Site İçi Arama

ua-iliskiler

Biden’ın Yumuşak Karnı: Alman-Rus Hattı

Doğal gaz ve petrol fiyatlarındaki yükselişi “yeniden büyük Rusya” hedefini inşa etmek için akılcı bir stratejiyle değerlendirerek yükselen Putin Rusya’sı; eski Sovyet coğrafyasında kaybettiği etkisini yeniden canlandırmak amacıyla proaktif bir yakın çevre politikası izlemeye başlamıştır.

Doğal gaz ve petrol fiyatlarındaki yükselişi “yeniden büyük Rusya” hedefini inşa etmek için akılcı bir stratejiyle değerlendirerek yükselen Putin Rusya’sı; eski Sovyet coğrafyasında kaybettiği etkisini yeniden canlandırmak amacıyla proaktif bir yakın çevre politikası izlemeye başlamıştır. Böylece Rusya, yakın çevresindeki ülkelerde Avrupa Birliği ve NATO’nun etkisini azaltmayı amaçlamış ve bunu sağlamak için gerektiğinde sert güç kullanmaktan çekinmeyeceğini göstermiştir. Bu açıdan bakıldığında, Ukrayna’daki krizin başlamasına sebep olan olaylar, Rusya’nın yakın çevresindeki Batı girişimlerinden duyduğu rahatsızlıkla bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır denilebilir.

Nitekim Rusya, Batı tarafından çevrelenmeye taviz vermeyeceğini göstermek ve kendi milli çıkarları doğrultusunda Karadeniz’de NATO’ya karşı durum üstünlüğünü kazanmak için 2008 yılında Gürcistan ve 2014 yılında Ukrayna krizlerini ‘çıkarmıştır’. ABD liderliğinde Batı dünyasının “gül ve turuncu” devrimlerine önayak olmak suretiyle, bu iki ülkenin iç politikalarında Batı’yla yakın ilişkiler içinde olabilecek siyasi figürleri öne çıkarmasını kendisi için gelişen bir tehdit olarak gören Moskova; Ukrayna ve Gürcistan ‘devrimlerini’ “gerekçe” olarak kullanmıştır. Sonrasında, taraflar arasında sayısız görüşmeler yapılmış ve önemli bir ilerleme sağlanamamıştır. Bu arada Batı, NATO üzerinde Doğu Avrupa’da yeniden askeri varlığını 2016 yılından itibaren artırmayı tercih etmiştir. Gelinen aşamada, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün bozulması (Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıklarını ilan etmesi ve Rusya Federasyonu tarafından tanınması) sorunu neredeyse günümüzde dondurulmuş vaziyette kenarda beklemeye alınmıştır. Öte yandan, ABD’nin Ukrayna’ya aktif desteğiyle birlikte, Ukrayna Krizinin üzerini örten küller savrulmuş, son altı aydır dünya gündemini işgal eden bir numaralı konu haline gelmiş ve sıcak çatışma olasılığı artmıştır.

2021 Ukrayna Krizinde taraflar aslında Kiev ve Moskova olması gerekirken, Putin’in bilinçli diplomasi tercihinin bir yansıması olarak, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy Rusya’nın muhatabı olarak alınmamıştır. Bu şüphesiz Zelenskiy’nin kabahati değildir. Putin, 2014 yılındaki krizde de dönemin Devlet Başkanı Petro Poroşenko’yu muhatap kabul etmemiş, krizin çözümünde ABD ve Avrupa’daki mevkidaşlarıyla görüşmeyi yeğlemiştir. Ukrayna’daki krizi vekâlet savaşı olarak gören Putin açısından bu yaklaşım onun dost-düşman retoriğine uygun düşmüş ve Rus lider Batı’yı Rusya’yı istikrarsızlaştırmaya çalışan ana düşman olarak kabul ettiğini açıkça ifade etmiştir.

