Site İçi Arama

ua-iliskiler

Irak ve Suriye Ekseninde ‘Kürt Sorunu’ (1)

Birinci Körfez Savaşı’nda Irak’ın Kuveyt’i 1990 Ağustos’unda işgali üzerine BM, Irak’a ambargo kararı almıştır. Bunun üzerine Türk Hükümeti Kerkük-Yumurtalık boru hattını kapattığını duyurmuştur.

Birinci Körfez Savaşı’nda Irak’ın Kuveyt’i 1990 Ağustos’unda işgali üzerine BM, Irak’a ambargo kararı almıştır. Bunun üzerine Türk Hükümeti Kerkük-Yumurtalık boru hattını kapattığını duyurmuştur.

Eylül ayında ise, TBMM, hükümete körfeze asker gönderme ve yabancı birliklerin Türkiye’de konuşlanması konusunda yetki vermiştir. Irak, Kuveyt’ten çekilmediği için ABD liderliğindeki koalisyon güçleri müdahale kararı almıştır. Türkiye savaşa fiilen katılmamakla birlikte üslerin koalisyon güçlerince kullanımına izin vermiştir. Buna karşılık, Irak’ın bir misilleme yapma olasılığı nedeniyle NATO güçlerinden güvenlik garantisi istemiş, ancak umduğu desteği sağlayamamıştır.

Türkiye; BM Güvenlik Konseyi’nin 678 sayılı (29 Kasım 1990) kararını beklemeden hemen boru hattını Irak petrolüne kapamıştır. Bunun ardından, gerekirse Irak’a karşı Türk Silahlı Kuvvetlerinin ikinci cephe açacağını ilan etmiştir.

Birinci körfez krizi sırasında Türk yöneticilerin koalisyon güçlerini desteklemesinin en önemli nedeni, Batının özellikle ABD’nin gözünde Türkiye’nin stratejik değerini artırmak olduğu söylenebilir. Özal, Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasından sonra, Türkiye’nin Batı İttifakı açısından rolünün ve öneminin fazla kalmadığı iddialarından endişe ediyordu. Körfez savaşı konjonktürünü ve gelişmeleri kendi vizyonuna göre okuduktan sonra Batı’nın ve özellikle ABD’nin tarafında yer almayı tercih etmiştir.

Türk Hükümeti, bölgesel bir güç gibi davranarak, Batı ve ABD merkezli güç dengelerinde yerini sağlamlaştırmayı, ABD siyasetine destek vermeyi ve ekonomik çıkarlarını artırmayı düşünmüştür. Türkiye’nin Batı’daki prestijini artırması açısından Körfez Krizinde sağladığı destek bir fırsat olarak görülmüştür. Beklentiler şu şekilde belirlenmiştir:

  • Türkiye’nin ulusal ve ülke bütünlüğünün korunması için destek almak,
  • Türkiye’nin karşılaşacağı ekonomik mali ticari zararlarını telafi edecek yine mali, ekonomik ve ticari imtiyazlar elde etmek.

Türkiye’nin Irak’a karşı oluşan koalisyonda Batılı ülkeler ile birlikte hareket etmesi ya da onların politikasına destek vermesi, Batı’ya duyulan hissi bağlılık yada ilgiden değil fakat iki tarafın sahip olduğu benzer çıkarlarının kesişmesinden kaynaklanmıştır. Türkiye’nin ve Batılı devletlerin savunduğu ortak değerler, BM Güvenli Konseyi kararına yansımıştır. Bir kez daha görüldü ki, Türkiye’nin uluslararası politika değerleri Batı’nın anlayışı ile uyum içindedir. Böylece Türkiye’nin Batı dünyası gözündeki güvenirliği bir kez daha test edilmiş ve Türkiye’nin önemi açıkça anlaşılmıştır.

Bununla birlikte hem Irak’ın güçlenmesi tehlikesi hem Kuveyt petrolünün taşıdığı önem hem de ABD politikalarına karşı çıkmanın olabilecek olumsuz sonuçları nedeniyle ABD’nin yanında yer almıştır. Ancak ABD’ye ilişkin ekonomik ve siyasî beklentilerine yanıt alamamıştır. Ekonomik kayıplar Türk ekonomisini önemli ölçüde etkilemiştir. Ayrıca Türkiye, ABD’nin Türkiye’ye yönelik doğrudan bir politikası olmadığını, diğer bölgesel çıkarlarından kaynaklanan yan bir önemi olduğunu fark etmişlerdir.

