IŞİD (DAEŞ)’in başarısının ardındaki sır nedir?
IŞİD, 2004 yılında “Tevhid ve Cihat” adıyla Ebu Musa Zerkavi tarafından Irak’ta kuruldu. Daha sonra Usame Bin Ladin liderliğindeki El Kaide’ye katıldı ve adını “Mezopotamya’da El Kaide” olarak değiştirdi. El Kaide’nin zayıflamasına paralel olarak tekrar bu örgütten ayrıldı ve kendi yolunu çizdi. Bu yolda, El Kaide’den daha başarılı oldu
Giriş:
IŞİD, 2004 yılında “Tevhid ve Cihat” adıyla Ebu Musa Zerkavi tarafından Irak’ta kuruldu. Daha sonra Usame Bin Ladin liderliğindeki El Kaide’ye katıldı ve adını “Mezopotamya’da El Kaide” olarak değiştirdi. El Kaide’nin zayıflamasına paralel olarak tekrar bu örgütten ayrıldı ve kendi yolunu çizdi. Bu yolda, El Kaide’den daha başarılı oldu ve 2014 yılına gelindiğinde IŞİD’in sadece Suriye’deki askeri gücü 6-7 bin militana yükseldi. Irak’taki silahlı üyelerinin sayısı ise 10 binin üzerindeydi.
Güçlenmesi, sadece militan sayısındaki artışta ortaya çıkmadı. Kontrol altına aldığı bölgenin sınırları da hızla genişledi. Böylece, 2014 yılı başlarına kadar Suriye’de Mümbiç, petrol zengini Rakka ve Irak sınırına yakın Deyrizor (Deyru’z-Zor) yerleşim birimlerini eline geçiren IŞİD, Irak’ta ise Anbar eyaletindeki Felluce ve Ramadi’ye hâkim olmayı başardı.
Bundan sonra, zengin petrol yatakları ile büyük bir su rezervine ve yolların kesişme noktasındaki stratejik bir konuma sahip olan Musul’u ele geçirdi.[1] Musul’dan sonra da Saddam Hüseyin'in memleketi olan Tikrit'i aldı.[2] 2014 yılı sonlarında ise Suriye’nin Türkiye’ye sınırındaki önemli bir yerleşim yeri olan Ayn el-Arab (Kobani)’ın doğusu ile güneyindeki bazı bölgeleri ele geçirdi.
Böylece, Türkiye sınırından başlayarak Fırat ve Dicle nehirlerinin sınırını çizdiği Mezopotamya'yı da içine alan stratejik hat boyunca Ürdün ve Suudi Arabistan sınırına kadar olan bölgeyi kontrol etme imkânı buldu. [3] Suriye'nin en büyük kenti Halep'in kuzeyinden itibaren, Irak'ın başkenti Bağdat'ın 40 km yakınına kadar uzanan ve Sünni Arap nüfusun çoğunlukta olduğu bu bölgede yükselen IŞİD’in hâkimiyeti, Suriye ve Irak arasındaki sınırı fiilen ortadan kaldırmış oldu.[4]
IŞİD’in Uyguladığı Strateji ve Sebep Olduğu Gelişmeler
IŞİD’in Türkiye sınırlarına dayanmasından itibaren işler değişmeye başladı. O zamana kadar, tüm vahşet görüntülerine rağmen olan biteni seyretmekle yetinen birçok ülke, olaylara doğrudan müdahil olmaya başladı. Bunda, örgütün o zamana kadar sadece yerel insanları katlederken değişik ülkelerde eylemler yapmaya başlaması da etkili oldu. Ama asıl sebep, izlediği stratejinin fark edilmesiydi. Çünkü, bu strateji sayesinde her geçen gün daha da güçlenerek tüm bölgenin siyasi haritasını değiştirme tehlikesi yaratmıştı. Bu durum siyasi, ekonomik ve askeri çıkarları kalıcı bir tehdit altına giren birçok ülkeyi tedirgin etti.
Bu ülkeler, kendi çıkarları doğrultusunda Suriye iç savaşına daha yakın ilgi göstermeye başladılar. Bunun sonucunda, sadece IŞİD ve bu ülkeler arasında değil, bu ülkelerin kendi aralarında da fiili bir mücadele ortaya çıktı. Örneğin 2015 yılında Türkiye ve Rusya, uçak düşürme olayında savaşın kıyısına kadar yaklaştılar.
