Site İçi Arama

ua-iliskiler

Üçüncü Dünya Savaşı’nın Ayak Sesleri ve NATO’nun Rolü (1)

14 Haziran 2021 tarihinde Devlet Başkanlarının katılımı ile gerçekleştirilen NATO Zirvesi, 2020’li yılların ajandasını “Caydırıcılık ve Savunmayı Güçlendirme” anlayışı üzerine inşa etmiştir.

14 Haziran 2021 tarihinde Devlet Başkanlarının katılımı ile gerçekleştirilen NATO Zirvesi, örgütün 2020’li yıllardaki ajandasını “Caydırıcılık ve Savunmayı Güçlendirme” anlayışı üzerine inşa etmiştir. Özellikle Rusya’nın yayılmacılığının engellenmesi hususu “ortak amaç” olarak Avrupa’nın doğusu ve güneydoğusunda örgütün askeri varlık bulundurabilmesinin önünü açmıştır. Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliğine de sıcak bakan Zirve Bildirisi’nde, ayrıca Çin’in davranışları “sisteme bir meydan okuma” olarak tanımlanmıştır. 
Uluslararası sistemi geren ve Hint-Pasifik Bölgesinde tansiyonu yükselten, Eylül ayında AUKUS (Avustralya, İngiltere ve ABD ittifakı)’un kurulmasıyla iyi belirginleşen ABD’nin Çin’e meydan okuyucu tavır değişikliğinin arkasında, NATO üyesi ülkelerin bu zirvede sergilediği ortak ‘sessiz ikrar’ da yatmaktadır.
2021 Zirvesinin devamı niteliğinde düzenlenen 21 Ekim 2021 tarihli NATO Savunma Bakanları toplantısı ise, caydırıcılık çerçevesindeki siyasi ve askeri çalışmaların detaylandırılmasına ve yürütülmesine onay vermiştir. NATO savunma bakanları tarafından kabul edilen ana plan, ‘Çin'e odaklanmanın artmasına rağmen, ittifakın temel amacının Rusya’yı caydırmak olduğunu yeniden teyit’ maksadına hizmet edecek şekilde kaleme alınmıştır. Böylece, NATO savunma bakanları; “Baltık ve Karadeniz ağırlıklı olarak Doğu Avrupa’da ayrıntılı bölgesel savunma planlarının hazırlanmasını, Rusya’ya karşı askeri kuvvet yığınaklanmasını ve Rusya sınırlarına NATO’nun biraz daha yaklaşmasını tasdik etmiştir.
Dünya çapında önemli gerginliklerin, krizlerin yaşanmakta olduğu 2020’li yılları daha iyi anlayabilmek için biraz gerilere gidelim, İkinci Dünya Savaşı sonrasına bakalım...
26 Haziran 1945 tarihinde imzalanan Birleşmiş Milletler (BM) anlaşmasıyla, dünya meselelerinin çözümüne yönelik veto yetkisi verilen beş büyük devletin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin) arazi kazanmaya çalışmayacağı hükmü ortaklaşa kabul edilmiştir. 
Öte yandan Stalin, Bolşevik Devrimi’nin ilk günlerinde İngiltere liderliğindeki İtilaf devletlerinin Çarlık yanlısı Rusları desteklemesini unutmamıştır. Ayrıca, Amerika'nın Japonya'ya attığı atom bombaları Japonya'nın teslimiyetini sağlarken aynı zamanda Amerika'nın askeri üstünlüğünü de öne çıkarması yönüyle Sovyetleri tedirgin etmiştir. Stalin, komünist ideolojiye düşman Batı ile arasında Sovyetlerin uydusu devletlerden oluşacak bir “tampon bölge” oluşturma düşüncesiyle hareket etmiştir. Bu düşünce, Sovyetlerin savaş sonrasında Doğu Avrupa politikasının temelini oluşturmuştur. 
Nazi Almanya’sı ve Japonya’nın yenilerek uluslararası sistemde saf dışı kalması, devasa büyüklüğe ulaşan Sovyetlerin doğusunda ve batısında geniş boşlukları ortaya çıkarmıştır. Büyük Savaş’ın sonunda Kuvvetlerinin çoğunu Avrupa’dan çeken Amerika’dan başka Rusları durdurabilecek ortada bir güç kalmamıştı. Bu fırsatı bir an önce kendi çıkarına değerlendirmek isteyen Rusya; batısındaki topraklarda hızla tampon bölge oluşturmaya koyulmuştur. 
