Amerikan Sağı, Batı Toplumlarında Yurtiçi Terör Eylemlerini Özendiren, Dünyayı Bölen Ayrılıkçı Bir Role Neden Soyundu?
Büyük değişim teorisi, beyaz olmayan bireylerin, beyaz seçmenlerin siyasi gücünü zayıflatmak için kasıtlı olarak Batı ülkelerine getirildiğini iddia eden "büyük ikame (replacement)" teorisi veya paranoyası olarak karşımıza çıkıyor.
11 Eylül Etkisi ve ABD’nin Dış Terörizmle Mücadele Paradigması
ABD, bilhassa 11 Eylül terör saldırıları sonrasında terörizmle mücadele bir paradigma değişikliğine gitmeyi gerekli görmüştür. Bu bağlamda hem kendi ana kıtasına hem de neredeyse tüm dünyaya güvenlikçi bir yaklaşımı dikte ettirme yoluna gitmiştir. Böylece 11 Eylül sonrası terörizmle mücadele söylemi ayyuka çıkarılarak, ABD tarzı bir güvenlikçi paradigmanın mücadele alanı olarak adeta Müslüman toplumların yaşadığı coğrafyalar hedef alındı. ABD topraklarında gerçekleşen bir terör eylemine, ülke içindeki aşırılık ve şiddet yanlısı Amerikalıların da destek vermiş olabileceği gündeme bile getirilmedi. Bu konuda genellemeye gitmeyi pek doğru bulmasam da, ilk başlarda işin kolayına kaçılarak, sadece ten rengi ya da din ile ayırt edilebilen yabancı teröristlerin yargı sistemi tarafından cezalandırılması kolaycılığına gidildiği kanaatindeyim.
Bu arada Amerikan tarzı yeni tip terörizmle mücadele, tüm dünyayı kasıp kavurmaya başladı. Özellikle İran, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi ülkeler, aşırılıkçı ideolojileri ve şiddeti ihraç ettikleri gerekçesiyle düzenli olarak Amerikan hükümetleri ya da kurumlarının eleştirilerine maruz kaldılar. Terörle mücadele söylemi esas alında, Afganistan ve sonrası Irak Amerikan işgalinden kurtulamadı. Tüm dünya çalkantılı bir döneme girdi, istikrarsızlık genelleşti. Birçok ülkede Amerikan aleyhtarı söylemler arttı. Dünya, ABD etrafında toplanan ülkeler, yani “Bizden olanlar” ile “Bizden Olmayanlar” arasında karpuz gibi ikiye bölünme noktasına geldi. NATO ve BRICS örgütleri, bu bölünmenin iki karşıt bloku olarak görülür oldu. Bu kapsamdaki oluşumlar henüz tam olgunlaşmadı. AUKUS benzeri yeni oluşumlar ise henüz meyve vermekten uzak görünüyor ancak görünen o ki, ABD, yurtdışında terörizmle mücadele kartını layıkıyla oynayamadı. Kendi hegemonyasına faydadan ziyade zarar getiren, ‘dışlayıcı’ diye özetleyebileceğim bir siyasi, askeri ve ticari yola girdi. Dikkatli takip etmek gerekiyor.
Günümüz Aşırı Sağcı Şiddetinin Fikri Kaynakları
Dışarda bunlar olurken, bugünlerde ironik bir şekilde, ABD içinde de yükselen bir yurtiçi terör dalgası dünyanın geri kalanının gözünden kaçmıyor. ABD’de Amerikan komplo teorilerinin, ırksal üstünlük inançlarının, hükümet karşıtı aşırıcılığının, nefret ve hoşgörüsüzlüğün diğer tezahürleri yayılmaya başladı. Amerika içinden yükselen bu ‘beyaz elitizm’ diyebileceğimiz üstünlükçülük iddiasına sarılan bir dalga, dünya toplumlarında da kendisine taraftar bulabiliyor. Amerikan tarzı ırkçı, antisemitik, homofobik, islamafobik vb. gerekçeler örnek alınıyor, terör eylemlerinde temel ideoloji olarak referans olarak kullanılıyor.
