Site İçi Arama

ua-iliskiler

ABD Yunanistan’da Ne Yapıyor?

ABD ile Yunanistan arasındaki mevcut ortak savunma ve işbirliği antlaşması, 5 Ekim 2021 tarihinde karşılıklı imzalarlar, beş yıllığına uzatılmıştır. Aynı şekilde Fransa ile Yunanistan arasında da beş yıllık bir stratejik savunma antlaşması imzalanmıştır. 

ABD ile Yunanistan arasındaki mevcut ortak savunma ve işbirliği antlaşması, 5 Ekim 2021 tarihinde karşılıklı imzalarlar, beş yıllığına uzatılmıştır. Aynı şekilde Fransa ile Yunanistan arasında da beş yıllık bir stratejik savunma antlaşması imzalanmıştır. 
Esasında, ülkelerin birbiriyle karşılıklı bu tür antlaşmalar yapması, karşılıklı çıkar ilişkileri bağlamında normal görülen, uluslararası ilişkilerin doğasında olan bir durumdur. Ancak, son dönemde Yunanistan Hükümeti, bahse konu anlaşmaların; Yunanistan’ın da üyesi bulunduğu NATO İttifakının önemli yapı taşlarından biri olan Türkiye’ye karşı “Yunanistan’ın caydırıcılığının artırmasına” hizmet edeceği düşüncesini, bir algı operasyonu olarak dünya gündemine taşımıştır.
Burada caydırıcılık ile kastedilen şüphesiz Türkiye’nin ‘casus belli’ kararıdır. Halihazırda, Yunanistan’ın elini-kolunu bağlayan Türkiye’nin kararlı duruşudur. Yunanistan tarafından Ege Denizi arenasına üçüncü devletler de dahil edilmek suretiyle, kendi lehine bir çözüm geliştirme arayışına girişmiş gözükmektedir. 
Bu kapsamda, Türkiye ‘Yunanistan için en büyük tehdittir’ algısı gündeme taşınmaya gayret gösterilmektedir. Bu anlamda, Türkiye’yi ‘casus belli’ kararına götüren gelişmelere, karasuları bağlamında değinelim.
Bilindiği üzere, Türkiye’nin ve Yunanistan’ın karasuları, Lozan Antlaşması’nda Ege Denizi için 3’er mil olarak kabul edilmiştir. Bu durum iki ülkenin dahil olduğu Sınır Çizim Komisyonu’nun 3 Kasım 1926 tarihli protokolüyle de etraflıca ortaya konmuştur.
Yunanistan kendi karasularını, 1936 yılında, İtalya’nın o dönemdeki yayılmacı emellerini bertaraf etmek gerekçesiyle, 3 milden 6 mile çıkartmıştır. Türkiye, geciken bir hamle ile, ancak 1964’te, Ege Denizi için karasularını 6 mile çıkardığını ilan etmiştir. Her iki ülkenin nihayetinde tek taraflı ilan ettiği 6 mil kararı, esasında Lozan dengesini bozan bu durumdur. Lozan Antlaşması’na aykırıdır. Denilebilir ki, iki ülkenin ilan ettiği karasularını 6 mile çıkarma kararı; nihayetinde Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki çıkarlarını belirli ölçüde zedelemiştir. 
Başta Kıbrıs ve kıta sahanlığı olmak üzere iki ülke arasındaki sorunlar devam ederken, Yunanistan 1984 yılında tansiyonu yükseltecek bir çıkış yapmış, ‘Yeni Savunma Konseptini’ açıklamıştır. Bu konsepte göre, Yunanistan; kendi ülkesi için birincil tehlikenin Varşova Paktı ülkelerini değil, NATO’ya birlikte üye olduğu Türkiye’nin birincil tehdit görüldüğünü deklare etmiştir! 
Yunanistan Başbakanı Papandreu, o dönemde, Türkiye’nin Yunanistan karşısında sahip olduğu askeri üstünlükten rahatsız olmuş, kendi savunma harcamalarını rasyonel hale getirmek için, iç ve dış politikada Türkiye’yi ‘tehdit göstermek’ gibi bir yaklaşıma yönelmiştir. Kolaya kaçmıştır. Aynı İttifak çatısı altındaki bir ülkenin diğerini tehdit olarak nitelemesi, İttifak tarihinde ilk kez olmuştur. En basit manada, İttifak ruhunu zedelemiştir. Konu böylece NATO’nun da gündemine taşınmıştır. 
