Site İçi Arama

ua-iliskiler

Tahran-Riyad Yakınlaşması ve Pekin’in Arabuluculuğu Ne Anlama Geliyor?

Çin; Tahran ve Riyad rejimleri arasındaki gerginliği yatıştırmayı, öncelikle kendisinin küresel bir aktör olarak ABD’nin anti tezi olarak boy göstermesi için bir fırsat olarak gördü. Aynı zamanda Ortadoğu’daki jeopolitik ve jeoekonomik çıkarlarını garanti altına alabilmenin önünü açan stratejik bir hamle olarak değerlendirdiği için arabuluculuk rolüne soyunmaya karar verdi.

Rusya-Ukrayna Savaşı, Putin Rusya’sına Batı yaptırımlarını beraberinde getirdi. Rusya, petrol ve doğalgaz gelirleri ile savaşı finanse ederek, petrol fiyatlarının düşmemesi stratejisinde müttefiki İran yanında Suudi Arabistan’la da birlikte hareket etmeye önem verdi. Bu çerçevede, stratejik ortağı Çin’in Tahran ve Riyad rejimlerini bir araya getirme çabalarını hep destekledi. Çin ise iki rejim arasındaki gerginliği yatıştırmayı, öncelikle kendisinin küresel bir aktör olarak ABD’nin anti tezi olarak boy göstermesi için bir fırsat olarak gördü. Aynı zamanda Ortadoğu’daki jeopolitik ve jeoekonomik çıkarlarını garanti altına alabilmenin önünü açan stratejik bir hamle olarak değerlendirdiği için arabuluculuk rolüne soyunmaya karar verdi. 

2016 yılında, Suudi Şii muhalif din adamı Şeyh Nimr el-Nimr ile birlikte 47 kişinin idam edilmesine misilleme olarak, İranlı göstericiler, Tahran ve Meşhed'deki Suudi diplomatik temsilciliklerini kundakladılar. Bunun ardından Riyad-Tahran hattı koptu. İki ülke aradaki kopukluğu gidermek maksadıyla, 2021 yılında ikili görüşmelere başladılar.

Bu çaba nihayet meyvesini verdi ve 10 Mart 2023 tarihinde iki ülke Pekin'de attıkları imzalarla, aralarındaki sorunları bir kenara bırakmaya karar verdiler. Çin, dünya meselelerinde “pasif diplomatik aktör” olarak tanımlayabileceğim bir tutumu geleneksel olarak benimseyen, bu yönde hareket eden bir ülkedir. Bununla birlikte Pekin, Tahran ve Riyad arasında arabuluculukta şansını denemek için bu iki ülkeyi bir araya getirebileceğini hesapladı. Bugün, yıllar sonra İran ve Suudi Arabistan barışı tesis edilebilmiş ise, bunun arkasındaki ana aktörün Çin olduğu gerçeği tarihe geçti. Yaşanan diplomatik atılıma arabuluculuk edenin Pekin olması ve Batı'nın buna hazırlıksız yakalanması, bugünlerde Avrupa ve Amerikan basınının gündemini meşgul etmeye devam ediyor.

İran ve Suudi Arabistan Aralarındaki Anlaşmazlıkları Nasıl Aşabildiler?

Taraflar arasında ilk adımı Tahran attı. 2021 yılında İran, Suudi Arabistan ile ilişkilerini yeniden başlatmak için diplomatik görüşmeleri başlatmayı teklif etti. O dönemde Riyad, iki ülke arasındaki derin güvensizliğe dikkat çekmekle birlikte görüşmelere başlama teklifini kabul etti. Bunun üzerine İran, günümüzde İran'ın BM Büyükelçisi olarak görev yapmakta olan Emir Said İravani'yi baş müzakereci olarak atadı. Suudiler ise Krallığın İstihbarat işlerinden sorumlu Halid bin Ali el-Humeydan'ı görevlendirdi. İki taraf, dönemin başbakanı Mustafa Kazımi'nin liderliğindeki Irak'ın kolaylaştırıcı olarak görev yapabileceği konusunda anlaştılar.

