Site İçi Arama

ua-iliskiler

Türk Devletleri’nin KKTC Kararı

"Kıbrıs Cumhuriyeti'ne büyükelçi görevlendirenler KKTC için de aynı uygulamayı yapabilir" tarzı açıklamalar, Türk dış politikası adına yaşanan bu zafiyeti göz ardı etme çabasından başka bir şey değildir.

Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan, Avrupa Birliği ile imzaladıkları yatırım anlaşması kapsamında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) tanımayacaklarını beyan ederek, Türkiye’nin Kıbrıs’taki varlığını "işgal" olarak nitelendirdi.

Dört Türk devleti, 12 milyar avroluk yatırım taahhüdü karşılığında Avrupa Birliği’nin Kıbrıs politikasına tam uyum sözü verdi. Söz konusu ülkeler, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarına bağlılıklarını bildirerek, yalnızca Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) adanın “tek meşru yönetimi” olarak tanıyacaklarını resmen ilan etti.

Bu iki Birleşmiş Milletler kararını bir kez daha hatırlayalım.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 541 sayılı kararı, 18 Kasım 1983 tarihinde, yani KKTC’nin kuruluşunun ilanından 3 gün sonra alınmıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı ve BM Genel Sekreteri'nin açıklamaları göz önüne alınarak 365 ve 367 sayılı kararların uygulanması istenmiş ve bütün ülkelerin Kıbrıs Cumhuriyeti'nden başka bir Kıbrıs devletini tanımaması istenmiştir. Kıbrıs Türklerinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurduklarını ilan edip, bağımsızlık deklarasyonu yayımladığından deklarasyonun yasal olarak geçersiz olduğunu ve geri alınması gerektiğini belirtmiştir. Pakistan oylamada karşı, Ürdün ise çekimser oy kullanmış ve diğer 13 üye ise kabul oyu kullanmıştır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 550 sayılı kararı ise, 11 Mayıs 1984 tarihinde alınmıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti Hükûmeti'nin talebi ve Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın açıklamasından yola çıkarak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin "Türkiye tarafından işgal altında kalan kısmında" yapılan karşılıklı "büyükelçi atamaları" ve "anayasal referandum" yapılmasının, Kıbrıs'ın bölünmesi için yapılan ayrılıkçı hareketler olduğu belirtilmiştir. Güvenlik Konseyi, 541 sayılı kararın uygulanmasını yeniden talep etmiş ve tüm ülkelere "ayrılıkçı hareket" ile kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmaması çağrısını tekrarlamıştır. Bu karar; on üç üye ülke tarafından kabul oyu, Pakistan tarafından karşı ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından çekimser oy kullanılarak kabul edilmiştir.

Dönelim günümüze.

Türk Devletlerinin aldıkları bu kararın, Türkiye ve KKTC hükümetleri tarafından tepkiyle karşılanması beklenirken, her iki devletin yetkilileri de yaşanan bu gelişmeyi çok da önemsemiyorlarmış tarzı açıklamalar yapmayı tercih etmektedirler.

"Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanıyanlar KKTC'yi de tanıyabilir. Bir devletin Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanıması KKTC'yi de tanımasına engel değildir. Kıbrıs Cumhuriyeti'ne büyükelçi görevlendirenler KKTC için de aynı uygulamayı yapabilir" tarzı açıklamalar, Türk dış politikası adına yaşanan bu zafiyeti göz ardı etme çabasından başka bir şey değildir.  

Unutulmaması gereken şudur:

Türkmenistan’ın gözlemci, diğerlerinin asil üye oldukları, Türk Devletleri Teşkilatı üyesi bu dört Türk Devleti, bugüne kadar KKTC’yi tanıdıklarını deklare etmemiş olabilirler, ancak özellikle aynı teşkilata gözlemci statüsüyle katılan KKTC ile bir ve beraber olduklarını tüm dünyaya göstermişlerdir. Ayrıca GKRY’yi de bugüne kadar tanımamışlardır. Ancak, 12 milyar avro karşılığı bir anda dengeler değişmiştir. Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “ "Ailevi konuları kamuoyu önünde tartışmamayı tercih ediyoruz" açıklaması, bir yandan konunun Türkiye açısından ne kadar rahatsız edici olduğunun bir göstergesi, diğer yandan da konuyu bir nevi ört bas etme çabası olarak değerlendirilebilir.

Ezcümle;

Son dönemde yaşanan hukuksal garabetler nedeniyle Türkiye’nin ekonomik kayıplar yaşadığı ortadadır. Yine, Suriye’deki dış politika hatasının getirdiği mülteciler ve onlara yapılan harcamaların Türkiye ekonomisine getirdiği kayıplar ortadadır. Üstüne üstük, geri dönüşümü olmayan sadece görüntü ve şekil ihtiva eden bina yatırımlarının, lüks makam araçlarının, uçakların ve sarayların Türkiye ekonomisine pozitif katkısı olmadığı da ortadadır. Dolayısıyla Türkiye’yi yönetmekten sorumlu olanlar, lüzumsuz bunca meblağı sağa sola harcayacağına, 12 milyar avroyu Türk devletlerine verseydi, büyük ihtimal onlar KKTC’yi tanırlar ve KKTC’nin makus talihi de değişebilirdi.

Son söz; ekonomi politiğinde yapılan bu hataların üzerine, politikleşmiş hukuk vasıtasıyla yapılan operasyonların yoğunlaşarak artması, Türkiye’ye zarar vermekte, yabancı yatırımcının Türkiye ve yönetimine güvensizliğinin artmasına sebep olmaktadır. Bu yaşananlar göstermektedir ki, bir ülkede adalet ve ekonomi ile ilgili sorunlar yaşanıyorsa, o ülkenin dış politikada da sorunlar yaşaması ve etkinliğinin azalması kaçınılmazdır.

Doç.Dr. Ersoy ÖNDER
Doç.Dr. Ersoy ÖNDER
Tüm Makaleler

  • 26.04.2025
  • Süre : 3 dk
  • 772 kez okundu

Google Ads