Örneğin, 2022 yılının Ekim ayında Slovakya'nın Bratislava kentinde bir gey barda iki kişi ırkçı ve homofobik görüşleri benimseyen bir adam tarafından öldürüldü. Saldırganın öldürme eyleminden önce yayınladığı manifesto son yıllarda hem ABD’de de hem de diğer ülkelerde giderek yaygınlaşan ABD merkezli beyaz üstünlükçü ideoloji ile dayanışma ve yakınlık ifade ediyordu. Silahlı saldırganın 2022 başlarında New York, Buffalo'da siyahların yoğunlukta olduğu bir bölgedeki bir süpermarkete düzenlenen beyaz üstünlükçülüğü savunan terör saldırısının kendisine ilham verdiğini belirtmesi dikkate değer bir ayrıntıydı.
Günümüzde dünya geneline yayılma eğilimi gösteren aşırı sağcı şiddetin çoğunlukla ABD'den beslendiğine inanılıyor. Esasında, beyaz olmayan bireylerin, beyaz seçmenlerin siyasi gücünü zayıflatmak için kasıtlı olarak Batı ülkelerine getirildiğini iddia eden "büyük değişim" teorisi Fransa'da başladı, ancak bu düşünce tarzı uzun zamandır Amerikan beyaz üstünlükçülüğünü savunanların da demirbaş ideolojisiydi. Bugünlerde ABD’de ana akım retoriğe haline gelen bu üstünlükçülük bağlamındaki aşırılık yanlıları aynı zamanda Marksizm'den örnekleme de yapıyorlar. Kaos ve kan dökülmesini körükleyerek toplumun çöküşünü hızlandırmayı bir tutum olarak benimsediklerini saklamıyorlar. ABD'nin bu iki fikri (üstünlükçülük ve süreci hızlandırma) tek bir çatı altında toplayarak büyük değişim teorisi adı altında diğer ülkelere de ihraç etmesi neticesinde, dünyanın dört bir yanındaki kadın ve erkekleri giderek radikalleştirici bir dönüştürücü işlevi gördüğüne inanıyorum.
Büyük Değişim Teorisinin Dayanağı Yaratıcı Yıkım mı Hedefleniyor?
Amerika Birleşik Devletleri'nde, büyük değişim teorisi son 15-20 yılda sosyal medyada etkileşimle beraber Başkan Barack Obama'nın seçilmesine bir tepki olarak daha da güçlendi. Bir zamanlar beyazların üstünlüğünü savunanlar arasında popüler olan bu teori, ABD'de daha derin köklere ırkçılığa yeniden pencere açmaya kadar gidebiliyor. Bu noktadan bakıldığında ırkçılık, ırk üstünlüğü, Nazizm benzeri sapkınlık Amerikan diğer ülkeler yayılma tehlikesi gösteriyor.
Büyük değişim teorisi, beyaz olmayan bireylerin, beyaz seçmenlerin siyasi gücünü zayıflatmak için kasıtlı olarak Batı ülkelerine getirildiğini iddia eden "büyük ikame (replacement)" teorisi veya paranoyası olarak karşımıza çıkıyor.
Amerikan sağı ve liberal elitler de bu iddialarını gerçek gibi kabul edip, kasıtlı bir stratejinin parçası olarak beyaz insanların toplumdaki oranının azalmasını ve hâkim elit kültürün kaybolmasının engellenmesini tezini savunuyor. Bu tez; cömert göçmenlik yasaları ve kontrolsüz yasadışı sınır ötesi göçün özendirilmesini, azınlık gruplarının güçlü bir şekilde hak sahibi yapılması için imtiyazlar verilmesini ve neticede geleneksel kültürel normların silinmesini delil olarak gösteriyor.