Rusya’nın Batı ile ilişkilerinin düzeltilebilmesi için NATO’nun genişlemesinin durması, Ukrayna’nın hiçbir zaman NATO üyesi yapılmayacağına dair bir garantinin verilmesi ve Rus sınırına yakın Doğu Avrupa ülkelerinde NATO’nun füze konuşundan vaz geçmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, bu konulara yönelik çözümlerin, Ukrayna’dan gelemeyeceğinin iyi bilen Putin, Zelenskiy ile iletişim kurmayı ‘gereksiz’ görmektedir. Poroşenko ile iletişim içinde olmama politikasının bir benzerini, bugün de Zelenskiy’e karşı sürdürmeye devam etmektedir.

Moskova’nın isteği doğrultusunda gerçekleşmekte olan Biden-Putin arasındaki çözüme yönelik ABD-Rusya görüşmeleri, çözümün sağlanabilmesindeki tek önemli zemin haline gelmiştir. Bununla birlikte Biden; Ukrayna’ya yapılabilecek olası bir Rus saldırısına Batı dünyasının ‘gözünü kapaması halinde’, sonrasında Doğu Avrupa’daki diğer eski Varşova Paktı ve günümüz NATO üyelerine de yapılabilecek Rus saldırılarının kapısının aralanabileceğini savunagelmektedir. Üstelik Biden bu düşüncesinde yalnız da değildir. İngiltere ve Kanada’nın, askeri kuvvet desteği dahil aktif desteği Ukrayna dayanışmasının bir parçası olarak gösterilmiştir. Benzer anlayışla, Rus tehdidine daha yakın bir coğrafyada bulunan Polonya ve Baltık devletleri de Ukrayna’nın yanında yer almayı tercih etmişler, envanterlerinde askerî malzemelerden bir kısmını Ukrayna’ya kaydırmayı, bu ülkeyle dayanışma adına gerekli görmüşlerdir. Bu dayanışma, gelecekte kendilerine karşı gelişebilecek olası bir Rus saldırısına karşı, ülkelerinin Rusya’ya karşı ‘yalnız bırakılmaması’ için geleceğe yatırım olarak yapılmış adımlar olarak da görülmelidir.

Gelinen aşamada Fransa ve Almanya’nın Ukrayna Krizi’nin çözülmesine yönelik nispeten pasif duruşları, askeri katkı yapma konusunda özellikle Berlin’in isteksizliği dikkat çekmiştir. Yine de bu iki ülkenin bugün de çözüme yönelik katkı sunmalarının, olası bir çatışmayı önleyebileceği ve önemli fırsatlar sunabileceği değerlendirmeleri yapılmaktadır. Bu sorunun çözümlenmesinde Avrupa Birliği’nin ve özellikle de Almanya’nın tutumunun önem taşıdığı vurgulanmaktadır.

ABD ve Avrupa arasında üç görüş ayrılığı

Le Monde gazetesinin Fransız diplomatik kaynaklara dayandırdığı haberinde, Amerikalıların ve Avrupalıların, “NATO genişlemesinin dondurulması” da dahil olmak üzere Rus taleplerinin çoğunu reddetme konusunda ortak tavır sergilemelerine rağmen, Batı dünyasının ileri gelen ülkelerinin üç ana alanda farklı yaklaşımlara sahip olduklarını yazmıştır: “Ukrayna'yı saran tehditlerin gerçekliği, krizin tırmanması durumunda nasıl bir yaklaşım sergileneceği ve son olarak en hassas konu olan Rusya’ya ne tür yaptırımların uygulanacağı.”

Bu farklı yaklaşımlara rağmen, Ruslara karşı uygulanması halinde, olası yaptırımların başarısının büyük oranda Almanya’nın tavrına bağlı olacağı konusunda, Biden dahil, tüm Batı dünyası hemfikirdir.

