Site İçi Arama

ua-iliskiler

Ortadoğu ve Türkiye’de Uygulanmak İstenen Yeşil Kuşak Projesi Nedir?

Yeşil Kuşak Projesi, ABD’nin 1970’li yıllarda Başkan Carter döneminde yürürlüğe koyduğu Çevreleme Politikasının uygulamada vücut bulmuş halidir. 

Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu sistemin tarafları olan NATO ve Varşova Paktı’nın en güçlü iki devleti ABD ve SSCB’nin jeopolitik nüfuz mücadelesi, ivme kazanmıştır. Sovyetler Birliği, Ortadoğu’da sosyalist ideolojiyi kullanarak bir toplumsal hareketlilik sağlamıştır. Birçok yerde sol hareketler, Sovyetler Birliği ile etkileşim içinde olmuştur. Sovyetler Birliği'nin bölgedeki ilerleyişi, Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgedeki varlığını tehdit eder hale gelmiştir. Bölgede sol ideolojiye karşı ABD'nin kapitalist söyleminin etkili olmadığı fark edilince sol ideolojiye karşı mücadelede dini motiflerin ideolojik araç olarak kullanılması düşüncesi gündeme gelmiştir. 

ABD, özellikle Ortadoğu ve genel olarak tüm İslam dünyasında Sovyet yayılmacılığını engellemek amacıyla SSCB’nin etrafını Çevreleme Politikasını uygulamaya koymuştur. Bu kapsamda, Sovyet rejiminin yayılmacılığına karşı İslam ülkeleri askeri ve ekonomik yardımlarla desteklenerek komünizmin baskısı altında kalmaktan korunmaya çalışılmıştır.

Gerçekte Yeşil Kuşak Projesi, Jimmy Carter döneminden itibaren ABD'nin komünizme karşı bir savunma aracı olarak İslam'ı kullanmaya başlamasını ifade etmek için kullanılan varsayımsal projedir. ABD tarafından resmen duyurulmuş bu isme sahip bir proje olmamasına rağmen Jimmy Carter'ın SSCB karşıtı politikaları resmen Carter Doktrini adıyla bilinir.

Yeşil Kuşak Projesi, ABD’nin 1970’li yıllarda Başkan Carter döneminde yürürlüğe koyduğu Çevreleme Politikasının uygulamada vücut bulmuş halidir.  

Komünizmin dini reddetmesi ve buna karşı İslam’ın sert ve katı görünen yüzü nedeniyle İslam dünyasının komünizme karşı bir kalkan olabileceği görüşüne dayanan bu proje, Sovyetlerin Afganistan’ı işgaliyle gerçeklik kazanmıştır. Bu sebeple ABD, Afganistan’da Sovyetlere karşı mücadele etmek isteyen cihatçı grupları eğiterek silahlandırmıştır. Sovyetlerle ciddi rekabet halinde olan Pakistan ve Suudi Arabistan da ABD’nin bu projesine destek vermiştir.

Proje ilk kez Afganistan'da uygulanmış, daha sonra Orta Doğu ülkeleri ve Türkiye gibi Müslüman çoğunluklu ülkelerde de denenmiştir. SSCB'nin Afganistan müdahalesi sırasında CIA ve Pakistan himayesinde mücahit güçler örgütlenmiş, diğer taraftan Afganistan'da ekilen haşhaştan elde edilen eroinin dünya piyasasına sürülmesine göz yumulmuş ve bu yoldan elde edilen gelirin Afganistan Demokratik Cumhuriyeti'ne karşı kullanılması amaçlanmıştır. Afgan gruplara, karşı saldırı yapmaları için yoğun silah satışı yapılmış ve bu gruplara Pakistan'daki askeri kamplarda eğitim verilmiştir.

Diğer tarafta projenin kritik unsurlarından biri olan CIA da Afgan mücahitlerine yalnızca silah ve teçhizat sağlamakla kalmamış, aynı zamanda terör ve sabotaj konularında eğitimler de vermiştir. Bu eğitimler, kimyasal ve elektronik zamanlama cihazlarının kullanımı, bomba yapımı, uydu iletişimi ve internet kullanımı gibi alanlarda olmuştur.

