Pekin, Ortadoğu’ya Barış ve İstikrar Getirebilir mi?
Çin, Arap dünyasına yönelik politikasını bundan 6-7 yıl kadar önce, 2016 yılında yayınladığı bir politika belgesinde özetlemiş ve Orta Doğu’da kilit önemde gördüğü ülkelerle stratejik seviyede ilişkilerini geliştirmeyi planladığını belirtmişti. Pekin, muhtemelen, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmek için uluslararası konjonktürün elverişli olduğunu, artık mevcut bölgesel koşulların da elverişli olduğunu değerlendiriyor.
2022 yılının Aralık ayında Riyad'da düzenlenen Çin-Arap Devletleri ve Çin-Körfez İşbirliği Konseyi Zirveleri; Çin’in Arap ve Körfez ülkeleri ile ilişkisini en üst seviyeye çıkardığını gösterdiğinin kanıtı olarak bir anda tüm dünyanın dikkatini yeniden Ortadoğu’ya çekti. Şüphesiz bu zirveler bir anda karar verilerek yapılan toplantılar değildi. Uzun soluklu, sabırla yürütülen Çin diplomasinin çabaların sonucu olarak gerçekleşen zirvelerdi.
Aslında Çin, Arap dünyasına yönelik politikasını bundan 6-7 yıl kadar önce, 2016 yılında yayınladığı bir politika belgesinde özetlemiş ve Orta Doğu’da kilit önemde gördüğü ülkelerle stratejik seviyede ilişkilerini geliştirmeyi planladığını belirtmişti. Pekin, muhtemelen, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmek için uluslararası konjonktürün elverişli olduğunu, artık mevcut bölgesel koşulların da elverişli olduğunu değerlendiriyor. Zira Çin; bölge yönetimleri üzerinde söz sahibi olma gayretlerini sürdürmekte olan Batı dünyasının önde gelen güçlerinin bugünlerde Rusya-Ukrayna savaşının olumsuz etkileriyle ve ekonomik krizle boğuştuğunun farkında. Moskova ise Avrupa'da kendisinin çıkardığı bir savaşla fazlasıyla meşgul. Çinli uzmanlara göre ABD gerileme dönemine girdi. Eskisi gibi aynı anda pek çok bölgeye hegemonyasını taşıyacak bir kapasiteye sahip değil. Bir bakıma kapasite düşüklüğü yaşıyor. Washington'daki düşünce kuruluşları bile Çin için gerçek bir fırsat yaratacak bir senaryoyu tartışıyorlar: ABD bölgeden nihai olarak çekilecek ve Çin bu boşluğu dolduracak.
İşte geçtiğimiz Aralık ayında olan şey de tam tamına buydu diyebiliriz. Çin’in; Suudi Arabistan ve çevresindeki ülkelere yaklaşımı, Afrika ülkelerinden çok farklı bir yol haritasını takip etme anlayışına dayanıyor. Para basma diplomasisi uyguladığı mali açıdan iflas etmiş Afrika devletlerinin aksine, zengin Arap dünyasına Pekin’in yaklaşımı daha incelikle döşenen bir hat üzerinde seyrediyor. Çin, uluslararası ilişkilerde paranın tek geçerli kaynak olmadığını deneyimleriyle öğrenen güç. Bu çerçevede, Ortadoğu’da diplomatik misyonları tarafından yürütülen siyasi temaslara, geliştirilen ilişkiler ağına Pekin büyük önem veriyor. Örneğin Pekin, İsrail-Filistin çatışmasının çözümüne katkıda bulunmayı teklif etti. Böylece, Araplarla aynı frekansta buluşmasına yönelik ortak bir zemin inşa etmeyi hedefledi.
Geçen yılki zirve için Riyad'ın seçilmesi aynı zamanda simgesel önemi olan bir karardı. Pekin, İslam'ın kutsal mekanlarının koruyucusu olarak gördüğü Suudi Arabistan'ın özel rolünü takdir ediyor, bu ülkenin İslam dünyasındaki pozisyonunu kavradığını gösteriyor. Bu nedenle bölgeyle ilgili politikalarının merkezine Riyad’ı oturtuyor. Çin, kendisini aynı zamanda "pragmatik iş birliği" uygulayan, hiçbir ülkeye karşı düşmanlık beslemeyen bir dünya gücü olarak tanımlamaya ayrıca özen gösteriyor. Güven temelli ilişkiler kurma isteğiyle hareket ediyor veya en azından bu görüntüyü dış dünyaya vermeye gayret gösteriyor. Genel manada bakıldığında, Ortadoğu’ya yaklaşan her büyük güç için öncelikli hedef, fosil yakıtlara kendisinin güvenli erişimini garanti altına almaktır. Pekin de aynı düşünceyle hareket ediyor, merkeze hidrokarbonu koyuyor ama bu temel faktör Çin'in bölgeye yönelik politikasını açıklamaya yetmiyor.