Almanya’nın Ukrayna’daki krize yaklaşımı, 2014 yılından günümüze, reel politik çerçevesinde, Rusya’yı dışlamadan Avrupa güvenliğini sağlamaya odaklanmıştır. Öte yandan, halihazırda Almanya’nın enerji alanında Rusya’ya artan bağımlılığı Moskova’ya karşı sert bir politika izlemesini güçleştirdiği gibi, ABD dahil Batı dünyasının da sert politikalara yönelmesini engelleyen bir faktör olarak değerlendirilmektedir. Almanya’nın Rusya’ya karşı süregelen ılımlı politikası, Berlin-Moskova arasında son iki asırdır devam edegelen ‘sıcak’ ilişkilerin (savaşlar hariç!) bir yansımasıdır.

Rusya’yı Avrupa politikasında etkili bir aktör haline getiren Rus Çarı I. Petro, Batı medeniyetini Rusya’ya taşımak amacıyla oluşturduğu Bilimler Akademisi’ni, Alman bilim insanlarının desteğiyle kurmuştur. Bunun karşılığında Rusya’da Almanların çıkarları korunmuştur. Fransız ihtilaliyle birlikte, Avrupa’yı sarsan milliyetçilik hareketleri sırasında, Prusya ve Rusya devletleri monarşik sistemlerini korumak için ortak hareket etmişlerdir. Rus Çariçesi II. Katerina’nın Alman olması, Kaiser II. Wilhelm ile Çar II. Nikola’nın kuzen olmaları, iki ulusun yönetici aileleri arasında evliliklerle kurulmuş akrabalık bağlarının bulunması, Alman-Rus ilişkisinde ‘akrabalık’ faktörünün ağırlığını artırmıştır. Akrabalık bağları, Alman kültürünün Rus saraylarına girmesini ve iki kültürün kaynaşmasını sağlamıştır.

  1. Katerina, Rus (Ukrayna) topraklarına Alman çiftçileri yerleştirmiş ve bu topraklarda Alman kolonileri oluşturulmuştur. Bu dönemde Almanlar toprak, su ve özgürlük vaatleriyle Ukrayna’ya göç etmişlerdir. 1914 yılına gelindiğinde Ukrayna’daki Alman nüfusu iki milyona yaklaşmıştır. Şu anda bile bu ülkede 35-40 bin Alman kökenli Ukrayna vatandaşı yaşam sürmektedir.

1922 yılında Weimar Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği’ni tanıyan ilk devlet olmuştur. Bu durum Rus halkında Almanya’ya karşı bir sempatinin oluşmasını sağlamış, Rusya’nın Almanya’nın 1990 yılındaki birleşmesine en büyük desteği veren devlet olması ise Alman halkında Ruslara karşı bir minnet duygusunun oluşmasına neden olmuştur. Öte yandan Almanya; Rusya’sız bir Avrupa’nın istikrar ve refaha kavuşamayacağına inanmıştır. Bu iki faktör Almanya ve Rusya arasındaki ilişkileri pekiştirmiştir. Bu nedenle Almanya, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğine, Rusların beklentileri doğrultusunda, hiçbir zaman sıcak bakmaya yanaşmamıştır.

Almanya ile Rusya arasında tarihsel ilişkilerin oluşturduğu yakınlığın yanı sıra özellikle enerji alanındaki ekonomik bağımlılıktan kaynaklanan yakın ilişkiler de önemini korumaya devam etmektedir. Bu gerçekliğin bir sonucu olarak, Almanya’nın Rusya politikasında her dönemde devamlılık söz konusu olmuştur. Alman hükümetleri, Berlin ve Moskova arasındaki ekonomik ilişkileri geliştirme arayışı içinde olmuşlardır. Almanya; “ekonomik bütünleşme yoluyla yakınlaşma” düşüncesiyle hareket etmiş ve Avrupa’nın kurallı dünyasına Rusya’nın uyumunun sağlanmasını hedeflemiştir.