2022 yılına gelindiğinde iki ülke Bağdat'ta toplamda 5 görüşmeyi gerçekleştirebilme başarısını göstermişti. Öte yandan Kazımi'nin yerine Muhammed Şii El Sudani'nin Irak başbakanı olmasının ardından, Tahran ve Riyad arasında devam eden görüşmeler durma noktasına geldi.

Kazımi gitmişti ve Başbakan Sudani Irak'ın arabulucu rolünü sürdürmeye pek ilgi göstermiyordu. Görüşmelerin bir anlamda kesintiye uğramasından rahatsız olan Suudi Arabistan, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in 2022 yılının Aralık ayındaki Riyad ziyareti esnasında, kendisinden İran ve Suudi Arabistan arasında arabulucu rolü üstlenmesini istedi. Xi, Riyad'ın mesajını Tahran'a iletti ve Tahran da bu teklife olumlu yaklaştı.

Geçtiğimiz Şubat ayında İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi Pekin ziyaretinde Xi ile bir araya geldi. Bu görüşme sonrasında İran, Çin vasıtasıyla şartlarını Suudi Arabistan'a net bir şekilde iletti. 

İran, hiçbir şekilde Suudi Arabistan’ın içişlerine karışmamaya söz verdiğini beyan etti. 

Bunun karşılığında Riyad yönetiminden beklentileri şunlardı: 

- İran İslam Cumhuriyeti karşıtlarına platform sağlayan Farsça haber kanalı Iran International'ı finanse etmeyi durdurması,

- Yemen'den tamamen çekilmesi,

- Yemen’de Ensarullah (Husi) hareketini meşru otorite olarak tanıması

- Terör örgütlerini (Halkın Mücahitleri, etnik Arap grubu Al-Ahvaziya ve Beluç militan grubu Jaish el-Adil) destek vermeyi bırakması.

- Suudi Arabistan sınırları içinde yaşayan Şii azınlığa baskı yapmaması, Arabistanlı Şii cemaati mensuplarına Meşhed'i ziyaretlerine engel olmaması.

Bu kapsamda Tahran ve Riyad temsilcileri, 5 Mart’ta Pekin’de buluştular. Taraflar arasındaki görüşmelerde, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi arabulucu rolünü oynadı. Nihayetinde Wang Yi, 10 Mart’ta tarafların aralarındaki sorunları rafa kaldıran bir anlaşmaya imza attıklarını duyurdu.

Anlaşmanın ilk etaptaki en büyük çıktısının, Yemen'deki çatışmaları yatıştırma potansiyeli olarak gösteriliyor. Çin, elde ettiği bu büyük deneyimle, uluslararası anlaşmazlıklarda aktif bir arabulucu rolü oynayabileceğini kanıtlamış oldu. Wang Yi'nin İran-Suudi anlaşmasını duyururken belirttiği gibi, "Bu dünyada Ukrayna sorunundan daha fazlası var ve hala barışı ve insanların yaşamlarını etkileyen pek çok sorun var." Bu açıklama, Pekin’in bundan böyle anlaşmazlıkların çözümünde taraflar arasında arabuluculuk için daha aktif bir politikaya yöneleceğinin işareti olarak okundu.

Çin, aktif arabuluculuk siyaseti karşılığında hem uluslararası itibarını yükseltmek hem de ekonomik kazanımlarını artırmak isteğiyle hareket ediyor. Çin'in İran-Suudi Arabistan sürecinin olumlu bir şekilde çözülmesi konusunda kendini rahat hissettiği için devreye girdiği ve sonuç aldığı kaydediliyor. 