Hatırlanacağı üzere, Fransız milliyetçi Renaud Camus bu teoriyi 2010'ların başında popüler hale getirmişti. Oysaki, Amerikan İç Savaşından sonra, Amerikan yönetimleri bir anlamda özgürlüğüne kavuşan milyonlarca Afrikalı Amerikalıyı sisteme entegre etmeye öncülük ederken, bunun karşıtlarını durdurmakta zorlanıyordu. Neydi bu karşıtlık? Ülkenin beyaz nüfusunun bazı kesimleri, beyaz kadınlara siyah erkekler tarafından tecavüz edildiği iddialarını ve siyah nüfusa mevcut beyaz oyları sulandırmak için bazı anayasal haklar verildiği korkusunu gerekçe göstererek bu değişime karşı çıktıklarını saklamıyorlardı. Demek istediğim, bugün büyük değişim teorisi denen ve Camus tarafından da dile getirilen ayrılıkçı şiddetin kökleri Amerikan toplumunda hiçbir zaman tam manasıyla silinemedi ve karşı değişim, yeniden öze dönme özlemi gizli ya da açık bir şekilde zaman zaman dile getirilmeye devam edildi.
Nitekim günümüz büyük değişik teorisinin dayanak noktası olarak görebileceğimiz Ku Klux Klan örgütü; 1920'lerde hem Demokrat (sol) hem de Cumhuriyetçi (sağ) partilerin ulusal başkanlık kongrelerine delegeler gönderebilecek kadar güçlenebilmişti. Cumhuriyetçilerin 1924'teki başkan adayı Calvin Coolidge'in o yıl seçimleri kazanmasında bu örgütün çabalarının başarıyı getiren birincil faktör olduğu biliniyor. Daha sonra bu örgüt, ülkedeki Asyalıları, İtalyanları ve Yahudileri ABD'ye yerleşmekten caydırmak için tasarlanan 1924 tarihli meşhur Göçmenlik Yasası için lobi faaliyetlerinde bulundu. Sonrasında sönümlenme eğilimine giren beyaz üstünlükçülerin bu tutumları neredeyse yarım asırlığına uykuya dalmıştı.
Ancak Amerikan merkezli ırkçı görüşler, 1980'lerde beyaz üstünlükçülerin birbiri ardına yeni argümanları benimsemesiyle yeniden hayat buldu. 1983-84 yıllarında aktif olan neo-Nazi terörist grubu Order'ın kurucusu ve lideri Robert Mathews bu beyaz üstünlüğü, ırkçılık ve antisemitizm kuyusundan kana kana içmiş olmakla övünüyordu. Bir başka neo-Nazi grup olan Aryan Nations'ın lideri Richard Butler da 1980'ler ve 1990'larda yabancı düşmanlığını körüklercesine; "Yabancılar atalarımızın topraklarına bir sel gibi akıyor, mirasımızı, kültürümüzü ve gelecek nesillerimizin can damarlarını elimizden alma tehdidinde bulunuyorlar” diye haykırıyordu.
Ardından ülkenin ilk Afro-Amerikan başkanı Obama'nın seçilmesi, ırkçılar için tiranlığın ve seçimin kötüye kullanıldığının yeni bir kanıtı olarak öne sürülür oldu. Bu arada, Orta Doğu'daki savaşlardan kaynaklanan mülteci akınlarının ortaya çıkması da beyaz üstünlükçülerin özellike Batı dünyası genelinde kendilerine göç dalgalarına engel olmak için taraftar bulmalarına, yabancı düşmanlığına gerekçe yaratmalarına zemin hazırladı.
