NATO İki Cephede Eşzamanlı İcra Edilecek İki Büyük Savaşa Hazır mı? (5)
Yükselen Çin karşısında önceliğini Hint-Pasifik Bölgesine vermeyi tercih eden ABD’nin Avrupa’daki askeri varlığı sembolik hale gelmek üzeredir.
Yükselen Çin karşısında önceliğini Hint-Pasifik Bölgesine vermeyi tercih eden ABD’nin Avrupa’daki askeri varlığı sembolik hale gelmek üzeredir. Son dönemlerde Asya-Pasifik’te Çin’in küresel bir başat güç olma yönündeki çıkışları, ABD açısından bir meydan okuma olarak algılanmaktadır. Bu nedenle, bu bölgedeki yakın müttefikleriyle birlikte güç projeksiyonunu Çin’i çevrelemeye odaklandırmakta olan ABD’nin, Rusya tehdidiyle Avrupa’yı baş başa bırakma durumu bundan böyle bir realite olarak görülmelidir.
Kanaatimizce, olası bir ABD-Çin savaşında, Rusya’dan Avrupa ülkelerine yönelebilecek eş zamanlı bir taarruz ihtimali, NATO tarafından en kötü senaryo olarak dikkate alınmalıdır. Rusların bu türden bir fırsatçılığa dayalı saldırısı, Amerikan savaş gücü ve yetenekleri olmadan Avrupa’nın Avrupalılar tarafından savunulmasını zorunlu kılabilir. Bu bağlamda Batı Dünyasını en istenmeyen savaş senaryosuyla; “İki Cepheli Savaş” ile karşı karşıya bırakabilir. Rusya ve Çin’in aynı anda gerçekleştireceği ortak saldırı ihtimalini dikkate alacak şekilde, NATO’nun iki cepheli savaşa hazırlanması, bu yönde İttifak’ın geleceğini de şekillendirecek ciddi çalışmalara imza atması gerektiği değerlendirilmektedir.
Ortak Tehdit Algısındaki Farklılıklar
ABD; yakın ilgisini Hint-Pasifik bölgesine kaydırırken, beraberinde İngiltere’yi de Avrupa’dan uzaklaştırmıştır. İngiltere’nin Brexit çıkışını sadece Avrupa Birliği’nden bir kopuş olarak görmemek gerekir. Bundan böyle, NATO’nun önde gelen üyeleri ABD, Kanada ve İngiltere’nin askeri yeteneklerinin öncelikle Hint-Pasifik bölgesine angaje olacağını varsaymak daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. İttifak’ın diğer üyeleri tarafından, Avrupa’nın güvenliğine adanmış yeteneklerin geliştirilmesi söz konusudur. ABD’nin Çin’i çevreleme ve/veya gerektiğinde angaje olma durumu göz önüne alındığında, Avrupa'nın olası bir Rus saldırısında ABD yeteneklerinden yararlanamayacağına göre hesap yapılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Avrupa’nın önünde kendi silahlarına dayanan bir savunma yeteneği geliştirme zorunluluğu, bir seçenek olarak ortada durmaktadır.
ABD’nin Avrupalı müttefiklerine danışmadan aldığı ‘Afganistan’dan çekilme” kararının sonucu olarak, Ağustos 2021 itibarıyla Afganistan’dan çıkmak zorunda kalan Avrupalılara göre, ABD’nin bu ‘başına buyruk tavrı’ transatlantik ilişkilerin geleceğine gölge düşürmüştür. Ayrıca, 15 Eylül 2021’de ortaya çıkan AUKUS oluşumu (Avustralya'nın ABD ve İngiltere ile nükleer denizaltılar ve diğer teknolojiler konusunda bir anlaşmaya varması) neticesinde, Avustralya-Fransa arasında imzalanan 66 milyar dolarlık denizaltı sözleşmesi rafa kaldırılmıştır. Bu durum Fransa’nın büyükelçilerini ABD ve Avustralya’dan çekerek tepkisini göstermesine, bundan da önemlisi Batı dünyasında transatlantik bağa yönelik soru işaretlerine neden olmuştur.