Almanya Rusya’nın en büyük ticarî ortağı olup petrol ve doğal gaz ihtiyacının üçte birini bu ülkeden karşılamak durumundadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konusunda ilerleme kaydetmiş olmasına ve kendi iç kaynaklarından da enerji elde etmesine karşın, Berlin; henüz Moskova’ya bağımlılığını makul bir seviyeye indirgeyebilecek bir çeşitliliği yakalayamamıştır. Almanya, 2013 yılından itibaren Ukrayna yoluyla gelen Rus doğal gazının en büyük alıcısı durumuna gelmiştir. Ayrıca Rusya’dan petrol ve kömür ihtiyacının önemli bir kısmını da karşılayan Almanya; Rusya-Almanya arasında inşa edilen Kuzey Akım-2 hattının açılması halinde, Ukrayna ve Balkanlardaki krizlerin etkisinin asgariye inebileceği bir enerji esnekliğine kavuşmayı hedeflemektedir. Bununla birlikte, Rusya’dan kaynaklanacak herhangi bir enerji kesintisine karşı Almanya’nın duyarlılığı oldukça yüksek seyretmeye devam etmektedir.

Ancak, Kuzey Akım-2 hattının devreye girmesi halinde, Avrupa’ya enerji erişiminde Rusya’nın imkânlarını artıracağının farkında olan ABD, hem kendi sıvılaştırılmış gazını Avrupa’ya satmaya devam edebilmek hem de Ukrayna’nın mevcut öneminin korunması suretiyle, Rusların AB üyelerinin desteğiyle çevrelenmesi politikasını sürdürebilmek için, bu hattın açılmasına sıcak bakmamaktadır. Bu nedenle, bu hattın açılmasının olabildiğince geciktirilmesine yönelik Alman hükümetine dolaylı baskı yapmaktadır.

Bu arada, Rus pazarı için ise Alman malları ve Alman yatırımları büyük önem taşımakta ve Rusya’da faaliyet gösteren 7-8000 civarındaki Alman şirketinin ticari çıkarlarının korunması Berlin açısından önemli bulunmaktadır.

Ruslarla tarihsel bağları ve artan enerji bağımlılığı yanında, güçlü dış ticaret ilişkisine rağmen, Almanya; Türkiye’nin dış politikasına benzer bir anlayışla, 2014 yılında Ukrayna krizinin patlak vermesinin ardından Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü desteklediğini ve Kırım’ın Rusya’ya bağlanma kararını kabul etmediğini açıklamıştır. Bununla birlikte o dönemde Almanya Rusya’nın G-8’den çıkarılmasına karşı çıkmıştır. Ayrıca Merkel, bazı Doğu Avrupa devletlerinin, Almanya’nın Rusya ile imzaladığı Baltık boru hattı projesi anlaşmasından çekilmesi yönündeki isteklerini reddetmiş ve ABD’nin Doğu Avrupa ülkelerine savunma füzeleri yerleştirme planlarına karşı çıkmıştır. Buna rağmen, Ukrayna krizini kendileri açısından hayati derecede önemli bir olay olarak gören AB içindeki Doğu Avrupa ülkeleri, Rusya’ya karşı yaptırımlar uygulanmasını desteklemişlerdir. Ancak, bu ülke ile yakın ticari ilişkileri bulunan Almanya, sorunun diplomatik yollarla çözülmesine öncelik veren bir yaklaşım içinde olmuştur.

Bu arada, Ukrayna’nın coğrafî yakınlığı, Alman toplumunda krizin kapılarına dayanmış olduğu korkusunu uyandırmıştır. Buna rağmen, Almanya’nın dış politikadaki çekingen tavrını sürdürmesi, uluslararası arenada Berlin hakkındaki eleştirileri beraberinde getirmiştir.

Ekonomik yaptırımlar konusunda Almanya’nın Batı dünyasında ‘çatlağa neden olan tavrı’, Almanya’nın tarihsel deneyiminden kaynaklanmaktadır. Çıkar ve strateji gibi savaşı çağrıştıran kavramları kullanmaktan kaçınan Almanya, bundan ötürü dış politikasında kendisine komşu ülkelerde artık korku uyandırmamakla birlikte, pasifliğe varan ‘duyarsızlığı’ da müttefiklerinde rahatsızlıklara neden olmaktadır.

