Site İçi Arama

ua-iliskiler

Üçüncü Dünya Savaşı’nın Ayak Sesleri ve NATO’nun Rolü (4)

NATO, daha kuruluş aşamasında, ABD başkanı Henry Truman ve diğer siyaset adamları tarafından sadece Avrupa’nın demokratik hayatına ve refahına hizmet eden bir örgüt olarak tasarlanmamıştır.

NATO, daha kuruluş aşamasında, ABD başkanı Henry Truman ve diğer siyaset adamları tarafından sadece Avrupa’nın demokratik hayatına ve refahına hizmet eden bir örgüt olarak tasarlanmamıştır. Transatlantik bağ ile Kuzey Amerika ile Avrupa’nın güvenliğinin NATO üzerinden birbirine bağlanması da amaçlanmıştır. Böylece, Kuzey Amerika’nın meşru güvenlik politikalarına katkı sunacak bir örgüt olması da hedeflenerek 1949 yılında NATO kurulmuştur. ABD çıkarlarına, beklentilerine, hegemonik açılımlarına hizmet etmeyen bir NATO’nun varlığını devam ettirmesi veya bunca yıl İttifak yeteneklerinin geliştirilmesi için ‘yatırım’ yapan ABD’nin, NATO ekseninde boşa kürek sallaması beklenmemelidir. 
Geçmişte NATO’yu başarıya götüren iki temel husus öne çıkmaktadır: Birincisi, Sovyetlere karşı tam bir koruma sağlaması ve ikincisi, Almanya’nın Avrupa için bir güvenlik sorunu oluşturmadan yeniden silahlanmaya yönelmesidir. Böylece NATO; üyelerinin güvenlik endişelerini gideren, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi ortak değerler etrafında birleşmiş bir İttifak yapısına sahip olarak, kuruluşundan itibaren Avrupa’da kalıcı barışın tesis edilmesi için çaba harcayan bir örgüt olarak geniş yelpazede kabul görmüştür. 2020’li yıllarda da örgütün benzer yapısını koruyacağını söyleyebiliriz.
Bu temel çerçevede kalarak, Rusya Federasyonu’nun NATO tarafından, 1950’li yıllarda olduğu üzere, bir çeşit ‘çevreleme (containment)’ ile karşı karşıya bırakılmasını inceleyeceğiz.