Pekin, aynı zamanda Arap pazarının dinamik yapısını takdir ediyor ve bu pazardaki toplumun dünyanın geri kalan bölgelerine göre daha fazla tüketime para harcadığını da biliyor. Şimdilerde bu tüketim dinamizminden yararlanmayı, dış ticaretinin Arap ve Körfez sermayesi ile daha fazla bütünleşmesi için zemini genişletmeyi amaçlıyor. Şu anda yaklaşık 300.000 kadar Çin vatandaşı Birleşik Arap Emirlikleri’nde yaşıyor. 4.000 kadar Çinli işletme bu ülkede bulunuyor. BAE’de Çin diasporası zaten mevcut. Körfez, 2022 yılında dünyada büyümenin hızlandığı birkaç bölgeden biri olarak dikkat çekmişti. Bu eğilim 2023 ilk çeyreğinde de devam etti.
Bölgedeki bu ekonomik dinamizm, Pekin’in uzun vadeli Ortadoğu stratejisinin doğruluğunu gösteriyor. Çin; uzunca bir süredir, kendisinin öncülük ettiği bölgelerdeki ekonomik performansın daha da geliştirilebilmesi doğrultusunda, Asya ve Batı arasındaki deniz yolları boyunca modern liman altyapısını inşa etmenin gerekli olduğuna inanıyor. Pekin, bürokrasiyi ve parçalanmış tedarik zincirlerini önlemek için Körfez ülkeleriyle özel ilişkiler geliştirmeyi zorunlu görüyor. Şu anda Süveyş Kanalı'nın dünyadaki en büyük kullanıcısı olan Pekin, tüm seyrüsefer faaliyetlerini yöneten Süveyş Kanalı İdaresi ile birtakım sözleşmeler imzaladı ve bölgedeki ticari faaliyetlerinin ortaya çıkardığı ihtiyaçlarını karşılamak kapsamında, örneğin römorkör yapımı gibi yerel yatırımları üstlenmekten çekinmedi. Çin’in amacı çok açık. Bulunduğu coğrafyalarda sadece bir müşteri olarak görülmek istemiyor. Aynı zamanda, o coğrafyada kendisine önem verilmesini, ayrıcalıklı bir ortak tanınmasını da sağlamaya çalışıyor. Bunu da bölgesel yatırımlarla, ticari güveni artırıcı kalıcı çabalarla yerine getirmeyi hedefliyor.
Çin, kendisine ait ticari gemilerinin denizdeki güvenliğini kendi başına sağlamak yerine liman sahibi ülkelerle ‘güvenlik alanında işbirliği’ tesis ederek ilerlemeyi tercih ediyor. Zira, ABD’nin yaptığı gibi kendi başına üstleneceği güvenlik yatırımlarının hem pahalı olacağını görüyor hem de ABD gibi, istenmeyen ‘hegemon’ durumuna düşmekten çekiniyor. Çin'in deniz ticari hatlarını korumak için Aden Körfezi'nde konuşlandırdığı 40. ve 41. deniz himaye gücü, bu düşüncelerin ışığında geçen yıl yenilenmedi. Açık denizlerin güvenliğini sağlamada liman erişimi olan devletlerle işbirliği yapma politikasına ağırlık veren Pekin, bu arada Aden Körfezi'ndeki korsanlıkla mücadele operasyonlarına fiili destek vermeyi de ihmal etmiyor.
Bu ilişkide madolyonun öbür tarafı olan Arap dünyası, Ukrayna krizinin tetiklediği yeni bir Soğuk Savaş hayaletinden endişe duyuyor. Berlin Duvarı yıkıldığında eski Sovyetler Birliği'nin sözde Arap "kardeşlerini" terk ettiğini bölge ülkeleri halen de unutamıyorlar. Amerikan müdahalelerinin bölgeye getirdiği yıkıcı etkilerden de oldukça rahatsız olan Arap ve Körfez ülkeleri, arkasında çözülmemiş iç savaşlar bırakan ABD yönetimlerine karşı da soğuk bir tavır sergileyebiliyorlar. Belki de bu nedenle olsa gerek; ABD, AB ülkeleri ve Rusya’ya nazaran, Körfez ülkeleri Çin’i kendileri açısından daha ‘yönetilebilir’ bir güç olarak tanımlama eğilimine sahipler.
Çin’in sahip olduğu devasa gayri safi yurtiçi hasıla ile Körfez ülkelerinin ekonomik büyüklüğü kıyaslandığında, asimetrik bir ekonomik tablo ortaya çıkıyor. Bununla birlikte, Ortadoğu ülkeleri önemli miktarda fosil zenginliğine ve bundan beslenen mali kaynaklara sahipler. Çin karşısında kendilerini müzakere masasında zayıf bir konumda görmüyorlar. Dahası, Riyad ve Pekin, 2030 yılına kadar çölde inşa edilmesi planlanan yüksek teknolojiye dayanan kentleşme projesinde (Neom) ortak yatırım yapmaya (500 milyar dolar büyüklüğünde) karar vermiş durumdalar. Çinli şirketler bu alanda iş birliğine şimdiden hazırlar.
