Putin NATO’yu ve ABD’yi neden ikna edemiyor?
Halen Rus askerlerini Demokles’in kılıcı gibi Ukrayna’nın Donbas bölgesinin üstünde tutan Moskova, diplomatik çabalarının sonucunu alabilmek için Ukrayna sınırına yığınakladığı 100.000 civarındaki Rus askeri varlığını devrede tutmaya devam etmektedir.
On binlerce Rus askeri, Başkan Vladimir Putin’in işaretiyle Ukrayna'yı işgal edecek mi korkularının arkasından 10 Ocak itibariyle Batı dünyası ile Rusya arasında ciddi bir diplomasi trafiği başlamıştır. Halen Rus askerlerini Demokles’in kılıcı gibi Ukrayna’nın Donbas bölgesinin üstünde tutan Moskova, diplomatik çabalarının sonucunu alabilmek için Ukrayna sınırına yığınakladığı 100.000 civarındaki Rus askeri varlığını devrede tutmaya devam etmektedir.
10 Ocak Pazartesi günü, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman Kremlin’deki mevkidaşı Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergei Ryabkov ile Cenevre’de sekiz saat süren bir toplantı yapmıştır. Sherman, Rusya'nın Batı’dan taleplerinin görüşmeler için doğru bir başlangıç noktası olmadığını, daha genel konularda birlikte konuşarak her iki tarafın çıkarlarına uygun ilerlemeler kaydedilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Bu arada Ryabkov, sonraki müzakereler için kapıyı açık tutmakla yetinmiş, ilerleyen günlerde Putin’in belirleyeceği hareket tarzına göre görüşmelerde yol alınabileceğini ifade etmiştir. Arkasından, NATO-Rusya Konseyi 12 Ocak Çarşamba günü Brüksel'de toplanmıştır. Cenevre görüşmesine benzer şekilde bu görüşmede de kayda değer bir ilerleme sağlanamamıştır. Bununla birlikte, taraflar arasında görüşme trafiğinin devam etmesi yönünde bir iradenin ortaya konmuş olması, çözüm yolunda olumlu bir havanın esmekte olduğu anlamına gelmektedir.
Çarşamba günü 30 müttefik ülkeyi ve Rusya’yı bir araya getiren NATO-Rusya Konseyi, Ukrayna-Rusya sınırındaki gerginliği ve Rus taleplerini görüşmek için toplantısını gerçekleştirmiştir. Toplantıya başkanlık eden NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, toplantı çıkışı yaptığı ilk açıklamada; “Bu kolay bir tartışma değildi, ama tam da bu yüzden bu kadar önemliydi” demiştir. Bu arada, Stoltenberg’in NATO Müttefiklerinin bir dizi konuyu daha ayrıntılı olarak görüşmek ve masaya somut öneriler getirmek için Rusya ile tekrar görüşmeye hazır olduklarını kaydetmesi ve Avrupa’nın güvenliği açısından kaçırılmaması gereken yapıcı angajman fırsatları bulunduğunu belirtmesi, taraflar arasında önümüzdeki günlerde görüşme trafiğinin devam edeceğinin sinyalleri olarak okunmuştur.
2021 yılı Aralık ayına gelindiğinde, Rusya’nın devam eden Kırım işgali ve Ukrayna’daki savaşı genişletme tehditlerinden ziyade NATO genişlemesini kendisi için merkezi bir mesele haline getirmesi, Kremlin diplomasisinin bir başarısı olarak görülmelidir. Dışişleri Bakanı Lavrov yönetimindeki Rus diplomatik misyonları, sahadaki askeri varlığı bir kazanç elde etmek için uğraş veriyor. Geleneksel Rus diplomasinin alışkın olduğu bir yöntem tekrar devreye sokulmuş durumdadır. Putin, Batı dünyasına karşı bir zafer elde etmek için Rus diplomasisini seferber etmiş olup, sonuçlarını beklemektedir.
Kremlin, 2008 Bükreş NATO Zirvesi’nde gündeme gelen ve ancak o zamandan beri uykuda olan Ukrayna ve Gürcistan’ın İttifak’a üye yapılması konusundaki NATO içindeki görüş ayrılıklarının tekrar su yüzüne çıkmasına neden olmuştur. Batı’nın bölünmüşlüğü konusu; bu krizin sonunda Rus taleplerine (Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra İttifak'a katılan NATO üyelerinin topraklarında hiçbir NATO genişlemesinin olmaması ve NATO silahlarının bulunmamasının garantisi) olumlu cevap verilmesi ihtimalini artırmakta ve Putin’in elini Biden karşısında güçlendiren bir işlev görmektedir.
