Dünyada Değişimin Ayak Sesleri
Spykman; Akdeniz, Ortadoğu ve Kafkasları kontrol edenin dünyaya hâkim olacağı fikrini ortaya atmıştır. Spykman’ın kontrol edenin dünyaya hâkim olacağını iddia ettiği bu bölgede yaşanan son gelişmeleri iyi analiz etmemiz gerekir.
Onlarca yıldır süregelen sorunların yumağındaki Kafkasya, Balkanlar, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da enteresan gelişmeler oluyor.
Mackinder’in, dünyaya egemen olmak için kontrol edilmesi gerekir dediği bölge, Rusya ve Doğu Avrupa arenasıydı. Bugün, Ukrayna-Rusya savaşının olduğu bu bölge ve yakın çevresinde Almanya-Rusya mücadelesi yaşanmış, İkinci Dünya Savaşı’nın en önemli savaşları Mackinder’in kalpgah adını verdiği bu bölgede olmuş ve de nihayetinde komünizm ile kapitalizm el ele Nazizm ile Faşizmi imha etmişti.
Mackinder’in tali alan olarak gördüğü, Akdeniz, Ortadoğu ve Kafkaslar bölgesi ise diğer bir teorisyen Spykman tarafından öne çıkarılmış ve artık bu bölgeyi kontrol edenin dünyaya hâkim olacağı fikri ortaya atılmıştır.
İşte Spykman’ın kontrol edenin dünyaya hâkim olacağını iddia ettiği bu bölgede yaşanan son gelişmeleri iyi analiz etmemiz gerekir.
Soğuk savaş esnasında iki kutuplu ve hemen sonrasında yaşanan tek kutuplu dünya düzeninde, ana gücü eline geçirenlerin desteğini arkasına alan tali güçler, her türlü haksız, hukuksuz ve adaletsiz işgallere yöneldiler.
Enosis yoluyla Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilme niyeti ile İsrail’in Filistin’i işgali 20’nci yüzyılın 60’lı 70’li senelerinin, Dağlık Karabağ’ın Ermenistan tarafından işgali ise 90’ların, bu haksız ve hukuksuzluğa örnek verilebilecek olaylarıdır.
Türkiye, 70’lerdeki gücü nispetinde, Kıbrıs’taki emperyalist genişlemeye dur diyebilmiş, yaptığı barış harekatıyla adaya gerçekten barış getirmiştir. O tarihe kadar, kaotik ortam nedeniyle, çoğunluğu Türk tarafından olmak üzere, her iki taraftan insanların her gün ölümle burun buruna yaşadığı bu kriz adası, ayrılsa da huzurlu, zayıflasa da yaşanabilen, bölünse de yaşayabilen bir adaya dönüşmüştür. Sonrasında federasyon temelli çözüm için yapılan tüm görüşmeler maalesef neticesiz kalmıştır. AB’nin hem kendi müktesebatı hem de Kıbrıs Anayasasına aykırı şekilde Rum tarafını üye yapması, Annan planına evet denmesine rağmen Türk tarafının cezalandırılması ve görüşmelerin Rumların uzlaşmaya yanaşmayan tavırları nedeniyle ilerleyememesi, artık federatif çözümden yana politikalarla netice alınmasının mümkün olmadığını göstermiştir. Yıllardır çözümsüzlüğü çözüm olarak gören ve Türk tarafını bir türlü eşiti göremeyen Rumların bu davranışı, Türk tarafında bıkkınlığa sebep olmuştur.
Çözümsüzlüğü çözüm haline getiren Rum politik mantalitesine karşı Maraş’ın, küçük de olsa, bir bölümünün açılması, Rum tarafına ve dünyaya yeni bir politik anlayışa geçiş yapıldığının göstergesidir. Maraş, olası bir çözümde Rum tarafına verilmesi planlanan ve hatta Annan planında da Rumlara bırakılan bir bölgeydi; federatif çözümde ilerleme olmayınca, KKTC ve Türkiye’nin tek taraflı iradesi ile açılmasına karar verildi.
Tabii ki açılan bütün Maraş bölgesi değil, sahildeki küçük bir bölgedir. Özellikle mülkiyeti tartışmalı bölgelerde bir açılma söz konusu değildir. Burada önemli olan Türk tarafının politika değişikliğini, bazı uygulamalarda göstermeye başlamasıdır.
Doğu Akdeniz’de Libya ile geç kalınmış olsa da, çok önemli bir adım olan MEB protokolünün imzalanması ve yine geç kalınmış olsa da Maraş’ın açılması, Türkiye’nin bölgede proaktif politikalara dönüşünün göstergeleridir.
Rum tarafının Yunanistan ve AB destekli şımarıklığının başka bir tezahür ülkesi ise Ermenistan’dır. Yıllardır işgal ettiği Dağlık Karabağ bölgesinde, arkasında olduğunu düşündüğü ABD ve Batı desteğiyle Azerbaycan’a saldırması ters tepmiş, işgal ettiği toprakları kaybettikçe, sağa sola yardım edin yalvarmalarına başlamıştır. Karabağ’ı Azerbaycan’ın zayıflığından faydalanarak işgal eden Ermenistan’ın görece zayıflamasına rağmen hala kabadayı politikalarına devam etme isteği, Azerbaycan’a Karabağ’ı kurtarma şansını doğurmuştur. Rusya ve İran’dan da istediği dozda destek alamayan Ermenistan, yanlış attığı adımın hesabını, işgal ettiği topraklardan çıkmak zorunda kalarak vermiştir.