Daha harp esnasında Estonya, Litvanya, Letonya’nın tamamı Ruslar tarafından işgal edilmişti. Ayrıca Polonya, Romanya, Kuzeydoğu Almanya ve Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’nın bazı kesimleri de Rusya’ya ilhak edilmişti. Savaş sonrasında, öncelikle batıya doğru fiili genişlemesini gerçekleştirmek isteğiyle harekete geçen Ruslar, Doğu Avrupa ülkelerini işgal etmeye başlamıştır. Arnavutluk, Bulgaristan, Doğu Almanya, Romanya, Polonya, Macaristan, o dönemki Çekoslovakya Rus hakimiyetini kabule mecbur bırakılmıştır. Rusya böylece, hemen hemen tüm Doğu Avrupa’yı hakimiyeti altına almış, toplamda 1 400 000 km² arazi ile 87 milyon nüfusu topraklarına katmış, Rus milli gelirinin yarısından fazlasına karşılık gelen bir zenginliğe el koymuştur. 
Bu arada Ruslar, Türkiye’den de Kars ve Ardahan’ı isteyerek gerek siyasi ve gerekse askeri manevralarla bir yıldırma teşebbüsünde bulunmayı ihmal etmemiştir. Ancak Türkiye’nin verdiği haklı tepkiler ve Batı toplumu ile dayanışmayı artıran bir tutuma yönelmesi, Rusların Türk topraklarını işgal girişimini akamete uğratmıştır.
Öte yandan, Sovyetlerin komünist ideolojiyi yaymaya çalışması ve Doğu Avrupa'da komünist uydu-devletler kurmaya başlaması Amerika'da büyük korkuya yol açmıştır. Bu sebeple 1947 yılından başlayarak Amerikan dış politikası; komünizm ile mücadele ve özellikle Batı Avrupa’nın Sovyet nüfuzundan korunarak Amerikan etki alanında kalması, sonrasında Sovyetlerin “çevrelenmesi” anlayışı üzerine inşa edilmiştir.
12 Mart 1947 tarihinde ABD Başkanı Truman tarafından yayımlanan doktrinle, Rus tazyikiyle boyunduruk altına alınmak istenen ve bunun karşısında direnç gösteren ülkelerin yanında olunması, bu kapsamda Türkiye ve Yunanistan’a karşı yönelen Rus tehdidine karşı konulması amaçlanmıştır.
Bu arada, harp sonrası kalkınma ve ekonomik faaliyetleri canlandırma ihtiyacı ortaya çıkan Batı Avrupa ülkelerinin de mali yardımlarla desteklenmesi, Sovyetlere karşı ittifak sistemleriyle koruma altına alınması hedeflenmiştir.
Bu doğrultuda, 5 Haziran 1947’de Harvard Üniversitesinde bir konuşma yapan ABD’nin Dış İşleri Bakanı (aynı zamanda eski Genelkurmay Başkanı) Marshall, bir bakıma Avrupa kalkınma programının başlamasına ve günümüzdeki Avrupa Birliği yapılanmasına geçişe öncülük etmiştir. Marshall yardımı olarak adlandırılan bu programla, harbin yıprattığı Batı Avrupa memleketlerinin, Amerikan yardımlarıyla iktisaden yıkılmasının önüne geçilmek istenmiştir. Nitekim, ABD’nin dış ticaretinin büyümesini de amaçlayan bu yardım mekanizması, birçok Avrupa devletine ferahlık getirmiş, Avrupa’nın yeniden kalkınmasının ve gelişmesinin önünü açmıştır.
Güvenlik ihtiyaçları kapsamında, 17 Mart 1948 tarihinde İngiltere, Fransa, Lüksemburg, Hollanda ve Belçika bir araya gelerek, müşterek bir savunma sistemi kurmak, iktisadi ve kültürel bağlarını kuvvetlendirmek istemiştir. Bu maksatla aynı tarihte Brüksel Anlaşmasıyla bu dört devlet tarafından bu birliktelik imza altına alınmıştır. Bu ülkeler, birlikte bir askeri teşkilat da kurarak, Batının Sovyetlere karşı savunma azmine sahip olduğunu göstermek istemiştir. Bu anlaşma ve askeri teşkilat Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütünün (North Atlantic Treaty Organization – NATO) çekirdeğini oluşturması yönüyle önemli bir fonksiyon üstlenmiştir. 