Bununla birlikte, önceki Amerikan yönetimlerinin izinden giden Biden yönetimi; üye olmak isteyen ülkelerin kendi kararlarını verme hakkı olduğuna yönelik artık geleneksel hale gelen NATO’nun genişlemesi konusundaki Amerikan çizgisini koruma taraftarıdır. Kremlin’in NATO'nun genişlemesiyle ilgili şikayetlerine uluslararası hukuk ve egemen devletler boyutundan bakıldığında, bunların anlamlı bir argüman olarak kabul edilmesi şüphesiz mümkün değildir. Ancak, güç politikaları açısından bakıldığında, Rus endişelerini NATO ve ABD’nin görmemezlikten gelmesi ne derece doğru olabilir?
Rus sınırına yakın ülkelerde konuşlu NATO askeri varlığı, toplamda 5-10 bin arasında değişmektedir. Bunların herhangi bir saldırı maksatlı kullanılması veya bu kadar küçük bir kuvvetle devasa Rus ordusu karşısında NATO’nun sonuç almasını herhalde Moskova beklemiyordur! NATO’nun bu bölgeye yerleştirdiği sınırlı füze savunma sistemi, Rusya’nın sahip olduğu cephaneliği ile boy ölçüşemez. NATO'nun Doğu Avrupa’daki tatbikatları, Rusya’nın Zapad benzeri tatbikatlarının boyutu ve kapsamıyla karşılaştırıldığında gerçek sönük kalır.
Kaldı ki Rusya, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşmasını ihlal etmekten çekinmemektedir. SSC-8 füzelerini Kaliningrad’daki askeri tesislerine konuşlandırmıştır. Bu füzelerin varlığı, özellikle Batı Avrupa, Baltık ve İskandinav ülkeleri için başlı başına bir tehdit olmaya devam etmektedir. Moskova, NATO’nun askeri tatbikatlarını sınırlamak isterken, kendisi büyük çaplı tatbikatlar yapmaya devam etmektedir.
Putin, Ukrayna’da büyük, konvansiyonel bir askeri saldırı tehdidinde bulunarak ABD, NATO, AB ve Ukrayna’yı tavizler vermeleri için korkutmaya çalışıyor. Ancak istediği şeyin kabul edilmesi halinde, Doğu Avrupa ülkelerinin Rus nüfuzuna teslim edilmesi sonucunun doğacağını herkes biliyor. Böyle bir şey hem ABD hem de NATO için kabul edilemez olarak değerlendirilmektedir. Burada garanti vermekten ziyade orta bir yol bulunması, yükselen tansiyonu düşürmek için gerekli olabilir ancak bulunacak çözüm, NATO’nun varlık nedenini sorgulayacak ve bütünlüğünü bozabilecek yeni bir tartışmayı başlatmaması gerekir. Eğer bu olursa, tam da Moskova’nın istediği sonuç kendiliğinden gerçekleşmiş olacaktır.
Putin’in halen “kabul edilemez şartlarının” kabul edilmesini bekliyor! Şimdiki şartlarda, askerî harekât seçeneğini masada tutmaya devam ediyor ve Batı’yı bununla tehdit ediyor ancak bunu kontrollü bir gerginlik noktasında tutmayı yeğliyor. Kısaca, krizi Putin kontrol ediyor ve yönlendiriyor. Putin, Güney Osetya ve Kırım müdahalelerini iyi bir zamanlama ile ve büyük bir direnişle karşılaşmadan gerçekleştirmiştir. Donbas’ta bunu yapabilecek fırsatı hep kollamış ancak beklediği zaman bir türlü gelmemiştir. Üstelik, NATO, 2016 yılından itibaren Rus güç politikasına karşı güç konumlandırmak suretiyle karşılık vermiştir. Putin, Güney Osetya ve Kırım’ın aksine büyük bir maliyete katlanmadan Donbas’ı alamayacağının farkında olan bir liderdir. Bu nedenle, çarpışmaktan daha çok diplomasi ile sonuç almayı hedeflemiştir.