NATO’nun kuruluş antlaşmasındaki kolektif savunmayı tanımlayan beşinci madde, bir dış tehdidin varlığına göre yazılmıştı. İki müttefikin birbirini ‘hasım’ olarak görmesini kimse öngörmemişti. Aynı ittifaktaki müttefik iki ülkenin birbirini düşman görmesi, İttifak’ın özünü aykırı bir durumdu. Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik ortaya attığı bu anlamsız tehdit tanımlaması, NATO açısından bir anlamda gündeme taşınmaya değer bile görülmeden, konu kendiliğinden kapanmıştır.
Papandreu’nun tekrar başbakanlık makamına oturduğu 1990’lı yıllarda, 1 Haziran 1995’te Yunan parlamentosu, 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesini onaylamıştır. Yunan Meclisi, hükümete uygun göreceği bir zamanda Ege’de kara sularını genişletmek üzere kararname çıkarma yetkisi de vermiştir. Türkiye’nin imzalamadığı ve bu nedenle de taraf olmadığı bu sözleşme Türkiye açısından bu yönüyle geçerli bir belge değildir. Yunanistan’ın imzalamış olması, tek taraflı kararlar almasına şüphesiz müsaade etmez.
Karasularının 6 mile çıkması bile belirli oranda Türkiye’nin aleyhine bir durum ortaya çıkarmışken, şimdi Yunanistan’ın 12 mile çıkarma arzusu ve buna yönelik arayışları rahatsız edici bir duruma işaret ediyordu. 12 mil kararının alınması demek, Türkiye’nin neredeyse Ege Denizi’ne çıkamayacağı anlamına geliyordu. Uluslararası sularda seyir için bile Yunanistan’ın vereceği izne tabi olmayı, Türkiye’nin kabul etmesi söz konusu bile olamazdı. 
Nitekim, Türkiye’nin net tavrını ortaya koymak üzere, Türk Hükümeti konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) taşımıştır. TBMM, 8 Haziran 1995’te Yunanistan’ın Ege’de kara sularını tek taraflı olarak 6 milin ötesinde genişletme kararı alması durumunda, Türkiye’nin hayatî çıkarlarını muhafaza ve müdafaa etmek için hükûmete askerî önlemler dahil her türlü tedbiri alma yetkisi verme kararı almıştır. Yani TBMM, Yunanistan’ın karasularını 6 milin üstünde genişletmesini “savaş sebebi (casus belli)” saydığını, Türk Hükümetine daimî direktif olarak vermiş ve bu durum uluslararası camianın bilgisine sunulmuştur.
Son dönemdeki gelişmelerden anladığımız kadarıyla, Ege’deki diğer sorunlardan önce, karasuları konusunun Yunanistan’ın arzu ettiği şekilde, 12 mile çıkarılarak çözülmesi, Yunanistan açısından öncelikli bir konu haline gelmiştir.
Yunanistan Hükümeti, bu bağlamda, geçtiğimiz Ekim ayı içerisinde ABD ve Fransa ile ayrı ayrı imzaladığı antlaşmaları, adeta, Türkiye’ye karşı yapılmış ittifak anlaşmaları olarak dünyaya servis yapmıştır. Yunanistan’a göre, bu ikili anlaşmalar, Türkiye’ye karşı caydırıcılığı artırmak için imzalanmıştır. Yunanistan’ın açıklamaları bir yana, ABD ve Fransa’nın imza törenleri ve sonrasındaki ‘muğlak’ söylemleri de ayrıca manidar bulunmaktadır.
Fransa’nın tarihsel perspektifte Türkiye’ye karşı Yunanistan’ı kollayan politikası, Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra da devam etmiş, özellikle Türk İstiklal Harbinde bile Yunan kuvvetlerinin Türk ordularına karşı, Fransız uçaklarıyla takviye edilmesi söz konusu olmuştur. Rafale savaş uçakları, Belharra fırketeyn satışları ve askeri üs edinme arayışları geleneksel Fransız politikasının uzantısı olarak görülmelidir. Biz bugün, Fransa’dan ziyade Amerikan’ın Yunanistan açılımına değinmek istiyoruz.
Bu çerçevede, Yunanistan tarafından ABD’nin kullanımına açılan üslerine göz atalım.
Yunanistan, 1947 yılında ABD Başkanı Truman tarafından ilan edilen, Türkiye ve Yunanistan’a yardım yapılması kapsamındaki Truman Doktrini çerçevesinde, ABD’den askeri yardım almaya başlamıştır. Türkiye’nin İncirlik üssünü ABD’ye Soğuk Savaş şartlarında ikili antlaşmalarla tahsis etmesine benzer şekilde, Yunanistan da ABD’ye bazı üslerini kullanım için tahsis etmiştir.
