Site İçi Arama

ua-iliskiler

Türk, İngiliz, Pers ve Rus Rekabetinin Bölgemizdeki Yansımaları

Doğu ve Batı Arasında İslam’ı okurken ve bir de Suriye’de yaşanılanları, Rusya’nın son hamlesini ve şehitlerimiz işitince bir yandan Suriyelileri koruyoruz, misafir ediyoruz, bir yandan Suriyeliler tarafından şehit ediliyoruz, özellikle sınırda Türk askerlerine saldıran ve ülkeye girmek isteyen Suriyelileri görünce yaşadığımız paradoks iyece ortaya çıktı.

İslam dünyasının içinde yaşadığı sorunlara etik politik bağlamda çözümler üretmeye çalışan ve birbirlerinden farklı düşünen çağdaş âlimlerin (Roger Garaudy, Aliya İzetbegoviç, Fazlur Rahman, S.H.Nasr, İ.Raci Faruki, Ali Şeriati, Türkiye’den Nurettin Topçu, Erol Güngör, Cemil Meriç gibi) eserlerini sivil yan okumalar bağlamında müzakere edilmesini faydalı görüyoruz.

Doğu ve Batı Arasında İslam’ı okurken ve bir de Suriye’de yaşanılanları, Rusya’nın son hamlesini ve şehitlerimiz işitince bir yandan Suriyelileri koruyoruz, misafir ediyoruz, bir yandan Suriyeliler tarafından şehit ediliyoruz, özellikle sınırda Türk askerlerine saldıran ve ülkeye girmek isteyen Suriyelileri görünce yaşadığımız paradoks iyece ortaya çıktı. ABD’li yetkilinin Türkiye’ye gelmesini de haberlerden dinleyince bölgede oyun kurucu milletler olarak Ruslar, Türkler, İngilizler ve Perslerin etkisi üzerine Türk Düşünce Tarihi ve İslam Felsefesi tarihi dersi bağlamında okumalarımla fikirlerimi paylaşayım dedim. Akademisyenin öncelikli görevi salt derse girmek değil, ülkenin içinde yaşadığı sorunlara çözüm önerisi üretmeye çalışan her türlü kamu politikalarına her birimiz kendi alanında katkıda bulunmanın gerekliliğine inanıyorum.

T.S. Eliot’un şu beyitlerinde ki gibi durumum işin doğrusunu söylemek gerekirse: 

Ama nasıl açıklayabilirim, sana nasıl açıklayabilirim?

Açıkladıktan sonra daha az anlayacaksın.

Sana anlatabilmeyi umduğum tek şey,

Yalnızca olaylardır: ne olup bittiği değil.

Ve kendisine asla hiçbir şey olmamış olan halk,

Olayların önemsizliğini anlayamaz.

Bununla birlikte “Tarih, olayların bir anlatısı değildir. Tarihçinin zor olan görevi ne olup bittiğini açıklamaktır, deyip kaygılarımı paylaşayım.

İnsanlığı Çevrimiçi Ortamda Birleştirme Hayalleri ve Medeniyetler Arası Çatışma Tezi

Marc Zuckerbeg Facebook ile insanlığı çevrimiçi ortamda birleştirme hayalleri kurarken, son zamanlarda çevrimdışı diyarda cereyan eden olaylar “medeniyetler çatışması” tezinin ateşini körükledi. O kadar ki, “pek çok âlim, siyasetçi ve sıradan vatandaş, Suriye iç savaşı, İŞİD’in peydahlanması, Brexit’in yarattığı kargaşa ve Avrupa Birliğinde yaşanan istikrarsızlık gibi konuların hepsini Batı Medeniyeti ile İslam Medeniyeti arasındaki çatışmadan kaynaklandığına inanıyor.”

İslam dünyası açısından somutlaştıracak olursak, 1989-1990 yılında SSCB dağılınca iki kutuplu dünya yerini ABD öncülüğünde Yeni Dünya Düzenine bıraktı. Yeni uluslararası sistemde ideolojik temele dayalı Doğu-Batı bölümlenmesi yerini ekonomik temele dayalı Kuzey-Güney tasnifine bıraktı. ABD ve AB ülkeleri, Irak-İran savaşı ve Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan bir süreçle Müslüman halkların yaşadıkları enerji üretim ve arz merkezlerine operasyonlar yapmaya başladı.