İlerleyen süreçte ise ABD ile Türkiye arasında yıllardır devam eden ve stratejik olarak nitelendirilen müttefiklik ilişkisi zedelenmeye başladı. Çünkü ABD, Türkiye’nin bölgede desteklediği bazı örgütlerin, baş düşmanı olan El-Kaide ile irtibatlı olduklarını söylüyordu. Bu yüzden, bu örgütler yerine PKK’nın bir uzantısı olan ve Türkiye’nin kendisi için büyük bir tehdit olarak algıladığı PYD’yi desteklemeyi tercih etti.
Bundan sonra, görünürde herkes terör örgütü olarak kabul ettiği IŞİD’e saldırmaya başladı. Ancak bu saldırılar, terörle mücadeleden çok Suriye’de etkili olan devletlerin birbirlerini sınırlandırmak ve destekledikleri örgütlerin önünü açmak için yaptığı hamlelerdi.
Bu süreç zamanla, Soğuk Savaş sonrasında Ortadoğu ve hatta dünya siyasetinde çok önemli bir kırılmayı da beraberinde getirdi. Yıkılması mukadder görülen Esat rejimi Rus desteği ile ayakta kalmayı başardı. Bunun karşılığında Rusya da Suriye’de kalıcı bir üsse sahip olmayı garanti altına alarak Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki küresel oyunun bir oyuncusu haline geldi.
Suriye’de geniş bir bölge PYD’nin kontrolü altına girince Türkiye’nin çıkarları ile ABD’nin çıkarları çatıştı. 1984’ten beri bölünme tehdidi altında yaşayan Türkiye, bölücü tehdidin güney sınırında giderek güçlenmesi üzerine Rusya ve ABD’ye meydan okuyarak 15 Temmuz darbesi gibi büyük bir kriz yaşamasına rağmen 2016 yılı sonlarında fiilen Suriye topraklarına girdi. Daha sonra başka bölgelerde de operasyonlar icra edildi ve Türkiye geniş bir bölgeyi kontrol altına aldı.
Bu durum, ilginç bir şekilde, Rusya’dan çok ABD ile ilişkilerin bozulmasına sebep oldu. Bunun sonucunda Türkiye, ABD’den uzaklaşarak Rusya ile yakınlaşmaya başladı. Böylece, 2015 sonlarında yaşanan uçak düşürme krizinde NATO ve ABD kartını öne süren Türkiye, 2016’dan itibaren büyük bir eksen kayması yaşamaya başladı. Hatta, daha sonra ABD tehditlerine rağmen Rusya’dan hava savunma füzeleri satın aldı.
Bu gelişmeler, Türkiye’nin iç yapısını da etkiledi. Çatışmalara fiilen müdahale ettikten sonra Suriye’den Anadolu’ya göç eden insan sayısı çığ gibi büyüdü. Böylece, sayıları milyonları bulan Suriyeli göçmen Türkiye’ye geldi. Bunlar, önce çadır kentlerde toplanırken kitlesel olarak yaşanan göçler için bu kentler zamanla yetersiz kaldı ve göçmenler kontrolden çıkarak tüm ülkeye yayıldılar.
Ekonomik istikrarın bozulmasına paralel olarak bu göçmenler halkın değişik kesimlerinin tepkisini çektiler. Milliyetçi söylemler sol kesimlerin konuşmalarına bile yansıdı. Bu sırada göçmenlerin bir kısmı, kaçak yollarda AB ülkelerine gitmeye başlamışlardı. Bunun üzerine AB, göçmenleri ülkesinde tutması karşılığında Türkiye’ye para yardımı yapmaya söz verdi. Bu söz tam olarak tutulmayınca Türkiye, önlemleri gevşetti ve 2015 yılında çok sayıda göçmen Avrupa’ya doğru yola çıktı.
Bu durum, AB ile Türkiye arasında yoğun bir görüşme maratonunu başlattı. Ayrıca, Ege Denizi’nde ölen çocuklar ile Batılı gazeteciler tarafından çelme çakılarak düşürülen göçmenlerin görüntülerinin basın organlarında ve sosyal medyada yayınlanmasıyla büyük bir insanlık dramı yaşandığı ortaya çıktı. Bu olaylar, AB ve özellikle göç dalgasının ulaştığı AB ülkelerine karşı insan hakları ihlali suçlamalarını da beraberinde getirdi.
