1956 Süveyş Krizi'nin Türkiye'ye Etkisi Nedir?
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Ortadoğu’daki siyasi gelişmeleri etkileyen başlıca faktörler arasında en önemlisi İsrail Devleti’nin kurulmuş olmasıdır. 1945 yılından itibaren şiddetlenen Arap-İsrail çatışması, bölge ülkelerinin kendi aralarındaki ve diğer ülkelerle ilişkilerinde belirleyici bir rol oynamıştır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Ortadoğu’daki siyasi gelişmeleri etkileyen başlıca faktörler arasında en önemlisi İsrail Devleti’nin kurulmuş olmasıdır. 1945 yılından itibaren şiddetlenen Arap-İsrail çatışması, bölge ülkelerinin kendi aralarındaki ve diğer ülkelerle ilişkilerinde belirleyici bir rol oynamıştır.
1945 yılında Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan, Irak, Suudi Arabistan ve Yemen merkezi Kahire’de olan ‘Arap Birliğini’ kurmuşlardır. Arap Birliği ile yine Araplar arasındaki dayanışmayı güçlendirmek için 1947 yılında Suriye’de kurulan Baas Partisi, ‘Büyük Arap Devleti’ fikrini beslemişlerdir. Bu ideolojinin önderliğini 23 Temmuz 1952 tarihinde Krallık rejimi yıkılan Mısır’da idareyi üstlenen Necip-Nasır ikilisinden Nasır, 1956 yılında Cumhurbaşkanı olmuştur. Cemal Abdül Nasır, 1956 yılında Süveyş Kanalı’nı devletleştirmiş ve Batı devletleriyle, özellikle de İngiltere ve Fransa ile aralarındaki köprüleri yıkmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, özellikle İngiltere’nin Süveyş’i elden çıkartmak istememesi nedeni ile Mısır-İngiltere ilişkileri bozulmuştur. 1956 ilkbaharında Amerikalıların Asuan barajının yapımında Mısır’a mali yardımda bulunması, Süveyş kanalının devletleştirilmesi (26 Temmuz 1956) öncesinde Mısır’ın bir ön politikası kapsamında, kanalın korunması için daha önceden bölgede konuşlandırılmış durumda bulunan İngiliz üslerinin boşaltılmasına yönelik Mısır’ın diretmesi karşısında Birleşik Amerika’nın tarafsız kalması, İngilizleri çileden çıkarmıştır.
Diplomatik girişimler devam ederken, İngiltere ve Fransa; ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik uygulamaya çalıştığı ‘ılımlı’ politikasını göz ardı ederek, bozulan çıkarlarını düzeltmek adına, Mısır’a karşı harekât düzenleme noktasında birleşmişlerdir. 28 Temmuz itibariyle Mısır’ın işgaline yönelik Anglo-Fransız harekât planlaması başlatılmıştır. İngilizler ve Fransızlar; kanalın ele geçirilmemesi halinde, Batı’nın dünya politikaları üzerindeki saygınlığının azalacağı, NATO’nun etkisini yitireceği tezini işlemeye başlamışlardır. Harekât için müttefik haline gelen Fransa ve İngiltere, aralarında bir yakınlaşmadan ziyade her iki ülkenin ulusal çıkarlarının birleşmesi noktasında ortak hareketin oluştuğu bilinciyle hareket etmişlerdir.
Böylece İngiltere ve Fransa bölgede güç birliğine giderek, yanlarına aldıkları İsrail’le birlikte Mısır’a saldırmışlardır. Ancak bu saldırıyı ABD ve Sovyetler Birliği tasvip etmemişler ve İsrail-İngiltere ve Fransa üçlüsünün savaşa devam etmelerine engel olmuşlardır.