ABD Türkiye’ye zararlarını karşılama garantisi vermiştir. Körfez krizi sırasında Türk-Amerikan ilişkileri iyice yakınlaşmıştır. Körfez krizinde kurulan yakın ilişkiler aynı düzeyde sürdürülememiştir. Türkiye’nin kriz sonrasında yaşadığı hayal kırıklığına, Amerikan Kongresinin isteksiz davranarak Kıbrıs, Kürt sorunu ve insan hakları gibi gerekçelerle yardımı azaltma gayretleri ve ek malzeme ve silâh programında yapılan kesinti eklenince ilişkilerde kısmen soğuma süreci yaşanmıştı. Öyle ki bazen parasını ödediği silâhları bile alamaması söz konusu olmuştur. Türk ordusunun teknik malzeme ve donanım bakımından bu programa ihtiyaç duyması ve bir anlamda bağımlı olması Türkiye’nin diğer ülkelere yönelimini engellemiştir.

Körfez Savaşı’nın Türkiye açısından en olumsuz sonucu Güneydoğu sorununu kritik bir darboğaza sokması olmuştur. ABD’nin istemi ve Türkiye’nin desteği ile Kürtler için güvenlik bölgesi kurulmuştur. 36. paralelin kuzeyi, Kürt güvenlik alanı olarak belirlenmiş ve alanını korunması için, ABD, İngiltere ve Fransa Türkiye topraklarına hava gücü yerleştirmişlerdir.

Körfez Harekâtı sonrasında İncirlik Hava Üssü’nde konuşlanan “Çekiç Güç” Türk kamuoyunda uzun zaman tartışma konusu olmuştur. İşlevi kalmayan bu gücün Iraklı Kürtlerin birleşmesinde ve güçlenmesinde etkili olduğu savunulmuştur. ABD’nin bölgede bir Kürt devleti kurma çabası içinde olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca bölgede oluşan otorite boşluğunda yararlanan PKK’nın da bu dönemde faaliyetlerinin hız kazanması Türk-ABD ilişkilerinde 1990’lı yılların sonuna kadar olumsuz etkileyen etkenlerden biri olmuştur.

Batı desteği ile de facto bir Kürt siyasi varlığı kurulmuş ve Türkiye buna araç olmuştur. Bu durum, Türkiye’deki Kürt kimliğinin siyasileşmesini hızlandırmakla kalmamış, Güneydoğu Anadolu’yu Irak ticaretinden alıkoymuştur.

Körfez Savaşı’nda bir Kürt devletinin kurulmasına yönelik iki ihtimal ortaya çıkmıştır:

  • Birinci ihtimal, ABD’nin Irak’ın gücünü içerden zayıflatmak için Kürtleri kullanması ve bunun karşılığında onlara bağımsız devlet kurma mükafatı vermesi, önlerini açmasıdır.
  • İkinci ihtimal ise Irak’ın mağlup edilmesinden sonra zayıf duruma düşmesi, parçalanması ve bir Kürt isyanının ortaya çıkması sonucunda kurulması olarak öngörülmüştür.

Dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ağzından, “Irak’ın içinde yeni bir devletin kurulmasına karşıyız. Biz her zaman Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasından yanayız. Bu bizim (Körfez Savaşı) politikamızın ve çabalarımızın temel ruhudur. Bizim istemediğimiz bir durum yaratılmamalıdır. Bir Kürt Devleti kurulmamalıdır.” diyerek ABD’yi uyarmıştır.

Türk halkı ister istemez Körfez Krizi sırasında ABD’yi destekleme kararıyla Kürt ayrılıkçı şiddetinin tırmanması arasında bir çeşit bağ görmüştür. Kamuoyu genellikle Huzur Harekâtının Irak’ı caydırmakta ve Kürtlerin Türkiye’ye göçünü önlemekteki rolünü kavramakta güçlük çekmiştir.

Türk yöneticileri Huzur Harekâtına ve bir güvenlik bölgesi oluşturulmasına destek verdiklerinde, muhakkak ki, bu durumun 1992 yılının Ekim ayında bir Kürt Federal Devleti’nin ilanına yol açacağını hiç düşünmemişlerdi. Türk diplomasisi, Irak’ın toprak bütünlüğünü zedeleyecek her türlü gelişmeye karşı olduğunu beyan etmiştir.

Türkiye, Irak kuzey bölgesinde bir “güç boşluğunun” ortaya çıkması ve buraya yerleşen PKK terörünün daha da büyümesi sonucu “dezavantajlı” duruma düşmüştür. Körfez Savaşının hemen arkasından başlayan, genelde Irak problemi özelde Irak’ın kuzeyindeki istikrarsızlık problemi, Türkiye’nin Güneydoğu sınırlarını bir güvenlik bunalımına sürüklemiştir. Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler, Türkiye’nin güvenliğini tehdit eder bir duruma dönüşmüştür.

