Meşruiyet Rüzgarı HAMAS'ı Uçurabilir mi?
Her şeyin bir bedeli olduğu gibi, Ortadoğu’da hayatta kalabilmenin de bir maliyeti vardır. “Aşkın Kanunu”gibi, Ortadoğu’da eline kart almanın bir maliyeti vardır. Bu kanun fizik kanunu gibidir. Bir tür yalın uyulması gereken kurallar bütünü gibi değil de olması gereken parametreler gibidir.
Her şeyin bir bedeli olduğu gibi, Ortadoğu’da hayatta kalabilmenin de bir maliyeti vardır. “Aşkın Kanunu”gibi, Ortadoğu’da eline kart almanın bir maliyeti vardır. Bu kanun fizik kanunu gibidir. Bir tür yalın uyulması gereken kurallar bütünü gibi değil de olması gereken parametreler gibidir. Yani durağan gibi görünen, ancak alacağı her yeni değer için işlevi değiştirilen sayısal simge gibidir, değişkendir. Bu arada yeri gelmişken söyleyelim, insanlık tarihi kadar eski ‘Aşkın Kanunu’ da yazılmıştır, adı büyük ama belli olmayan bir düşünür tarafından. Rivayete göre Hazreti Süleyman’ın hazinelerinin nadide parçalarından biri olarak kabul edilir bu kitap. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, İskenderiye Kütüphanesi ile birlikte yanıp gittiği söylenir. Bu nedenle kanun sanatçısı, besteci Saadettin Öktenay 1971 yılının bu en popüler şarkısının ilk mısrasına, -yazsam yeniden- le başlamıştır. Nesrin Sipahi tarafından enfes seslendirilen bu nostaljik şarkının en can alıcı yeri “dünyanın bir yazı bir kışı vardır, her yolun bir sonu, bir başı vardır" dizeleridir. Geçen haftaki makalemizde de belirttiğimiz gibi ateşkes Filistin direnişinin zaferiyle sonuçlanmıştır. Direnişin kazanımı olmuştur. Ama neler pahasına. Direnişin bilançosu ağır olmuştur. Oh olsun der gibi ABD'nin sessizliği, BM Güvenlik Konseyindeki veto tavrı Gazze, Batı Şeria ve Kudüs'teki katliamlara yol açmıştır. Doğu Kudüs'te Filistinlilerin yaşadığı bölgenin yakınında diplomatik temsilciliklerin ve kurumların yer aldığı Şeyh Cerrah Mahallesi'nde, üzerlerine giydikleri “Hepimiz Gazze’yiz “(Kull’na Gazze), “Çıkıp, Gitmeyeceğiz” (Len İrhal) siyah protest tişörtler ile İsrail işgaline karşı verilen direnişe Filistinli kadınlar da en önde yer almışlardır. Düzgün çalışan bir makinanın dişlileri gibi Filistinli kadınlar da büyük bir özveriyle mücadele etmişlerdir, acılarına kulak tıkayarak. İsrail’in zorunlu göç ve evlerinden edilme tehdidine karşı “Ölürüz de gitmeyiz” diye bağırarak... Şeyh Cerrah Mahallesi önemlidir, Filistinli için, görünür olmak adına.
