Soçi’de Üçlü Zirve
Zaman ne kadar da çabuk geçiyor. Fazlaca ileri gitmeye gerek yok, rutinin temposu bu, ama görünürde. Ama unutmayalım, kapalı kapılar arkasında planlanan, örgütlendirilen komplo çalışmaları farklı bir düzeyde ve düzlemde cereyan ediyor.
Zaman ne kadar da çabuk geçiyor. Fazlaca ileri gitmeye gerek yok, rutinin temposu bu, ama görünürde. Ama unutmayalım, kapalı kapılar arkasında planlanan, örgütlendirilen komplo çalışmaları farklı bir düzeyde ve düzlemde cereyan ediyor. Duyarlılıklar, hassasiyetler nasıl istismar edilir üzerinde imal-i fikir ediliyor. Hissedebiliyorsunuz, doğrusu. Şimdi, sormak lazım değil mi? Peki sorunlar, aynı zaman diliminde çözülebiliyor mu? Mümkünatı yok. Sorunlar sorunsallaşmaya doğru evriliyor ve de alabildiğince öteleniyor. Haklılık içeren bir olay ya da olguda bunu ifade etmek, hele ki Güney Kafkasya’da bunu söylemek gerçekten çok zor.
Maalesef, en çok saygı duyulması gereken uluslararası hukuk da bu duruma çözüm olamıyor. Diyebilirsiniz, taraflar meseleye kendi paradigmasından bakıyor da ondan. Bu durumda barış ve adaletin tesisi ve de korunması son derece güç, bu coğrafyada. Anımsayalım, tam bir yıl önce Karabağ’da 44 gün süren savaş Sovyetler Birliğinden kalan ve halen de devam eden bir alışkanlıkla, daha doğrusu RF Devlet Başkanı Putin’in Azerbaycan’a baskısıyla, ‘üçlü bildiri’ ile sonlandırılmıştır. Rusya'nın son 20 yılına damgasını vuran, 2036 yılına kadar iktidarda kalacak olan Vladimir Putin'in gerekçesi de hazır: Sovyetler Birliği (SB)’ni kastederek, “yüzyıllarca aynı devletin içerisinde yaşamış halklar olarak.” İşte bu yanlış, SB topu topu 70 yıl yaşayabildi. Son zamanlarında da bitkisel hayata girdi. Osmanlı Devleti’nin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kastetmeye çalışıyor, herhalde. El oğlu söylüyor. Siz böyle bir şey söyleseniz, hemen de yaftalanırsınız, “Neo-Osmanlıcı” olarak. Soçi’deki yuvarlak masa etrafındaki üçlü fotoğrafı anımsadınız değil mi?
Azerbaycan ve Ermenistan’ın görüntüsü sanki hesap veren, hesaba çekilen iki devlet ve hükümet başkanını anımsatıyor. Her savaşın sonunda bir ateşkes olur, mütareke, bırakışma olur. Ama gelin görün ki, insan uluslararası hukukun önemli bir kesitinde dolu dolu bir ‘ateşkes anlaşması’ bile diyemiyor, dedirtmiyorlar. Neden? Ateşkes anlaşmasının hukuki bir yaptırımı var da ondan. Çünkü ateşkes anlaşması siyasal bir anlaşmaya evrilir. Ateşkes anlaşmasının siyasal bir anlaşmaya evrilmemesi için, sanki özel bir gayret gösteriliyor. ‘Bildiri’ anlık ucu açık bir keyfiyetin göstergesi. Daha savaşın bitmediğinin bir göstergesi de ondan… 44 günlük savaşın bitiminden bir yıl sonra, düşmanlıklar devam ediyor mu? Hem de nasıl. Peki, Ermenistan’a örtülü ve açık destek devam ediyor mu? Hem de bizatihi Minsk grubu üyelerince. Bütün hedef Ermenistan’ı Azerbaycan karşısında güçlendirmek.