Mücahitler, batı tipi uçaksavar sistemlerinin kullanımı konusunda da eğitim almışlardır. Bu sistemler arasında, İsviçre yapımı Oerlikon ve İngiliz yapımı Blowpipe füzeleri (MANPADS yani bir yüzeyden havaya füze) öne çıkmaktadır. Ayrıca, CIA tarafından mücahitlere sağlanan en önemli desteklerden biri, uydu iletişimi alanında bilgi ve beceri kazandırmaktır. Uydu iletişimi, mücahitlerin koordinasyonunu artırmak ve bilgi alışverişini hızlandırmak için kritik bir araç olmuştur. Dolayısıyla, CIA'nın Afgan mücahitlerine yönelik sağladığı destek, yalnızca silah ve teçhizatla sınırlı kalmamış, aynı zamanda teknolojik ve stratejik avantajları da içermiştir.

Bu projenin Taliban gibi radikal dinci örgütlerin ve Türk-İslam sentezi gibi resmî ideolojilerin temellerini attığı iddia edilmiştir. 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de darbe girişimine kalkışan FETÖ Eski MİT Müsteşarı Atasagun tarafından 'Gülen ABD'nin yeşil kuşak projesidir'. Onu (Fetullah Gülen) biliyorsunuz, ABD’nin yeşil kuşak projesinin bir ayağıydı. Olay hâlâ odur. Bin Ladin’i de ABD yarattı, Afganistan’da Ruslara karşı besledi, sonucu gördünüz. Bu, terör örgütünü beslerseniz sonunda ne olacağının göstergesi. Sözleriyle açıklamada bulunarak; Türkiye için Yeşil Kuşak projesini ve içeriğini açıklamıştır.

Yeşil Kuşak Projesinin Doğuşu

Soğuk Savaş döneminin başlamasıyla birlikte ABD ve Sovyetler Birliği arasında küresel ve bölgesel anlamda yeni bir yarış / savaş başlamıştır. Sovyetler Birliği İslam coğrafyasında nüfuzunu artırmak için anti Amerikancı / Batıcı / bağımsızlıkçı olan yerel milliyetçi gruplara destek verirken ABD ise buna karşılık Sovyetler Birliği’ni etkisiz kılmak ve kendi nüfuzunu artırmak için İslamcı gruplarla çalışmayı kendi dış politika çıkarlarına uygun bulmuştur.

Sovyetler Birliği'nin 1979 yılında Afganistan'a müdahalesi veya Sovyet-Afgan Savaşı, Sovyet kontrolündeki Afganistan Demokratik Cumhuriyeti'nde (DRA) 1979'dan 1989'a kadar süren uzun süreli bir silahlı çatışmadır.

1979 yılında hem Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali hem de İran’da İslam Devrimi’nin gerçekleşmesi (11 Şubat 1979) ABD’nin İslam dünyasıyla ilişkilerini derinden etkilemiştir. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi ve Afganistan’ın işgali olayları, bölge jeopolitiğinde önemli değişikliklerin meydana gelmesine sebep olduğu gibi, İslam coğrafyasının sahip olduğu doğal kaynaklarının yanında stratejik bir değer de kazanmıştır. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi üzerine ABD, Sovyetler Birliği’ni “çevrelemek” ve “güneye inmesini engellemek” için Yeşil Kuşak Projesi’ni devreye sokmuştur.

Yeşil Kuşak Projesi’yle ABD, İslam ve Müslümanlardan faydalanma yolunu seçmiştir. Bu bağlamda ABD, İslam’ın radikal / cihatçı söylemine destek vererek cihadın yıllarca Müslümanlar tarafından “ihmal edilen” bir görevleri olduğunu vurgulamıştır. Afganistan’ın işgali olayının, Müslümanlar için yıllarca ihmal ettikleri görevlerini yerlerine getirmek için çok iyi bir fırsat olduğu gündeme getirilmiştir.

Çünkü ABD’ye göre Sovyetler Birliği “Tanrı tanımaz”, “Ateist”, “Allahsız” ve “Şer imparatorluğu” idi ve bu Sovyet imparatorluğu bir Müslüman ülke olan Afganistan’ı işgal etmişti. Müslümanların “ihmal ettikleri görevlerini yapmaları için artık bundan daha iyi fırsat olamazdı.

ABD kendi dış politik çıkarları açısından çok tehlikeli gördüğü Sovyetler Birliği’nin bu girişimini, Müslümanlara çok iyi bir şekilde pazarladı ve Sovyetler Birliği ile girmiş olduğu çatışmayı / savaşı kendisi doğrudan müdahil olmayarak vekil savaşçılarla halletme yolunu seçti. Bu nedenle de başvurduğu en iyi kaynak da farklı mezhepler oldu.