Şunu da bir açıklığa kavuşturalım, isterseniz sevgili okurlar. Mescit-i Aksa ve Kubbetu's Sahra Camisi'nin yanı sıra müze, medreseler ve büyük avlunun yer aldığı yer ‘Haram-iş Şerif (Temple Mountain, Tapınak Tepesi)’olarak adlandırılır. Aslında ‘Harem-i Şerif’ ifadesi, Mekke’deki ‘Kâbe-i Muazzama’, Medine’deki ‘Mescit-i Nebevi’ ile Kudüs’teki ‘Mescit-i Aksa’ için de kullanılır. Ancak bilinen bir gerçektir ki, Mescit-i Haram ifadesi daha çok Kâbe ve çevresi için kullanılmaktadır. İşgal altındaki Doğu Kudüs'te, Müslümanların ilk kıblesi olma özelliğini taşıyan Mescit-i Aksa Camii, ‘Haram-iş Şerif’ meydanının güney ucunda nispeten küçük bir alanda yer almaktadır. Yahudilerin ortaya atmış olduğu iddialar ise onların söylemiyle Tapınak Dağı’nın farklı bir yerinde bulunan tarihi Yahudi tapınağının, şu anda caminin bulunduğu yerde olduğu üzerinde yoğunlaşmaktadır, Mecid-i Aksa’da ibadete son verebilmek için. Yani? Yanisi şu: Bütün bu iddialar Hazreti Muhammed’in miraca yükseldiği bu ibadethanenin yıkılması üzerine bina edilmiştir. Bir başka deyişle Yahudiler, Kıble Mescidi ile Kubbetu's Sahra Camisi'nin yanı sıra müze, medreseler ve büyük avlunun yer aldığı Mescid-i Aksa Külliyesi altında, sözde Süleyman Mabedi kalıntılarının bulunduğu iddiasıyla kazı çalışmaları yapmaktadır ve Mescid-i Aksa'da kendilerinin de ibadet etme hakları olduğunu savunmaktadırlar. Oysa “Hazreti Ömer Ahitnamesi” tamı tamına bunun aksini bağıtlamıştır, hem de Kudüs Patriğinin bu ahitnameye eklettiği “Yahudilerin Kudüs (İlya)’da onlarla birlikte yaşamasına müsaade edilmeyecek” maddesi ile. Ebu Ubeyde bin Cerrah kumandasındaki İslam orduları Kudüs’ü o günkü ismiyle İlya’yı 637-638 kışında fethetmiştir. Şehrin komutanı Artaban, daha önce Mısır bölgesine kaçtığı için barış görüşmelerini Kudüs Patriği Sophronius yürütmüştür. Patrik Sophronius Komutan Ebu Ubeyde bin Cerrah’a “şehri ancak Hz. Ömer Bin Hattab’a teslim ederim.” önerisi üzerine Hz. Ömer de Hz. Ali’yi yanına alarak iki hafta sonra Kudüs'ü teslim almaya gelmiştir. (1) Kudüs’ü barış yoluyla ilk fetheden kişi Hz. Ömer olmuştur. Bu konuda yapılan “Ömer Eman/Ahidnamesi” ise Kudüs’te yaşayan, Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanlarla bir arada yaşamasına olanak sağlayacak ve bugünlere ışık tutacak tarzda gerçekten ilginç bir belgedir, şöyle ki:
“- İlya halkının insanlarına, kiliselerine ve haçlarına eman verilmiştir. Bu eman şehirde yaşayanları, kırsalda bulunanları, hastaları ve sağlamları kapsamaktadır.
- Müslümanlar onların kiliselerinde iskân edilmeyecek, kiliseleri ve haçları yıkılmayacak, en küçük bir parçası bile azaltılmayacak, dinlerinden vazgeçmeye zorlanmayacaklar.
- Kudüs’te hali hazırda mevcut küçük cemaatin dışında Yahudilerin İlya’da onlarla birlikte yaşamasına müsaade edilmeyecektir. (Patrik Sophronius’un önerisiyle bu madde ahitname içersine girmiştir. EA)
- İlya halkı Bizanslıları ve hırsızları şehirde barındırmayacaktır.
- Bizanslılarla birlikte şehirden ayrılacak olanların gidecekleri yere kadar hem kendileri hem malları güvende olacaktır.