AUKUS sonrası ‘hırçınlaşan’ Fransa’nın Avrupa’nın geleceğine ilişkin tasarımları yanında, Rusya’dan Avrupa’ya uzanan Kuzey Akım-2 doğal gaz boru hattının devreye girmesine yönelik Amerikan çekinceleri ve bu kapsamda Ukrayna’nın Ruslar tarafından devre dışı bırakılması gibi enerji güvenliğine ilişkin sorunlar, Avrupa Birliği içinde hararetli tartışmalara davetiye çıkarmıştır.
2000’li yılların başındaki Ruslarla romantik ilişkiler devri artık Avrupa açısından kapanmak üzeredir. Özellikle, 2014 Mart ayında Ruslar tarafından, uluslararası hukukun hilafına, Kırım’ın ilhak edilmesi sonrasında bile Rusya’ya karşı Batı Avrupalı ülkelerce ‘ılıman’ politikalara devam edilmesi, Avrupa bütünlüğünün tesis edilmesinin önünde bir engel olarak görülmektedir. Üstelik, bu durum Amerikalıları da Avrupa’nın kendi haline bırakılamayacağı gibi bir anlayışa sevk etmiştir. Neticede tüm bu hususlar, Avrupa’nın ortak güvenliğe ilişkin gelecek perspektiflerini ‘kaotik’ hale getirmiştir. Buradan çıkış ancak NATO müttefikleri arasındaki stratejik çıkar ve görüş farklılıklarının durulmasıyla, ortak gelecek perspektifinin NATO ve AB bağlamında çizilmesiyle çözülebilecektir.
NATO’nun İngiltere haricindeki Avrupalı üyeleri, görebildiğimiz kadarıyla, Çin ‘tehdidine’ karşı, bilhassa güvenlik perspektifinden ‘kayıtsız’ bir duruş sergileme eğilimindedir. Askeri yönden Soğuk Savaş dönemindeki kadar güçlü olmasa da Avrupa ülkelerinin çoğunluğu, Rusya’yı ‘kızdırmamak’ esaslı bir politika takip etmektedir. Bu bağlamda, Avrupa ülkeleri arasında Rus tehdidine yönelik görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Özellikle Soğuk Savaş dönemini Rus işgali altında geçiren Doğu Avrupa ülkelerin taşıdığı ‘Rus korkusu’ fenomenine yönelik Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya gibi önde gelen Batı Avrupalı ülkelerin yeterince ‘uyanık’ bir duruş sergilememesi, Doğu Avrupalıları zorunlu olarak NATO şapkası altında ABD ile ‘savunma işbirliğine’ itmektedir.
Avrupa’nın kendi ayakları üzerinde durabilmesi için öncelikle Doğu Avrupa’yı kucaklaması, NATO içinde veya dışında bu ülkeleri Ruslara karşı koruyabilecek bir kuvvet yapılanmasına gitmesi, bu kapsamda savunma planlaması için gerekli yetenekleri bünyesine kazandırması lüzumu vardır. Önümüzdeki dönemde, NATO açısından 2010 Stratejik Konseptinin üç temel görevinin (toplu savunma, kriz yönetimi ve işbirliğine dayalı güvenlik) Avrupa askeri mimarisine dayanarak icra edilebilirliği, Avrupa’nın iç istikrarına ve kendi içindeki ‘gelecek’ uyumuna bağlıdır.
NATO Yeteneklerine Bağımlı Olmayan Bir Avrupa Askeri Gücü Mümkün mü?
Özünde bir diyalog ve uzlaşma örgütü olan NATO’nun geleceği, Avrupa güvenliğine ABD’siz çözüm geliştirebilmesine bağlı gözükmektedir. Veyahut Çin konusunda Avrupa ülkelerinin ABD ve İngiltere’nin safında yer alması, bunun karşılığında Rus tehdidinin ABD yetenekleri kullanılarak durdurulması, transatlantik bağın devamını garanti edecek en optimum hareket tarzı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun için de tüm NATO üyelerinin, “iki cepheli savaş” stratejisinin gerektirdiği askeri yeteneklere sahip olacak şekilde savunma harcamalarını artırması zorunluluğu bulunmaktadır.
