Çin'e Karşı Kurulan AUKUS, Fransa'yı Neden Dışladı?
Avustralya, İngiltere ve ABD bir araya gelerek, Hint-Pasifik bölgesinde Çin’i kontrol etmek maksadıyla, AUKUS (Australia, United Kingdom ve United States) ittifakını 16 Eylül 2021 tarihinde kurmuştur.
Avustralya, İngiltere ve ABD bir araya gelerek, Hint-Pasifik bölgesinde Çin’i kontrol etmek maksadıyla, AUKUS (Australia, United Kingdom ve United States) ittifakını 16 Eylül 2021 tarihinde kurmuştur. Paktın kurulmasıyla birlikte, Avustralya, Fransa’dan satın almayı düşündüğü konvansiyonel denizaltılarla ilgili siparişini, muhtemelen ABD ve İngiltere'nin yönlendirmeleri doğrultusunda, iptal etmiştir. Avustralya'nın aldığı bu karar, doğal olarak Fransa'nın tepkilerine yol açmış, ABD-Fransa arasındaki silah pazarı paylaşım çekişmesini gün yüzüne çıkarmıştır.
2016 yılında Avustralya, Fransa'dan kendi açık deniz harekât ihtiyaçlarına yönelik konvansiyonel denizaltı inşa etmesini talep etmiştir. Avustralya, bu dönemde nükleer denizaltı satın almak yerine geleneksel denizaltılarla yetinebileceği düşüncesiyle, özellikle 2009 savunma ihtiyaçlarına yönelik yaptığı değerlendirmeler doğrultusunda, Fransızlara siparişlerini vermişti. Bu kapsamda, Fransa bu ülkeye üretebileceği en iyi denizaltı modelini önermişti ve Avustralya-Fransa Denizaltı Tedarik Projesi, beş yıldır devam eden bir proje olarak iki ülkenin gündemindeki en önemli savunma projesiydi. Bu dönemde, Avustralya’nın zamanla denizaltı harekât isterleri tanımlamasında olası bir değişikliğe gitme ihtiyacı ortaya çıktığını anlıyoruz. Bu manada, konvansiyonel denizaltı tedarikinde Fransa ile çalışmayı tercih eden Avustralya’nın, son yıllarda nükleer denizaltı tedariki için ABD ve İngiltere ile temaslarını da kesintisiz devam ettirdiği ortaya çıkmıştır.
ABD, Obama döneminde, 2010’lu yıllardan itibaren, artan bir şekilde Güney Çin Denizine odaklanmaya, daha geniş bir perspektifte Hint-Pasifik bölgesine ağırlık vermeye başlamıştır. Bu çerçevede, ABD’nin “hakiki müttefikleriyle” birlikte hareket etme zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Fransa, ABD’nin Hakiki Müttefiki Değil midir?
Bu sorunun açık bir cevabı şüphesiz olamaz. Ancak, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki gelişmeler ışığında, ABD-Fransa ilişkisinin ne derece stratejik bir ortaklık olup olmadığı hakkında bir değerlendirme yapmamız mümkün olabilir. Amerikalıların Britanya İmparatorluğu karşısında bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkışlarında Fransa’nın Amerikalılara sağladığı tarihe desteğe rağmen, Fransızlar hiçbir zaman ABD dış politikasında İngilizler kadar ağırlıklı bir yere sahip olamamıştır. Bu çerçevede, İngiltere-ABD arasındaki yakınlığın, Fransa-ABD arasında neden olmadığı da ayrıca dikkate alınması gerekir diye düşünüyoruz.
Soğuk Savaş sonrası kurulan Avrupa Düzeninin bir parçası olarak, yeni güvenlik ihtiyaçları temelinde Batı Avrupa ülkeleri, 1949 yılında kurulan NATO denklemine dahil edilmiştir. Batı Avrupa, Atlantik Paktı çerçevesinde Sovyetlerin liderliğini yaptığı Doğu Bloku’na karşı Batı’nın ortak çıkarlarının, ABD’nin öncülüğünde korunmasına rıza göstermiştir. Zira, savaşın sonuna gelindiğinde Avrupa’nın dünyayı düzenleyen maddi ve psikolojik kapasitesi neredeyse tümden yok olmuştu. Robert Schuman liderliğindeki Fransa da dahil, hiçbir Avrupa ülkesinin artık kendi geleceğini inşa edebilecek bir kapasitesi kalmamıştı.