Son tahlilde Putin’in dışa dönük, NATO’yu sıkıştırmaya çalışan ve uluslararası gerginliğe neden olan söylemleri ve eylemleri; NATO’nun Rusya’ya tehdit oluşturmasından ziyade kendisinin ülkesindeki politik liderliğini güçlendirmek ve nihayetinde Sovyet dönemi ‘büyüklüğe’ ülkesini eriştirmek maksadının ötesinde bir anlam taşımadığı görülmektedir.
Bu çerçevede, Putin’in NATO kuvvetlerini Rusya'nın güvenliğine yönelik potansiyel bir tehdit olarak nitelendiriyor olması, “samimi” değildir. NATO yeni üyeler kabul ettikçe, İttifak’ın Ruslara daha da yakınlaşacağı aşikardır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanların bıraktığı boşluğu bir anda Doğu Avrupa’da kendi lehine dolduran Rusya; 1991 Aralık ayında, 45 yıldır işgal ettiği Avrupa topraklarından zorunlu olarak çekilmiştir. Rusların boşalttığı boşluğu ise yine o coğrafyadaki eski Varşova Paktı ülkeleri Batı kampına geçmek suretiyle ‘doldurmuştur’. Bir başka deyişle, bu ülkeler yüzünü Batı’ya dönmüşlerdir. Avrupa Birliği sistemine entegre olmak ve NATO’ya üye olmak, eski Doğu Avrupa ülkelerinin ortak hedefi haline gelmiştir. Burada tarihin akışı yönüyle Ruslar açısından ters bir durum yoktur ancak şüphesiz son otuz yıl içinde kaydedilen bu gelişmeler, Moskova’nın çıkarlarına aykırıdır.
Günümüzdeki sorun, Rusların tekrar ‘büyük güç’ politikalarına dönme arzusundan kaynaklanmaktadır. Rusya; 1991 yılında terk ettiği topraklardan kendisi için hayatî önemi bulunanlarında (Ukrayna, Belarus, Gürcistan, Moldova, Kazakistan, Tacikistan vb.) kendi nüfuzunu korumayı ve mümkünse bu ülkelerin topraklarının bir bölümüne (Kırım, Donbas, Güney Osetya, Abhazya, Kazakistan’ın kuzeyi vb.) el koymayı hedefleyen bir anlayışla hareket etmektedir.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov da doğal olarak Putin gibi düşünmektedir. Lavrov, 1989’da komünizmin çöküşü ve 1991'de Sovyetler Birliği’nin sona ermesiyle özgürleşen ulusları özgür ve egemen devletler olarak görmediğini ifade etmiştir. Bu ülkeleri “toprak” olarak niteleyen Lavrov, açık bir şekilde Kremlin’in hâlâ Sovyetler Birliği dönemine özgü bir anlayışla Doğu Avrupa ülkelerini nitelendirdiğini ortaya koymuştur. Başta Putin olmak üzere, günümüz Rus politikacıları eski Sovyetler Birliği’ni yeniden inşa etme özlemiyle hareket etmektedir. Moskova, “Avrupa’sını” geri istiyor.
Rus askerlerini Ukrayna sınırına yığan Putin, sanki 1990’ların başında Yeltsin’in Batı'ya karşı vermesi gereken mücadeleyi günümüzde kendisinin vermesi gerektiğine inanmış gibi hareket ediyor ya da böyle bir portre çiziyor. Soğuk Savaş'ın sonunu yeniden müzakere etmek ve tüm Doğu Avrupa ülkelerini Moskova’nın kontrolüne tabi kılmak istiyor. Taraflar arasındaki görüşmelerde kullanılması maksadıyla, Moskova tarafından yayınlanan “ABD-Rusya ve NATO-Rusya anlaşma taslağı”nın anlamı budur.
Kaynaklar:
Jafarov S. (2007). Dünden Bugüne Rusya-NATO İlişkileri, Ezgi Kitabevi, Bursa.
NATO. (2022). NATO-Russia Council meets in Brussels, 12 Ocak, Erişim Adresi: https://www.nato.int/cps/en/natohq/news_190643.htm
New Atlanticist. (2022). “What will Putin do? An expert guide to this week’s high-wire diplomacy with Russia”, Atlantic Council, 11 Ocak, Erişim Adresi: https://www.atlanticcouncil.org/blogs/new-atlanticist/experts-react/what-will-putin-do-a-guide-to-this-weeks-high-wire-diplomacy-with-russia/
Sjursen H. (2004). “On the Identity of NATO”, International Affairs, 80, 4, July.