Esasında İngiltere’nin yönlendirmesiyle Avrupa teşkilatı ortaya çıkmıştır. Bu dönemde kendi gücü iyice yıpranan İngiltere, ABD’yi oyuna sokmak için ‘katalizör’ rolüne soyunmuştur. Bu çerçevede, İngiltere’nin Avrupa’nın savunması için kurulacak bir teşkilatta yer almasının ABD çıkarları açısından ne kadar önemli olduğu noktasında ABD’yi ikna etmesi sonrasında, NATO kurulmuştur. Öncesinde, 11 Haziran 1948 tarihinde ABD senatosunda alınan bir karar (Vandenberg kararı) ABD hükümetine, geleneksel politikasını terk ederek, ulusal güvenliğinin gerektirdiği memleketlerle karşılıklı savunma antlaşmaları yapmasına olanak tanımıştır.
Nihayetinde Avrupa'daki yeni güvenlik oluşumuna dahil olmak isteyen ABD ve bu ülkeyle birlikte hareket eden Kanada; Atlantik kıyılarındaki memleketleri birbirine bağlayacak bir müşterek savunma anlaşmasını gündeme getirmiştir. Neticede, Brüksel Anlaşmasına imza atan devletlere ABD, Kanada, Danimarka, Norveç, İtalya, İzlanda ve Portekiz de katılım sağlamış, böylece Washington’da 4 Nisan 1949 tarihinde NATO’nun kuruluş senedi imza altına alınmıştır. 
NATO'nun oluşturulmasının birincil kurumsal sonucu, Atlantikçilik adı verilen ve Kuzey Amerika ile Avrupa arasındaki iş birliği köprüsünün kurulması olmuştur. NATO’nun görünen amacı ise, ilk Genel Sekreteri olan Lord Ismay tarafından 1949'da yaptığı bir konuşmada ifade edildiği üzere “Rusları dışarıda, Amerikalıları içeride ve Almanları aşağıda tutmaktı.” 
Genel manada NATO’nun amacı politik ve askeri vasıtalarla üye ülkelerin özgürlüğünü ve güvenliğini temin etmektir.
Politik anlamda NATO; demokratik değerleri destekler ve üyelerine sorunları çözmek, güven oluşturmak ve uzun vadede çatışmaları önlemek için savunma ve güvenlikle ilgili danışma ve iş birliği ortamı sunmaktadır.
Askeri bağlamda NATO; ihtilafların barışçıl yollarla çözülmesini kendisine görev edinmiştir. Diplomatik girişimlerin başarısız olması halinde, kriz yönetimi operasyonu düzenlemek için askeri güce sahiptir. Bu operasyonlar, NATO’nun kuruluş antlaşmasının toplu savunma maddesine (Washington Antlaşması’nın 5. Maddesi) dayanarak veya Birleşmiş Milletler emri altında tek başına yahut diğer ülkeler ve uluslararası kuruluşlarla iş birliği halinde gerçekleştirilir.
NATO’nun varlığının asıl manası ise, NATO’nun bayrağında ve ambleminde öz bir şekilde ortaya konmuştur. NATO bayrağı, koyu lacivert üzerine etrafı daire ile çevrilmiş dört uçlu bir yıldızdan teşkil edilmiştir. 
    Koyu lâcivert zemin: Atlantik sularını,
    Yıldız: Daima doğru istikameti yani barışı,
    Daire: NATO’ya üye ülkelerin doğru yol, barış etrafında çevrelendiğini, korunduğunu ifade eder.
17 Ekim 1951 tarihli Londra anlaşmasının bir sonucu olarak, 18 Şubat 1952 tarihinde Türkiye ve Yunanistan NATO’ya katılmıştır. Türkiye, güvenliği açısından bilhassa İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki sıkışık dönemde, NATO üyeliğini sığınabilecek emin bir liman olarak seçmiştir. Dönemin şartları, Cumhuriyet Halk Partisi ve sonrasında Demokrat Parti Hükümetlerini bu noktaya getirmiştir. 
NATO’ya üyelik, Türk siyasetçileri tarafından Atatürk’ün çizdiği dış politika çerçevesiyle de uyumlu görülmüştür. Nitekim Batı emperyalizmine karşı savaşan Atatürk, Batı’nın ulaştığı medeniyet düzeyini, ilmi ve teknolojiyi görmezlikten gelmemiştir. Türkiye’nin Batılılaşması Atatürk’ün ana hedeflerinden birisi olmuştur. Neticede Türkiye’nin Batılaşma sürecine NATO üyeliği bir ölçüde ivme kazandırmıştır denilebilir. 