Bu çerçevede, özellikle Marshall yardımlarıyla Avrupa sanayisinin ayağa kalkmasına da öncülük eden ABD, Batı yararına hakikaten küresel bir sistem inşa etmeyi başarmıştır. Bretton Woods’la Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü vb. kurumsal yapılanmalarla, ‘serbest piyasa’ beklentilerine göre, liberal-neoliberal söylemlerin arzu ettiği şekilde küresel ölçekte mali ve ekonomik hayat yeniden inşa edilmiştir. NATO ortak güvenlik yapılanmasıyla da realizm-neorealizm yönlendirmelerine uygun olarak, dünyanın geri kalanına karşı ‘caydırıcılık’ tesis edilebilmiştir.
Bu anlattıklarımızı tamamlayacak şekilde, Fransa’nın Avrupa düzenindeki özel durumuna bakmamızda fayda görüyoruz. İkinci Dünya Savaşı öncesinde, Versailles antlaşmasıyla ‘Alman gururunu’ ayaklar altına alan, kendinden ve gücünden emin bir Fransa dünya sahnesindeydi. Oysa, Birinci Dünya Savaşı, Fransa’yı Avrupa’nın polisi rolünü üstlenemeyecek derecede tüketmişti. İkinci Dünya Savaşı’nda Fransızlara karşı hınç dolu Alman ordularının işgalini durduramayan Fransa’nın adeta bir ‘kâğıttan kaplan’ olduğu ortaya çıkmıştı.
Savaş sonrasında yeni kurulan dünyada, Fransa’ya da galipler arasında yer verilmiş, Avrupa dengesinde İngiltere’yle birlikte lider ülke olarak söz sahibi olması sağlanmıştı. NATO kurulurken de Fransa’ya aktif bir oynama alanı verilmiş, NATO’nun en büyük askeri karargâhı olan SHAPE (Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı) Paris’te konuşlandırılmıştır. Ancak, NATO ile Sovyetlere karşı sağlanan birlik ruhu, neredeyse bu ittifakın kuruluş yıllarında, Charles de Gaulle’ün Fransa Cumhurbaşkanı olduğu dönemde ortaya çıkan bir dizi anlaşmazlıkların bir sonucu olarak bozulmuştur. De Gaulle; ABD'nin örgütteki güçlü rolünden ve ABD-İngiltere arasındaki özel ilişkiden rahatsızlığını açık bir şekilde dile getirmeye başlamıştır. İttifak ruhuna zarar verici bu durumun şüphesiz gerçeklik payı vardı.
De Gaulle’ün şahsında yapılan bu çıkış, NATO içinde de facto tesis edilmiş bulunan, Amerikan-İngiliz düzenine karşı yapılmıştı. Bilindiği üzere, geleneksel Avrupa güç dengesi, üyelerin eşitliği ilkesine dayanan bir yapıya sahip olagelmiştir. Her üye veya ortağın, ortaklaşa paylaşılan ve temelde sınırlı bir hedefin gerçekleştirilebilmesini temin edecek şekilde, kendi gücünün imkanları dahilinde katkıda bulunması, Avrupa sisteminin genel işleyiş şekli olarak benimsenmişti.
Ancak Atlantik İttifakı sisteminde, geleneksel Avrupa sisteminin devreye girmesine ABD izin vermemişti. Bunun üzerine, Amerikan’ın oluru olmadan hiçbir şey yapılamaması, diğer ülkeleri rahatsız etmeye başlamıştı. Bununla birlikte, NATO’da, müttefiklerin askeri güçlerini ortak bir yapıda birleştirmesi ilkesi tek başına bir anlam ifade etmiyordu. İttifakın büyük oranda Amerikan askeri gücünün varlığıyla ve bu ülkenin sahip olduğu nükleer caydırıcılıkla, bir bütün olarak ‘askeri güç’ yapısına sahip olması öngörülmüştü. Bu imkân ve kabiliyetlerin çoğunluğuna ittifak içerisinde sadece ABD sahipti. Bu nedenle diğer ülkelerin ABD olmaksızın, Ruslara karşı koyması imkânsız görüldüğünden, ABD’nin kararları neredeyse NATO’nun da kararları olmak durumu söz konusuydu.