Ermenistan denildiğinde RF’nı bir kenara koymak lazım. ABD’nin Ortadoğu’da İsrail tutkusu gibi, Ermenistan da RF’nın İsrail’idir. Rusya ve Ermenistan arasındaki ilişkiler stratejiktir, Kafkasya’da Birinci Dünya Savaşı sonrası Batı Anadolu’ya çıkarılan Yunanistan gibi derin tarihsel kökleri vardır. Ermenistan ekonomisinin en büyük yatırımcısı Rusya’dır, Ermenistan’ın en büyük ticari ve ekonomik ortağı da Rusya’dır. 26 Kasım 2021 tarihinde Soçi’de üçlü zirvede ikinci kez bir araya gelinmesine başkanlık eden Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'e barış ve refahın simgesi olan altından zeytin dalı hediye etmesinden bile belli.
Eski, Yahudi, Hıristiyan ve İslami geleneklerde kutsanmış ağaç barışın simgesi zeytin dalı. Putin’in, “Bugünün kararlarının uygulanacağını ve genel olarak Güney Kafkasya'daki ilişkilerin normalleşmesinde sonraki adımlar için imkân yaratacağını umuyorum” demesi de Ermenistan’ın yanında durmasının bir göstergesi. Azerbaycan'ı kendi toprağı Nahcivan’la birleştirecek olan “Zangezur Koridoru” nu gerçekleştirme karşılığında aslında bir yıpratma savaşının sürdürülüyor, olması. Rusya'nın Ermeni tarafının konumuyla örtüşen, iki ülke arasındaki iletişim araçlarının ve yolların açılmasının toprak bütünlüğü çerçevesinde ele alınması, yolların ise Ermeni tarafının egemenliğinde kalması gerektiği yönündeki görüşlerini açıklamasından sonra (1) bu konu daha da bir hız kazanmış olduğunu görmekteyiz. Gündeme bile getirilmesi abesle iştigal eden bu konunun gerçekleşmesini düşünebiliyor musunuz? Bu önemli konu biz de lafı bile edilmiyor.
Yine anımsayalım, 8 Kasım 2020 tarihinde Azerbaycan’ın kültürel başkenti Şuşa’nın Ermeni işgalinden kurtarılması vakit geçirmeden jeopolitik aklın Ermenistan yönetiminin önüne konulmasına neden olmuştu. Savaş sırasında Ermenistan’a birkaç defa savaşı sonlandıracak ateşkes anlaşması önerilmişti ama Ermenistan hiç oralı bile olmamıştı. Ama askerliğin icabatı farklıdır, her şeyi kendi minvaline bırakamazsınız, bir an gelir, gereğini yapmazsanız sonuçları acı olur, buna ben katlanırım da diyemezsiniz. Putin işte bu nedenle daha fazlasına izin vermedi, verilmezdi de. Karabağ savaşında dikkat edilen şey neydi? Her ne pahasına olursa olsun, Ermenistan Silahlı Kuvvetlerinin kuşatılmaması ve kaptırılmaması. Savaş sırasında Ermenistan kuşatılmaktan süratle kaçmış ve kaçınmıştır. Ermenistan’ın savaş sırasında insan haklarını hiçe sayan sivil zayiata yol açan ateşkes ihlallerine devam etmesi bir yana, ateşkes uygulanmasını da görmezden gelmiştir. Açıkça uluslararası hukukta yeri olan ‘insanlığa karşı suç’(Crimes Against Humanity) işlemiştir, kimsenin gıkı çıkmamıştır. Kuşatma olgusu Türklerin alanda en başarılı oldukları bir askeri stratejik hamledir. Şusa’nın ele geçirilmesi sonrası 25 bin askerinin kuşatma altına düşmesi tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını anlayan Ermenistan 10 Kasım 2020 tarihinde Azerbaycan’ın şartlarını kabul ederek üçlü bildiriyi imzalamak zorunda kalmıştır. (2) Daha fazla savaşı sürdürmesi de pek mümkün değildi, askeri cihetten.