NATO içindeki dayanışma ve işbirliği ortamının sürmesi, İttifak yeteneklerinin tek bir havuzdan tüm tehditler için kullanılabilirliğine ket vurulmamasını, savunma ve güvenlik alanındaki bütüncül yaklaşımın devam ettirilmesini zorunlu kılar. ‘Tek kuvvet havuzu’ ilkesi, İttifak’ın transatlantik bağının da özünü oluşturur. Bu ilke doğrultusunda, Amerika Birleşik Devletleri; geleneksel olarak İttifak’ın Avrupalı üyelerinin savunma ve güvenlik alanında stratejik özerkliğe yönelmesine sıcak bakmayan bir anlayışa sahiptir. Günümüz şartlarının ortaya çıkardığı “çift cepheli savaş” olasılığı; İttifak üyelerinin eski tutum ve duruşlarını gözden geçirmelerini, özellikle tek kuvvet havuzu uygulamasına yönelik ABD’nin tutumunu ve Avrupa’nın özerklik yaklaşımını ‘samimiyet’ testinden geçirecektir.
Avrupa ülkeleri, NATO’dan bağımsız bir ortak yetenek kazanımı için savunma harcamalarını artırmaya hazır mıdır? Hem NATO hem Avrupa güvenliği için, farklı yeteneklere sahip olmak gerekli midir? Bunlara benzer sorular; İttifak’ın ve Avrupa Birliğinin geleceğini şekillendirmeye, 2022 konsept çalışmalarının gündemine oturmaya adaydır.
Esasında, NATO kurulmadan önce, Batı Avrupa Birliği (BAB) bir savunma örgütü olarak 1948 yılında kurulmuştu. NATO’nun 1949 yılında kurulmasıyla birlikte, BAB’ın ilk kurucu ülkeleri savunma fonksiyonlarını NATO’ya devretmeyi yeğlemiştir. Bugün Avrupa’nın üzerinde konuştuğu ancak uygulamaya çeşitli nedenlerle geçiremediği ‘stratejik özerklik’, o dönemde Avrupalıların kendi tercihlerinin bir sonucu olarak rafa kaldırılmıştı.
Sonraki yıllarda, de Gaulle Fransa’sının; ABD vesayetine ‘baş kaldıran’ ve yeni bir ‘Avrupa Kimliği’ oluşturmayı amaçlayan çıkışı, İttifak’ın üyesi diğer Avrupalı ülkelerce desteklenmemiştir. Neticede Fransa; 1966’da NATO’nun askeri kanadından kendi kararıyla ayrılmıştır. Soğuk Savaş’ın son yıllarındaki yumuşama ortamıyla birlikte, ortak bir Avrupa güvenliği mekanizmasını kurmak maksadıyla, Avrupalı ülkeler tarafından BAB 1984’te tekrar aktive edilmiştir. BAB çalışmalarına devam ederken, Avrupa’da kısa süren bir rahatlama döneminden sonra, önce Balkanlara ve 11 Eylül sonrası Afganistan’a Washington yönetiminin müdahalesi için zemin hazırlamıştır. Balkanlar’da ortaya çıkan krize sahip olduğu kısıtlı yetenek ve güç yapısı nedeniyle kendi başına müdahil olamayan BAB/AB ülkeleri, bunun ‘ezikliğini’ giderecek kuvvet yapılanmasını hayata geçirme arayışlarını Avrupa Birliğinin gündemine taşımıştır. Özellikle 2003 yılında Irak’a ABD tarafından düzenlenen tek taraflı askerî müdahaleden rahatsız olan Avrupa ülkeleri; ortak askeri güç kullanımı bağlamında, NATO içinde, ABD’den farklı bakış açılarına sahip olduklarını gündeme getirmeye başlamışlardır.