Hatta bu durum, Doğu Avrupa’daki siyasi gelişmeler üzerinde bile etkili oldu. Ülkesini uzun bir süredir demir yumrukla yönetmekte olan Lukaşenko, Belarus’ta 2020 yılında yapılan seçimleri de kazandığını ilan edince ortalık karıştı. Halk şehirlerde sokağa döküldü fakat Lukaşenko polisi protestocuların karşısına dikti ve sert tedbirler alarak olayları bastırdı. Bunun üzerine, AB ülkeleri ve ABD tarafından açıklanan yaptırımlarla yüz yüze kaldı.
Bir süre anlaşma zemini bulmaya çalışan Lukaşenko, bunun mümkün olmadığını anlayınca Türkiye’nin 2015 tecrübesini taklit ederek AB sınırlarını göçmenlere karşı korumayacağını ilan etti. Bu açıklamanın ardından, Türkiye’deki göçmenler ve diğer çatışmalı bölgelerde yaşayan insanlar uçaklara atlayarak Belarus’a gittiler ve AB sınırlarına akın ettiler.
Böylece AB, ABD, Belarus ve Rusya arasında yaşanan ve tarafların birbirlerini hibrit savaş yöntemleri uygulamakla suçladıkları bir kriz ortaya çıktı. Son günlerde bu kriz, Rusya’nın Ukrayna sınırına binlerce asker yığması ile birlikte genel bir savaşa dönüşme aşamasına ulaştı.
Görüldüğü gibi IŞİD, 2004’ten sonra gösterdiği başarı ile dolaylı yoldan da olsa bir şekilde bütün dünyayı etkilemeyi başardı. Fakat gücünün zirvesindeyken, Irak ve Suriye’de savaşan tarafların ve bu savaşlara taraf olan ülkelerin saldırıları sonucunda yükseldiği gibi hızla zayıfladı ve bugün artık ciddiye alınmayacak kadar dar alanlara sıkışmış duruma geldi. Bu yüzden gündemden düştü ama başarısının sırları çeşitli çevrelerce halâ tartışılmaktadır.
IŞİD’in yayılma alanları incelendiğinde, örgütün gösterdiği başarının, uyguladığı bölgenin koşullarına uygun stratejisinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu strateji, üç ayak üzerine bina edilmiştir. Bunlardan birincisi, su havzalarının, ikincisi petrol kaynaklarının, üçüncüsü ise ulaştırma yollarının kontrolüdür.
Bu kontrol, 2014 yılında büyük oranda tamamlandı. 2014 yılında IŞİD, Suriye'de petrol zengini Rakka ve Deyrizor ile Irak'taki petrol bölgeleri Musul ve Beyci'yi ele geçirdi. Örgüt, aynı zamanda Ortadoğu'nun en büyük su kaynakları olan Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde de büyük oranda kontrolü sağladı. Bu bölgeler önemli yolları da kontrol ettiğinden IŞİD, ulaşımı da kontrol etme imkanına kavuştu.
Bu üç unsurdan en önemlisi, su havzalarının kontrolüydü. Çünkü su, tarih boyunca Ortadoğu’daki tüm gelişmelerin en temel sebebi olmuştur. Üstelik günümüzde, suyun önemi eskiye göre daha da artmıştır. Bunun sebebi, son zamanlarda giderek vahim bir hal almaya başlayan küresel ısınma ve bunun sonucunda yağış miktarında meydana gelen azalmadır.
Hatta Suriye iç savaşının en önemli sebeplerinden biri de su miktarında meydana gelen azalmadır. Çünkü su kıtlığı, Suriye’nin tarım sektörünün çöküşüne, dolayısıyla ekonomik çöküşe sebep oldu. Suriye’de, halkın büyük bir çoğunluğu köylerde yaşıyor ve tarım ve hayvancılıkla geçiniyordu. Fakat içsavaş öncesindeki son beş yıl içinde yağış oranları o kadar dramatik bir şekilde düşüş gösterdi ki bu köylerde tarım yaparak yaşamak oldukça çok zor hale geldi.
