İsveç’in Terörle İmtihanı Nasıl Gidiyor?
8 Temmuz 1709 tarihinde ise Poltava kalesini almak için uğraşan İsveç ordusu, Deli Petro’nun komuta ettiği Rus ordusu karşısında ağır bir yenilgi almıştır. Bu yenilginin ardından İsveç Kralı 12. Karl, iki bin askeriyle, Osmanlı topraklarına sığınmıştır. Moldova’ya bağlı Bender şehrinde 5 yıl kadar kalan İsveç Kralının tüm masrafları Osmanlı Devleti tarafından karşılanmıştır.
İsveç ile Türkiye’nin kaderi sadece günümüzde NATO üyeliği, Türkiye’ye karşı terör ile mi kesişmektedir? Kuşkusuz hayır. İsveç hem Türk tarihinde hem de Osmanlı Devleti tarihinde önemli bir yer tutar. 12. Karl Gustav ya da yaygın adıyla Osmanlı Devleti’nin demirbaşı olan “Demirbaş Şarl”, 1707 yılında Rusya’ya Ukrayna üzerinden savaş açmış, ancak 8 Temmuz 1709 tarihinde ise Poltava kalesini almak için uğraşan İsveç ordusu, Deli Petro’nun komuta ettiği Rus ordusu karşısında ağır bir yenilgi almıştır. Bu yenilginin ardından İsveç Kralı 12. Karl, iki bin askeriyle, Osmanlı topraklarına sığınmıştır. Moldova’ya bağlı Bender şehrinde 5 yıl kadar kalan İsveç Kralının tüm masrafları Osmanlı Devleti tarafından karşılanmıştır. (1)
Başlangıçta, sadece beş gün kalacağını açıklayan 12. Karl’ın Osmanlı topraklarındaki konukluğu tam beş yıl sürmüş “Devlet-i Âli” tarafından ağırlanan İsveç kralının masraflarının bütçenin hangi kaleminden karşılanacağı konusunda Osmanlı maliyesinde sorun çıkmış, sonunda bu harcamaların bütçedeki “demirbaş” kaleminden karşılanmasına karar verilince, kralın lakabı “Demirbaş Şarl” kalmıştır. 12. Karl ordusunu yitirdikten sonra, siyasi bir mülteci, daha doğrusu “sürgündeki kral” olmuştur. Türkiye her zaman siyasi mülteciler, sığınmacılar için bir cenneti olma işlevini görmüştür. Türkler hemen hemen her devirde bu konukseverliklerini ayırt etmeksizin her millete göstermişlerdir. İsveç kralının Bender’de başlayan konukluğu sırasında hoş olmayan olaylar da yaşanmıştır.
Poltava yenilgisinden sonra Ukrayna bozkırlarına dağılan İsveç ordusundan arta kalanlar, savaştan sonraki altı ay boyunca Bender’e akın edince, başlangıçta 2.000 askerle Bender’in hemen dışında kamp kuran 12. Karl’ın çevresindeki İsveçliler 10.000 kişiye ulaşmıştır. Bu zorunlu ziyaretin öyle çok da “geçici” olmadığını anlaşılmış; “Demirbaş Şarl”ın, Bender’in hemen dışında kendi adıyla Karlstad adıyla kurduğu yerleşim birimi zamanla giderek kalabalıklaşmıştır. Bu durumun oluşumunda, padişah III. Ahmet’in, krala jest yapmak amacıyla, Rusların esir alıp pazarlarda köle olarak sattıkları İsveçli kadınlarla çocukları satın alıp azat etmesi ve bölgeye göndermesi de büyük rol oynamıştır.
Şimdi oturup, ellerinizi boynunuzun altına alıp, şu alicenaplığa bakar mısınız? Sadece bu kadar mı? Korunması da üst düzeye çıkarılmıştır. Kralın Karlstad’daki kampının çevresinde müstahkem mevkiler, istihkâmlar yapılmış, ayrıca evinden kıyıdaki çalışma ofisine kadar da bir tünel kazılmıştır. İsveç kralının uzayan konukluğu ve “devlet içinde devlet” kurması, Rusları devamlı kışkırtması Osmanlı’yı zor durumda bırakırken, İsveç cemaatinin Bender esnafına ciddi bir borç takması da ortamı fena halde gerginleştirmiştir. Sonuçta, İsveç kralına karşı ayaklanan “kızgın kalabalık”, kent dışında bekleyen yeniçerilerle de birleşerek, İsveçlilere hadleri bildirilmiştir. Demirbaş Şarl’ın da ağır yaralandığı bu “kent savaşı”, İsveç tarihinde “Kalabaliken-i Bender” adıyla geçiyor. Duruma el koyan Osmanlı yönetimi, Bender’den aldığı 12. Karl’ı önce Dimetoka’da ev hapsinde tutmuş, ardından da İstanbul’a getirtmiştir. (2)
İstanbul’da kaldığı süre içerisinde Osmanlı ile Ruslar arasında diplomatik sorun olmuş, Osmanlı devletini Ruslara karşı sürekli kışkırtmıştır. Nihayetinde, 1711 yılında Baltacı Mehmed Paşa'nın Rus Çarı Deli Petro'yu yenmesiyle sonuçlanan Prut Savaşı, onun teşvikiyle çıkmıştır, denilebilir. Alınan bu sonuç İsveç’in elini güçlendirmiştir.