Yapılan bir dizi tartışmalar/çalışmalar neticesinde, AB üyesi olmayan NATO ülkeleri ile NATO-AB üyesi ülkelerin orta yolda buluşması mümkün olabilmiştir. Böylece, AB içindeki bölünmüşlüğü giderecek şekilde Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP), AB’nin askeri ve güvenlik alanlarına yönelik geliştirilmiştir. Bu politika, NATO bünyesinde yer alan Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) oluşumunun yerini almıştır. AGSP, AB’nin kendi yetki alanı içinde karar verme özerkliğine sahip olmasına ve NATO üyesi olmayan ülkelerle de gerektiğinde iş birliğine gitmesine NATO’nun ‘olur’ vermesi yönüyle, AGSK’dan farklı bir seyre sahip olmuştur. Bununla birlikte AGSP bağlamında, 2003 yılındaki AB Selanik Zirvesi’nde onaylanan Avrupa Güvenlik Stratejisi, esasında, NATO stratejik konseptinden farklı bir bakış açısı ortaya koyamaması yönüyle dikkat çekici bulunmuştur.
Avrupalılar, AB bağlamında NATO desteğinde ortaya koydukları stratejilerini gerçekleştirmek için nasıl bir askeri güç yapılanmasına gitmeleri gerektiğini tartışırken, ABD tarafında da NATO ve üyesi olduğu diğer örgütlerden beklentilerini değiştiren yeni bir strateji geliştirilmiştir. Ulusal Güvenlik Stratejisi (Bush Doktrini), Washington yönetimlerine maruz kalınan tehditlere karşı uygulayacağı operasyonlar için üyesi olduğu uluslararası örgütlerin bütüncül desteğini arama zorunluluğunu ortadan kaldırmıştır. Böylece, İttifak üyesi olsun veya olmasın, ABD’nin yanında görev almaya istekli bir ‘gönüllüler koalisyonu’ oluşturmak suretiyle ABD’nin savaşlara girebileceği prensibi hayata geçirilmiştir. 2003 Irak operasyonu bunun ilk örneği olmuştur.
Bu arada, NATO ile AB arasında, NATO’nun sahip olduğu yeteneklerin AB tarafından da kullanım esasları “Berlin-artı” düzenlemesiyle ortaya konmuş, buna bağlı bir dizi belge NATO-AB arasında hayata geçirilmiştir. Neticede, iki örgüt arasında yeniden tesis edilen işbirliği mekanizması, savunma alanında görev ve sorumlulukların paylaşılmasında ayrıma gidilmesini sağlamışsa da, genel itibariyle düzenlemeler kağıt üzerinde kalmıştır. Üstelik, NATO’nun Avrupa kanadının askeri güç ve yetenek inşa sürecinde günümüze kadar kayda değer bir ilerleme olamamıştır.
Bununla birlikte, zaman içerisinde NATO ve AB’nin sahada birbirlerini tamamlayıcı nitelikte eşzamanlı operasyonlar sürdürmesi kısmen mümkün olmuştur. Örneğin NATO’nun Kosova Gücü olarak icra ettiği görevler, Nisan 2009’da AB gücüne devredilmiştir. Öte yandan, ‘Kıbrıs Sorunu’, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB üyesi olması nedeniyle, NATO-AB ekseninde tıkanıklığa neden olmuş, Berlin-artı çerçevesinin dışında ilave adımlar atılması söz konusu olamamıştır.
NATO’nun Avrupa Kanadının Stratejik Özerkliğine Dayalı Güç İnşası
NATO-AB ekseni, ortak yetenek havuzunun kullanımındaki kısıtlar nedeniyle, Avrupa’nın NATO’dan farklı yapıda stratejik özerkliğini inşa etmesini, bir açıdan, zorunlu kılmaktadır. Bu durum, AB üyesi olmayan NATO ülkelerini (ABD, Kanada, İngiltere, Türkiye vb.) NATO kanadında daha fazla sorumluluk almaya, NATO-AB üyesi ülkelerini ise hem NATO hem AB kanadında, iki ayrı kulvarda, daha fazla kaynak kullanmaya itmektedir. Avrupa kanadının böyle bir sorumluluğu yüklenmeye hazır olup olmadığı henüz belli değildir.