Türkiye-NATO ilişkisini bir başka yazımızda etraflıca ele alacağımızı belirterek, bugünkü yazımıza devam edelim.
NATO’nun kuruluş yıllarından itibaren genişlemesi devam etmiştir. 9 Mayıs 1955’te de Batı Almanya NATO’nun üyesi olmuş, Almanları “aşağıda tutmak” düşüncesi kendiliğinden rafa kalkmıştır. Öte yandan NATO’nun kurulması, Avrupa’da Sovyetlerin yayılmacı bir politika sergilemesinin önünü tıkamıştır. Demokratik hayata geçişiyle birlikte, 1982 yılında İspanya da NATO üyesi olmuştur. Böylece Soğuk Savaş döneminde NATO’nun toplam üye sayısı 16’ya ulaşmıştır. 
Bilindiği üzere, uluslararası ilişkilerde yirminci yüzyıl, var olan tüm dengeleri değiştirmiştir. Bu süreçte iki büyük dünya savaşı meydana gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Doğu-Batı rekabetinin ürünü olan NATO ve Varşova Paktı (VP); devletlerin bekası için güvenlik olgusunu öne alan bir anlayışla hareket etmelerinin bir sonucu olarak görülebilir. Bununla birlikte, Soğuk Savaş döneminde, nükleer silahlara dayalı dehşet dengesi, her an bir üçüncü dünya savaşının çıkabileceği endişesiyle dünyayı karşı karşıya bırakmıştır. Bu yıllarda NATO, çeşitli zirveler ve konseptlerle kurumsallaşmaya önem vermiştir. Yıllar geçtikçe, NATO’nun varlığı, pakta üye ülkeler tarafından güvenliğin olmazsa olmaz unsuru olarak görülmesini ve içselleştirilmesini sağlamıştır. Özellikle NATO’nun krizlere ve çatışmalara müdahale edebilme yeteneği ve 1980’lerden itibaren neo-liberal bir strateji dahilinde, barış için Avrupa Birliği (AB) ve BM gibi uluslararası örgütlerle iş birliği yapması, Soğuk Savaş’tan sonra bile NATO’nun kalıcı olmasına olanak tanımıştır.
NATO’yu sadece bir askeri ittifak olarak görmek şüphesiz hatalı olur. NATO; aynı zamanda üye devletlerin her sahada kuvvetli bir iş birliği platformu olarak da hizmet etmektedir. İttifak senedi ve ittifak ilişkileri, bu bağlamdaki temasları cesaretlendirici bir rol oynamaktadır. Bu kapsamda, Soğuk Savaş döneminde NATO, demokrasi cephesinde yer alan Batı blokuna üye ülkeler tarafından, kendi değerlerinin ve kazanımlarının muhafazasını sağlayan bir örgüt olarak görülmüştür. Bir başka deyişle, Batı’nın Doğu’ya karşı üstünlüğünü koruma vasıtası olan NATO, istisnasız (Fransa’nın tercihine binaen askeri kanattan ayrılması hariç) tüm Batılı devletler tarafından desteklenmiştir. 
Bir düşünceye göre, “NATO; ABD’yi kendi hudutlarından çok uzaklarda savunmak, savaşı başka ülkelerin topraklarında yapmak ve Amerikan topraklarının olası bir harpten ziyan görmemesini temin etmek amacını güden” bir örgüttür. Şüphesiz bu görüşün haklılık payı yüksek olmakla birlikte, Soğuk Savaşın bitmesi ve Varşova Paktının dağılmasıyla birlikte, NATO’nun belirgin bir ‘düşman’ olmadan da varlığını sürdürebilmesi, yine ABD’nin liderliği ile mümkün olabilmiştir. NATO, devletlerin ve uluslararası örgütlerin, güvenlik ve diğer konu başlıklarında iş birliğini kolaylaştırdığı ve insani sorumluluk prensibiyle hareket ettiği gerekçesiyle meşruiyetini devam ettirmiştir. Böylece, kendisini alan dışına da taşıyıp, 1990’lı yıllardan itibaren adeta dünyanın ‘polisliğine’ soyunmuştur. 
Bu arada 1945-1953 arasında Stalin’in liderliğinde şekillenen Batı siyasi ve askeri yapılanmasının seyri, bugün bir başka Rus liderinin, Putin’in etrafında şekillenmeye devam etmektedir. Sonraki yazımızda 1990 sonrasına değineceğiz.