Rusya’yı Çevrelemeye Yönelik Öncü Hamleler

1990’lu yılların ortasından itibaren NATO, Rusya Federasyonu’nu doğrudan tehdit olarak tanımlamaktan uzak durmuş ancak Rusya tehdidi varmış gibi hareket etmiştir. Rusya’nın Doğu Avrupa ülkelerine karşı olası saldırı teşebbüsünde bulunabileceği göz ardı edilmemiştir. Bu minvalde, NATO; uyanık bir duruş sergileyerek caydırıcılığını kuvvetlendirmeye gayret göstermiş, Rusya’yı çevreleyen bir askeri kuvvet konuşlanmasına yönelmekten çekinmemiştir. 
1999 NATO stratejik konseptinden önceki stratejiler, İttifak felsefesinin çekirdeğini oluşturan ABD ile SSCB arasındaki stratejik güç dengesinin kabulüne dayandırılmıştı. Günümüzde ise böyle bir dengenin geçerli olmadığı aşikardır. NATO şapkası altında hareket eden Batılı dünyasının; Rusya’ya karşı sahip oldukları mevcut durumsal üstünlüklerini kullanarak, bu ülkenin tekrar başat bir güç haline gelmesine izin vermeme, kendi çıkar ve beklentilerine uygun bir Avrupa sistemi inşa etme anlayışıyla hareket etmekte oldukları söylenebilir.
Bu doğrultuda 2002 yılında, Gürcistan ve Ukrayna topraklarında füze savunma sistemleri kurulması fikri gündeme gelmiştir. Bu fikir, doğal olarak Rusya’nın büyük tepkisini çekmiştir. Ruslar; NATO’nun bu iki ülkede ve Doğu Avrupa ülkelerinde oluşturmak istediği füze savunma sistemlerinin kendisine karşı kurulduğunu değerlendirmeye başlamıştır. NATO Genel Sekreterinin; bu sistemlerin Ruslara karşı olmadığına dair Putin ve Medvedev’e verdiği teminat, Rusların şüphelerini gidermeye yetmemiştir. NATO’nun Doğu Avrupa ülkelerinde, amacı ne olursa olsun, askeri kuvvet konuşlandırılması Ruslar için her dönemde rahatsız edici bir durum olarak görülmüştür.
Çünkü Rusya; Soğuk Savaş sonrasında NATO’nun varlığını meşru kılacak nedenlerin ortadan kalktığını iddia eden bir anlayışa sahiptir. Özellikle NATO’nun genişlemesini ve Rusya’nın yakınındaki ülkelerle İttifak’ın stratejik boyutta ilişkiler geliştirmesini kendi açısından tehlikeli bulmaktadır. Öte yandan Rusya’nın kazanılmasını savunan bazı Batılı analistlere göre, bu ülkenin 19. yüzyılda tesis edilen ve başat aktörlerin yakın iş birliğine dayanan ‘Avrupa Uyumu’ benzeri bir yapılanma içerisine dahil edilmesine, Rus görüşlerinin dikkate alınması gerektiğine vurgu yapmaktadır.
NATO faaliyetlerini ve özellikle genişleme/askeri yetenek gelişimini yakından takip eden Rusya; eski Soğuk Savaş ortamının devam ettiğini, doğuya doğru genişleyen NATO’nun kendisini batıdan ve güneyden sarmaya başladığını “görmüş” ve buna göre kendi güç stratejisini geliştirme arayışına girmiştir. Genel olarak analiz edildiğinde, NATO faaliyetlerinin Rusya Federasyonu’nun geleceğini tehlikeye sokmasından kaynaklanan endişenin 1997 yılından itibaren geliştirilen tüm Rus Askeri Doktrinlerine de yansıtıldığı görülmektedir. Bununla birlikte NATO-Rusya Federasyonu arasındaki ilişkilerde, 2000’li yıllarda, herhangi bir kopma yaşanmamıştır. Hatta 11 Eylül sonrasında terörizmle mücadele bağlamında Rusya, ABD’ye destek veren ülkelerin başında gelmiştir.
Ancak, özellikle Karadeniz’de Rusya’nın aleyhine suların ısınmaya başlaması, Rusları uyandırmıştır. 1990’ların başında neredeyse varlığını ve toprak bütünlüğünü büyük oranda kaybetme noktasına gelmiş ve oradan kıl payı dönmüş Rusya Federasyonu için, sınırlarına yakın bölgelerdeki gelişmeler doğal olarak yakın tehdit olarak görülmekte ve her durumda dikkat çekici bulunmaktadır.