Görüldüğü üzere, Spykman’ın hâkim olanın dünyaya hâkim olacağını iddia ettiği bölge fokur fokur kaynamaktadır. Batıda Kosova-Sırbistan; kuzeyde Ukrayna-Rusya; doğuda Azerbaycan-Ermenistan; güneyde ise Suriye ile İsrail-Filistin ve hepsinin ortasındaki ülke Türkiye.
Bölge, çok önemli bir süreçten geçmektedir. Zamanın ruhuyla güç dengeleri değiştikçe, haksız ve hukuksuzla elde edilen bölgelerde çatışmalar artmakta, tüm mazlum millet ve toplumlar hak ettiklerini almak için çabalarını artırmaktadır.
İsrail-Filistin krizinde dikkat edilmesi gereken bir diğer konu ise İsrail’in Hamas’ın saldırılarını durdurmama veya durduramama durumunun enteresanlığıdır.
Sanki Putin ve Hamas’a aynı oyun oynanmaktadır. Dr. Ömer Turan’ın aşağıda yazdıklarına katılmamak elde değil.
“Filistinliler neredeyse terliklerle İsrail sınırı geçiyor, İsrail askeri üslerini basıyor, generaller dahil birçok İsrailli askeri esir alıyor, onlarca askeri öldürüyor, onlarca pikapla İsrail’e öylece giriyorlar, İsrail şehirlerini basıyor, İsrailli sivilleri öldürüyorlar. Merkava tankları imha ediyorlar, onlarca zırhlı araçlı ele geçiriyorlar.
Rüyamızda görsek inanmayacağımız şeyler gerçekte oluyor. Bütün bunlar olurken İsrail’den hiç cevap gelmiyor, Demir Kubbe çalışmıyor, saldırılar sadece seyrediliyor.
Peki bunlar normal mı? Tabii ki değil. HAMAS’ın saldırısı İsrail’in izin verdiği zehirli elma. Bu İsrail’in Pearl Harbour’ı, bu İsrail’in 11 Eylülüdür. İsrail bu saldırı üzerinden ilk önce kendi kamuoyunu, daha sonra da başta ABD olmak üzere batı kamuoyunu İran saldırısı için ikna edecek.
Sonra ne mi olacak? 11 Eylül’den sonra ABD ne yaptıysa şimdi de İsrail-ABD aynısını yapacak. İlk önce Filistinli grupları görülmemiş bir şekilde vuracaklar. Sonra, Suriye ve Lübnan’daki İran ve Hizbullah noktalarını yerle bir edecekler, Suriye rejimi kendini toparlayamaz, çöker. Lübnan Hizbullah’ının beli kırılır.
İsrail daha sonra ABD ve Körfez ülkeleriyle İran’ı vuracaklar. Planlar hazır. İran’ın bütün nükleer ve askeri tesislerini vuracaklar. İran’daki molla rejimi süreç sonunda çöker.
İslamcılar şimdi sevinç çığlıkları atıyor oysa öyle bir tuzağa düştüler ki farkına vardıklarında çok geç olacak. Putin’e Ukrayna’da yapılan İran ve İslamcılara İsrail’de yapıldı.
En acı olan, İsrail saldırılarında ölecek Filistinli kardeş sivillere üzüldüğümüzde, onları savunduğumuzda, bize İsrailli siviller insan değil miydi diyecekler ve bizim diyecek bir sözümüz olmayacak.”
Evet, açıkçası görünen odur ki, önümüzdeki süreçte müttefikleriyle birlikte İsrail, tüm Ortadoğu’yu ayağa kaldıracaktır. Bölgedeki tansiyonun daha da artması, taşların yerinden oynaması muhtemeldir. Türkiye, dikkatli ve duyarlı olmak durumundadır. Rusya-Ukrayna savaşındakine benzer bir arabuluculuk faaliyeti, İsrail-Filistin krizinde de uygulanabilir. Her iki tarafla ilişkisi olan ve arabuluculuk yapabilecek nitelikteki en muhtemel ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Batı ittifakı içindeki Türkiye’nin, tamamıyla İsrail karşıtı bir politika izlemesi zordur. Türkiye’nin itidal çağrısı önemlidir, ama en azından belli bir süre, kendi iç dinamiklerini rahatlatacak gerekli karşılığı verene kadar, İsrail bu çağrıya onay vermeyecektir.
Unutulmaması gereken, Türkiye’nin ana dış politikasının, kurucu felsefenin yurtta sulh, cihanda sulh ana ekseninde, hak, hukuk ve adaletten yana olanlarla ve mazlum milletlerle emperyalizme karşı birlikte hareket etmekten geçtiği gerçeğidir.