ABD, Siyasal İslam’ı ön plana çıkararak hem Sovyetler Birliği’ne hem de Sovyetler Birliği yanlısı ve Batı karşıtı / bağımsızlıkçı yerel milliyetçilere karşı İslamcı grupları desteklemeye başladı. Bu durumdan da anlaşıldığı üzere, ABD, dini, baskın siyasetinin bir aracı olarak kullanma yolunu bu şekilde Ortadoğu’da uygulamaya koydu.

ABD iç politikasında Hristiyanlığı ön plana çıkararak, İslam coğrafyasında ise İslam’ın “cihatçı” yorumuna destek vererek uygulamalara başlamıştır. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı “gerekli her araçla” mücadele etmeyi dış politik çıkarları açısından uygun değerlendiren ABD, bu amaçla en uygun araç olarak da İslam’ın “cihatçı” yorumunu ve “cihatçıları” seçmiştir.

1990’da Doğu Almanya ve Batı Almanya’yı ikiye bölen Berlin Duvarı’nın yıkılması da Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinin habercisi oldu. Bir yıl içinde, SSCB topraklarında 15 devlet ortaya çıktı. Bu devletler içindeki en güçlüsü Rusya’nın SSCB’nin mirasçısı rolüne soyunması da “Doğu Bloku” denilen yapının çözülmesini önleyemedi. Bu gelişmeler sonucunda NATO’ya karşı kurulan Varşova Paktı’nın dağılması da dünyadaki iki kutuplu dengeyi alt üst etti. ABD, SSCB’nin Komünizm tehdidine karşı başlattığı ve yıllarca besleyip büyüttüğü Yeşil Kuşak Projesini bu gelişmeler sonucunda gevşetince İslamcı militan gruplar kontrolden çıkmaya başladılar.

Bu durum aynı zamanda Ortadoğu’da vekâletler yoluyla mezhep savaşlarının da önünü açmış oldu.

Bu bağlamda İslam’ın radikal / cihatçı yorumunu ön plana çıkaran farklı mezhepler ve ona göre hareket eden “Müslüman savaşçılar” oluşturuldu. Bunlardan en önemlileri de Taliban ve IŞİD oldu. İslam coğrafyası, sonrasında ayrı ayrı mezheplere bölündü. Avrupa ve Amerika’dan toplanan Müslümanlar, Afganistan ve Pakistan’da dini / ideolojik ve askeri eğitimden geçirilerek “Şer İmparatorluğu” olarak tanımlanan Sovyetler Birliği’ne karşı savaştırıldılar. Bu amaçlarla silahlanan Müslümanlar hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle silahlarla savaşmaya başladılar.

Soğuk Savaş döneminin iki karşıt süper gücü olan ABD ve Sovyetler Birliği, aynı zamanda bölgede yaptıkları mücadelede doğrudan karşı karşıya gelmekten de kaçındılar. Aralarındaki mücadeleyi “vekil savaşları” aracılığı ile yürüttüler. Bu vekiller ABD için Siyasal İslam, Rusya için Wagner grubu oldu. Siyasal İslam, ABD’nin bu mücadelesinde Ortadoğu’da büyük destek gördü ve yine bu dönemde İslam / Müslüman iç çatışmasından daha çok küresel güç, modern zamanların bir ürünü olarak ortaya çıktı. Kısaca Siyasal İslam’ın ABD’nin Soğuk Savaşı kazanma stratejisinin ürünlerinden biri olduğunu söylemek mümkündür.

Bu konulara ilave olarak Cumhuriyetçi Parti'nin Başkan Adayı Donald Trump, 10 Ağustos 2016 tarihinde katıldığı Florida mitinginde eski Başkan Barack Obama'yı "IŞİD'in kurucusu", Demokrat Parti'nin Adayı rakibi Hillary Clinton'u da "IŞİD'in kurucu ortağı" diye tanımladı. Trump, ertesi gün de sözlerinin arkasında durdu ve Obama ile Clinton'ı IŞİD'in "en değerli oyuncuları" diye tanımladı. 

İki süper güç arasındaki Soğuk Savaş, doğrudan sıcak çatışmalardan uzak, değerlerle / ideolojilerle ve vekil savaşlarıyla yürütülen bir savaştır. ABD, Afganistan’ın Sovyetler Birliğinin Vietnam’ı olması için her türlü aracı kullanmaktan geri durmamıştır.