ABD, Mısır’a karşı icra edilecek bir harekâtın NATO’ya ve bölge güvenliğine fayda sağlamayacağını değerlendirmiş, barışçı yollarla Mısır’a karşı yaptırımların uygulanması gerektiğini bu dönemde yapılan üçlü görüşmelerde Fransızlara ve İngilizlere kabul ettirmeye çalışmıştır. Hatta Süveyş Kanalı sorununun çözümüne yönelik 6 Ağustos 1956 tarihinde NAC kararı almak üzere bir toplantı düzenlenmiştir. Toplantıya, bu üç ülkenin yanı sıra, NATO üyelerinden Danimarka, Federal Almanya, Yunanistan (toplantıya katılmamıştır), İtalya, Hollanda, Norveç, Portekiz ve Türkiye de davet edilmiştir. Ancak, toplantı esnasında İngiltere ve Fransa, Ortadoğu ile ilgili milli çıkarlarına yönelik politika ve uygulamalarının alınacak bir NATO kararı ile sınırlandırılmasını istemedikleri için toplantıdan krizi çözmeye yönelik olumlu bir sonuç çıkmamıştır.
Daha önce bir Fransız-İngiliz ortaklığı şeklinde yönetilen Süveyş kanalının millileştirilmesi neticesinde, Basra Körfezi ile Batı Avrupa arasındaki petrol taşımacılığının durmasından etkilenen İngiltere ve Fransa, millileştirme kararına şiddetle tepki göstermişler; bu arada NATO’daki girişimlerinden istedikleri sonucu elde edemeyince Londra’da 24 Ağustos 1956 tarihinde kanaldan yararlanan toplam 22 ülkenin katıldığı bir konferans düzenlemişlerdir.
Türkiye, Süveyş krizinin başında Kanal Şirketi’nin hisse senetlerinin büyük bölümünü ellerinde bulunduran İngiltere ve Fransa’nın kanalın uluslararası bir denetim ve işletme düzeni altına sokulmasını isteyen görüşlerine destek vermiştir. Bununla birlikte, Bağdat Paktı ile birlikte hareket eden Türkiye, yanına Irak, İran ve Pakistan’ı alarak, 7 Kasım 1956 tarihinde Tahran bildirisine imza atmıştır. Bildiride, İsrail, İngiltere ve Fransa’nın kuvvetlerini işgal ettikleri Mısır topraklarından çekmesini, Mısır’ın egemenlik haklarına, toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı gösterilmesi istenmiştir.
Bu dönemde, ABD Ortadoğu’nun tüm ülkelerini kucaklayan bir politika izlemeye çalışarak, petrolün güzergahlarının güvenliğini ve akışını temin etmeyi ve Sovyetlerin Ortadoğu ülkeleri üzerinde nüfuz kurmasını engellemeyi amaçlamıştır. Buna rağmen, anılan konferansı destekleyen ABD, “Amerikan Planı” hazırlayarak taraflar arasında uzlaşma sağlamaya çalışmıştır.
Süveyş Kanalını en fazla kullanan ülkeler arasında bulunması nedeniyle 24 Ağustos’ta başlayan konferansa Türkiye de katılmıştır. Türkiye, Kanal’da tarafsız ve uluslararası bir idare ve denetimin oluşturulmasının Mısır’ın bağımsızlığını ve haysiyetini rencide etmeyeceğini savunmuştur. Diğer taraftan, konferansın sonuna doğru Türkiye, Batılı devletlerin “Amerika Planı” ya da “Dulles Planı”nı değiştiren bir önerge de sunmuştur. Bu önergeye göre, Mısır’ın Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi sonrasında kanal şirketine tazminat ödemesi bir zorunluluk olmaktan çıkarılarak bir dilek halinde planın girişine konulması ve ayrıca yeni kanal düzen ve yönetiminin “Mısır’ın egemenlik haklarına kesinlikle zarar vermeyecek” şekilde tesis edileceğinin açıkça belirtilmesi istenmiştir. Bu değişiklik, konferansa katılan üyelerin büyük çoğunluğu tarafından benimsenerek Dulles Planı değiştirilmiştir.
Daha sonra 19-22 Eylül tarihleri arasında yapılan İkinci Londra Konferansı’ndan da bir ilerleme elde edilememiştir. Türkiye ikinci toplantıda kurulan “Süveyş Kanalı’nı Kullananlar Birliği”ne üye olacağını ve Birlik gayelerinin gerçekleştirilmesine çalışacağını Dışişleri Bakanlığının 27 Eylül 1956 tarihinde yayınladığı bir bildiri ile kamuoyuna açıklamıştır.