- İlya’da oturmak isteyenler cizye ödeyerek şehirde kalabilirler.” (2)
Bir diğer konu ise Dante Alighieri tarafından 14. Yüzyılın ilk yarısında yazılan İlahi Komedya (La Divina Comedia)’nın doğrudan Kudüs ile olan ilintisidir. Bu destansı şiirinde Dante, ölümden sonraki hayatı üç bölüme ayırmış ve bunları üç kitapta toplamıştır: Cehennem (Inferno) Araf (Purgotorio) ve Cennet (Paradiso). Öteki dünyanın kapısı Kudüs’tür. Onun için İbrahimî dinler buraya önem atfetmektedirler. Bu eser Hristiyanlık üzerinde öyle bir etki yapmıştır ki, Hristiyan dünyasındaki Cehennem tasvirinde İncil'den daha çok etkisi olmuştur, denilenebilir. (3) İlahi Komedya, Dante’nin bir paskalya haftası boyunca devam eden bedeni olarak yaptığını söylediği ahiret yolculuğunu anlatmaktadır. Cehennem Kudüs’ün altındadır. Araf Cehennemin üstündedir. Ona göre, Kıyamet günü cennete buradan yükselinecektir. Dante’nin anlatısına göre, Kudüs şehri, Cehennem, Araf ve Cennet ile doğrudan ilgilidir. Dante’nin bu anlatısında Müslüman dünyanın tepkisini çeken en çarpıcı bölüm kuşkusuz cehennemdir. Kudüs’ün altında bulunan Dante’nin cehennemi, geometrik açıdan dairevi olup, halka halka, genişten aşağıya doğru daralan ve derinleşen birbiri üzerinde duran dokuz kattan oluşmaktadır. Bu yönüyle cehennemin mimarisi bir koniyi ya da bir huniyi andırmaktadır. Dante’nin bir hafta süren bu yolculuğu Kudüs’te gerçekleşmiştir. Cehennem, Kudüs topraklarının hemen altından başlayıp, yerkürenin merkezine doğru daralan dairevi hatlardan oluşmuştur. Dante cehennemi dünyanın merkezinde Kudüs’ün altında kabul etmektedir. Kudüs’ün yüzeyindeki bir dağ olması yönüyle Araf’ta bu dünyadadır.
Dante’nin kurgusunda cennet ise dünyada değil, göklerdedir. Dante’nin tasarımında cehennemin yerin altında oluşu ve dibe doğru daralarak derinleşmesi, cennetin gökte olmasından hareketle temellendirilen bir inanışla ilgilidir. Bu inanışa göre şeytan cennetten kovulur, yeryüzüne düşer ve düştüğü yer Kudüs’tür. Şeytanın yere düşüşü yüksek bir hızla olduğundan yerde derin bir çukur oluşur. Bu çukur en ağır günahı taşımasından dolayı da yerin merkezine, an alt noktasında kadar en derine gider. Sonuçta bu düşüşe bağlı olarak yerin merkezine kadar dokuz katmanlı büyük bir cehennem çukuru meydana gelir. Bu derin çukurun dışına attığı topraklardan Araf Dağı oluşur. (4) Dante bu yolculuğunda cehennemi ve Araf’ı Hz. İsa öncesinde Sezar döneminin Latin ozanlardan Vergilius’la, cenneti ise sevgili kızı Beatrice’in mihmandarlığında dolaşmıştır. Dante İlahî Komedyasında cehennemi küçükten büyüğe doğru günahlara şöyle tasnif etmiştir:
Birinci Daire Limbos’tur. Burada İsa’dan önce ölen vaftiz edilmeyen pagan ruhlar yer alır. İkinci Daire Şehvet (Lust); Üçüncü Daire Oburluk (Gluttony); Dördüncü Daire Açgözlülük (Greedy); Beşinci Daire Öfke (Anger); Altıncı Daire Sapkınlık (Heresy); Yedinci Daire Şiddet (Violance); Sekizinci Daire Hilekarlık/Sahtekarlık (Fraud); Dokuzuncu Daire ise İhanet (Treachery)dir. Dokuzuncu Daire’de Dante üç hain ruhtan bahseder. Bunların ilki yaratıcısına/Tanrı’ya ihanet eden üç suratlı Lucifer (Şeytan); ikincisi peygamberine ihanet eden Yahuda ve üvey babasına İmparator Sezar’a ihanet eden Brütüs. Hepsi de yer kürenin tam merkezinde, cehennemin en derin ve en dar yerinde buzlar içinde azap çekmektedirler. Cehenneme yakıştırdığı 5 İslam büyüğü ise Müslüman dünyayı fazlasıyla ilgilendirmektedir. Bunların arasında özellikle cehennemin sekizinci katındaki dokuzuncu hendeğe yerleştirdiği Hz. Muhammed ve Hz. Ali, diğer yandan cehennemin giriş katı olan Limbus’da andığı Selahaddin Eyyubi, İbn-i Sina (Avicenna, II. Aristotales) ve İbn-i Rüşt’tür. Dante’nin neden başka isimleri değil de özellikle bu isimleri cehennemlik listesinde saydığı öteden beri merak uyandırmıştır.