Beş yıl sonra Prut savaşındaki Rus yenilgisinin ardından ülkesine dönmeye karar veren kral, ülkesine dönmeden önce kaldığı süre içindeki masraflar karşılığı bir senet imzalamıştır. Senedi tahsil etmek için bir grup Osmanlı askeri de Kral ile İsveç'e gelse de askerler o zamanın şartları nedeniyle geri dönememiş, Osmanlı askerleri Örebro kenti yakınlarındaki “Askersund" kasabasına yerleşmişler ve hayatlarını orada devam ettirmek zorunda kalmışlardır. Hâlâ imzalanan senedin karşılığı ne Osmanlı Devleti ne de Osmanlı Devleti’nin ardılı olan Türkiye Cumhuriyeti tarafından tahsil edilmemiştir. İsveç bu paranın üzerine yatmış, Osmanlı Devleti de soğuk bir su içmiştir.
Gelelim Osmanlı yaşamının İsveç yaşamına katkılarına. Bir kere, Osmanlı topraklarında kaldığı süre içerisinde Kral Karl kahve tiryakisi olmuş, İsveç'e dönerken yanında Türk kahvesi ve lahana dolması getirmiştir. Durağan bir yaşam süren İsveçliler kahveyle ilk defa o zaman tanışmışlar ve o günden sonra kahve İsveç'te vazgeçilmez bir içecek haline gelmiştir. Ayrıca Demirbaş Şarl sayesinde, lahana dolması da İsveç mutfağının değişmez yemekleri arasında yer almıştır. Diğer Slav dillerinde de olduğu gibi, Kral 12. Karl ile birlikte Türkçe ‘den İsveççeye "Kalabalık, köşk, yoğurt ve dolma kelimeleri” geçmiş, günümüzde de kullanılmaktadır. (1)
Demirbaş Şarl’ın 1709’da Poltava yenilgisinin Türk Tarihine bir önemli faydası olmuştur. Türklerin o tarihe kadar barbar bir ulus oldukları varsayımı ancak neredeyse iki asır sonra yıkılmış Orhun Yazıtlarının keşfi ve okunmasıyla Türklerin medeni vasfını ortaya çıkarmıştır. Poltava muharebesinde esir düşen İsveçli subay Strahlenberg’i Ruslar Sibirya’ya sürmüşlerdir. Sürgünde 13 sene kalan ve Messerschmidt’e kılavuzluk ederek serbestçe gezip dolaştığı yerlerde incelemelerde bulunan Philipp Johan von Tabbert (Strahlenberg) 1722′de vatanına döndükten sonra 1730′da Yenisey kitabelerinden de bahsederek bazılarını yayımlamıştır. Orhun harfli kitabelerin yolunu açan ve bu konuda bilim dünyasını dikkatini çeken Strahlenberg olmuştur. Orhun abidelerinin bulunuşu insanlığın en büyük keşiflerinden biridir. (2)
Nihayet Danimarkalı büyük âlim Vilhelm Thomsen, 1893′te Orhun yazısını çözmeye muvaffak olmuş, 1897 ‘de de bütün yazıtları okumuş ve böylece Türk milleti de yazısı olan medeni bir ulus olduğu taçlanmıştır. (2)
Ancak o tarihten sonra Türkiye ile İsveç’in yolları bir kez daha günümüzde kesişmiştir. O kadar ki, iki ülke NATO ve terör sözcükleri anılır hale gelmiştir. Malum, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesinden sonra, İsveç ve Finlandiya uzun süredir devam eden bağlantısızlık politikalarını bırakarak İttifak’a katılmak için başvurmuşlardır. Geçmişten günümüze bu iki ülke ile Türkiye’nin ilişkilerinde yine Ukrayna başat rol oynamıştır. Ancak Türkiye; İsveç ve Finlandiya'nın üyelik başvurularını, özellikle Stockholm'ü geçmişten günümüze "teröristleri barındırmakla” suçlamıştır. Aslında bu durum çok açık, ayanın beyanıdır. Avrupa’da İsveç benzeri ülkeler Türkiye ile işbirliği yapmak yerine PKK ile çalışmayı yeğlemişler, desteklerini artırarak sürdürmüşlerdir.