İran-Suudi Arabistan Barışının Küresel Etkileri

Geçtiğimiz yıl, petrol üreten ülkeler, Rusya’nın talepleri doğrultusunda, petrol arzının artırılmaması kararı aldılar. Böylece olası fiyat dalgalanmalarından Rusya’nın menfi etkilenmesinin önüne geçilmiş oldu. Burada Suudi Arabistan’ın tavrı önemliydi. Washington’un baskısına rağmen, Rusya’yı bu manada destekleyen Riyad, bu dönemde geleneksel ABD yanlısı politikasını değiştirme yönünde bir adım atmaktan çekinmedi. Bu durum, taraflar tam açık etmese de, Riyad-Washington hattında hatırı sayılır bir gerginliğe neden oldu. Buna rağmen Suudi Arabistan, geleneksel dış politikasını terk ederek, Rusya’nın yanında Çin’le ilişkilerini geliştirme arayışına girdi. Bölgesel bir lider olan Suudi Arabistan’ı doğal olarak diğer Körfez ülkeleri de takip ettiler.

Pekin yönetimi, kendisine yakınlık sergilemeye başlayan Riyad yönetimine karşılık verdi. Devlet Başkanı Şi, geçen yıl Aralık ayında Suudi Arabistan’ı üç günlüğüne ziyaret etti. İki ülke arasında 29,6 milyar USD değerinde 34 yatırım anlaşmasına imza atıldı. Suudilerin ürettiği ham petrolün dörtte biri Çin’e akmaya devam ederken, ilave yapılan bu anlaşmalar, iki ülke arasında stratejik bir yönelimin işareti olarak görüldü.

Çin, Batı ambargosu altındaki İran petrolünün en büyük alıcısı ve Tahran'ın elinde bulunan dünyanın ikinci en büyük doğalgaz rezervine büyük ilgi duyuyor. Suudi Arabistan’la da bu manada Çin’in ortak attığı adımlar, Tahran kartının devreye sokulmasıyla birlikte, enerji alanında bölgesel sinerjiyi beraberinde getirmeye adaydır. Ayrıca, Çin’i kesintisiz bir enerji kaynağıyla buluşturmaktadır.

Şi, bu ziyaret esnasındaki tüm söylemlerinde, Ortadoğu’da ABD ile rekabete soyunduklarını, Washington’un bıraktığı “boşluğu” dolduracaklarını belirtti. Bu söylem, aslında Biden’ın, geçtiğimiz temmuz ayında, “Orta Doğudan asla çekip gitmeyeceğiz ve bölgede Çin, Rusya veya İran tarafından doldurulacak bir boşluk bırakmayacağız." sözlerine cevap gibiydi.

Şi başkanlığındaki Çin heyetinin, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle imzaladığı yatırım anlaşmaları, ABD’nin bölge ülkeleriyle ekonomik ilişkilerine zarar verici faktörleri içine barındırabileceği korkusu, Washington’u tedirgin etmektedir. Suudi Arabistan, ABD’nin bölgedeki savunma ortağıdır. Yakın müttefikidir. Amerikan silah şirketlerinin ana alıcısı Suudi Arabistan’dır. 

ABD’ye rağmen Riyad’ın çok yönlü, çok kutuplu bir dış politika arayışına yönelmesi, Washington-Riyad hattında yaşanan birtakım sıkıntıların dışa vurumu olarak değerlendirilmektedir. ABD’nin olası menfi hamlelerine karşı hazırlık olarak Riyad tarafından Çin kartının bir güvence olarak kenarda tutulmak istendiği açıktır. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Selman’ın BRICS’e katılma talebini de bu yöndeki Riyad taktiği olarak görmek gerekir. 

Sonuç

Tahran ve Riyad, 10 Mart anlaşması gereği, iki ay içerisinde karşılıklı olarak büyükelçiliklerini ve diplomatik misyonlarını açacaklar. İlişkileri normalleşecek. Ortadoğu’daki Tahran-Riyad soğuk savaşının sonu geldi. Bölgeye, İslam dünyasına mezhepsel kavgaları sona erdirme şansını getirdi. İlk bakışta bir rahatlama bekleniyor. 