Fransa adına bu durumdan rahatsız olan de Gaulle; ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower ve İngiltere Başbakanı Harold Macmillan’a 17 Eylül 1958 tarihinde gönderdiği bir memorandumda, ülkesini ABD ve İngiltere ile eşit bir temele oturtacak, ön görüşmelerle ABD, İngiltere ve Fransa’nın kendi aralarında anlaşmasını esas alacak, sonra NATO karar mekanizmasını buna göre şekillendirecek üçlü özel bir yapı oluşturulmasını önermiştir. Memoranduma aldığı yanıtı yetersiz bulan de Gaulle, ülkesi için bağımsız bir savunma gücü oluşturmaya karar vermiştir.
Bu çerçevede de Gaulle; ülkesinin NATO’dan bağımsız bir duruşa sahip olması gerektiğini gündeme getirmeye başlamıştır. Batı Almanya’ya olası bir Varşova Paktı saldırısına karşı, Fransa’nın NATO’nun içinde savaşa girmesi yerine, ülkesinin Doğu Bloku ile özel bir konumda temas kurma yeteneğini muhafaza etmesinin, gerektiğinde arabulucu rolünde devreye girmesinin ve iki blok arasında barış yapma seçeneklerinde aktif görev alabilecek bir konumda olmasının, Fransa için daha doğru olacağını dillendirmeye başlamıştır.
Bu minvalde, Şubat 1959’da Akdeniz’deki Fransız filosunun NATO komutası altında görev yapmaya devam etmeyeceğini açıklamıştır. Devamında diğer ülkelere ait nükleer silahların Fransa topraklarında konuşlandırılmasını askıya almıştır. Öte yandan Fransa, 1962’deki Küba füze krizi sırasında NATO'nun geri kalanı ile dayanışma göstermeye devam etmiştir. Buna rağmen de Gaulle, Fransa’nın Atlas Okyanusu ve Manş Denizi’ndeki filolarını da NATO komutasından alarak, NATO’dan bağımsız bir savunma gücü inşa etme anlayışını devam ettirmiştir.
Fransa nihayetinde 1966 yılında NATO’nun askeri kanadından çıktığını, daha önce NATO’ya deklare ettiği tüm silahlı kuvvetleri unsurlarını NATO’nun komuta ve kuvvet yapısından çektiğini açıklamıştır. Devamında Fransa’daki tüm NATO askerlerinin ülke dışına çıkarılması istenmiştir. Bu doğrultuda, 16 Ekim 1967 tarihinde, Paris yakınlarındaki Rocquencourt bulunan SHAPE, Belçika’da Mons şehrinin kuzeyinde yer alan Casteau kasabasına taşınmıştır. Bunun sonucunda sadece ABD, iki yüz askerî uçak ve helikopterini Fransa’nın dışına çıkarmak ve 1950'den beri kullandığı Fransa’daki hava üslerini, 1967’de Fransızlara devretmek zorunda kalmıştır.
İttifak’ın askeri kanadından böylece çıkan Fransa, siyasi kanadında kalmaya devam etmiştir. İstisnai bir durum olarak, Batı Almanya’da konuşlu askeri kuvvetleri ile Soğuk Savaş boyunca olası Varşova Paktı saldırılarına karşı Avrupa savunmasına katkı sağlamayı sürdürmüştür. Bu arada, daha sonra ortaya çıkan ABD ile Fransa arasındaki Lemnitzer-Ailleret gizli antlaşmaları, Doğu-Batı çatışmasının patlak vermesi hâlinde, Fransız güçlerinin NATO'nun komuta yapısına nasıl geri alınacağını ayrıntılı olarak ele almıştır. Avrupa Birliğinin kurulması, Batı Avrupa Birliği ile NATO’nun askeri gücünün entegre edilmesi süreçlerinin bir uzantısı olarak, Fransa, ittifakın askeri komuta yapısına 2009 yılında gerçekleştirilen Strazburg-Kehl zirvesi kararları sonrasında geri dönüş yapmıştır.
Görüldüğü üzere, Fransa’nın ABD ve İngiltere açısından askeri sicili bozuktur. Fransa’nın “milli” tutumuna öncelik verdiği, bir bakıma ‘inatçı’ olarak değerlendirilen dış politikası, Avrupa bütünlüğünün geç tesis edilmesine, Avrupa ülkeleri ile ortak başlatılan bazı savunma sanayii projelerinin yürütülememesine ve nihayetinde başarısız olmasına (Eurofighter projesi vb.) neden olmuştur. Öte yandan, de Gaulle’ün Fransa’ya kazandırmaya çalıştığı milli savunma sanayii; bugün Fransızların gurur duymasına yol açacak derecede gelişmiş bir yapıya, dünyanın önde gelen ülkelerinin sahip oldukları harp silah ve araçlarıyla boy ölçüşebilecek bir seviyeye Fransızların ulaşmasını sağlamıştır.