İlahi Komedya kimi yorumcular tarafından siyasal bir hiciv olarak kabul görmektedir. Dante’nin Vatikan özelinde siyaset-din ilişkileri üzerinden kilise ile olan kavgasının esere yansıdığı görülür. Örneğin, kişisel sorunları ya da politik tercihleri nedeniyle Dante’nin prensleri ve Papaları cehenneme attığı düşünülür. (5) Bu bakış açısı XX. Yüzyıldaki George Orwell’in ‘1984’ ve “Hayvan Çiftliği” kitaplarında simgeleşmekte ve benzeşmektedir.
Günümüze doğru gelişmelere Dante’nin İlahi Komedyasındaki siyasal taşlamaya benzer tarzda Kudüs özelinde bakıldığında İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ilişkilerinin geçmişi uygulanmayan anlaşmalarla dolu olduğu görülmektedir. İsrail ile FKÖ'nün birbirini tanıması ve Norveç'in Oslo kentinde yapılan görüşmelerin ardından, Oslo Anlaşması Washington'da Beyaz Saray bahçesinde Başkan Bill Clinton'un gözetimi altında imzalanmıştır. 1993'te ABD'nin girişimiyle imzalanan Oslo Anlaşması ve maddeleri ön plana çıksa da bu anlaşmaya zemin hazırlayan ya da siyaset, ekonomi veya güvenlik alanlarında özellikle taraflardan İsrail'in; 1993'te başlayan Oslo müzakere süreci çerçevesinde imzalanan anlaşmalara uymaması, anlaşmazlık taraflarını başka anlaşmalar imzalamaya sevk etmiştir. Oslo sürecinden sonra köktendinci İsraillilerin saldırıları yine devam etmiştir. 13 Eylül 1993 tarihinde, Filistin tarafından Mahmud Abbas, İsrail tarafından Dışişleri Bakanı Şimon Peres, bunun yanında Başbakan İzak Rabin, Başkan Bill Clinton ve FKÖ Lideri Yaser Arafat'ın himayelerinde “İsrail-Filistin İlkeler Bildirgesi" ilan edilmiştir. Bu bildirge tam anlamıyla “olmayanı, olmayacağı, olduralım” projesidir. Bu anlaşma üzerinden beş ay 25 Şubat 1994 tarihinde bir İsrail vatandaşının, El Halil’deki İbrahim Camii’nde Cuma namazı kılanların üzerine ateş açması sonucu 29 kişi şehit olmuştur. Bunun üzerine Filistinliler’i korumak daha doğrusu Filistin halkına güven hissi verebilmek amacıyla toplanan BM Güvenlik Konseyi’nin 904 sayılı kararıyla Uluslararası Geçici Mevcudiyet (TIPH) adlı uluslararası barış gücünün bir mikro örneğini oluşturan bir misyon kurulmuştur. Günümüzde de benzer şekilde BM gözetiminde bir barışı koruma gücünün tekrardan kurulması hayati önemi taşımaktadır.
İsrail’in, Filistin ile olan El-Halil’in boşaltılma süreci, 1996 yılındaki tünel olayı ile kesintiye uğramış ve ABD-Filistin özel temsilcisi Dennis Ross’un devreye girmesi ile tekrar birleşilerek İsrail, daha önce işgal etmiş olduğu El-Halil’den ayrılmayı taahhüt ettiği, kentin yüzde sekseninden ve Batı Şeria’nın bazı bölümlerinden geri çekilmesini öngören 17 Ocak 1997 tarihli bir protokol, Netanyahu ve Arafat tarafından imzalanarak yayınlanmıştır.(6) İsrail saldırganlığının durmaması üzerine bu süreç 15 Ocak 1997 tarihinde El Halil (Hebron) protokolü imzalanmıştır.