Bu durum, İran’ı ve Rusya’yı tecrit politikaları uygulayan ABD’de rahatsızlığa neden oldu. Rahatsızlığın kaynağı, 1979 devrimiyle Washington’dan uzaklaşan İran gibi, “eldeki kuş” Riyad’ın da Amerikan politikalarından uzaklaşma ihtimalinin iyice belirginleşmiş olmasıdır. Yine, birbirine hasım İran ve Suudi Arabistan arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi, Pekin’in bu yönde diplomatik bir zafer kazanması da rahatsızlık kaynağı. Arabuluculuktaki bu başarı, Pekin'i küresel nüfuzunu bölgesel çatışmaların çözümünde kullanma kararlılığının en somut göstergesi oldu. Bundan böyle, Amerikan hegemonyasına karşı bir tavra sahip olan güçlerin nezdinde, ABD bozan, Çin onaran bir güç olarak görülecektir.

Tüm bu sebeplerle, ABD basınında Biden yönetimi eleştiriliyor. Pekin’in, son dönemde Washington'un Orta Doğu'daki nüfuzunu erozyona uğratacak adımlar atmakta başarılı olmasına karşın; ABD’nin ‘zayıf’ bir görüntü vermesi, eleştirilere neden oluyor. Afrika’dan sonra Ortadoğu’nun da Çin’in etki alanına giriyor değerlendirmeleri yapılıyor. Pekin yönetimi, görünürde herhangi bir bölgeye sadece ekonomik çıkarları için giriyor gibi gözükse de, zamanla ahtapot gibi o ülkenin tüm sistemine nüfuz edebiliyor diye değerlendiriyorum. Amerika, Çin’i uzak doğuda çevrelemekle meşgulken, Çin ise ABD’nin kalesi Ortadoğu’da adım adım Amerikan çıkarlarını baltalayacak önemli işbirliklerine imza atıyor. Pekin rehberliğinde İran-Suudi Arabistan yakınlaşması, Washington için kuvvetli bir sinyal olarak görülmelidir. Ortadoğu’daki mezhep çatışmalarından beslenen ABD, Tahran-Riyad yakınlaşmasını ve dolaylı olarak Çin etkisini kıracak hamlelere soyunabilir. Yemen sorunu daha fazla kaşınabilir. Suriye’de İran milisleri ile yeniden hortlatılacak İŞİD arasında ve yine İran milisleri ile YPG/PKK arasında çatışmalar artabilir. Riyad ve Tahran; birbirlerine karşı yeniden pozisyon almaya zorlanabilirler diye değerlendiriyorum.

Türkiye açısından bölgesel durumun bir ölçüde, Suudi Arabistan ile örtüşüyor diye yorumluyorum. Türkiye’nin Rusya ile ABD’ye rağmen artan bir ilişki trafiği var. Özellikle Astan süreci ve son dönemde Suriye bağlamında İran’ın da denkleme dahil edilmesi, Ankara-Tahran hattındaki trafiği artırıcı bir rol oynuyor. Bir dönem bozuk seyreden Suudi Arabistan’la olan ilişkiler de düzelme eğilimine girmiştir. Çin Türkiye için iyi bir ticari partnerdir. Buradan yola çıktığımızda, Türkiye gibi Suudi Arabistan’ın da Batı ekseninden kopmasına ABD yönetimleri rıza göstermek istemeyecektir. Bu minvalde, Ankara-Riyad eşgüdümlü politikaları ve açılımları, olası Amerikan baskılarına iki ülkenin birlikte direncini artırmasına katkı sunabilecektir. Bu yönüyle, Washington-Riyad hattındaki gelişmeleri Ankara’nın da takip etmesinde, dolaylı çıkarım yapabilmek yönüyle, fayda görüyorum.

Kaynakça:

Saeed Azimi, The Story Behind China’s Role in the Iran-Saudi Deal, Middle East & North Africa, March 13, 2023, Stimson. https://www.stimson.org/2023/the-story-behind-chinas-role-in-the-iran-saudi-deal/

Avrupa basınına günlük bakış, Euro topics, “Suudi Arabistan ve İran arasındaki yakınlaşma ne anlama geliyor?”, 13 Mart 2023, https://www.eurotopics.net/tr/297957/suudi-arabistan-ve-iran-arasindaki-yakinlasma-ne-anlama-geliyor

Dr. Hüseyin Fazla
Dr. Hüseyin Fazla
Tüm Makaleler

  • 15.03.2023
  • Süre : 7 dk
  • 1003 kez okundu

Google Ads