Nitekim, günümüz dünyasında, nükleer enerjiyle çalışan balistik füze denizaltılarını sıfırdan inşa edebilecek kapasiteye sahip üç ülke varsa, bunlardan birisi de Fransa’dır (diğer ikisi ABD ve Rusya Federasyonu’dur). Fransız savunma sanayiinin ürünleri, özellikle Soğuk Savaş döneminde, Batı-Doğu Blokları arasındaki çekişmede arada kalan üçüncü dünya ülkelerinin silah ihtiyaçlarının karşılanmasında birinci tercihleri olmuştur. Bu durum, Fransız savunma sanayiinin hem milli ihtiyaçlarını karşılayacak yetkinlik seviyesini sürekli geliştirmesine hem de ABD, Rusya, İngiltere ile baş edebilecek bir silah pazarına sahip olmasına imkân tanımıştır. Soğuk Savaş sonrasındaki tek kutuplu dünyada da Fransa, silah sanayiindeki önde gelen ülkelerden birisi olma pozisyonunu büyük oranda, de Gaulle’ün attığı adımlara borçludur.
AUKUS’un İlanı ve Fransa’nın Hint-Pasifik Bölgesindeki Durumu
Fransa, en son 30 Ağustos 2021 tarihinde Avustralya ile bakanlar seviyesinde (Dış İşleri ve Savunma Bakanları ortak zirvesi) görüşme yapmıştır. Bu zirvede, iki ülkenin 2017 yılından itibaren yakın işbirliğinin devam etmesi, ileriki yıllarda Fransa’ya Avustralya limanlarının üs olarak açılması dahil karara bağlanmıştı. Fransa’nın Avustralya için üretmesi beklenen dizel motorlu denizaltı projesinin iptaline dair bir konu daha önceden Avustralya tarafından gündeme getirilmemişti.
Bilindiği üzere 16 Eylül 2021 tarihinde, Avustralya, İngiltere ve ABD bir araya gelerek, Hint-Pasifik bölgesinde Çin’i kontrol etmek maksadıyla, AUKUS ittifakını kurmuştur. Bu ittifakın kurulmasından daha fazla ses getiren ise, Avustralya’nın Fransa’ya denizaltı üretim siparişlerini iptal etmesi, devamında, AUKUS çatısı altında beraber hareket ettiği ABD ve İngiltere’nin ortak yürütecekleri bir proje kapsamında, bu ülkelerden nükleer denizaltı temin edeceğini deklare etmiştir. Fransa’nın halihazırda 150 mühendisle üzerinde çalıştığı Avustralya Denizaltı Üretim Projesi, böylece rafa kaldırılmıştır.
Nükleer denizaltıların her açıdan dizel-elektrikli denizaltılara nazaran çok daha iyi olduğu biliniyor. Daha süratli olan nükleer denizaltılar, daha güçlü sensörleri ve daha çok sayıda elektronik ekipmanı bünyesinde taşıyabilecek esnekliğe sahiptir. İstenirse, harekât şartlarında suyun altında nükleer denizaltılara daha uzun süre kalabiliyorlar. Avustralya, nükleer denizaltıları envanterine katmasıyla beraber, nükleer silah üretme sanayii altyapısına da sahip olmayı hedefliyor. Bu doğrultuda ABD ve İngiltere’nin Avustralya’yı cesaretlendirdiği, Hint-Pasifik denizlerinde nükleer silah gücü olan müttefik Avustralya ile Çin’e karşı daha caydırıcılığı yüksek bir çevrelemenin mümkün olabileceğinin gündeme geldiği anlaşılıyor. Bu bağlamda AUKUS’un kurulmasında ve Çin’in biraz daha sıkıştırılmasında şaşılacak bir durum kalmıyor. ABD tarafından atılan her adım; Çin’in Güney Çin Denizi’nin ötesine çıkmasını kısıtlamak, açık denizlerde Amerikan müttefiklerinin, ABD’li veya ABD’siz, Çin’e karşı güçlü bir pozisyona sahip olmalarını sağlamak, Çin’in Hint-Pasifik denizlerine güç projeksiyonunda rahat hareket etmesine engel olmak gibi amaçlara hizmet ediyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni denklemde, Fransa’nın Uzakdoğu’daki nüfuzu ve etkisi, son 50-60 yıldır neredeyse yok denecek kadar azalmıştır. Hindistan’a 36 adet Rafale savaş uçağı satışı haricinde henüz bu bölgede belli başlı Fransız savunma sanayii ürünlerinin kullanımı yaygın değildir. Bu manada, Avustralya’nın Fransa'dan denizaltı satın alma kararının, diğer bölge ülkelerine de Fransız silah sanayiinin satış yapmasını kolaylaştırıcı bir rol oynaması bekleniyordu. Bu projenin başarısını gören bölgedeki diğer ülkelerin de Fransızlarla işbirliğine gitmelerinin önünün açılması hedeflenmişti. Denizaltıların Avustralya’nın açık denizlerde seyir için uzun menzile ihtiyaç duyacağı dikkate alınarak, toplam tonajın 6 000 metrik ton kadar azaltılması, yine denizaltıların çıkardığı gürültünün ‘iz azaltmak’ maksadıyla düşürülebilmesi için ilave bir pervanenin de eklenmesine kadar gerekli iyileştirmeler proje kapsamında gündeme alınmıştı. İlk denizaltının 2030 yılında teslim edilmesini kapsayan 56 milyar Avro büyüklüğündeki denizaltı projesinin bu noktada iptalinin, Fransa savunma sanayiini zora sokacağı verilen tepkilerden anlaşılabiliyor.