Yürütülen bu savaşın ABD için çok önemli bir amacı vardır ve bu amaç Sovyetler Birliğini tüketmektir. Tabii ki, esas yoğunluk Afganistan’da olsa da Sovyetler Birliği’ne karşı verilen mücadele Afganistan’la sınırlı kalmamıştır. Bütün İslam coğrafyasından ve hatta ABD’den ve Avrupa’dan Müslümanlar toplanıp ideolojik eğitimden geçirilerek Sovyetler Birliği’ne karşı en ön cephelerde mücadeleye sürüldüler. Bir anlamda İslam dünyasından insanlar “devşirilerek”, “Allahsız rejime” karşı savaştırıldılar.

Böylece uluslararası cihatçı bir grup oluştu ve bunlara “mücahit” adı verildi. Yani “Allah adına savaşan kişiler” olarak adlandırıldılar ve tanındılar. Böylece ABD, Sovyetler Birliği’ne karşı mücadelesini Müslümanlar üzerinden başarılı bir şekilde yürütmüş oldu. 

Sovyetler Birliği’ne karşı bu yapının oluşturulmasında ABD’nin, Pakistan’ın ve başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin de ciddi katkıları olmuştur. ABD sistemin sahibi olarak, Pakistan eğitim ve lojistik destekçi olarak, Suudi Arabistan parasal olarak, Müslümanlar ise savaşçı desteğiyle “Yeşil Kuşak”ın oluşmasını sağladılar. 

Yeşil Kuşak Projesi’nin temel amacı, komünizmin yayılmasını engellemek ve ABD’nin bölgedeki çıkarlarını korumaktır. Bu amaçla ABD, SSCB’nin Afganistan’a müdahalesine karşı CIA ve Pakistan himayesinde mücahit güçler örgütlemiş, onlara silah, eğitim ve maddi destek sağlamıştır. Afganistan’da ekilen haşhaşın eroin olarak dünya piyasasına sürülmesine göz yumulmuş ve elde edilen gelirin Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’ne karşı kullanılması amaçlanmıştır. Bu süreçte, ABD’nin desteklediği mücahitler arasında Taliban ve IŞİD gibi radikal dinci örgütler de ortaya çıkmıştır.

Yeşil Kuşak Projesi sadece Afganistan ile sınırlı kalmamış, diğer Orta Doğu ülkelerinde de uygulanmıştır. ABD, bölgedeki müttefikleri olan Suudi Arabistan, Pakistan ve Mısır gibi ülkelerde de İslami hareketleri desteklemiş, onlara silah ve para yardımı yapmıştır. Bu ülkelerdeki İslami hareketler de hem kendi hükümetlerine hem de SSCB’ye karşı mücadele etmiştir. Örneğin, Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütü hem Nasır hem de Sedat rejimlerine karşı ayaklanmış, Suudi Arabistan’da ise Vahhabi hareketi hem Şii hem de Batılı akımlara karşı çıkmıştır.

Yeşil Kuşak Projesi’nin Türkiye’ye yansımaları ise 12 Eylül 1980 darbesinden sonra daha belirgin hale gelmiştir. Darbe yönetimi, Türk-İslam sentezi adı verilen bir ideolojiyi benimsemiş, laiklik ilkesini zayıflatmış, dini eğitimi yaygınlaştırmış, dini cemaat ve tarikatlara alan açmıştır. Bu süreçte, ABD’nin de desteğiyle Fethullah Gülen gibi dini liderlerin etkisi artmış, onların kurduğu okul, vakıf ve medya kuruluşları toplumda yaygınlaşmıştır. İlave olarak Kürt sorunu da İslamlaştırmaya çalışılmış, Kürt milliyetçiliğine karşı İslami kimlik öne çıkarılmıştır.

Yeşil Kuşak Projesi’nin sonuçları ise hem bölge hem de dünya için pek de olumlu olmamıştır. ABD’nin desteklediği İslami hareketler, zamanla ABD’ye karşı da cephe almış, terör eylemleri düzenleyerek radikalleşmiştir. Örneğin, El Kaide örgütü, ABD’nin Afganistan’da desteklediği mücahitlerden çıkmış olsa da 11 Eylül 2001 saldırıları gibi büyük bir terör eylemi gerçekleştirmiştir.