Rusya’nın NATO’nun Genişlemesine/Çevrelemeye Tepkisi: Rus İşgalleri

Bu kapsamda Ruslar, Putin liderliğinde güç kazandıkça, NATO ile doğrudan karşı karşıya gelmek yerine, dolaylı olarak henüz NATO’ya kaptırılmamış iki ülke olan Gürcistan ve Ukrayna’yı dizginleme yönünde faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. NATO üyelik süreçlerinde isimleri geçmeye başlayan, ABD ve beraberinde Türkiye’nin de Ruslara karşı ‘yüreklendirdiği’ Gürcistan ve Ukrayna yönetimleri, ilerleyen dönemde Rus müdahalesine maruz kalmıştır. 
2008 yılında Gürcistan’a ve 2014 yılında Ukrayna’ya fiili müdahalede bulunan, gerektiğinde özel kuvvet unsurları dahil hibrit savaş yeteneklerini koordineli kullanarak bu ülkeleri karıştırma ve hatta işgal potansiyelini sergileyen Putin Rusya’sı, 18 Mart 2014 tarihinde dünyanın gözü önünde Kırım topraklarını ilhak etmiştir. Bu işgal, toprak kazanımı yanında, Karadeniz’de Rusya’ya büyük bir oynama alanı açmıştır.
Böylece, Ukrayna ile Rusya Federasyonu arasında artık kalıcı hale gelen sınır anlaşmazlığı; ‘de facto’ bir durum olarak, yeni üyeleri Romanya ve Bulgaristan üzerinden “Karadeniz’de ben de varım” diyen NATO’nun gündemine taşınmıştır. Bununla birlikte NATO; her iki ülkenin topraklarının bir bölümüne yönelik sergilenen kalıcı ve/veya geçici “Rus işgaline’ sessiz kalmayı tercih etmiştir. 
Bu sessizlik, NATO’nun bir parçası olma arzusuyla hareket eden Ukrayna ve Gürcistan’da tüm iç siyasi dengeleri Rus yanlıları lehine değiştirmiştir. Hatta bu sessizlik, Kafkaslar ve Orta Asya bölgesinde, Sovyetlerden bağımsızlığını kazanan Ruslarla yakın temas halindeki diğer devletlerin de NATO ile ilişkilerini ‘kontrollü’ bir noktaya taşımalarına neden olmuştur. Yeni yeni kendine gelmekte olan Ukrayna ve Gürcistan’ın durumu diğer ülkeler için ders niteliğindedir. Putin amacına ulaşmış, NATO’ya güveni sarsmış, İttifak’ın genişleme hızını büyük oranda yavaşlatmıştır. “NATO dostu” ülkelerin ne derece İttifak’a ve dolayısıyla ABD’ye güvenebileceğine dair soru işaretleri bugün de geçerliliğini korumaktadır. 