Bir başka soru ise ‘Harem-i Şerif’ bölgesinin mutasavver Filistin Devletinin yönetiminde olduğu zannıdır. Gerçekten de 144 dönüm yüzölçümüne sahip sayısı iki yüze ulaşan birçok tarihi ve kutsal yapıyı barındıran ‘Harem-i Şerif’ bölgesi Mescit-i Aksa Külliyesi tarafından yönetilmektedir. Buradaki yönetim Filistin Devleti’ne ait değil, Ürdün Haşimi Krallığı’na aittir. Mescit-i Aksa Camii, İsrail ile Ürdün arasında 26 Ekim 1994 tarihinde ‘Vadi Arabe Barış Antlaşması’ uyarınca Ürdün Vakıflar, İslami İşler ve Mukaddesat Bakanlığına bağlı Kudüs İslami Vakıflar İdaresinin himayesinde bulunmaktadır. Ürdün, ayrıca bu antlaşma ile İsrail'e kiraladığı El-Bakura ve El-Gamr arazilerini 25 yıl sonra 24 Kasım 2019 tarihinde yeniden topraklarına katmıştır. (7) ABD Başkanı Bill Clinton'ın himayesinde imzalanan bu antlaşma ile, İsrail'in en uzun sınırında güvenliği garanti ederken, Ürdün'e Doğu Kudüs'te Müslümanlara ait dinî mekânların kontrolü ve dini işleri denetleme hakkı vermiştir.
Bu antlaşmaya göre Yahudiler turist bile olsalar ‘Harem-i Şerif’ bölgesini ziyaret edememektedirler. Ancak Yahudiler, 2003'ten bu yana İdarenin izni olmadan İsrail'in tek taraflı kararıyla polis eşliğinde kutsal mabede girmektedirler. Bu girişleri birer baskın olarak nitelendiren Kudüs İslami Vakıflar İdaresi, Müslümanların egemenliğinin ihlal edildiğini devamlı olarak vurgulamaktadır.
Türk Televizyonlarından birine açıklama yapan HAMAS Siyasi Büro Başkanı bir diğer anlamıyla Filistin İktidar Partisi Lideri bir anlamda hem kısa vadede hem de orta ve uzun vadede yapılacakları bir siyasi Parti Liderinin elastikiyeti ile adeta bir planlama rehberi vererek özetlemiştir.
HAMAS Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye eşgüdümünde yürütülen "Kudüs Kılıcı" Harekâtı gerek sahada gerekse siyasi alanda zaferle sonuçlanmış, Filistin Halkı Direnişi kahramanca bir destan yazmıştır. Bütün dünya Gazze halkının ortaya koymuş olduğu direnişi cesareti, iradeyi görmüş, kabul etmiş ve en sonda İsrail kabul etmiştir. İsrail ateşkes anlaşmasını sadece HAMAS ’la değil aynı zamanda Filistin'in direniş örgütlerinin hepsiyle yapmıştır. "İsrail ordusunun düzenlendiği saldırılar nedeniyle Gazze'de 66'sı çocuk, 39'u kadın olmak üzere 248 Filistinli hayatını kaybetmesi pahasına bu zafer kazanılmıştır. Şurası muhakkaktır ki, bu harekât sırasında sadece direnişle yetinilmemiş, İsrail topraklarına binlerce roket taarruzu gerçekleşmiş, İsrail’in Demir Kubbe’yle tavan yapmış olduğu kendine güveni parçalanmış, güvenlik efsanesi yıkılmış ve kendi sınırları içerisindeki kentleri bile terörize olmuştur. Başka deyişle caydırıcılık üzerine inşa etmiş olduğu harekâtı tersi yönde etkisini göstermiştir. Şurası bir gerçek olarak kendini göstermiştir ki, İsrail Gazze üzerine bir kara harekâtına tevessül dahi edememiştir. HAMAS 2004 yılında balık adam ve saldırı tünelleri ile İsrail'e bir karşı koyma harekâtı yapmaya çalışırken, son harekatta uzun menzilli roketler devreye girmiştir. Bu bile başlı başına bir caydırıcılık olmuştur.