Ermenistan, BM Güvenlik Konseyinin üç üyesi marifetiyle savaşa, kalınan yerden devamına öylesine özendirilmiştir ki, Ateşkes Anlaşmasından 15-20 gün sonra Ermenistan'dan RF barış güçlerinin sorumluluğundaki bölgeden, Laçin koridorundan, kurtarılan topraklara sabotaj grupları göndermiştir. Bunlardan 62 kişilik bir sabotaj grubu, Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri tarafından derdest edilmiş ve tutuklanmıştır. Her zaman olduğu gibi bir avuç suda fırtına kopartmaya yeltenen, yakalanan sabotajcıları savaş esiri olarak nitelendirmeye çalışan Ermenistan Ateşkes Antlaşmasına göre Azerbaycan topraklarına gönderdikleri sabotajcılarının iadesini talep etmiştir. Hiç böyle bir şey olabilir mi? Uluslararası hukukta geçerli olan sözleşmelere, konvansiyonlara göre bunlar savaş esiri değil, sabotaj grubu üyesidirler ve de Azerbaycan yasalarına göre yargılanmaları açıkça bağıtlanmıştır. Ama gelin görün ki, hiç kimsenin kuşkusu olmasın ‘Soçi Üçlü Zirve’de Ermenistan’ın bu sabotajcıları da kurtarılmıştır. Şimdi tekraren ifade etmek de yarar var. Azerbaycan harekâtını kendi toprakları üzerinde icra etmiş, Karabağ’ı Ermenistan’ın işgalinden kurtarmıştır. Kendi anavatanında bir kurtuluş savaşı vermiştir. Ama gelin görün ki, Azerbaycan’ı baskı ile ateşkes masasına oturtan Minsk Grubunun Eş Başkanı RF, Ermenistan’ın adeta can suyu olmuştur.
Onun için Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, “Putin'in 44 günlük savaşı durdurmadaki rolünü ve Rus barış gücünün konuşlandırılmasını” takdir ettiğini söylemektedir. (3)
Kuşkusuz bu yeni bir durum değildir. Azerbaycan topraklarının otuz yıllık işgalinden sonra bölgede bir jeopolitik gerçeklik oluştuğuna inanan ve de sorunu çözmekle yükümlendirilen Minsk Grubu Eşbaşkanları ABD, Fransa ve RF, Ermenistan’ı barışa özendirecekleri yerde Azerbaycan’ın üzerine adeta çökmüşler, ‘yapacak başka şey yok’ kabilinden mevcut durumu Azerbaycan’a dikte ettirmekten başka bir şey yapmamışlardır. Minsk Grubu Eşbaşkanlarının misyonik görevi Azerbaycan’a başka hiçbir çarenin olmadığına inandırmaya çalışmak ve bu ‘de facto’ durumu kabul etmek zorunda olduğuna ikna etmek olarak belirginleşmiştir. ‘De facto’ veya ‘de fakto’, yani "fiilen", "fiili" bir durum ortaya çıkmıştı, artık “kanuna göre" veya "hukuki olarak" anlamına gelen ‘de jure’ Karabağ’da uygulanamazdı. İkinci Karabağ Savaşı başlamadan önceki 15 yıl boyunca sorunun çözümü için masada Minsk Grubu eşbaşkanlarınca önerilen çözümsüzlüğün göstergesi 3 “çözüm belgesi” olmuştur. Bunlardan birincisi, 2007 Madrid Belgesi, 2009 yılında yenilenmiş Madrid Belgesi. İkincisi Dimitri Medvedev’in Cumhurbaşkanlığı döneminde Rusya’nın önerdiği 2011 Kazan Belgesi ve üçüncüsü de Vladimir Putin’in döneminde RF Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un önerdiği “2014 Lavrov Belgesi” dir.
Kuşkusuz, belgeler arasında bazı farklılıklar ve benzerlikler olmasına karşın hepsinin ortak noktası kısaca şöyleydi: Öncelikle işgal altında olan 5 rayondan (Ağdam, Fuzuli, Cebrayil, Zengilan ve Kubatlı), daha sonra aşamalı şekilde geri kalan 2 rayondan (Kelbecer ve Laçın) Ermeni ordusu geri çekilecek, Azerbaycanlı göçmenler geri dönecek, eski Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ne geçici bir statü verilecek ve sonraki 10 yılda Dağlık Karabağ’ın nihai statüsü belirlenecekti. Azerbaycan eski Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ne Azerbaycan toprak bütünlüğü dışında bir statü vermeyeceğini ve gerekirse bunun için savaşacağını açıklarken, Ermenistan Azerbaycan toprağı olarak tanınan özellikle Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermenilere kendi kaderini tayin hakkı talep etmekteydi. (4) Bu arada söyleyelim, Batı ve Rusya tarafından yapılan önerilerde de Karabağ’da yaşayan Ermeniler için bağımsızlık yolunu açacak “kendi kaderini tayin hakkı” (Self-determination)’nın verilmesi de bulunmaktaydı. 27 Eylül 2020 sabahına kadar yaptıkları sadece ve sadece bundan ibaret olmuştur.