NATO’nun Rusya’yı Çevreleme Politikasını Sürdürmesi

İttifak’ın en önemli üyesi olan ABD’nin NATO’nun genişlemesine ve çevresindeki ülkelerle yakın stratejik ilişkiler kurmasına verdiği önemin arkasında kendi hakimiyet ve etki alanını Avrupa kıtasının bütününe yayma isteği yatmaktadır. NATO, her dönemde ABD’nin Avrupa’da hegemonyasının tesis edilmesinde, yayılmasında ve meşrulaştırılmasında kullanışlı bir araç olmuştur. NATO vasıtasıyla ABD’nin müttefikleriyle sıkı ilişkiler geliştirmesi yanında Avrupa kıtasındaki ‘güvenlik topluluğunun’ varlığı ve devamı da mümkün olabilmektedir.
Batı cephesinden bakıldığında, güvenlik topluluğunun inşasına paralel işleyen NATO genişleme sürecinin başarılı olup olmadığı hususu, üyeliğe kabul edilen ülkelerin ne kadar İttifak’ın norm, değer ve kurallarını benimseyebildikleriyle ilişkili görülmektedir. Soğuk Savaş sonrasında, Doğu Almanya hariç, toplamda 14 ülkenin İttifak saflarına alınması ile sonuçlanan genişleme sürecinin Avrupa-Atlantik bölgesinin bütünleşme ve istikrarına katkıda bulunduğu söylenebilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus bu dönemde NATO’ya kabul edilen ülkeler ile AB’ye kabul edilen ülkelerin, Arnavutluk hariç, aynı ülkeler olmasıdır. Dolayısıyla bu iki süreç birbirini destekler biçimde yürütülmüştür. AB sürecinin daha geniş kapsamlı sosyal, siyasal, hukuki ve ekonomik bütünleşmeyi içerdiği düşünüldüğünde; AB üyelik perspektifinin NATO genişlemesinin başarılı bir şekilde gerçekleşmesini de desteklediği söylenebilir.
NATO üyelerinin asli amaçlarından birisi de küresel ölçekteki güvenlik işbirlikleriyle ortaklaşa inşa edilecek ağ merkezli bir güvenlik yapılanmasını, İttifak temelinde kurmaktır. Burada öncelikle NATO’yu merkeze alacak şekilde farklı bölgelerdeki güvenlik örgütleriyle ve diğer devletlerle eş güdümlü hareket etmeye yönelik kurumsal altyapının tesis edilmesi amaçlanmıştır. Benzer dış tehdit algılamalarına sahip ülkelerin ABD’nin gelişmiş yetenekleri (nükleer güvenlik şemsiyesi dahil) altında fonksiyonlarını yerine getirmekte olan NATO, çok-taraflı ve çok-yönlü bir güvenlik örgütüdür. NATO’ya, realizm penceresinden bakıldığında, kendisine halen Rusya’yı “tehdit” olarak görmeye devam ettiğini söylemek herhalde yanlış olmaz. 
Rusların tepkilerine rağmen NATO Doğu Avrupa ve Karadeniz’de İttifak kuvvetlerinin varlığını artırma ve bazı yeteneklerini buralarda konuşlandırma politikasına devam etmektedir. Bu noktada, Rus balistik füzelerini tehdit olarak gören ABD ve NATO, önleyici tedbirleri devreye sokma düşüncesiyle ilave konuşlanmalara yönelmiştir.
ABD’nin bu önleyici tutumu, İttifak içinde bazı görüş ayrılıklarını da beslemektedir. Örneğin, 1990’larda Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac; Rus tehdidinin sona ermesiyle NATO’nun Avrupa güvenliğini sağlama misyonunu tamamladığını ifade etmiştir. 2009 yılında İttifak’ın askeri kanadına geri dönen Fransa, Macron döneminde de benzer görüşünü ve tutumunu korumakta olup, Atlas Okyanusundan Ural Dağlarına kadar açık bir Avrupa vizyonunu savunmaktadır. Özellikle Rusya’ya doğal gaz üzerinden enerji bağımlılığı gelişen Almanya ve bazı Avrupa ülkeleri, ABD’nin çıkarlarına hizmet eden bir ‘Rus düşmanlığa’ sıcak bakmamaktadır. 
Bununla birlikte, Doğu Avrupa ülkeleri ile Ukrayna ve Gürcistan için durum bu bakışın tam tersi olarak gözükmekte, ABD’nin Rusya’ya karşı Doğu Avrupa ve Karadeniz’de sergilediği kuvvet politikalarını, bu ülkeler genel olarak gerekli görmektedir. NATO içindeki askeri harcamaların çoğunluğunu üstlenen ABD, Avrupalı müttefiklerini, özellikle Trump döneminde “külfetin paylaşımı, savunma harcamalarının artırılması” konusunda sıkıştırmaya çalışmıştır. İttifak’ın Amerikan eksenli politikalarına karşı gelen üyelere karşı ABD’nin argümanı olarak, Avrupa’nın kendi güvenliği için ABD kadar harcama yapmaktan imtina etmesi gösterilmektedir. 
Öte yandan Avrupa’daki Amerikan nüfuzunun genişlemesindeki en önemli eksen olan Doğu Avrupa ülkelerinin tarihsel olarak taşıdıkları ‘Rus korkusunu’ giderecek tedbirleri almak, ABD’nin hem Avrupa hem küresel politikalarına hizmet edecek bir işleve sahiptir. Bilindiği üzere, Irak işgali döneminde ABD’yi Almanya ve Fransa’dan ziyade İttifaka yeni katılan Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya desteklemiştir. 
Bu kapsamda, Kasım 2010’da onaylanan NATO Stratejik Konsepti’nde; “ortak savunmamızın temel unsurlarından biri olarak, halkımızı ve topraklarımızı balistik füze saldırılarına karşı koruyacak bir yetenek geliştireceğiz”, ifadelerine yer verilmiştir. Bu yeteneğin İttifak’ın güvenliğinin bölünmezliğine katkıda bulunduğu açıkça belirtilmiştir. İhtiyaç duyulan yetenek; Aktif Kademeli Taktik Balistik Füze Savunması olarak isimlendirilmiştir. Sistemin özü, ABD’nin 2009’da ilan ettiği Avrupa Aşamalı Uyum Yaklaşımı (European Phased Adaptive Approach – EPAA)’nın öngördüğü radar ve füzelerin bir plan dahilinde, aşamalı olarak Doğu Avrupa ülkelerine yerleştirilmesidir. Balistik füze savunmasına yönelik olarak Rota/İspanya’da dört adet Aegis muharebe gemisi, Kürecik/Türkiye’de füze tespit ve takip radarı, Deveselu/Romanya’da füze savunma üssü (Aegis Ashore) faaliyete geçmiştir. Burada, sadece NATO’nun değil, İsrail gibi ABD’nin kilit ortaklarının da esasında güvenlik ihtiyaçlarının gözetildiği, tehdit olarak sadece Rusya değil, İran gibi füze yetenekleri olan diğer ülkelerin de dikkate alındığını söyleyebiliriz.