Bu üslerden en önemlisi Soudabay Deniz ve Hava Üssüdür. Girit adasındaki bu askeri üs, 1950’li yıllardan itibaren Soudabay limanına demirleyen Amerikan Deniz Kuvvetleri unsurlarına hizmet vermektedir. Günümüzde Amerikan 6. Filosuna da ev sahipliği yapan bu liman, nükleer uçak gemilerine lojistik destek verebilecek imkân ve kolaylıklara sahip Akdeniz bölgesindeki tek limandır. Başka benzer yeteneklere sahip Akdeniz’de liman bulunmamaktadır. Yeni anlaşma ile ABD tarafından bu üs yeniden inşa edilecektir. EP-3E havadan gözetleme, C-17 ve C-130 nakliye uçakları, F-16 savaş uçakları ve 1000’in üzerinde Amerikan Deniz Piyadesi, Soudabay ve civarında konuşlanacaktır. Aslında eskiye göre değişen bir durum bulunmamaktadır.
Yunanistan’ın batısındaki Aktion Hava Üssü, Türkiye’nin Konya Hava Üssü’ne benzer şekilde, NATO’ya ait Havadan Erken İhbar ve Kontrol Uçaklarına (AWACS), NATO uçuş görev planlamaları dahilinde, ileri intikal üssü olarak hizmet vermektedir. Anlaşma kapsamında olmamakla birlikte, gerektiğinde Amerikan kuvvetlerine ilave hizmet vermek üzere kullanıma açılabilir.
Yunanistan’ın kuzeyindeki Selanik (Amigdhaleon) ve Kavala (Sedes) Hava Üslerinde, ABD’nin keşif gözetleme ihtiyaçları kapsamında RQ4 Global Hawk yüksek irtifa (HALE) insansız hava araçları (İHA) konuşlandırmaları yapılmaktadır. 
Yunanistan ana kıtasının ortasında yer alan Larissa, ABD’nin MQ9 insansız hava araçlarını ve tatbikatlar kapsamında F-22 uçaklarını da konuşlandırabildiği bir savaş uçağı üssüdür. Muhtemelen MQ9 sürekli konuş üssü olarak kullanılacaktır.
Volos (Stefanovikeio) kara havacılık meydanı, Larissa’ya yakın bir noktada olup, ABD, 500 civarı askeri personel ve 35 kadar helikopterini gerektiğinde burada konuşlandırmayı planlamaktadır.
Yunanistan’ın Araxos jet uçakları üssünün de Amerikalıların kullanımına açılması, ihtiyaca göre İncirlik’ten 50 civarında taktik nükleer başlığın buraya taşınması düşünülmektedir.
Ege Denizi’nde bir ada olan Syros’ta bir deniz üssü inşa edilmesi gündemdedir. Aynı şekilde Karpatos ve Kayminos adalarına helikopter/uçak meydanlarının inşa edilmesi söz konusu edilmektedir.
Yunanistan, Çanakkale boğazını tıkayabilecek bir noktada, sabit uçak gemisi rolünü yerine getirebilecek İskiri (Skyros) adasının, antlaşmalar gereği ‘silahsızlandırılmış ada’ statüsünü bozmak düşüncesiyle hareket etmektedir. Bu kapsamda, kendisinin antlaşmalara aykırı olarak de facto silahlandırdığı bu adada Amerikan kuvvetlerinin de konuşlanmasını sağlayarak, uluslararası hukuka aykırı eylemine ABD’yi de ortak etmeye çalışmaktadır. Yunanistan’ın bu yöndeki teklifine, şimdilik, ABD sıcak bakmamıştır.
Batı Trakya’da, Türkiye sınırına çok yakın bir noktadaki Dedeağaç Limanı, doğal olarak Türkiye’yi rahatsız etmiş ve gündeme oturmuştur. ABD’nin, bu limanı öncelikle sıvılaştırılmış gaz depolama merkezi olarak yeniden inşa etmekte olduğunu biliyoruz. ABD; kendi üretimi olan sıvılaştırılmış gazın tankerlerle bu limana getirilmesini, buradan Bulgaristan, Romanya, gerektiğinde Ukrayna ve Balkanlara boru hatlarıyla ulaştırılmasını, bölgenin Rus gazına bağımlılığının kısmen ortadan kaldırılmasını, ABD gazının satışının desteklenmesini amaçlamaktadır. Ayrıca, burada hem bu limanı korumak hem de gerektiğinde müttefik ülkelere güç projeksiyonu yapabilmek maksadıyla, Avrupa’da bir benzeri sadece Almanya’da bulunan helikopter monte/demonte merkezini açmak üzeredir. Dedeağaç’ın, Amerikan kuvvetlerinin Bulgaristan, Ukrayna ve Romanya için kuvvet intikalindeki ana konuşlanma merkezi olması yönünde planlamalar yapılmaktadır.