Söyledikleri sadece bundan ibaretti. Bunu kırmanın bir tek yolu vardı, kendi gücüne dayanarak büyük bir harekâtın icrası. Ama Sun Tzu’nun da önerdiği gibi bir mücadele sürecinde zaferi mutlak kılacak uygun altyapıyı hazırlayarak, başarıyı büyük kayıplar vermeden elde etmeyi amaçlayan bir metodolojiyi araç haline getirmek, her şeyden fazla önem arz etmektedir. Ancak görüntü Azerbaycan’ın böyle bir harekâtı yapmasını imkânsız görüyorlardı. Neden? Araç yoktu, silah yoktu, mühimmat yoktu, her şeyden önce savaş edecek milli ruhtan, milli şuurdan yoksun bırakılmıştı, Azerbaycan. Ermenistan ‘ın 1988’deki saldırısında bir tüfeğin arkasında üç kişi gidiyordu, silah yoktu, askeri eğitim sıfır raddelerindeydi. Ama kadim dost Türkiye, Ermenistan saldırırken de Azerbaycan’ın yanındaydı, Azerbaycan’ın askeri eğitim noksanlığına sahip çıkmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri savaş sırasında eksiklikleri görmüş eğitim desteği üzerine almıştı.
Bu kapsamda Türkiye ve Azerbaycan, 11 Ağustos 1992 tarihinde imzalanan “Askeri Eğitim Alanında İşbirliği Anlaşması” ve 10 Haziran 1996'da imzalanan “Askeri Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşması” çerçevesinde askeri eğitim alanında işbirliği ‘kendi gücüne dayanma ve kendi kendine yeterli olma’ nın önemli parametrelerini oluşturmuştu. İkinci Karabağ Savaşı, Birinci Karabağ Savaşı (1988-1994) sonrasında kurulan temas hattında 27 Eylül 2020 sabahı başladı. Azerbaycan’ın başlattığı bu harekâtta 44 günde 1993’ten beri işgal altında bulundurduğu 7 rayonun tamamı ve Dağlık Karabağ’ın bir bölümü geri alındı. Ancak, 44 günlük savaşın sonunda ve 10 Kasım 2020 tarihli üçlü bildirisi ile bu jeopolitik gerçeklik tamamen değiştirmiştir.
Minsk Grubu`nun diğer eşbaşkan ülkeleri Fransa ve ABD üçlü bildiride yer almamıştır. ABD ve Fransa, üçlü bildirinin imzalanmasından sonra statü meselesini gündemde tutarak olası bir kalıcı barış anlaşmanın imzalanmasını sabote etmeğe çalışmakta oldukları görülmektedir. Üçlü bildiride doğrudan yer almasa da Azerbaycan’ın ısrarı ile Türkiye işgalden kurtarılmış topraklarda ateşkesin gözlemlenmesinde rol alması büyük bir kazanım olmuştur. Karabağ’da Bölgedeki ateşkesin kontrolü ve denetimi için oluşturulan Türk-Rus Ortak Gözetleme Merkezi’ne ilişkin mutabakat zaptı, 11 Kasım 2020 tarihinde imzalanmıştır. Azerbaycan/Ağdam’da kurulan Türk-Rus Ortak Gözlem Merkezinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 92. Maddesine göre 11 Kasım 2021 tarihinde TBMM’de ikinci kez uzatılmıştır. Türkiye-Ermenistan kuvvetlerinin temas hattına 8 kilometre uzaklıktaki Merkezde ilk etapta 60 Rus, 60 Türk askerî personeli bulunmaktadır. Böylece, Türkiye Rusya’nın da imzası ile Güney Kafkasya bölgesine askerî olarak yerleşmiştir. Bu oluşumun barışı sağlamadaki önemli etkinliği ve caydırıcılığı çok yakın zamanda görülebilecektir.