Bunun üzerine, köylerden şehirlere doğru çok hızlı ve yoğun bir göç yaşandı. Köylerden şehirlere göç, savaş başlamadan önceki son beş yıl içinde kitlesel bir hale geldi. Bunda oğul Esat’ın, baskıcı Baas yönetimin uygulamalarını biraz yumuşatmasının da etkisi olduğu söylenebilir.
Bu göç sebebiyle şehirlerin nüfusu ani ve aşırı bir biçimde arttı. Suriye şehirleri, sanayi açısından geri kalmış şehirler olduklarından bu göçmenlerin çoğu çalışıp geçimini sağlayabilecek bir iş bulamadı. Şehirlerin alt yapısı da bu kadar hızlı bir nüfus artışını kaldıracak durumda değildi. Bu sebeple, şehirlere göç eden insanlar kalabalık nüfuslar halinde, yıkık dökük gecekondularda, yarı aç yarı tok bir şekilde yaşamaya başladılar. Bu durum, özellikle gençler arasında mutsuz ve isyana yatkın bir kitle oluşturdu.
Bu insanların aksine rejimi elinde tutanlar, gayet lüks bir hayat sürüyorlardı. Bu lüks yaşamı bizzat yerinde ve kendi gözlerimle gördüğüm için bunu rahatça söylüyorum. O zamanlar ülkede en yeni araba 20-30 yaşındayken Lazkiye’de son model arabalar görünce şaşırmıştım. Bana eşlik eden Türkmen kökenli olduğu halde konumunu kaybetme korkusuyla bunu saklayan Suriyeli bir albaya bu arabaların kime ait olduğunu sorduğumda bana Baas Partisi yöneticilerinin çocuklarının arabaları olduğunu söylemişti. Körfeze nazır lüks evler de bu kesime aitmiş.
Yönetimi elinde bulunduran Esat ailesi ve rejimle işbirliği içindeki çevrelerin mensuplarının lüks yaşamını gören şehre sonradan göç etmiş fakir insanlar, köylerindeyken çok fazla farkında olmadıkları bu durumu gördükçe Esat ailesine ve rejime karşı şiddetli bir şekilde nefret duymaya başladılar.
Suriye’de; oldukça zayıflamasına rağmen 70-80’lerden kalma Müslüman Kardeşler gibi örgütler ile yıllardan beri Esat rejiminin de yardımıyla Kürt nüfus üzerinde belirli bir etki ve kontrol oluşturmuş olan bir PKK Terör Örgütü yapılanması mevcuttu. 2. Körfez Harekâtı’ndan sonra komşu Irak’taki radikal dinci örgütler de bazı Suriye şehirleri ve aşiretlerinde belirli bir taban oluşturmuştu. Bu haliyle Suriye, iç savaş başlamadan önce zaten patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Rejim Arap baharından aşırı bir korkuya kapılarak baba Esat dönemindeki vahşi yöntemlerine dönünce, bu fitili kendi eliyle ateşlemiş oldu.
Tekrar IŞİD’in uyguladığı stratejiye dönecek olursak; IŞİD, Fırat ve Dicle Nehri kıyılarındaki stratejik bölgeleri ele geçirerek su havzalarını kontrol altına alınca öncelikle militan, para ve destekçi bulma sorununu çözme imkanına kavuştu. Çünkü susuz yaşaması mümkün olmayan halk, kendisine biat etmek zorunda kaldı.
Nitekim IŞİD, Dicle üzerine inşa edilmiş olan barajı ile büyük bir su rezervine sahip olan Musul'u ele geçirdikten sonra gücünün zirvesine ulaştı. Çünkü IŞİD, bu suyu sadece halkı kendine bağlamak için kullanmadı, aynı zamanda tankerlerle veya borularla uzak bölgelerde yaşayan insanlara satarak büyük paralar kazandı.
Bir örgütü büyütmek ve militan kazanmak için para en temel kaynaktır. Hatta ideolojiden bile daha önemlidir. Öyle olmasaydı, dünyanın en vahşi örgütü olan IŞİD’in kısa sürede geniş bir bölgeye yayılması mümkün olmazdı. Zaten örgütün de bunun farkında olduğu ve para kaynaklarına el atmayı birinci hedef olarak belirlediği anlaşılmaktadır.