Almanya’nın Ukrayna krizinin çözümünde en önemli rolü oynayabileceği ve Rusya’ya karşı izleyeceği sert politika aracılığıyla bu devlete baskı uygulayabileceği yönündeki algıya rağmen Almanya; henüz Rusya’yı karşısına almaya taraftar değildir. Almanya; Avrupa’daki güvenliğin Moskova’nın karşısında durarak değil, Rusya ile beraber inşa edilebileceğini, Rusya’nın izole edilmemesi gerektiğini savunmuştur. Bu açıdan, Moskova, Berlin’i AB içindeki destekçisi olarak görmektedir.

Almanların büyük kısmı Rusya’ya herhangi bir askeri müdahalede bulunulmasına taraftar olmamışlardır. Ayraca, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğine Alman kamuoyu sıcak bakmamıştır. Bununla birlikte Almanlar, Rusya’nın Ukrayna karşısında izlediği agresif ve istikrarsızlaştırıcı politikadan rahatsız olmuşlardır. Her hâlükârda, Rusya’nın kazanılarak Avrupa güvenliğinin bir parçası haline getirilmesi gerektiğini savunan Almanların, bunun gerçekleştirilmesine öncülük etmesi gerekmektedir. Bu noktada kayda değer bir Alman başarısı bugüne kadar ortaya konamamıştır.

Bugün, doğal gaz ve petrol ticaretinden büyük gelirler elde eden ve Batı tarafından bölgesel güç olarak algılanmak isteyen Ruslar, bunun Batı’yla kavga etmekten ziyade, Batı ile birlikte, ortak yaşam ile sağlanabileceğine ekseriyetle inanmaktadırlar. Ortalama Rus için, kısa vadede demokrasi ve yayılmacı politikalar öncelikli değildir. Ukrayna krizinin sürmesinin Rusya’nın istikrarına bir fayda sağlamayacağına dair inanç, Putin’e rağmen, Rus halkının ortak görüşü haline gelmeye başlamıştır. Rusya’nın Batı’dan farklı oluşuna saygı gösterilmesi ve Rus yakın çevresinde ABD hegemonyasının tesis edilmemesi halinde, Avrupa’da bir barış ikliminin bu bahar aylarında ortaya çıkma olasılığına hem Almanlar hem de Ruslar inanmaktadırlar.

Rusya’nın “yalnızca ABD ile masaya oturma” tavrına rağmen, Almanya’nın da desteğini arkasına alan AB Dönem Başkanı Fransa’nın Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 2022 Ocak ayından itibaren Avrupa’nın da müzakerelere katılması için aktif bir çaba arayışı içinde olmuştur.

Macron’la birlikte hareket etmeye başlayan Almanya’nın yeni Başbakanı Olaf Scholz’un Putin ile bir araya gelmesi ve Biden ile temaslarını artırması neticesinde, ABD-Rusya arasında uzlaşı arayışlarında AB’nin de bir ağırlığının olması için uygun zemin oluşmaya başlamıştır. Ancak AB’nin cılız varlığı, şimdilik çözüm getirme yetmiyor.

Taraflar arasında Dışişleri Bakanları seviyesinde temaslar olmasına rağmen, krize ilişkin bazı görüş ayrılıkları halen devam etmektedir. Biden yönetiminin “Avrupa olmadan, Avrupa hakkında karar alınmayacak” yönünde verdiği garantisine uymasına rağmen, müzakerelerde Avrupa’nın ve özellikle Almanya’nın oynayacağı role yönelik belirsizlik henüz giderilememiştir.

Dr. Hüseyin FAZLA
Dr. Hüseyin FAZLA
Tüm Makaleler

  • 06.02.2022
  • Süre : 7 dk
  • 1590 kez okundu

Google Ads