ABD ve İngiltere’nin Irak üzerindeki askeri baskılarını periyodik bir ritim ile sürdürmesi ekseninde, ABD Kürt meselesini ilk safhada temel Irak probleminin bir parçası olarak görürken, Avrupa aynı meseleyi temelde Türkiye’nin kendi meselesi olarak gören bir tutum içerisinde olmuştur. ABD’ye göre, Öcalan’ın yakalanması ile artık Türkiye içindeki Kürt Meselesi kendi iç alanına ve Türkiye’nin tam denetimine çekilmiştir. Dolayısıyla da Irak’ın statüsünün ve Irak’ın kuzeyindeki gelişmelerin Türkiye’yi tedirgin eden yönleri asgariye indirilmiştir. ABD, böylece Irak’ın kuzeyindeki gelişmeleri kendi iç bütünlüğünün bir parçası olarak gören Türkiye’nin kaygılarının bittiğini düşünmüş; dolayısıyla da Türkiye’yi Saddam yönetimindeki Irak ile işbirliğine gitmesine gerektirecek bir durumun kalmadığı savına sarılmıştır. ABD, Irak’la ilgili bundan sonraki hamlelerde Türkiye’nin daha esnek bir tavra yöneleceği kanaatinde olduğunu çeşitli platformlarda ifade etmeye başlamıştır.

Oysaki, Öcalan’ın yakalanması ile Ortadoğu denklemi tam manasıyla çözülememiştir. Türkiye’nin bölge ile ilişkilerinin arkasında oynanan satranç oyununun hamleleri bu nedenle sona ermeden devam etmiştir.

ABD; PKK konusunda Türkiye’ye destek verdiğini her fırsatta dile getirmiş ve bundan sonra Ortadoğu’ya yönelik hamlelerinde Türkiye’nin Amerikan tercihlerine yakın bir politika benimsemesini beklediğini ima etmiştir. Gerçekten de Türkiye’nin karar alıcıları ABD’yi terörizmle mücadelede ve Türkiye’nin Ortadoğu’daki güvenliği açısından vazgeçilmez bir müttefik olarak görme isteğiyle hareket etmişlerdir.

Bu dönemi yorumlayan Graham Fuller’e göre “Ankara, Türkiye’deki Kürtleri doğrudan etkileyeceği gerekçesiyle Irak’ta özerk bir Kürt devletinin doğmasını asla istemeyecektir. Ancak böyle bir bölge vardır ve Türkiye bunu kabullenip yeni ilişkiler kurma yoluna gitmiştir. Körfez Harekâtı öncesi statüko bir daha asla kurulamayacaktır.”

1 Mart 2003 tarihinde Tezkerenin reddi sonrasında, ilişkiler ilk Irak Harekâtının aksine, menfi yönde etkilenmiş, sorgulanır hale gelmiş ve bugüne kadar düzelmemiştir. Bu durumun ortaya çıkmasına yol açan etkenler arasında, tezkerenin reddi yanında, uluslararası jeopolitik yapının yeniden şekillenmesi, kesin ve sıkı ittifak mekanizmasının ortadan kalkmış olması ve Türk-Amerikan ilişkilerinin Soğuk Savaş dönemindeki mantığının artık geçerli olmaması gibi hususlar sayılabilir.

(Devam edecek)

Kaynaklar:

Atalay S. (1993). “ABD Güvenlik Yardımı ABD Türkiye İlişkileri” Avrasya Dosyası, c.I, Sayı:3, Sonbahar.

Davutoğlu A. (2001). Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul.

Gözen R. (2004). “Türkiye ve I. Körfez Savaşı: Kriz Ortamında Dış Politika”, (Derleyen: Faruk Sönmezoğlu) Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınevi, İstanbul.

Kirişçi K. (1994). “Uluslararası Sistemdeki Değişimler ve Türk Dış Politikasının Yeni Yönelimleri” Türk Dış Politikasının Analizi, Der: Faruk Sönmezoğlu, Der Yayınları, İstanbul.

Özdağ Ü. (2005). “Türk-Amerikan İlişkilerinde Kriz”, Yeniçağ Gazetesi, 3 Şubat.

Dr. Hüseyin FAZLA
Dr. Hüseyin FAZLA
Tüm Makaleler

  • 04.02.2022
  • Süre : 5 dk
  • 1766 kez okundu

Google Ads