ABD’nin Irak ve Afganistan’ı işgali de bölgede yeni bir kaos ortamı yaratmış, IŞİD gibi yeni terör örgütlerinin doğmasına neden olmuştur. Türkiye’de ise dini yapıların güçlenmesi, laiklik ilkesinin erozyona uğramasına, toplumsal kutuplaşmaya ve demokrasinin gerilemesine yol açmıştır.

Sonuç

Soğuk Savaş dönemi boyunca, "Anti-komünizm" propagandası çerçevesinde, emperyalist güçler tarafından desteklenen İslamcı hareketler, önemli bir büyüme ve yayılma süreci yaşamıştır. Özellikle 1970'lerle birlikte, ABD emperyalizminin hayata geçirdiği "Yeşil Kuşak" projesi, İslamcı hareketlerin kitleselleşmesine ve güçlenmesine önemli ölçüde katkı sağlamıştır. Bu projenin temel amacı, Sovyet tehdidine karşı Müslüman cihatçıları organize etmekti ve bu çabalar, özellikle Pakistan, Suudi Arabistan gibi Sovyet karşıtı güçlerin de desteğiyle hayata geçirilmiştir. Sovyetlerin Afganistan'ı işgal etmesi, Yeşil Kuşak projesinin uygulanmasını hızlandırmış ve bu çerçevede Müslüman cihatçı gruplar, Afganistan'daki Sovyet işgaline karşı direnişin ön saflarında yer almışlardır. Bu süreç, bölgedeki güç dengelerinin yeniden şekillenmesine ve ABD'nin Sovyetler Birliği'ne karşı mücadelesinde stratejik bir araç olarak İslamcı grupları kullanmasına yol açmıştır.

Çeşitli coğrafyalardan toplanan Müslümanlar, ideolojik eğitimlerden geçirilerek Sovyetlere karşı mücadeleye katılmışlardır. Bu cihatçı grupların oluşturulması, ABD'nin Sovyetler Birliği'ne karşı mücadelesini etkili bir şekilde yürütmesini sağlamıştır. ABD, Sovyetlere karşı ana mücadelesini vekil savaşçılar aracılığıyla sürdürmüştür, bu da Sovyetler için bir tür yıpratma stratejisi olarak görülebilir. İslam coğrafyasından toplanan cihatçılar, ABD'nin beklentilerine uygun bir şekilde Sovyetler Birliği'ne karşı etkili bir mücadele vermişlerdir. On yıllık savaşın sonunda Sovyetler Birliği, 1989'da Afganistan'dan çekilmek zorunda kalmıştır.

Ayrıca, Afganistan'ın Sovyet işgali sırasında Sovyetler Birliği büyük kayıplar yaşamış ve devam eden süreçte fiilen dağılmıştır. Bu durum, Soğuk Savaş dönemindeki güç dengelerinde önemli bir dönüm noktası olmuştur.

Sovyetler Birliği'nin dağılması, Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte dünya siyasetinde önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur. Bu dönemde, ABD'nin izlediği dış politika stratejileri ve özellikle Yeşil Kuşak projesi, ABD'nin küresel hegemonyasını pekiştirmesi ve Sovyet tehdidine karşı etkin bir şekilde mücadele etmesinde kritik bir rol oynamıştır.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasına yol açan iç zayıflıklar ve ekonomik sıkıntılar, ABD'nin yıllardır izlediği çevreleme politikalarının ve anti-komünist stratejilerinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir.

Bu süreçte, ABD'nin bölgedeki stratejik ortakları olan Pakistan ve Suudi Arabistan gibi ülkeler de önemli roller üstlenmiştir. Pakistan, ABD'nin bölgedeki müttefiklerinden biri olarak, cihatçı grupların eğitim ve lojistik desteğini sağlamıştır. Suudi Arabistan ise finansal kaynaklarını kullanarak projeye önemli bir destek sunmuştur. Bu ülkelerin katkıları, ABD'nin Sovyetler Birliği'ne karşı yürüttüğü vekil savaşların etkinliğini artırmış ve projenin başarısında önemli bir rol oynamıştır.

ABD'nin Sovyetler Birliği'ne karşı yürüttüğü mücadelede vekil savaşlar, Sovyetler Birliği'nin ekonomik ve askeri kaynaklarını tüketen ve nihayetinde onları çöküşe sürükleyen bir faktör olmuştur. Bu süreçte, ABD'nin özellikle Reagan döneminde CIA ve Pakistan İstihbaratı (ISI) arasında sıkı bir iş birliği sağlaması, cihatçı gruplara askeri ve siyasi anlamda destek verilmesini kolaylaştırmıştır. Böylece, bölgedeki silahlı çatışmalarda cihatçı grupların rolü ve etkisi giderek artmıştır.