ABD, bahse konu üslere, planlı tatbikatlar kapsamında getirdiği askeri silah, mühimmat, teçhizat ve araçları, özellikle de Dedeağaç’ta yaptığı askeri yığınaklanmayı bundan böyle kalıcı hale getirme niyetindedir. 
Amerikan’ın son üs edinme politikasının temelinde 2014 Rus-Ukrayna savaşına müdahil olamama, Rus işgalinin önüne geçememe sıkıntısı yatmaktadır. Nitekim, 18 Mart 2014 tarihinde, dünyanın gözü önünde Kırım’ı topraklarına katan Rusya karşısında ABD ve müttefikleri mecburen ‘sessiz’ kalmıştır. Ukrayna ile yakın ilişkiler geliştiren ve bu ülkeye üyelik yolunu açan NATO, Ruslara karşı Karadeniz’de kazandığı durum üstünlüğünü, Rusların Kırım hamlesiyle yitirmiştir. 
Karşı eylem olarak Eylül 2014 Galler Zirvesinde, Müttefikler; NATO kolektif savunma anlayışına dönüş yapacağını açıklamış, üstü örtülü olarak, Rus tehdidine karşı gerekli tedbirlerin alınmasına karar vermiştir. Devamında, 2016 Varşova Zirvesinde alınan kararlarla, Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya’ya Hazırlık Eylem Planı çerçevesinde, NATO askeri yığınaklanması yapılmıştır. Ayrıca, ABD; Romanya ve Bulgaristan’daki üslerini takviye etmiştir. 
Öte yandan, bu askeri yığınıklanmaların, Soğuk Savaş askeri üs yapılanmalarına ve silah altında tutulan asker sayılarına göre, dikkate alınmayacak kadar küçük rakamlar olduğunu belirtelim. Yunanistan dahil tüm bu askeri üs ve tesislerde bulunacak NATO ve ABD askeri sayısı 20.000’in üstünde değildir.
Rusya Federasyonu’nun Belarus sınırında, 10-16 Eylül 2021 tarihleri arasında gerçekleştirdiği ve Batılı ülkelerin ‘gözlemci’ olarak dahi davet edilmediği Zapad 2021 tatbikatına katılan asker sayısı 200.000 civarındadır. Rusya ve Belarus’un ortak savunması maksatlı icra edilen bu tatbikatın senaryosunda, doğal olarak hasım tanımlamasında ‘Batı’ yer almıştır. Bu tür Rus tatbikatlarını, Donbas bölgesinde her an bir Rus saldırısı ile karşı karşıya kalabileceğini düşünen Ukrayna’nın oluşturduğu Hibrit Savaşları İzleme Grubu yakından takip etmektedir. 
NATO kuvvet konuşunun Rusya karşısında da çok yetersiz kalacağı da ilk etapta görülmektedir. Bununla birlikte, kuvvetlerin süratle intikal ettirileceği, deniz, kara, hava ve demiryolu bağlantılarının önceden planlanması, altyapı ihtiyaçlarının bu çerçevede önceden tamamlanması, olası bir harpte öncelikli yetenekler olarak barış zamanında inşa edilmek durumundadır. ABD ve NATO’nun da yapmaya çalıştığı ön-hazırlıktan öte bir şey değildir.
Türk basınında çıkan haberlerde, Amerikan’ın Yunanistan’daki üslerine yaptığı konuşlanma ve yığınaklanmadan, 15 Temmuz’la birlikte düşünüldüğünde rahatsızlık duyulduğu haklı olarak çokça işlenmiştir. Etrafının çevrelendiğini düşünen her ülke, harekât planlarını, olası en kötü senaryoya göre yapar diyerek, noktayı koyalım.
Son yıllarda ABD perspektifine göre, Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrini bozan üç konu öne çıkmıştır. Bunlar:
1.    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin (Rusya) ile artan, dostluğa dayalı ilişkisi,
2.    Türkiye’nin düzenlediği harekatlarla Suriye’de Amerikan müttefiki Kürtleri zor duruma düşürmesi, Kürt-Amerikan ilişkisini zedelemesi,
3.    15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün arkasında ABD’nin olduğuna dair Türk kamuoyundaki hâkim kanının olması.