Karabağ’da sorunlar devam etmekte midir, evet devam etmektedir. Çözüm var mıdır? Kuşkusuz vardır. Türkiye’nin içinde bulunduğu bir oluşum hiç kuşku yok ki, barışa yönelik kalıcı bir çözüm üretebilecektir. Burada yapılması gereken, bölgede istikrara giden yolun birinci perdesi Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki sınırların siyasi hudut olarak belirlenmesidir. Bu konuda özellikle ‘Soçi Üçlü Zirve’de taraflar arasında ikili bir komisyon oluşturulması barışa giden yolun ilk merhalesidir. Bölgede Rus Barış Gücünün işlevselliğinin olumlu bir rol oynamasının yanında, ‘Türk-Rus Ortak Gözlem Merkezi’ de etkin bir şekilde çalışıyor olması bölge için büyük bir kazanımdır. Ancak Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın ABD’yi bölgeye getirmeye çalışması ya da bütünüyle batıya göz kırpması dikkatli gözlerden kaçmamaktadır.
Gerek RF’nın, gerekse Azerbaycan’ın ve Türkiye’nin politikası her ne pahasına olursa olsun ABD’yi Güney Kafkasya’ya getirilmemesi üzerine olmalıdır. Joe Biden yönetimi önümüzdeki yıl yapılacak ara seçimler öncesi, Demokrat Partinin Kongredeki çoğunluğu kaybetmesini önlemek adına altyapı, yoksulluk, eşitsizlik ve kutuplaşma gibi ciddi yurt içi sorunlara odaklanmak durumunda olacağından Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunların çözümünde kalıcı çözümlerde mesafe alınabileceği düşünülmekledir. Karadeniz ve Kafkasya'daki son gelişmeler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Milli Güvenlik Kurulu'nun 25 Kasım 2021 tarihindeki yaptığı toplantıda Ermenistan'ın ateşkesi sürdürmesi ve barış teklifinden yararlanma ihtiyacı vurgulanması bu duruşun bir göstergesidir. Milli Güvenlik Kurulu açıklamasını, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Soçi'de ev sahipliği yaptığı önemli Ermeni-Azerbaycan zirvesi görüşmelerinin arifesinde yapmıştır. Unutulmamalıdır ki, insan inanmak istiyor, birlikte geleceği karşılama arzusu gerçekten de ülkeleri bir araya getirebilmektedir. II. Dünya Savaşında Almanya ve Japonya’yı mağlup edebilmek için, ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği bir ittifak kurmuştu. Benzer şekilde, savaş sonrası dönemde Sovyet tehdidine karşı koymak adına Avrupalılar ve Amerikalılar güçlerini birleştirmişlerdi. Güney Kafkasya’da da günümüzde yapılan budur.
Uzun lafın kısası, kısacası, üçlü bildiri bölgede jeopolitik dengeyi kökünden sarsmış ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu yeni bir jeopolitik gerçeklik yaratılmıştır. Bu gerçekliğin yaratılmasında Azerbaycan-Türkiye işbirliğinin önemi oldukça büyük olduğu gibi bu işbirliğinin hedefe yönelik olduğu ve sadece söylemden oluşmadığı da ayrıca ortaya çıkmıştır, sevgili okurlar.
Dipnotlar
(1) Massispost, “Savaş Daha Bitmedi”, 21 Kasım 2021; https://massispost.com/2021/11/the-war-is-not-over-yet/Erişim Tarihi 28.11.2021/
(2) Cavid Veliyev, Karabağ zaferinin belgesi ‘üçlü bildiri’nin önemi, 12 Kasım 2021; https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/dusunenlerin-dusuncesi/karabag-zaferinin-belgesi-uclu-bildirinin-onemi-6640263?sessionid=3/Erişim Tarihi 27.11.2021/
(3) https://en.armradio.am/2021/11/26/pashinyan-putin-discuss-bilateral-ekonomik-ilişkiler-perspektifler-of-regional-communication/ Erişim Tarihi 28.11.2021/
(4) Cavid Veliyev, Karabağ zaferinin belgesi ‘üçlü bildiri’nin önemi, 12 Kasım 2021; https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/dusunenlerin-dusuncesi/karabag-zaferinin-belgesi-uclu-bildirinin-onemi-6640263?sessionid=3/Erişim Tarihi 27.11.2021/
(5) Asbarez, “Erdoğan Erivan'ı 'Barış Teklifini' Kabul Etmeye Çağırdı”, 26 Kasım 2021; https://asbarez.com/ankara-urges-yerevan-to-embrace-offer-of-peace/Erişim Tarihi 28.112021/