BM İnsan Hakları Konseyinin (İHK) Filistin Özel Oturumu'nda kabul edilen İsrail'in ihlallerini soruşturacak uluslararası bağımsız komisyon kurulması kararı gerçekten bir başarı olarak gündeme oturmuştur. Ayrıca İsrail’in bir Apertheid rejiminin Filistinlilere uyguladığı ulusal, etnik, ırksal veya dini kimliğe dayalı sistematik ayrımcılık ve baskı da dahil devam eden gerilimlerin, istikrarsızlığın ve çatışmaların nedenleri dünya kamuoyunun belleğine yazılmıştır.
Arap Liginin Dış İşleri Bakanlığı nezdinde toplanmasının yanı sıra bu toplantıda Filistin halkına desteğin sağlanması ve Filistin halkının bütün mecralarda desteklenme kararı ve bunun hızla alınmış olması önemli olmuştur. Ayrıca yine bu toplantıda Kudüs’ün, Filistin’in ebedi başkenti olması tekrardan vurgulanmıştır.
Bütün bunlardan sonra demem odur ki, Filistin sorununu nihai çözümü için 27 yıl önce Oslo görüşmelerinin çok büyük olumsuz sonuçları zaman içerisinde görülmüştür. Gerek 1948 gerekse 1967 sınırları bağlamında İsrail’in iki devletli çözümden ne kadar uzaklaştığı bu süre içerisinde test edilmiştir. Çünkü İsrail günümüze kadar geçen süre boyunca bir Apertheid Rejimi gibi devamlı olarak Filistin halkının mülkiyet hakkına yok sayarak her daim yeni yerleşim birimleriyle ve uyguladığı ambargosuyla baskıyla, saldırılarıyla 7 milyonluk bir Filistin halkının topraklarından edilmesine neden olmuştur, sevgili okurlar.
Dipnotlar
(1) İstanbul Tarih, Hz. Ömer’in Kudüs’ü Fethi, 3 Mart 2017; http://www. http://www.istanbultarih.com/hz--omer-in-kudus-u-fethi-240.html.com/hz--omer-in-kudus-u-fethi-240.html/Erişim Tarihi 30.05.2021/
(2) Rabia Mert, Bir Arada Yaşama Bağlamında Hz. Ömer Döneminde Kudüs, Milel ve Nihal, 16, (1), 2019; https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/749884/Erişim Tarihi 30.05.2021/
(3)“Dante, İlahi Komedya'yı Miraç'tan etkilenerek mi yazdı?” 13 Nisan 2018; https://www.risalehaber.com/dante-ilahi-komedyayi-miractan-etkilenerek-mi-yazdi- 325070h.htm/Erişim Tarihi 30.05.2021/
(4) Fatih İbiş, Selahaddin Eyyübi Neden Cehennemde, Dante’nin Selahaddin’i, 28 Mayıs 2017; Aktaran Alperen Bayrak, Selahaddin Eyyubi, Ankara, Mart 2021, ss 182-183
(5) Miguel Asin Palacios, cev.Güneş Ayas, Dante ve İslam, Okuyan us Yayınları, Aktaran Alperen Bayrak, Selahaddin Eyyubi, Ankara, Mart 2021, ss 181-182
(6) Mücahit Armağan, Ortadoğu Barış Sürecinde Ürdün’ün Rolü, Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Isparta, 2006, s.105
(7) Laith Joneidi, Çağrı Koşak, Ürdün El-Bakura ve El-Gamr bölgelerini İsrail'den geri aldı, Anadolu Ajansı,14.11.2019; https://www.aa.com.tr/tr/dunya/urdun-el-bakura-ve-el-gamr-bolgelerini-israilden-geri-aldi/1645300/Erişim Tarihi 30.05.2021/