İngilizler, bu arada ABD desteğini çekebilmek için Nasır-Hitler benzetmesini kullanarak, Nasır’ın büyük Arap milliyetçiliği temasıyla Mısır’ın çıkarlarını birleştirerek Batının Ortadoğu’daki çıkar ve alakalarını tehdit ettiğini işlemeye başlamışlardır. İngilizler, İngiltere’nin hayati çıkarlarının tehlikede olduğunu, dolayısıyla tüm İttifak’ın da hayati çıkarlarının tehlike altına girdiğini savunmuştur. Daha sonra yapılan bir NAC toplantısında, İngilizlerin bastırması ve ABD’nin sessiz kalması neticesinde, NATO kanalın uluslararası statüsünün devam etmesi gerektiği yönünde bir karar almıştır. Bu karar da göstermiştir ki, İttifak’ın sorumluluk sahası dışındaki bir bölgeye yönelik olarak, İttifak’ın önde gelen ülkelerinden bir veya birkaçının hayati çıkarları etkilendiğinde, NATO; bu ülkelerin alan dışı menfaat ve taahhütlerini desteklemek durumunda bırakılabilmektedir.
Yapılan gizli görüşmeler neticesinde İsrail, 29 Ekim 1956 tarihinde Mısır’a karşı İngiltere-Fransa destekli bir harekât başlatmıştır. Türkiye’nin bu saldırı ve İngiliz-Fransız ortak harekâtından sonra kanala yönelik politikasını değiştirmiştir. Ancak, Türkiye’nin Süveyş konusundaki yeni tutumu Arapları kazanmaya yetmediği gibi, İsrail’den büyükelçisini çekmesi de İsrail’i gücendirmiştir.
Aynı anda, İngiliz ve Fransız kuvvetleri de kanal bölgesinin güvenliğini sağlamak gerekçesi ile Mısır’a girmişlerdir. Gelişmeler öncesi BM taraflara ateşkes ve çatışma öncesi sınırlara çekilme çağrısı yapmıştır. Diğer yandan Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa’yı sert şekilde uyarmıştır. ABD, kendi inisiyatifi dışında gelişen bu harekâtı onaylamayınca, üçlü ittifak geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bunun üzerine Mısır’daki İngiliz ve Fransız askerleri 22 Aralık’ta BM gözetiminde Mısır’dan ayrılmışlardır. İsrail birlikleri ise Mart 1957 ayında bölgeden çekilmiştir.
Süveyş kanalı krizi örneğinde olduğu üzere, Birleşik Amerika, kendi çıkarları ve siyasi gündemi ile uyuşmayan durumlarda, kendisini NATO üyesi müttefiklerinin Avrupa dışındaki politikalarını destekleyecek bir uygulamadan uzak tutmuştur. ABD’nin bu politikası sonucunda, Mısır’a çıkarma yapmak üzere olan Fransa ve İngiltere, ABD zorlaması neticesinde harekât yapamadan bölgeyi terk etmişlerdir. Böylece, İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’daki nüfuzları iyice azalırken, Birleşik Amerika genel anlamda Arapların gözünde itibar kazanan taraf olmuştur. Bu savaş, Orta Doğu’da ki Fransız ve İngiliz etkisinin kesin olarak sona ermesinin ve ABD’nin bölgeye ağırlığını koyuşunun da miladı olmuştur.
ABD, bu olayda küresel ve bölgesel manada oluşturmaya çalıştığı yapıların dengelerini zorlayan İngiltere, Fransa ve İsrail’e çatışma noktasına varacak kadar baskı yaparak, uluslararası kararlarda ve politika oluşturmada önceliğini ortaya koymuştur. ABD, bu ülkelerin çıkarlarından ziyade kendi kalıcı hakimiyetindeki dünya düzeninin tehlikeye düşme olasılığını hesaplayarak hareket etmiştir.