Şimdilerde abartısız bir şekilde söylenebilir ki, PeKaKa ve FETÖ gibi örgütler varlıklarını Türkiye'nin müttefiklerine borçlu oldukları gerçeği açık seçik ortadadır. PeKaKa bu ülkeleri sadece üs olarak kullanmakla kalmayıp, paravan şirket ve sivil topluma verilen desteklerden de büyük bir ivme le yararlanmaktadır. Bir de üstüne üstlük Kandil ve Suriye PeKaKası için militan da devşirmektedirler. Avrupa Polis Teşkilatı (EUROPOL)'nın AB Terörizm Durumu Raporları'nda terör örgütü olarak kabul edilen PeKaKa'nın faaliyetleri zorbalıkla para toplamadan, uyuşturucu ve insan kaçakçılığına kadar detaylı bir şekilde vurgulanmakta, PeKaKa'nın Avrupa'yı silah tedariki ve lojistik sağlamak için üs olarak kullandıkları rapor içeriğinde yer almaktadır. Bu durumu en iyi bilenlerden biri olan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in de girişimleriyle Türkiye, İsveç ve Finlandiya, 29 Haziran 2022 tarihinde Madrid’de üçlü bir protokol imzalamış ve ancak bu adımla iki ülkenin ittifaka davet edilmelerinin önü açılmıştır.
Üçlü protokole göre İsveç ve Finlandiya, “Türkiye karşıtı terör hareketlerine izin vermeyecekleri, terör gruplarının topraklarında faaliyet göstermeyecekleri sözünü vermiş, genel olarak terörizmle mücadelede” Ankara ile daha sıkı işbirliği yapacaklarını bildirmişlerdir. (3) 349 sandalyeli İsveç Parlamentosu, Türkiye'nin Stockholm'ün NATO üyeliğini onaylamak için ana taleplerinden biri olan, daha sıkı ‘terörle mücadele’ yasalarını geçirmeyi mümkün kılacak anayasa değişikliğini 278 oyla kabul etmiştir. Bu durum Ankara’da da anlayışla karşılanmıştır. Ancak çok geçmeden, özellikle onlarca yıldır teröre yataklık yapan İsveç’te olaylar patlak vermiş bu cümleden olmak üzere PeKaKa sempatizanları yapmış oldukları yasadışı gösterilerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın maketini asarak hedef almış, daha sonra ‘da İsveç'in, aşırı sağcı görüşleriyle bilinen, Danimarka merkezli ırkçı Sıkı Yön Partisi (Stram Kurs) lideri Rasmus Paludan, Türkiye'nin Stockholm Büyükelçiliği yakınlarında Kuran yakma eyleminde bulunmuştur. Şimdi sizler, İsveç’in bütün bunlara ön ayak oluşunu ifade özgürlüğü ile açıklayabilir misiniz? Bu durum doğrudan doğruya açık bir nefret suçudur, İsveç yönetimi de açıkça bu suça ortam sağlamıştır. Ortaya çıkan bu gergin durum nedeniyle Almanya'daki Ukrayna Savunma Temas Grup Toplantısı’nın ardından yapılan açıklamada, İsveç Savunma Bakanı Pal Jonson’un Türkiye’ye 27 Ocak 2023 tarihinde yapacağı ziyaret iptal edilmiştir. (4) Şimdi de bütün bunlardan sonra 1 Ocak 2023 itibarıyla 6 aylığına Avrupa Birliği Dönem Başkanı olan İsveç'in NATO Üyeliğini veto etmeden ya da askıya almadan Türkiye tarafından onay verilmesi Türk halkının içine sindirilemeyeceği bir durumu ortaya çıkarmıştır.