(Devam edecek)
Kaynaklar:
Baytok T. (2001). Bir Asker Bir Diplomat, Güven Erkaya-Taner Baytok Söyleşi, Doğan Kitap, İstanbul.
Göksel Ö.L. (1955). Türk-Rus Düşmanlığı ve Barışın Onbeş Havarisi NATO, Fakülteler Matbaası, İstanbul.
Giritli İ. (1968). Neden “NATO’ya Evet”? Ak Yayınları, Baha Matbaası, İstanbul.
Şahin G. (2016). Küresel Güvenlik ve NATO, Detay Yayıncılık, Ankara
BBC News. (2021). NATO zirvesi sonuç bildirgesi: Çin'in davranışları 'sisteme meydan okuma', 14 Haziran, <https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-57471476>, s.e.t. 22.10.2021.
Sputnik Türkiye. (2021). NATO savunma bakanları toplantısı: Karadeniz'e odaklanan Rusya karşıtı master plan onaylandı, 22 Ekim, <https://tr.sputniknews.com/20211021/nato-savunma-bakanlari-toplantisi-karadenize-odaklanan-rusya-karsiti-master-plan-onaylandi-1050061920.html>, s.e.t. 22.10.2021.
NATO resmî sitesi, Üyeler, <https://www.nato.int/nato-welcome/index_tr.html>, s.e.t. 22.10.2021. 

Ertung M. (1957) NATO Kuruluş Sebepleri ve Gayesi, Yıl:1, Sayı:1, KKK İstanbul Askeri Basımevi, İstanbul, s.1-9. 

Dr. Hüseyin FAZLA
Dr. Hüseyin FAZLA
Tüm Makaleler

  • 23.10.2021
  • Süre : 6 dk
  • 1491 kez okundu

Google Ads