Bunun öncesinde 2003 yılında Irak’ın kuzeyinden Amerikan askerlerinin girişine yönelik izin konusunda yaşanan 1 Mart Tezkere krizi, zaten Türk-Amerikan ilişkisinde son yirmi yıl içerisindeki en büyük kırılma olmuştu. Bu krizden sonra, genel anlamda baktığımızda, ABD’nin stratejik oryantasyonunu yavaş yavaş Türkiye’den başka ülkelere kaydırma arayışı içerisinde olduğu görülüyordu.
Bu minvalde, 15 Temmuz hadisesi, iki ülke arasında ikinci bir kırılmaya neden olmuştur. Sonrasında yaşanan S-400 ve F-35, hatta F-16 krizleri ve bu çerçevedeki Amerikan yaptırımları, bu iki büyük kırılmanın dış dünyaya yönelik yansımaları olarak görülmelidir. 
Bu noktada, Amerika’nın bölgemize yönelik stratejik oryantasyonunu Yunanistan’a döndürdüğü anlaşılmaktadır. Nitekim;
1.    ABD’nin 2016 Eylül sonrası bölgede Yunanistan lehine stratejik ilgisinin artması,
2.    Yunanistan askeri harcamalarının ve güvenlik odaklı faaliyetlerinin artması,
3.    Yunanistan’ın ABD’nin stratejik, jeopolitik ve milli çıkarları için bir ‘askeri üsler merkezi’ haline gelmesi.
ABD yönetiminin Yunanistan üzerindeki yönlendirici etkisi, Alexis Tsipras (2015-2019) sol görüşlü hükümeti döneminde bile etkin olmuştur. Bu dönemde Yunan solunun geleneksel muhalif duruşuna rağmen, ABD-Yunanistan ortak savunma işbirliği anlaşması uzatılmıştır. 
2019’da Merkez Sağın temsilcisi Kyriakis Mitsotakis Hükümetinin işbaşı yapmasıyla birlikte, Atina Büyükelçiliğinde görevli Yunan vatandaşı Panayotis Kontoleon, Yunan İstihbaratının başına getirecek kadar Yunan hükümeti nezdinde Amerikan nüfuzu görülür hale gelmiştir. 
Yürütmekte olduğu sessiz ama metodik faaliyetler ile ABD; Yunanistan’da elde ettiği yeni üslere konuşlandıracağı hava araçları ve vasıtalarla, Doğu Akdeniz ve Karadeniz üzerinde, istihbarat, keşif ve gözetleme faaliyetlerini kesintisiz icra etme imkânı bulmuştur. 
Buradan tekrar Dedeağaç konusuna dönelim. ABD, 1936 Montreux Sözleşmesi hükümleri gereği, Karadeniz’de yeteri kadar askeri gemi bulundurma şansına sahip değildir. Bu manada Türkiye’nin gündemine gelen, “Montreux sözleşmesinin yumuşatılması” yönündeki sözleşmeye yönelik Amerikan yorumları, Türk kamuoyunda rahatsızlığa neden olmuştur. ABD’nin beklentisi doğrultusunda daha liberal bir Montreux yorumu Türk tarafında olası gözükmemektedir. Amerikan savaş gemilerine Karadeniz’e boğazlardan geçiş hakkının esnetilmesinin, her şeyden önce, Türk-Rus ilişkisine zarar vereceği aşikardır. Ayrıca, Türkiye’nin geleneksel boğazlar politikasıyla da çelişen bir durum ortaya çıkacak, neticede Montreux’yü tartışılabilir hale getirebilecektir.
Montreux’nün olamayacağını gören ABD, paralelde, Dedeağaç limanını ana üs haline getirip, Avrupa’ya çıkış noktası olarak burayı kullanmak, Karadeniz ve Doğu Avrupa’daki askeri varlığını ve yığınaklanmasını boğazlar yerine karadan (demiryolu dahil) ulaşımla sağlamak, nihayetinde boğazlara alternatif paralel bir güzergâh oluşturmak istemiştir diye değerlendirebiliriz. Böylece, Boğazlar kullanılmadan, gerektiğinde ABD’nin süratle Ukrayna, Romanya, Bulgaristan gibi Doğu Avrupa ülkelerine kuvvet aktarması veya kaydırması mümkün olabilecektir. Bu bağlamda ABD’nin kazanacağı güç projeksiyon yeteneği, 2016 NATO Hazırlık Eylem Planı çerçevesinde Doğu Avrupa ülkelerine yapılan NATO askeri kuvvetlerinin konuşlandırılması uygulamasıyla ilişkilendirilebilecektir.