ABD'deki Black Lives Matter aktivizmine tepki olarak demokratik dünyada popülist hareketler “beyaz üstünlükçülük, ırkçılık, milliyetçilik ve aşırı sağcılık” söylemlerine sığınarak ivme kazanıyordu. Nitekim Sağcı partiler bu söylemleriyle, 2016'da ABD'de ve 2022'de Brezilya'da seçimleri kazanma başarısını gösterdiler. İngiltere’de Brexit referandumundan zaferle çıktılar. Donald Trump'ın yönetimi sırasında, bu aşırı milliyetçi korkular ABD'de daha da yaygınlık kazandı. Trump kampanyası; beyaz olmayanları ve gayri-Hıristiyanları ABD ulusal güvenliğine bir tehdit olarak göstermek suretiyle başarıya ulaştı. Aşırı sağ, Beyaz Saray'da oturan en güçlü destekçisiyle birlikte hayat buldu.
Büyük değişim teorisinin yayılması, iktidarı ele geçirmenin bir yolu olarak dehşet verici şiddet kaosunu körükleme çabası olarak tüm popülist ve sağcı siyasiler tarafından bir araç kullanılır hale geldi. Büyük değişimciler, sağ politikalardan beslenirken, soldan medet umuyorlar. Örneğin Marksizm’den ödünç aldıkları, Schumpeter’den esinlendikleri yaratıcı yıkımı yaratmak suretiyle ortaya çıkacak büyük kaos ortamında siyasal ve toplumsal yenilenmeye, her şeyi sil baştan beyaz üstünlükçülük ilkeleri doğrultusunda yeniden kurgulamayı hedefliyorlar diye değerlendiriyorum. Dünyada yükselen sağ dalgasının, yabancı düşmanlığını beslediğinin farkında olan popülist ve milliyetçi akımlar, göç dalgalarına karşı Batı toplumlarının kendilerini ve sahip oldukları zenginlikleri koruma içgüdüsüne oynuyorlar, yabancı düşmanlığını körükleyerek fay hatlarını kırmayı, böylece bu büyük dönemeci yaratıcı yıkımla, yıkıcılıkla aşmayı, bir an önce kendi hayallerindeki değişimi ve toplumsal yenilenmeyi gerçekleştirmeyi umuyorlar. Bunu da mutlaka kendilerince yurtiçi terör eylemlerine kadar sert önlemler almaya kadar vardırmaktan çekinmeyeceklerini bir şekilde ilan ediyorlar.
Amerikan Tarzı Şiddet Eylemleri Batı Toplumları Tarafından da Taklit Ediliyor
Bu şiddet içerikli değişim yaklaşımı, Batı dünyasındaki ülkelerdeki müstakbel teröristler için hem şaşırtıcı derecede basit hem de baştan çıkarıcı derecede çekici bir ideolojik ve stratejik model sağlıyor. Örneğin, 2015 yılında Güney Carolina'nın Charleston kentinde siyahların yoğunluklu olarak kullandığı bir kilisede meydana gelen toplu katliamı gerçekleştiren Dylann Roof adlı eylemci/terörist; “Bizler nüfusun sadece yüzde 30'unu oluştursak bile eski haklarımızı tamamen geri alabileceğimize inanıyorum. Bunun için sert önlemlere başvurmak için daha fazla beklememeliyiz.” sözleriyle eyleminin arka planını açığa çıkarmıştı. 2019 yılının Nisan ayında Kaliforniya'da bir sinagoga saldıran John Earnest de benzer şekilde yeni bir iç savaşı tetikleme arzusundan ilham almıştı: “Zamanımız tükeniyor. Eğer bu devrim yakında gerçekleşmezse, onu kazanacak sayıya sahip olamayacağız.” endişesi kendisini bu eyleme itmişti.
Geriye dönüş özlemine hizmet etmeyi amaçlayan bu türden şiddet eylemleri hem büyük değişim inancını besliyor hem de günümüz dünyasının hükümet karşıtı aşırılıkçılarına ilham oluyor. Yine ABD’de Biden’ın seçimleri önde tamamlaması, Trump destekçisi aşırı sağcıların 6 Ocak 2021 günü Amerikan Kongresi önüne sembolik olarak diktikleri darağacı ve cellat ilmiği, Ku Klux Klan benzeri “İp Günü” şiddeti günlerini yeniden gerçeğe dönüştürmeyi ne kadar istediklerini gösteriyordu.
