Suriye’de Sözde “Kürt Devleti” Kurulurken, Ankara-Şam Hattı Niye Çalışmıyor?
Macaristan, sadece Finlandiya’yı onayladı. Türkiye’yi yalnız bırakmadı ve İsveç için işi ağırdan almaya başladı. Budapeşte’nin Ankara’yı beklediğine inanıyorum. Türkiye’nin talep ettiği 100 civarındaki teröriste sığınak olarak görülen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kuklasını asan ve Kur’an-ı Kerim yakma hadisesine adeta göz yuman İsveç’e, Ankara’nın seçim arifesinde onay vermesini, şüphesiz beklemiyorum. Olanaklı gözükmüyor.
İsveç ve Finlandiya’nın üyelik sürecinde Türkiye ile benzer politika güden Macaristan’ın parlamentosu Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğini iki gün önce onayladı. Rusya ile toplamda 1.340 km ortak sınırı olan Finlandiya’nın NATO’ya resmen üye olabilmesi için şimdi sadece Türkiye’nin kararı bekleniyor. Finlandiya'nın üyelik teklifi TBMM Komisyonu'nda kabul edildi. Süreç ilerliyor.
Finlandiya'nın İttifak'a resmen ve hukuken katılımının, tüm üye ülkeler ile davetli ülkelerin katılım protokolünü kendi iç mevzuatlarına uygun olarak onaylamalarından sonra, Finlandiya’nın NATO'yu kuran Washington Antlaşması'nı imzalamasını imzalamasıyla birlikte üyelik süreci tamamlanacak. Washington öncesinde TBMM onayı bekleniyor.
Bu arada, Macaristan, sadece Finlandiya’yı onayladı. Türkiye’yi yalnız bırakmadı ve İsveç için işi ağırdan almaya başladı. Budapeşte’nin Ankara’yı beklediğine inanıyorum. Türkiye’nin talep ettiği 100 civarındaki teröriste sığınak olarak görülen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kuklasını asan ve Kur’an-ı Kerim yakma hadisesine adeta göz yuman İsveç’e, Ankara’nın seçim arifesinde onay vermesini, şüphesiz beklemiyorum. Olanaklı gözükmüyor.
Aslında sadece İsveç değil, Batı başkentlerinin çoğunluğunun; dört parçalı, yani Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarından koparmaya dayanan “Kürt bağımsızlık” hayaline destek veren bir anlayışa sahip olduklarını pek saklamıyorlar. Bunu, 1918 yılında ilan edilen Wilson prensiplerine kadar uzanan sabit bir politika olarak görüyorum. Günümüzün İsveç’i bunu belki açık etmek zorunda kaldı, Ankara’nın oklarını üzerine çekti. Bu nedenle, doğaldır ki Türkiye de bu ülkenin NATO üyelik sürecini olabildiğince geciktiriyor. 1 Haziran’da uygulama safhasına geçilecek 1 Ocak tarihli yeni terör yasasının pratikte sahaya nasıl yansıdığına bakılacak ve sonrasında Ankara’nın kararı İsveç’le ilgili olarak netleşecek diye değerlendiriyorum. Bu safhada, başka da bir şey yapmamız da olası değil.
Esasında etnik kökeni Kürt olan, kendisini köken olarak “Kürt” olarak gören, bahse konu dört ülkede yaşamakta olan Kürtlerin hamiliğini günümüzde Washington yapıyor. Örneğin, Suriye’deki “Kürt bağımsızlık hareketiyle” işbirliği için dün İŞİD, bugün de İran milisleri bahanesi kullanılıyor. ABD içinde, “Suriye’den askerlerimizi çekelim!” tartışmalarına dün Biden yönetimi son noktayı koydu. Sözcü Kirby’nin ağzından,” İŞİD tehdit olmaya devam ediyor, o nedenle 1.000’e yakın Amerikan askeri Suriye’de kalacak, askerlerimize saldıran İran milislerine anında karşılık verilecek” açıklaması yapıldı. ABD Genelkurmay Başkanı’nın ve CENTCOM’un Suriye’ye ziyaretleri böylece meyvesini vermiş oldu.
Öte yandan İran, Suriye, Rusya ve Türkiye, ne yapıp ne edip ABD’nin Suriye’den çıkması için uğraş veriyorlar. Putin de bu konuda liderliği üstlenmiş durum da ki Amerikan yaptırımları ile ve özellikle de, uluslararası ceza mahkemesinin kendisini suçlu ilan eden kararından sonra, ABD aleyhine olabilecek her şeyin içinde Putin olmak istiyor diye değerlendiriyorum. Bununla birlikte, Biden yönetiminin “Kesin olarak Suriye’den çıkmıyoruz!” stratejisini, bölgedeki tüm aktörler ve özellikle de Ankara açısından çok önemli görüyorum.