Bölgede, sudan sonra en önemli para kaynağı ise petroldü. Bu yüzden IŞİD, petrol sahalarını da ele geçirdi. Ancak bu konuda büyük bir sorunu vardı. Bu sorun, petrolün satılmasıydı. Kontrol altına aldığı bölgede yaşayan insanlara petrol satarak çok para kazanması mümkün değildi. Çünkü, bu bölgedeki nüfus sınırlı ve sanayi yok denilebilecek kadar zayıftı.
Etrafı ise kendisine düşman unsurlarla çevriliydi. Buna rağmen, kaçakçılar vasıtasıyla Kuzey Irak, Suriye’nin diğer bölgeleri ve hatta Esat kontrolündeki bölgelere bile petrol satışı yapıyorlardı. Ama kaynakları oldukça bol olduğundan bu pazar hem yetersiz hem de riskliydi. Bu sebeple, Türkiye sınırına kadar yayılarak sınıra paralel geniş bir bölgeyi ele geçirmeye çalıştılar.
Türkiye’de o zamanlar siyasiler UŞİD’i “üç beş kırgın genç” olarak nitelendiriyor ve iş birliği yapılabilecek bir güç olarak görüyorlardı. Çünkü bölgede en hızlı ilerleyen ve en önemli kaynaklara sahip olan yerel güç onlardı. Esat rejiminin düşürülmesi ve hatta sınırların yeniden çizilmesi için onlardan faydalanılabilirdi. Üstelik parasal kazanç da sağlamak mümkündü. Nitekim o zamanlar basında, Türkiye üzerinden IŞİD’in petrolünün kaçak yollarla pazarlandığına dair çok sayıda haber çıkıyordu.
Türkiye sınırına yaklaşmak ve sınırda geniş bir bölgeyi kontrol altına almak, tarih boyunca en önemli para kazanma yöntemi olan ticareti de kontrol altına almak anlamına geliyordu. Çünkü, Lazkiye ve Halep üzerinden Türkiye’ye, Suriye’nin kuzeyine ve Irak’a giden ulaşım yolları kontrol altına alınırsa, bölgede yapılan ticaret de kontrol altına alınabilirdi. Bu yolların kontrolü sayesinde; Esat rejimi ile PYD bölgesinin irtibatının kesilmesi ve PYD’nin Akdeniz’e çıkışının önlenmesi de mümkündü.
Sonuç:
Uyguladığı üç ayaklı stratejinin üçünde de başarılı olması, IŞİD’in hızla Suriye ve Irak’ın büyük bir bölümüne hâkim olmasını sağlamıştır. IŞİD, kendi başına böyle bir strateji belirleyebilecek bir vizyona sahip bir örgüt değildir. Eğer olsaydı, eylemlerini Ortadoğu dışına taşımaz ve diğer ülkelerin çıkarlarını da dikkate alarak onlarla temas kurmaya çalışırdı. Ama bunu yapmamıştır. Böylece tüm tarafları kendine düşman etmiş ve bunun bedelini yok olma noktasına gelerek ödemiştir.
Yükselirken bu kadar incelikli bir strateji uygulamasına rağmen gücünün zirvesine ulaştıktan sonra bunu korumaya yönelik hiçbir mantıklı strateji geliştirememesine bakınca IŞİD’in muhtemelen birilerinin piyonu olduğunu söylemek mümkündür.
Konjonktürel gelişmelerin yarattığı boşluğu iyi değerlendiren küçük bir lider kadrosu sayesinde kendiliğinden yükselen ve konjonktür değişir değişmez aynı hızla yok olan bir örgüt olduğunu söylemek de mümkündür.
Ancak, ne olursa olsun IŞİD, Ortadoğu’daki ve hatta dünyadaki siyasi ve askeri gelişmeler üzerinde dolaylı da olsa büyük bir etki yaratmıştır.
[1]https://www.internethaber.com/isidin-isgal-haritasi-tek-tek-aldilar-683950h.htm11.06. 2014
[2]https://www.dunyabulteni.net/guncel/isidin-ilerleyisinde-son-durum-harita-h300881. html
[3]https://www.haberturk.com/gundem/haber/998921-isid-haritayi-verdi-ucaklar-bombaladi