Ortak Savunma Maksatlı Kuvvet Konuşları

Rusların Kırım’ı ilhakından sonra, Eylül 2014’te gerçekleştirilen NATO Galler Zirvesi’nde, kolektif savunma, İttifakın diğer temel görevlerine nazaran öne çıkarılmıştır. Ruslara bir tepki olarak, İttifakın doğudan ve güneyden kaynaklanan yeni güvenlik sınamalarına karşı kendini uyarlamasına zemin oluşturan Hazırlık Eylem Planı (Readiness Action Plan – RAP) kabul edilmiştir. RAP, NATO'nun değişen ve gelişen güvenlik ortamına askeri uyumunun önemli bir kilometre taşı ve itici gücü olarak görülmüştür. Bu plan, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana NATO'nun ortak savunmasına yönelik yapılan en önemli takviye planıdır. Temmuz 2016’da yapılan NATO Varşova Zirvesi’nde ise, Hazırlık Eylem Planının uygulanabileceği teyit edilmiş ve bu temelde İttifakın caydırıcılık ve savunma yapılanmasının güçlendirilmesine yönelik bir çalışma başlatılmıştır. Zirvede, İttifak'ın caydırıcılık ve savunma ihtiyaçları çerçevesinde plan devreye alınmıştır. Alınan kararlar doğrultusunda; 
-- İngiltere’nin liderliğinde Tapa/Estonya’da konuşlu 1 166 askerden, 
-- Kanada’nın liderliğinde Adazi/Letonya’da konuşlu 1 473 askerden, 
-- Almanya’nın liderliğinde Rukla/Litvanya’da konuşlu 1 287 askerden ve 
-- ABD’nin liderliğinde Orzysz/Polonya’da konuşlu 1 031 askerden, 
oluşan çok uluslu NATO güçleri, Ruslara karşı caydırıcılık kapsamında, NATO’nun ileri konuşlu mevcut kuvvetleri olarak, rotasyonel görevlendirmelerle, bu ülkelerde bulunmaktadır.
Gürcistan ve Ukrayna’ya yönelik olarak da, ABD öncülüğünde ilave tedbirler devreye sokulmuştur. Bu kapsamda;
-- Yavoriv/Ukrayna’da Müşterek Çok Uluslu Eğitim Grup Komutanlığı (Joint Mission Task Group – Ukraine) teşkil edilmiştir. Ukrayna’nın savunma yeteneklerinin geliştirilmesi, tugay seviyesi ve altındaki birliklerin eğitimlerine destek verilmesi amacıyla 2015 yılında kurulmuştur. Rusya tarafından Kırım’ın işgali üzerine, Ukrayna’nın istikrarına ve bağımsızlığına destek olmak maksadıyla, ABD komutasında teşkil edilen birlikte, Kanada, Litvanya, Danimarka, Polonya, İsveç ve İngiltere askerleri de görev yapmaktadır.
-- Vaziani/Gürcistan’da Savunma Hazırlık Programı – Eğitim (Georgian Defence Readiness Program – Training (GDRP-T)) devreye sokulmuş olup, 2018 yılından itibaren Gürcü askerlere, tabur seviyesinde, benzetilmiş harekât şartlarında, harbe hazırlık eğitimleri vermek için kurulmuştur.
İttifak bünyesindeki hazırlık (readiness) ve mukabele edebilirlik (responsiveness) seviyesi yüksek askeri unsurların sayısının ve niteliğinin arttırılmasına yönelik olarak NATO Hazırlık Girişimi başlatılmıştır. Buna göre, 30 günlük hazırlık seviyesinde kara, deniz ve hava kuvvetlerinden otuzar muharip unsurundan oluşan bir kuvvet havuzu oluşturulması hedeflenmiştir.
İttifak, Ege Denizi’ndeki düzensiz göç ve mülteci akının önlenmesine yönelik uluslararası gayretlere yardım amacıyla da faaliyet yürütmektedir. Bu faaliyet; NATO Daimi Deniz Gücü İkinci Grubu (SNMG-2) unsurları tarafından Şubat 2016’dan itibaren yerine getirilmektedir. Ekim 2016’dan bu yana da Akdeniz’de Deniz Muhafızı (Operation Sea Guardian) Harekâtı sürdürülmektedir. 
Ayrıca ABD’nin halihazırda çoğunluğu Almanya’da konuşlu bulunan yaklaşık 70 000 askeri ABD ve NATO çıkarları doğrultusunda Avrupa’da görev yapmaya devam etmektedir. Halihazırda Türkiye’de 1 670, Almanya’da 34 146, Polonya’da 4 500, İngiltere’de 9 333, İtalya’da 12 199 ve İspanya’da 3 270 Amerikan askeri bulunmaktadır.