ABD'nin Soğuk Savaş döneminde izlediği politikalar, özellikle Yeşil Kuşak projesi, Sovyetler Birliği'nin çöküşüne ve sonrasında tek kutuplu bir dünya düzeninin oluşmasına da katkıda bulunmuştur. Bu sebeple ABD ve Batı, kurmuş oldukları radikal İslamcı grupları kendi menfaatleri için kullanmaya devam etmek istemişlerdir. Öte taraftan büyük güçlerin kısa vadeli çıkarları doğrultusunda radikal İslamcı gruplara verilen destek, bölgesel istikrarsızlık ve güvensizlik ortamının artmasına da yol açmıştır. Son dönemde yaşanan İsrail’in Gazze’yi sürekli olarak bombalaması ve insan hakları ihlalleri ile Ortadoğu’yu ateş denizine çevirmesi ve ayrıca İslam ülkelerinin tepkisiz veya cılız tepki vermesi de bu durumun en önemli kanıtıdır.

Yeşil kuşak faaliyetleri özellikle Orta Doğu ve İslam dinine inanan insanların bulunduğu bölgelerde çatışma ve terörizmin yayılmasına da neden olmuştur. Özellikle küreselleşme bağlamında, radikal grupların (ulus-üstü) örgütler haline gelebilmesiyle kontrol edilememeleri ya da bağımsız hareket etme kabiliyeti kazanmalarıyla birlikte uluslararası toplum daha dinamik bir güvenlik ortamıyla karşı karşıya kalmıştır.

 

 

IŞİD örgütünün de ABD tarafından kurulduğunu ve Başkan TRUMP’ın Ortadoğu’da İslam adına terör estiren ve binlerce insanı katleden IŞİD’i Obama kurdu sözlerini Müslüman coğrafyada Yeşil Kuşak ve buna bağlı olarak mezhep savaşlarının kimler tarafından planlandığını ve uygulamaya koyulduğunu bu sözler en iyi şekilde açıklamaktadır.

Bu stratejilerin özellikle Ortadoğu bölgesindeki uzun vadeli etkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Bu, kısa vadeli kazanımlarla uzun vadeli istikrar arasındaki dengeyi korumak açısından önemlidir. Ayrıca, tek kutuplu dünya düzeninden sonra, çok kutuplu dünya düzeninde de radikal dinci grupların süper güçler tarafından birbirlerine karşı kullanılmaya devam edilebileceği asla akıldan çıkarılmamalıdır. 

Özellikle Pandemi sonrasında Yeni Dünya düzeninin tartışıldığı bu dönemde Çin, Rusya ve Hindistan’ın yeni oyun kurucuları olarak ortaya çıkması artık her türlü din, inanç ve kimliğin kullanılacağı bir döneme işaret etmektedir. Çin ülkesinin Ortadoğu, Afrika ve Avrupa ile geliştirdiği ticari ilişkiler ve teknoloji konusunda yaptığı atılımlar ABD ve bağlı ülkeleri artık ciddi şekilde karşılık vermeye zorlamaktadır.

Bu ateş çemberinin BRICS adı altında yapılanmaya giden Asya ve Afrika ülkelerinin yanında kısa bir zaman süreci içerisinde Türki devletleri de sarması muhtemeldir.

Özetle; Yeşil Kuşak Projesi, ABD’nin komünizme karşı bir savunma olarak İslam’ı kullanmaya başlamasını ifade eden resmen kabul edilmemiş bir projedir. Bu proje, Afganistan’da başlayıp Orta Doğu ülkelerine, Afrika’ya ve Türkiye’ye de yayılmış, dini yapıların özellikle de tarikatların önlerini açmış, bu grupların da faaliyetleri gündelik hayat içinde güç gösterisi şeklinde görünür olmaya başlamış ve büyük göçler gibi olaylarla toplumlardaki etkilerini artırmıştır.

Yararlanılan kaynaklar

1.    https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/406599

2.    https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3868842

3.    https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=04Fps97qcdY

Araştırmacı Yazar Müjdat  YUMAK
Araştırmacı Yazar Müjdat YUMAK
Tüm Makaleler

  • 15.10.2024
  • Süre : 8 dk
  • 1878 kez okundu

Google Ads