Unutmayalım, bu durum bugüne özgü değildir, Osmanlı Devletinden beri gelişerek devam eden bir konudur. Çıkış noktası da Kürt Teâvün (Yardımlaşma) ve Terakkî (İlerleme)Cemiyeti kurucularından, Sadrazam Said Halim Paşa’nın kız kardeşiyle evlenen Mehmet Şerif Paşa’nın Ferikliğe yükseltilip 1898 yılında Stockholm ortaelçiliğine atanmasıdır. Ayrılıkçı hareketin İsveç’te taban oluşturması onun zamanında başlamıştır. Fransızca “Beau Şerif” (Güzel Şerif) lakabını Süleyman Nazif’in ifadesiyle “boş herif”e çeviren Şerif Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı sırasında Mezopotamya (El Cezire)’da Kürtleri kazanmaları yolunda İngilizlere hizmet dahi teklif etmiştir. 1971 ve 1980 askeri darbelerinin İsveç’te yaratmış olduğu demokrasi karşıtı durum nedeniyle siyasi oturum son derece kolay bir biçimde ‘Ben Komünist Partisinin üyesiyim veya aranıyorum’ demek yeterli olmuştur. Resmi olmayan istatistiklere göre 1971-1984 yılları arasında 6000 kişinin İsveç’e geldiği ifade edilmektedir. Bu arada ifade etmek gerekirse İsveç’te Kürtler üzerine yayınlanan veya Kürtçe ’ye tercüme edilen kitapların sayısı devasa boyutlardadır. Burada sadece bir Kürt yazarın İsveççe 32 kitap yazdığını söylemekle yetinelim. (5) Özellikle İsveç de Türkiye karşıtları geniş bir taban oluşturmuştur.
1,5 milyarlık İslam dünyasını ayağa kaldıran Kuran Yakma eylemini ortaya koyan aslen Danimarkalı olan Rasmus Paludan, bir avukat ve meclise giremeyen küçük bir sağ parti olan ırkçı Sıkı Yön Partisi (Stram Kurs) lideridir. 2019 seçiminde partisi secim barajını geçememiş, daha sonra partinin kurulusunda yolsuzluk yaptıkları ispatlanınca parti dağılmış ve yerine “Danimarka’da İslam’a Hayır” oluşumunu kurmuştur. Paludan birçok benzeri eylemi Danimarka’da yapmış ve yeni yeni İsveç’e doğru kaymaya başlamıştır, çünkü Danimarka halkı ortamı germesinden ve polisi bu islerle meşgul etmesinden rahatsız olmuştur. Dikkat edilecek olursa adam eylemini sadece bir tane kameraman önünde tek başına yapmıştır. Paludan, yapacağı eylemlerini sosyal medyadan hangi gün nerede olacağını önceden bildirmekte aynen Fransa’daki Charlie Hepdo gibi İslam toplumunun aşırı duyarlılıklarından yararlanmaktadır. Sonuç olarak, adam amacına ulaşıp ortalığı karıştırmış ve eylem bölgesinden sıvışmıştır. Sonuçta eylem alanını savaş alanına çeviren öfkeli bir toplum ile ona müdahale eden güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmiştir.
Bütün bunlardan sonra söylemem odur ki, İsveç yönetimi sadece Üçlü Ahitname’deki taahhütlere bağlı olunduğunu söylemekle yetinmekte, terör bağlamında Türkiye’ye karşı yapılanlara herhangi bir şekilde karşı eylem koyamamaktadır. Oysa, Üçlü Ahitname’deki taahhütlere bağlı olunduğunu söylemekle bu taahhütleri yerine getirmek iki ayrı açılımdır. İsveç’in, yapması gereken, Üçlü Ahitname’deki taahhütleri uyarınca özellikle terörizmle mücadele alanında söylemin ötesinde, somut ve etkili adımlar atmasını içeren bir eylemler dizinin ortaya konulmasıdır, sevgili okurlar.
Dipnotlar
(1) Atila Altuntaş, “İsveç'in efsane kralı Türk gelenekleriyle anıldı”, Anadolu Ajansı, 30.11.2017; https://www.aa.com.tr/tr/dunya/isvecin-efsane-krali-turk-gelenekleriyle-anildi/986678/ Erişim Tarihi 22.01.2023/
(2) Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul, 2003, s.9; https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/72194/mod_resource/content/1/ORHUN-%C3%82B%C4%B0DELER%C4%B0.pdf /Erişim Tarihi 22.01.2023/
(3) BBC Türkçe Servisi, İsveç ve Finlandiya, NATO’ya katılım için Türkiye’yi ikna edebilecek mi?1 Ekim 2022; https://www.bbc.com/turkce/articles/crgxy0rejw3o/Erişim Tarihi 22.01.2023/
(4) https://bianet.org/bianet/dunya/273138-bakan-akar-isvec-savunma-bakaninin-turkiye-ziyaretini-iptal-etti/ Erişim Tarihi 22.01.2023/
(5) Şoreş Reşî, İsveç’te Kürt yayın ve çeviri dünyasından bir görünüm ,PKAN , 6 Temmuz 2019; https://www.kurdenanatolien.com/isvecte-kurt-yayin-ve-ceviri-dunyasindan-bir-gorunum/Erişim Tarihi 15.05.2022/