Eğer NATO ile uyumlu bir Avrupa askeri güç yapılanması olacak ise, bu gücün Avrupa’da özellikle Rus tehdidine karşı koyabilecek yetkinlik ve yeterliliğe sahip olması gerekmektedir. Özellikle Doğu Avrupa ülkelerinin güvenliğini garanti edecek bir Avrupa yapılanması inşa edilmek durumundadır. Bunun için AB üyesi olmayan ABD ve diğer üyelerin itirazlarını bırakması bir ‘ön-şart’ olarak gerekli görülmektedir.
Stratejik özerkliğin daha fazla stratejik sorumluluk yükleyeceğini kabul edecek Avrupalı müttefikler ile AB üyesi olmayan diğer NATO müttefikleri arasında, Berlin-artı benzeri bir işbirliği anlaşmasına varılması zorunluluğu bulunmaktadır. NATO-AB arasında böyle bir anlaşmaya varılması halinde, temel ilkeler her iki örgütün de yeni stratejik konseptlerine dahil etmelidir.
Gerçekte bu bağlamdaki Avrupa yaklaşımına olan ihtiyacı, birlik içinde en fazla Fransa dillendirmektedir. Macron’un söylemiyle ‘beyin ölümü gerçekleşen NATO’ yerine; ABD’ye bağımlı kalmak istemeyen, Fransız savunma sanayii ürünlerini tüm Avrupa’nın kullanımına ‘sunarak’ Avrupa’da askeri manada söz sahibi olmak isteyen Fransa için, güçlü bir Avrupa’nın inşası önemli görülmektedir. Bir başka deyişle, Fransa, Avrupa’da ABD’nin yerini almak, silah sanayii ürünlerini Avrupa ülkelerine satmak, Avrupa dahilinde nüfuzunu artırmak, mümkünse Avrupa’nın savunma alanında lider ülkesi olmak isteğiyle hareket etmektedir.
Bu minvalde, Avrupalılar da eski Başkan Trump döneminde İttifak içinde yaşanan gerginlikler, Afganistan'dan askerlerin çekilmesi ve Avustralya denizaltı anlaşmasıyla ilgili son zamanlardaki kusurlu Amerikan istişareleri nedeniyle, Avrupa’nın stratejik özerkliğine daha fazla ihtiyaç duyduklarını ifade etmeye başlamışlardır.
NATO’nun Avrupa kanadında yetenek geliştirmeye yönelik gündeme getirilen isteklilik durumu, yeni şartlarda bundan böyle ABD’nin de işine gelebilir. Çünkü ABD, Asya'da saldırgan bir Çin'i caydırmak için askeri yeteneklerini Hint-Pasifik bölgesine kaydırmak durumundadır. Avrupa kanadının Ruslara karşı sorumluluk almaya ve gereken yetenekleri karşılamaya hazır olması halinde, bundan en fazla fayda sağlayacak olan ABD’nin kendisi olacaktır. Böylece ABD; aynı anda hem Rusya hem Çin’le uğraşmak yerine, tüm gücünü AUKUS merkezli yakın müttefikleriyle birlikte, Çin’i kontrol altında tutabilmeye vakfedebilecektir.
Öte yandan, NATO-AB yetenek geliştirme ekseninde ABD oluru alınsa bile, NATO’nun bu bağlamdaki gelecek tasavvurlarını, son tahlilde, Hint-Pasifik bölgesinde çıkarı bulunmayan ve Avrupa Kanadına da AB üyesi olmadığı için dahil edilmeyen Türkiye benzeri NATO üyelerinin pozisyonu ve tutumu belirleyecektir.