Biden, beş gün kadar önce Washington’da Beyaz Saray’da düzenlenen Nevruz resepsiyonuna katıldı, katılımcılara hitaben bir de konuşma yaptı. Nevruz, dış ülkelerde yaşayan etnik Kürtlerin bayramı, kendilerini ifade biçimlerinden bir yansıması olarak görülüyor. Batı toplumu, kendi ezdiklerini değil de sözde “ezilen” toplumları sever. Onları ‘severek’, onlar üzerinden dünyaya şekil vermek ister. Bu arada, Nevruz’un sadece Kürtlerin değil, Türklerin ve Fars toplumunun da bir bayramı olduğu gözlerden kaçıyor. Ya da biz bunu çok iyi lanse edemiyoruz diyeyim. Daha düne kadar Türkiye’de bile nevruz kutlamaları biraz ‘istenmezdi!’ ABD gibi, İngiltere’de, Kanada’da ve Fransa’da da resmi Nevruz resepsiyonları verildi. Almanya’da bir eyalet parlamentosunda konu gündeme getirildi. Bu resepsiyonları, Nevruz kutlamasından ziyade, dört parçalı sözde Kürt bağımsızlık mücadelesine verilen siyasi desteğin açık göstergesi olarak gördüğü ifade edeyim. Avrupa değilse bu kadar ‘insancıl’ olmaz, çünkü Batılıların kodlarında böyle bir şey yok.
Avrupa’da ise bu işin liderliğini Paris yapıyor. Fransa, Mitterrand’a kadar uzan bir çizgide, PKK’ya kucak açan bir ülke olarak hepimizin hafızalarında yer etmiştir. Bayan Mitterrand’ın Irak’ın kuzeyine ziyaretleri bir dönem çok rahatsızlık veriyordu. Günümüzde de Fransa’nın bu ‘Kürt seviciliği’ odaklı politikası değişmedi. Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Macron da YPG temsilcilerini Cumhurbaşkanlığı sarayında en üst seviyede ağırladı. Onlarla görüşmeler yaptı. YPG’ye diplomatik, siyasi ve ekonomik destek veren bir açılım sergiledi.
Şunu hepimizin görmesi lazım. Sözde İŞİD’le mücadele misyonunda “Bizim askerlerimiz ölmesin, YPG elemanları ölsün” teması üzerine kurgulanmış, çokuluslu, 65 ülkeden oluşan bir koalisyon gücü teşkil edildi. Ama içi boş. Askeri yok. Başlarda savaş uçakları ile destek verir gibi yaptılar, o kadar. Sahada bu işi YPG taşeronuna verildi. Onlar da, artık kendilerine ne vaatler verildiyse, bu göreve balıklama atladılar. Sözde İŞİD’le mücadelede için kan döken Suriye PKK’sı olan PKK’nın Suriye kolu YPG, karşılığında neredeyse tüm Batı başkentlerinin kahramanı olarak lanse ediliyor. Böylece YPG’nin kullanışlı bir aparat, taşeron olarak hizmet etmeye devam etmesi garanti altına alınmak isteniyor. Resepsiyonları ben böyle okuyorum.
Suriye’de yaşayan etnik Kürtlerin nezdinde mutlaka İŞİD’le mücadele için kan dökmenin bir karşılığı var, olması da normaldir. Kimse boş yere kan dökmek istemez, kendi evladının kanının dökülmesine razı olmaz. Suriye’de toplamda 2,5 milyon civarında, abartılı rakamlara göre 4 milyon kadar olan Kürt kökenli Suriye vatandaşlarının siyasi temsilciliğine soyunan PYD yönetimi de bu iklimi iyi değerlendiriyor. YPG’nin İŞİD’le mücadelesini, Uluslararası tanınırlık için bir basamak olarak kullanıyor.
Batı dünyası ile bu simbiyotik ilişki biçiminin uzantısı olarak, Suriye’nin kuzeydoğusunda, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi benzeri bir yapı hayat buluyor. Batı buna çanak tutuyor. 2022 Haziran’ında Abdi’yi Moskova’da ağırlayan Rusya bile aslında bu konuda Batı’yla paralel hareket ediyor. Bu gidişat Ankara’da rahatsızlığa neden oluyor.
Geçen hafta Paris’teki resepsiyonda, sözde İŞİD’le mücadeledeki kahramanlıkları için Suriye PKK’sının iki elemanına onur madalyası verildi. Ankara, Fransa’ya itirazlarını iletti. PKK’nın uzantısı YPG’ye meşruiyet sağlamaya hizmet eden, uluslararası tanınırlık verme gayretinde olan Paris’in tavrına resmi kanallardan tepki göstermemiz doğrudur ama yerindedir. Ama bir yere kadar. Onlar bildiklerini okumaya devam edecekler. Bundan hiç şüpheniz olmasın.
Büyük resimde, Suriye’deki rejimi, bugüne kadar izlediğimiz politikanın aksine, artık kendimize muhatap almamız gerektiğini değerlendiriyorum. Neredeyse 10 yıl kaybettik. Suriye’de rejim muhaliflerine destek vererek bir yere varalım derken, bugün treni kaçırmakta olduğumuzu dikkatlerinize sunmak isterim. Güneyimizde nur topu gibi bir devletçik ortaya çıkıyor. Sözde “Suriye Kürdistan Bölgesel Yönetimi” ve arkasından yine sözde “Irak-Suriye Kürt Devleti” geliyor. Bu dört parçalı, Batı destekli gidişattan zarar görecek dört ülke, Türkiye, İran, Irak ve Suriye, çok geçmeden birlikte hareket etmeyi öğrenmelidir. Ankara’nın Şam’ı kendine referans alarak bu harekete öncülük edebileceğine inanıyorum. Tarihin akışı bize bunu dikte ettiriyor. Ne dersiniz?