Öte yandan, Avustralya henüz NATO benzeri bir savunma şemsiyesi altına girmemiş bir ülkedir. NATO’nun genişlemesinin küresel boyuta ulaşması halinde, Hint-Pasifik bölgesinde üye olacak ilk iki ülkenin Avustralya ve Yeni Zelenda olabileceği herkesin malumudur.
Avustralya, İngiltere liderliğindeki İngiliz Uluslar Topluluğunun bir üyesidir. Kanada, Avustralya, Yeni Zelenda’nın politikaları bu nedenle İngiltere ve ABD ile uyumludur. İstihbarat alışverişi dahil, her konuda aralarında özel bir ilişki modeli geliştiren bu beş ülke, uluslararası literatürde, “five eyes” olarak bilinir. Bu açıdan bakıldığında, AUKUS olsun-olmasın, Avustralya için ortak savunma bağlamında öncelikle güveneceği ve yardıma çağıracağı ilk iki ülke ABD ve İngiltere olacaktır.
Dizel denizaltı alımını iptal eden Avustralya, ABD üretimi Virginia sınıfı nükleer denizaltılardan satın alacaktır. İlk denizaltının 2040 yılında teslim edilmesi öngörülmektedir. Çin’le ekonomik ilişkileri ABD’den daha fazla olan Avustralya, bir dönem Çinlileri kızdırmamak adına, QUAD üyeliğini bile askıya almıştı. 2018 Ağustos ayında Avustralya başbakanı olarak göreve gelen Scott Morrison’un liderliğinde, Avustralya’nın Çin’e karşı izlediği politikalarda, güvenlik ağırlıklı bir yaklaşım sergilenmeye başlanmıştır.
Sonuç
AUKUS oluşumunu, İngiltere’nin Brexit ile Avrupa Birliğinden koparak daha bağımsız bir çizgiye yönelmesiyle ve İngiliz Uluslar Topluluğu üyelerinin de İngilizleri takip etmesiyle ilişkilendirmek gerekiyor.
Hint-Pasifik denizlerinde ABD ile ortak hareket eden İngiltere, küresel güç politikalarına dönüş yapmak istiyor. ABD’nin Çin’i çevreleme politikalarıyla paralel giden İngiliz politikaları, Fransa’yı ve hatta Avrupa Birliğini dışlayıcı bir çizgide ilerliyor. Bunun arkasında, Almanya ve Fransa ortak liderliğindeki Avrupa Birliği’nin, Ruslarla enerji politikalarında ortak hareket etmesi ile Çin’in kuşak-yol projesinin müşterileri olmaları yatmaktadır. Avrupa Birliği ve Fransa, dış ticaret ve dış politika bağlamındaki ABD ve İngiliz stratejileriyle çelişen bir görüntü ortaya koymaya devam etmektedir.
Amerikan-Çin Soğuk Savaş döneminin başladığının telaffuz edildiği günümüz dünyasında, büyük güçler; ‘safını belirle, tarafını seç” bağlamında birbirlerini açıktan sıkıştırmaya başlamıştır. Anlaşılan o ki de Gaulle’ün NATO’nun çıkışının faturası, bugün AUKUS tarzı oluşumlarla, Fransız savunma sanayiine kesiliyor.