olarak yeni yeni hayatımıza girmeye başlamıştı. Bir Ecevit’in esmer ve ince yüzü kalmış aklımda bir de dükkânlara asılmış Kıbrıs haritaları.
1979 yılında İran halkının ayaklanmasını İran Şahı’nın ülkesini terk edişini ve ülkesine dönen İmam Humeyni’nin Tahran havaalanında bir kurtarıcı gibi karşılanması görüntüleri de hafızamda canlıdır.
1980 yılının Eylül ayında İstanbul’daydım. Eylül’ün 12. günü sabahı Boğaziçi köprüsünü seyrederken köprünün bomboş olduğunu gördüğümde önemli bir olay olduğunu düşünmüş, meraklanmıştım. Aşağıdaki yolda askeri kamyonları ve eli silahlı askerleri gördüm. Darbe olmuş Silahlı Kuvvetler yönetime el koymuştu. Aklımda kalan ise Kenan Evren’in üniformasıyla yaptığı o meşhur konuşma ve her şeyin yasak olduğu yıllardı.
1989 yılı sonlarında Berlin duvarının yıkılması inanılmaz bir olaydı. Artık hayatımızda Sovyetler Birliği, ‘demir perde’, Varşova paktı, komünizm yoktu ve artık dünya asla eskisi gibi olmayacaktı, yeni dönemin adı küreselleşmeydi…
1990 yılı sonunda ABD Ordusunun Irak’ta yaptığı Çöl Fırtınası Harekâtı CNN sayesinde medyatik bir savaş olarak hafızamda yer etmiş.
Duvarın yıkılması etkisini Yugoslavya’da gösterdi. Avrupa’nın göbeğinde Bosna’da herkesin gözü önünde yıllarca bir insanlık dramını seyrettik, devamında Kosova’da da benzer olaylar yaşandı ve müdahale edildi, sonunda Yugoslavya dağıldı.
Aslında 1999 yılı güzel başlamıştı. Terör örgütünün başı Kenya’da yapılan bir operasyonla ele geçirilmiş ve Türkiye’ye getirilmişti. Gün gün takip etmiştik, sanırım herkes o görüntüleri hatırlıyor.
Ancak gece saat 03:02’de büyük bir çatırtıyla başlayan ve 45 saniye boyunca beşik gibi sallandığımız Marmara depreminin dehşetini de aynı yılın ağustos ayında İstanbul’da yaşadım. Depremin ertesi günü Ankara’ya gitmek zorundaydım. Yıkılan binaları, ambulans ve iş makinelerinin oradan oraya hareketini, yıkılmış otoyol köprülerini ve yanan rafinerinin alevlerine şahitlik ederek 4 saatlik Ankara yolunu ancak 13 saatte gidebildim. Mahşer günleri gibiydi.
New York’ta yolcu uçaklarının gökdelenlere intihar saldırısı yaptığı 11 Eylül saldırılarını televizyonda gördüğümde kurgu bir film seyrettiğimi düşünerek inanamamıştım. Film mi bu diye birkaç kez sormuştum kendi kendime, ama gerçekti.
1990, 1994, 2001, 2002 ekonomik krizlerini hepimiz cebimizdeki paranın hızlı değer kaybedişiyle çok yakından hissettik. Paranın pul olduğu dönemlerdi.
2003 yılında ABD’nin Irak’ta yaptığı Çöl Kalkanı harekâtının her safhasını detayıyla inceleme fırsatım olmuştu. Savaşlar artık medyanın gözü önünde yapılıyordu. Dünyada bir şeyler değişirken Türkiye’nin bundan etkilenmemesi mümkün değildi. Nitekim 2000’li yılların ilk çeyreği hem ülkemiz hem de dünya için çok da iyi geçmiyor.
2013’ün bahar aylarında İstanbul’da sokaklar birden kıpırdanmaya başladı, Gezi parkındaki ağaçları kestirmemek için verilen mücadele bir anda mevcut hükümete karşı duyulan tepkinin dışa vurulduğu gösterilere dönüştü. İstanbul’da günlerce biber gazı kokladık, gösteriler tüm Türkiye’ye yayılarak sürdü.
2016 yılının bir yaz gecesi, 15 Temmuz günü İstanbul’da gök gürültüsünü andıran uçak sesleri ve televizyonda tanklar tarafından trafiğe kapatılmış köprünün görüntüsü yine kötü bir şeyler olduğunun habercisiydi. Gece saatlerinde bunun FETÖ tarafından yapılmış bir darbe girişimi olduğunu öğrendiğimde üzülmüştüm. 21. yüzyılın Türkiye’sine yakışmayan görüntülerdi.
Bu arada Suriye, Yemen ve Afganistan’da savaşlar yıllardır devam ediyor. Savaşlar, darbeler, ekonomik krizler derken sonunda küresel boyutta salgın hastalık da görmüş oldum. Pandemi günlerini yukarda bahsettiğim olaylardan ayıran en önemli özellik dünyadaki herkesin evine girmesi ve günlük yaşamını doğrudan etkiliyor olmasıdır. Virüsün dünyanın en güçlü devletlerini diz çöktürdüğü, ekonomik düzenlerini darmadağın ettiğine şahit oluyoruz.
21. yüzyılın ikinci yarısının çeyreğinde daha iyi ve güzel olaylara tanıklık etmek istediğimi söylesem bu çok mu iyimser bir temenni olur?