Öte yandan, Süveyş Krizi, Arap dünyasında zaten Batı karşıtı ve anti-Amerikan bir psikolojinin doğmasına, NATO karşıtlığına yol açmıştır. İsrail’in kuruluş sürecinde bu ülkeye büyük destek veren SSCB, daha sonra Batı’nın İsrail üzerindeki nüfuzu nedeniyle, bu ülkeyle ikili ilişkilerini istediği seviyede geliştirememiştir. İsrail’den ‘kopuk’ bir duruş sergileyen Sovyetlere karşı Arapların sempatisi bu yüzden artmış, Süveyş Kriziyle belirgin bir şekilde Arap yönetimlerin SSCB lehine Batı dünyasından kopma süreci başlamıştır. Ortadoğu’da İngiltere ve Fransa’nın hâkim olduğu dönemlerinde kurulan yapay krallıklar zamanla devrilmeye ve yerlerine cumhuriyetler kurulmaya başlamıştır. Yeni iktidarların başına genellikle Batı karşıtı, Sovyet yanlısı olmasa da Moskova ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışan yöneticiler gelmiştir.
Sonuç olarak, 1948 yılında İsrail kurulduktan sonra Arap dünyasında Yahudilere karşı büyük bir tepki oluşurken aynı zamanda Arap ülkelerinde Batı karşıtı militan bir Arap milliyetçiliğinin doğmasına neden olmuştur. Araplar Yahudiler karşısındaki yenilgilerini ellerinde olan demode silaha bağlarken aynı zamanda batılı devletlerin bu ülkeye yardım ettiğini de savunmuşlardır. 1952 yılında Türkiye, NATO'ya üye olmak suretiyle Sovyet kaynaklı güvenlik sorunlarını çözerken aynı zamanda Batı kampının önemli bir üyesi olma yönünde ilerleyen bir ülke görünümü vermiştir. Arap ülkelerinde batı düşmanlığı artarken Türkiye batının bir ortağı olması nedeniyle, Ankara, Müslüman Arapların beklentilerini karşılamayan farklı politikalar izlemeye başlamıştır. Bu arada, Türkiye; soğuk savaşın önemli bir aktörü olarak Ortadoğu’da daha aktif bir politikaya yönelmeye gayret göstermiştir. Ancak Türkiye’nin aktif katılımı ile kurulan Bağdat Paktına tek Arap devleti olarak sadece Irak katılım sağlamıştır.
Bu bağlamda, Irak, Türkiye ve batı dünyasının dolaylı desteğini alarak Arap dünyasının liderliğine soyunmak istemiş ve Mısır buna karşı çıkmıştır. Bu dönemde Çekoslovakya ile silah anlaşması yapan Nasır’ın Araplar arasındaki popülaritesi hızla artmıştır. Süveyş’i millileştirmesi, ortaya çıkan krize rağmen, Nasır’ı Arapların doğal lideri konumuna yükseltmiştir. Bu krizler sonrasında Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’ya nüfuz etmesi, Batı dünyasında gerilime neden olmuştur. Buna paralel olarak Türk-Suriye ilişkileri de gerginleşmiştir. Bütün bunların sonucunda Türkiye, 1955-1964 döneminde Ortadoğu'dan iyice uzaklaşmıştır. Türkiye’nin tekrar bu bölgeye yönelmesi, 1964 tarihli ünlü Johnson mektubundan sonra dış politikadaki değişimle birlikte ortaya konulan “çok taraflılık” sayesinde olmuştur.
Kaynaklar
Bostanoğlu B. (2008). Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara.
Duman S. (2005). “Ortadoğu Krizleri ve Türkiye”. Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi. Sayı 35-36, Mayıs-Kasım, s. 313-332.
Sherwood E.D. (2000). Allies in Crisis, Meeting Global Challenges to Western Security, Yale University Press, New Haven & London.
Sönmezoğlu F., Arıboğan Ü., Ayman G., Dedeoğlu B. (1996). Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Der Yayınları, İstanbul.
Uçarol R. (2013). Siyasi Tarih (1789-2012), Der Yayınları, 9. Basım, İstanbul.