Teknoloji sayesinde ırkçılık, antisemitizm, yabancı düşmanlığı ve homofobinin ABD içinde yaşanmakta olan bu münferit kötü ifadeleri hızla küresel bir izleyici kitlesi edinebiliyor ve uluslararası bir seçmen kitlesine hitap edebiliyor. Bu sapkın ideoloji, sosyal medya ağları aracılığıyla okyanuslar ötesine sıçrıyor. 2019 yılının Mart ayında bu tehlikeli ideoloji ve stratejileri kendine rehber edinen beyaz üstünlükçü terörist Brenton Tarrant, Yeni Zelanda'nın Christchurch kentindeki iki camide ibadet eden 51 kişiyi hunharca öldürdü. Başta AR-15 saldırı tüfeği olmak üzere silah seçimini Amerika Birleşik Devletleri'nde yaratabileceği etkiyle ilişkilendiren terörist, "ateşli silahları sosyal söylem üzerinde yaratacağı etki, medyada daha fazla yer alması ve Amerika Birleşik Devletleri'nin siyaseti ve dolayısıyla dünyanın siyasi durumu üzerinde yaratabileceği etki için" seçtiğini açıkladı. Saldırı eyleminde kullandığı yarı otomatik silahlarının kundağında, gelecek nesiller için beyaz ırkı korumanın önemini yücelten ABD kökenli silah taşıma haklarına yapılan atıflar da dahil olmak üzere, aşırı sağcı şiddetin tarihinden birkaç kilit terim yer alıyordu.
ABD Kongre Binası'na 6 Ocak'ta yapılan saldırının karanlık gölgesi, benzer şekilde ülkelerindeki iktidarın barışçıl bir şekilde devredilmesini engellemeye çalışan ve/veya sahip oldukları iktidarı barışçıl bir şekilde devretmek istemeyen diğerlerine de ilham veriyor. 2023 yılının başlarında Brezilya'da, Washington'daki Trump destekçilerininkine benzer şikayetlerle hareket eden bir güruh, seçim sonucunu altüst etme umuduyla başkent Brasília’da hükümet merkezini basarak ABD’deki eylemin bir benzerini gerçekleştirdiler. O günlerde, Bolsonaro'nun destekçilerinin, aralarında Trump'ın eski kıdemli danışmanı Steve Bannon'ın da bulunduğu eski Beyaz Saray yetkililerinden rehberlik ve tavsiye aldıkları iddia edildi.
ABD, Yurtiçi Terörle de Mücadelesine Derhal Başlamalı
Gelinen noktada ABD, aşırı sağın, popülizmin, yabancı düşmanlığının, göç karşıtlığının merkezi haline gelmiştir. Bu ülkede ortaya çıkan şiddetin ABD'nin dünyadaki yeri üzerinde de derin etkileri oluyor. Zayıf, kendi içinde bölünmüş ve dışarıya karşı manipülasyona açık bir Amerika görüntüsü veriyor. Dünyada iklim değişikliği, pandeminin önlenmesi, uluslararası düzenin korunması, savaşlara engel olacak bir yapının işletilmesi gibi kilit konularda dünyaya güvenle angaje olacak bir Amerikan liderliği neredeyse ortadan kalkmış bulunmaktadır. ABD kendi sorunlarına fazlasıyla gömüldüğüne, ‘parçalanmaya, dağılmaya’ daha yakın olduğuna inananların sayısı oldukça artmıştır.