Türkiye perspektifinden bakıldığında, Amerikan faaliyetleri bir bakıma Rusya’dan ziyade Türkiye’nin çevrelenmesi olarak algılanabilmektedir. Türkiye’yi çevreleme politikasının ABD, Fransa ve Yunanistan tarafından hayata geçirilmek üzere olduğu iddia edilebilir. Bunun böyle anlaşılmaması için öncelikle Yunan Hükümetinin kışkırtıcı söylem ve eylemlerden uzak durması gerekir. Yunanistan Hükümetinin, mevcut silahlanma politikası yanında, Türkiye’yi işbirliği yerine tecrit ve yabancılaştırma politikasıyla ötekileştirme gayretleri, kabul edilebilir bir şey değildir. 
Ayrıca, Türkiye’den ziyade stratejik oryantasyonunu Yunanistan’a çeviren ABD; Türkiye ile müttefik olduğunu unutmamalı, boğazları devre dışı bırakan yeni alternatifler üretmek adına, Türkiye’nin stratejik önemini ve NATO’nun genel perspektifinde bir cephe ülkesi olduğunu göz ardı etmemelidir. 1947 yılından itibaren artan bir şekilde devam etmekte olan Türk-Amerikan ilişkisi, Türkiye’yi bir yönüyle ABD ve müttefikleriyle ‘et ve tırnak’ haline getirmiştir. Bunun sayısız tarihi gerekçesi bulunmaktadır. 75 yıldır süren bu stratejik ortaklığın dönemsel çıkarlara ve sığ değerlendirmelere kurban edilmesi, uzun vadede Türkiye’nin de stratejik oryantasyonunu başka yerlere yönlendirmesi sonucunu doğurabilir. Bu durum, tüm tarafların, en çok da savaş tamtamları çalan Yunanistan’ın aleyhine olacak yeni stratejik ortaklıkların kapısını aralayabilir.
ABD’nin, kendi çıkarları yanında, Türk ve Yunan çıkarlarına eşit mesafede duran bir müttefik ülke bilinciyle hareket etmesi, her şeyden önce uluslararası diplomasi nezaketinin gereğidir. Beklentimiz şüphesiz o yöndedir.
Kaynaklar
Barış Doster, “Suriye Satrancındaki Son Dönüşümler”, Ortadoğu Analiz, 5(59), Kasım 2013
Mehmet Ali Güller, Suriye’nin Sevr’i Amerikan Koridoru, Kaynak Yayınları, İstanbul 2015
Muhammed TÜRKMEN, 1 MART TEZKERESİ BAĞLAMINDA TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI, Mayıs • 2021 • 5 (1) • 185-212, BÖLGESEL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1799429
Nasuh Uslu. (2016). Çatlak İttifak, 1947’den Günümüze Türk-Amerikan İlişkileri, Nobel Yayınları, İstanbul
Rebecca Klapper, News, “U.S. Forces Granted Access to 4 Additional Bases in Greece Under Expanded Deal”, Newsweek, 14 Ekim 2021, https://www.newsweek.com/us-forces-granted-access-4-additional-bases-greece-under-expanded-deal-1639185, s.e.t.11.11.2021.
Daily Sabah, https://www.dailysabah.com/politics/us-greece-hold-joint-military-drill-in-aegean/news, s.e.t.17.11.2021.
Ekathimerini news, “US and Greek forces conduct joint exercise in northern Greece”, 14.11.2021.

https://www.ekathimerini.com/news/1171772/us-and-greek-forces-conduct-joint-exercise-in-northern-greece/, s.e.t.17.11.2021.

Ukraine Crisis Media Center, Zapad 2021 Military Exercise, 2.10.2021, https://uacrisis.org/en/zapad-2021-military-exercises, s.e.t.17.11.2021.
U.S. Embassy & Consulate in Greece, Ambassador Geoffrey R. Pyatt, https://gr.usembassy.gov/our-relationship/our-ambassador/, s.e.t.17.11.2021.

Dr. Hüseyin FAZLA
Dr. Hüseyin FAZLA
Tüm Makaleler

  • 18.11.2021
  • Süre : 5 dk
  • 1691 kez okundu

Google Ads