Sonuç
NATO, Soğuk Savaş sonrasında alan dışı operasyonlar yapacak şekilde kendini yeniden yapılandırmıştır. Bu kapsamda, NATO ülkeleri ağırlıklı olarak Amerikan askeri yeteneklerine bağımlı durumdadır. ABD olmadan halihazırda AB kendi başına büyük bir harekata kalkışamaz. Bir başka deyişle, ABD askeri gücü olmadan, Avrupa ülkeleri Ruslara veya bu ülkenin emsalinde bir tehdide karşı koyabilecek askeri yeteneklere henüz sahip değildir.
Avrupa şimdiye kadar böyle bir kuvvet yapılanmasına ihtiyaç duymamıştır. İttifakın Avrupa kanadında yer alan ülkeler; ABD’ye bağımlılıklarından kurtulmak için öncelikle stratejik ulaştırma, stratejik bombardıman, havadan yakıt ikmali vb. yeteneklere sahip olmalıdır.
2030 yılları hedef alındığında, NATO ve AB’nin iki koldan senkronizeli ve eşgüdümlü ilerlemesini zorunlu bir tercih olarak iki uluslararası örgütün önüne çıkarmak üzeredir. AB kanadının Fransa-Almanya liderliğinde Doğu Avrupa cephesinde Ruslara yönelik bir savunma planlamasına yönelmesi söz konusu olabilir. Diğer üyelerin ise ABD-İngiltere liderliğinde Hint-Pasifik cephesine ağırlık vermesi gerekebilir. Böylece NATO-AB ortak bir ittifak haline gelebilir veya ortak hareket eden iki farklı ittifak olarak küresel güç dengesinde varlıklarını sürdürebilir. Bunun bir sonucu olarak, NATO ve AB, eş zamanlı iki cepheli savaşı icra edebilecek yeni stratejik konseptleri hayata geçirebilir. Konsepte dayalı yeni yetenekleri Avrupa kanadı zorunlu olarak kazanma yoluna gidebilir.
Bu yeni yaklaşım, Avrupalıların yarım yüzyıldır çeşitli nedenlerle hayata geçiremediği “ABD bağımlılığından kurtulma” yönünde adımlar atmalarını gerektirmektedir. İki cepheli savaş senaryosuna bağlı olarak geliştirilecek yeni stratejik konseptler; Avrupa ülkelerinin yeni sorumlulukları yüklenmesini, savunma harcamalarını artırmasını zorunlu kılmaktadır. Avrupa’nın bu yola girmesi halinde, Çin-ABD arasında halihazırda var olan güvenlik ikilemi sendromu, AB-Rusya arasında da cereyan edecektir. Üçüncü dünya savaşının taşlarını döşeyecek bu türden yaklaşımlar ve askeri güç oluşumları, önümüzdeki birkaç yıl boyunca dünya gündemini fazlasıyla işgal etmeye devam edecektir.
NATO ve AB’nin, ayrı ayrı veya birlikte, “iki cepheli savaş” senaryosuna yönelik atacakları her adım, Üçüncü Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin tüm insanlık tarafından daha fazla duyulmasına hizmet edecektir.
Kaynaklar:
Le Corre P. (2021). France’s Indo-Pacific Moment, CEPA, 7 October, <https://cepa.org/frances-indo-pacific-moment/>, s.e.t.30.10.2021.
Lautman O. (2021). Russia-NATO Relations: Back to Rock Bottom, 19 October, <https://cepa.org/russia-nato-relations-back-to-rock-bottom/>, s.e.t.30.10.2021.
Kumar Sen A. (2021). ‘Unclear Europe is Defensible’ Without Better Forces, 29 September, <https://cepa.org/unclear-europe-is-defensible-without-better-forces/>, s.e.t.3010.2021.
Binnendijk H., Vershbow A. (2021). Needed: A transatlantic agreement on European strategic autonomy, 10 October, Defensenews,
Okçu M. (1991). Türkiye ve Avrupa’daki Gelişmeler, Savunma ve Havacılık Dergisi, 1991, Cilt 5, No 3, s.16.
Güney N.A. (2006). Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri ABD-NATO-ABD, Bağlam Yayınları, İstanbul.