Sonuç

Rusya; Ukraynalıları ve Rusları ‘tek halk” olarak gören bir politika izlemektedir. Bu nedenle, Ukrayna üzerinde tesis edilecek Amerikan ve NATO nüfuzuna şiddetle karşı çıkmaktadır. Bu manada Ukrayna’nın olası NATO üyeliğini ve Batı ülkeleriyle ilişkileri, Rusya’nın milli güvenliği açısından ‘tehdit’ olarak görülmektedir. Bu nedenle Ukrayna, kendisini Rus nüfuzundan kurtarmaya çalışırken, oldukça zor bir süreçten geçmektedir. 
Bölgedeki ülkelerden Romanya, 2004 sonrasında, sadık bir NATO üyesi olarak yoluna devam etmektedir. Bulgaristan ise Romanya’ya göre kısmen Moskova’ya yakın bir duruşa sahiptir. Ancak her iki ülke de Rus Ordusuna karşı NATO güvencesine duydukları ihtiyacı saklamamaktadır. Bu nedenle, bu iki ülke için Batı ile entegrasyon hayati önemde görülmektedir. Bu çerçevede, Rus askeri varlığını dengeleyecek bir NATO varlığının kendi topraklarında konuşlanmasına Bulgaristan ve Romanya her zaman sıcak bakmaktadır. 
Öte yandan Rusya’yı Karadeniz’de dengeleyebilecek tek ülkenin, 70 yıldır NATO müttefiki olan Türkiye olduğu bilinen bir gerçektir. NATO ve ABD bu gerçeğin farkındadır. Bu cephede ABD liderliğindeki NATO açısından temel sorun, Erdoğan ve Putin arasındaki yakın siyasi dostluğa dayalı Türk-Rus ilişkilerinin ‘iyi’ olmasıdır. İki ülke arasındaki yakınlaşma, NATO gözüyle bakıldığında, İttifak’ın Rusya’ya karşı devreye sokmaya çalıştığı güç politikalarını ve Karadeniz’den bu ülkeyi çevreleme siyasetini akamete uğratabilecek bir risk içermektedir. Zira Karadeniz’de NATO donanmasının Rusları dengeleyebilecek büyüklüğe ulaşması ancak Montrö Sözleşmesinin daha liberal yorumlanması halinde mümkün olabilmektedir. 
Türkiye’nin Ruslardan S-400 alması sonrasında ABD’nin Türkiye’yi F-35 programından çıkarması, Türk-ABD ve dolayısıyla Türkiye-NATO ekseninde kırılgan bir dönemin kapılarını aralamıştır. Bu şartlarda, Türkiye’nin Montrö’yü ‘yumuşatması’ beklenmemektedir. Bu arada Türkiye’nin, Ruslar tarafından zapt edilen Kırım’ın Ukrayna’ya ait olduğunu savunması, Ukrayna’ya insansız hava aracı satması, Suriye ve Libya’da Ruslarla çakışan politikalar izlemesi, nihayetinde Rus-Türk ilişkilerini geriyor olsa da Karadeniz’de NATO adına olumlu bir rüzgârın esmesi şimdilik uzak bir ihtimal olarak değerlendirilmektedir. ABD’nin Türkiye’yi dışlayan politikası devam ettiği müddetçe, Rusların Karadeniz’deki varlığına ve durumsal üstünlüğüne İttifak’ın katlanması gerekecektir. Bu yumuşak karın, genel manada, Doğu Avrupa’da Ruslara karşı NATO’nun daha güçlü bir duruş sergilemesinin önünde bir engel olarak görülmektedir.