Bu arada Arap ülkeleri, Pekin'in Afrika'daki manevralarına ve doğal kaynakların kontrolünü ele geçirmesine oldukça mesafeli baktılar. Durumun farkındalar. Komünizm ve kapitalizm gibi iki zıt dünyayı kendinde bir araya getiren Çin modelini kendileri için hep sakıncalı buldular. Yine de Arap ülkeleri realist bir yaklaşımla Çin’le temas kurmayı gerekli ve zorunlu görüyorlar. Aynı zamanda, küresel bir ekonomik güç haline gelen Çin’i yakından tanıdıklarını düşünüyorlar. Asya’nın ejderhasına teslim olmadan, kazan-kazan ilişkisini tesis edebileceklerine inanıyorlar.
Körfez monarşileri, bu anlayışla, Pekin’le bir denge stratejisi izlemek istiyorlar. Kendilerini, Asya ve Batı arasında köprü kuran üçüncü bir taraf olarak tanımlamaya daha yakın bir duruş sergiliyorlar. Son yıllarda bu fikir etrafından hareket ediyorlar. Bunu başarmak için Riyad, Washington'da pek hoş karşılanmasa da Çin’e karşı güçlü jestler yapmaya hazır olduğunu saklamadı. 2022 yılının Kasım ayında imzalanan Çin-Suudi petrol anlaşmaları, hem Rus politikalarına hizmet ettiği için hem de Çin’i enerji alanında rahatlattığı için Biden yönetiminde rahatsızlığa neden oldu. Üstelik taraflar arasında imzalanan bu antlaşma kapsamında, ikili ticarette Amerikan doları değil Çin yuanının kullanılmasına karar verilmiş olması, Washington’da soğuk duş etkisi yaptı. Bu antlaşmadan cesaret alan Washington'un geleneksel müttefiki Katar da Çin ile 60 milyar dolarlık sıvılaştırılmış doğal gaz anlaşmasına imza atınca, ABD’nin bölgedeki nüfuzunun ne kadar büyük bir erozyona uğradığı da ayan beyan ortaya çıkıverdi.
Yakın dönemde Çin’in Arap dünyasındaki diplomatik stratejisini daha da derinleştirmesi bekleniyor. Rusya-ABD çatışması karşısında Arap ülkelerinin bıkkınlığına oynayan Pekin; dünyada "üçüncü ses" rolünü başarıyla üstleniyor. Pekin, enerji dönüşümü, suya erişim ve sağlık sorunları gibi hayati bölgesel konulara yatırım yaparak Arap yarımadasındaki güvenilirliğini pekiştirmek için can atıyor. Pekin; ekonomik bir güç olarak statüsünü arabulucu ve "tarafsız" bir muhatap olarak kabul ettirebilirse, bölgenin başlıca jeopolitik meselelerine müdahale edebilecek bir konum elde edebilir. Bunun gerçekleşmesi halinde Çin, Ortadoğu’yu dönüştürücü bir güç haline gelebilir. 10 Mart'ta Tahran-Riyad barışının tesis edilmesinde olduğu üzere, İsrail-Filistin çatışması, İran'ın nükleer programına ilişkin müzakereler, Yemen'deki içinden çıkılmaz iç savaş ve diğer konulara yönelik Çin Barış Rüzgârı bölgede kuvvetle esmeye devam edebilir kanaatindeyim.
Yakın gelecekte Washington; Pekin'in varlığını tüketim, mamul ürünler ve mal taşımacılığı gibi stratejik olmayan sektörlerdeki ekonomik faaliyetlerle sınırlamak için bir çevreleme stratejisi izleme yönünde gayret gösterebilir. Bu manada, Washington’u Tel Aviv de destekleyebilir. Çünkü, bölgeye yerleşecek bir Pekin varken, İsrail’in bazı Arap ülkeleriyle (BAE, Bahreyn vb.) İbrahim Antlaşmaları çerçevesinde tesis ettiği iş birliğine artık pek ihtiyaç kalmıyor. Bu da İsrail’in büyük resimde oynama alanını oldukça daraltıyor. Orta Doğu'daki çatışmaları çözme becerisini devreye sokabilmesi halinde, Filistinlilerin artık tem umudu haline gelebilecek Pekin karşısında, Tel Aviv’in Batı Şeria’daki ‘işgalci’ politikalarını uzun vadede sürdürebilmesi mümkün olamayacak. Filistin’de stratejik bir varlık sergileyebilecek ve İsrail’i durdurabilecek bir Çin’i bağrına basmaya hazır bir Arap dünyasının sunacağı bölgesel fırsatlar, Pekin’inin oynama alanını artırdığı ölçüde, Washington’unkini daraltıcı bir rol oynayacak diye değerlendiriyorum.