Öte yandan, kendi ülkesindeki büyük değişim teorisi sarmalına sığınan aşırı sağcı, beyaz üstünlükçülüğüne inanan ırkçı kesimin eylemlerinde bile dışarıyı suçlamakta olan bir Amerikan yaklaşımına şahit oluyoruz. Kendi iç dinamiklerini yönetmek yerine, 11 Eylül sonrasında yapılanın bir benzeri yaklaşımla, yine “dış güçler” suçlanıyor. Ruslar ve İranlılar bu kapsamda sorumlu görülüyor. Rusların Amerikan seçim sonuçlarını etkileyecek şekilde dolaylı yollardan seçimlere müdahale ettiğine inanılıyor. Özellikle İran’ın, Batı'da aşırı sağcı terörizmi teşvik edecek adımlar attığına inanılıyor. Bununla birlikte Kanada gibi bazı yakın Amerikan müttefikleri, ABD kaynaklı neo-Nazi hareketlerini terörist oluşumlar olarak nitelemekten geri kalmıyorlar.
Şimdi beklenen, ABD’nin kendisinin bu tür oluşumları, yurtiçi ve yurtdışında mutlaka terörist oluşumlar olarak tanımlamasındadır. Zira, El Kaide, İŞİD, PKK vb. terör örgütleri kadar bu tür neo-Nazi, beyaz üstünlükçü, yabancı düşmanı ırkçı oluşumlar da dünyamız için tehlike arz ediyorlar. Üstelik günümüzün aşırı sağcılığı her şeyden önce Amerikan kültüründen, sosyal medya ağlarından, Hollywood yapımlarından besleniyor. ABD Kongresi; ırk, etnik köken, din, ulusal kimlik, cinsellik, cinsiyet, siyasi görüş ve diğer korunan kategoriler temelinde bireyleri hedef alan komploları ve şiddeti resmen suç haline getirecek bir iç terörizm yasası çıkarması halinde hem ABD’deki beyaz olmayan ırklar hem de Müslümanlar gibi gayri-Hıristiyanlar da rahat edebilecektir.
Sonuç
Mevcut haliyle dünyanın geneline hâkim Amerikan hegemonyası ve küresel güç projeksiyonu yeterince diğer milletler için itici gelmektedir. Bununla birlikte, teknolojinin ve dünya zenginliğinin halihazırda merkezi olan ABD toplumunun bir parçası olabilmek için akın akın gençler ABD yolunu tutmaya devam etmektedir. Öte yandan dünya genelinde Amerikan cazibesi zayıflıyor. Büyük değişim teorisini savunanların sözde yaratıcı yıkımı hedefleyen şiddet eylemleri, Amerikalılara karşı düşmanlığı artıran bir katalizör işlevi görüyor. Örneğin Türk halkı, birçok sebeple birlikte, ABD’de Müslümanlara ve yabancılara karşı yükselen düşmanlık kokan şiddet/terör eylemlerinden rahatsızlık duyuyor. Bu da karşı tez olarak Türkiye’de Amerikan düşmanlığını besleyen ana damar olarak görülüyor.
Metropoll tarafından bu yıl 15-19 Temmuz arasında gerçekleştirilen bir araştırma, Türk halkının hangi ülkeyi dost hangi ülkeyi düşman gördüğünün anlık bir örneklemesini/resmini veriyor. Buna göre %76,6’sı ABD’yi düşman ülke statüsünde görüyor olması dikkat çekicidir. NATO’da müttefik olan iki ülkenin geldiği durum, biraz da ABD’nin dışarıya yansıyan resminin Türkiye’de olumsuz okuması olarak görülmesi gerektiğine inanıyorum.
Kaynakça
https://twitter.com/m_akifkoc/status/1709170685052907893
Bruce Hoffman, Jacob Ware, “American Hatred Goes Global - How the United States Became a Leading Exporter of White Supremacist Terrorism”, Foreignaffairs, 19 September 2023, https://www.foreignaffairs.com/united-states/american-hatred-goes-global
FAZLA, Hüseyin. (2022). "1952'den 2022'ye NATO ve Türkiye". Nobel Yayınları. Ankara