(Devam edecek)

Kaynaklar:
Jafarov S. (2007). Dünden Bugüne Rusya-NATO İlişkileri, Ezgi Kitabevi, Bursa.
Oğuzlu T. (2013). NATO Ortaklıkları ve Türkiye (Editör: Aydın M.), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1.Baskı, İstanbul.
Aslan M. (2021). NATO Zirvesi ve Türkiye-ABD İlişkileri, SETA Perspektif, Haziran, Sayı 311. www.setav.org. s.e.t.22.10.2021.
Stent A. (2021). Russia’s Battle for the Black Sea, Why Moscow’s Moves Could Determine the Future of Navigation, Foreign Affairs, 16 August, <https://www.foreignaffairs.com/articles/turkey/2021-08-16/russias-battle-black-sea>, s.e.t.29.10.201.
Masters J., Merrow W. (2020). How Is the U.S. Military Pivoting in Europe? Council on Foreign Relations, 23 September, <https://www.cfr.org/in-brief/how-us-military-pivoting-europe>, s.e.t. 29.10.2021.
Baldwin M. (2021). Task Force Raven Takes Command of Joint Multinational Training Group-Ukraine, U.S. Army Mil., April 17, s.e.t.29.10.2021.
Georgia Defense Readiness Program Training, <https://www.dvidshub.net/image/6134980/georgia-defense-readiness-program-training>, s.e.t. 29.10.2021.
Ministry of Georgia News (2021). 22nd infantry battalion completed Georgian Defence Readiness Program, 21 April, <https://mod.gov.ge/en/news/read/8168/22nd-infantry-battalion-completed-georgian-defence-readiness-program>, s.e.t.29.10.2021.
NATO Factsheet, March 2021, NATO’s Enhanced Forward Presence, <https://www.nato.int/nato_static_fl2014/assets/pdf/2021/3/pdf/2103-factsheet_efp_en.pdf>, s.e.t.29.10.2021.

Dr. Hüseyin FAZLA
Dr. Hüseyin FAZLA
Tüm Makaleler

  • 30.10.2021
  • Süre : 5 dk
  • 2033 kez okundu

Google Ads