Bunların meşruiyeti önceleri Samuel Huntington’un “Medeniyetlerarası Çatışma” Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezleriyle sağlanmaya çalışıldı. İslam dini ile Konfüçyüs öğretisini/geleneğini “Doğu” terimiyle özdeşleştirip, Batı’yı demokrasinin, ilerlemenin merkezi olarak nihai sosyo-politik gerçeklik diye sunup bunlar arasındaki çatışma diye sunmak, Batı’nın eko-politik savaşına kılıf bulmaktan başka bir işlevi yoktur. 

“Medeniyetlerarası Çatışma” uygulanmasının daha maliyetli ve riskli olarak görülmesinden dolayı olsa gerek ki, İslam dünyasında “Medeniyet İçi Çatışma”yı Şii-Selefi adıyla yapacak hazırlıklar yapıldı. 11 Eylül 2001 tarihi bu anlamda 3. Dünya savaşının tetiklendiğini ama dünyanın farklı yerlerinde vekâlet savaşlarıyla sürdürüldüğünün simgesidir.

Bu bağlamda 2010-2011 yılı içinde demokratikleşme vaadiyle başlayan Arap Baharı İslam dünyasının yeniden düzenlenmesinin ve enerji üretim ve arz merkezlerinde küresel yapıların çatışmasının demokratikleşme adıyla sunulmasıdır. Bu nedenle bize göre Arap Baharı, Ortadoğu’da sert bir zemheri soğuğu estirerek, yaz mevsimini kışa çevirdi. Ardından Müslüman ülkeler arasında meşruiyeti Şii-Selefi mezhebi tasavvurlarla meşruiyeti sağlanan medeniyet içi çatışmalar iyice arttı, insanlar yerlerinden yurtlarından edildi, göç hareketleri başta Türkiye olmak üzere birçok ülkeyi oldukça zor durumda bıraktı. İŞİD/DAEŞ ve el-Kaide vb. örgütler Müslüman ülkelerde yaptığı eylemler temelde Müslüman halkların mağduriyeti ile sonuçlandı, bunlara ilaveten bazı Batılı ülkelerde yaptığı saldırılarla bütün dünya da bir İslam korkusu (İslamfobia) oluştu.

Velhasıl Doğu ve Batı ayrımının geçen yüzyılda yapılan Orta Doğu, Yakın Doğu, Uzak Doğu ve Orta Asya gibi çoğunluğunda sebep (din) bazılarında hem sebep hem de nesep (ırk) bağı olan ülkeler ya enerji üretim ya da enerji arz merkezi olduğu halde halkı gittikçe yoksullaşıyor. Bir de sorunun ulusal boyutu var ki, Türkiye enerji arz merkezinin odağı olarak bölgesel sorunlarla uğraşırken 15 Temmuz 2016 tarihli terörist saldırıyla gerçekleştirilmek istenen bir darbe teşebbüsü yaşadı. Dolayısıyla bizim ulusal ve uluslararası sorunlara çözüm üretmeye çalışırken yeni bir din dili geliştirme noktasında üzerimize düşeni yapmalıyız ki, yaşanılanlardan en az hasarla çıkma ihtimalimiz güçlensin.

Doğu ve Batı Arasında İslam

Doğu ve Batı terimleri salt coğrafi bölgelere mi; İslam ve Doğu kültürlerini özdeştirip, Batı dünyasının hâkimiyetini pekiştirmek için gerekli bir öteki olarak konumlayıp, medeniyetler arası çatışma tezinin teorik arka planını mıdır? Yoksa insanlığın birikimin farklı bölgelerdeki seyrini inceleyerek, buralarda üretilen bilginin ortamına mı işaret eder?

Biz İslam Felsefesi Tarihi okumalarımızda bu terimlerin Hakikatin farklı zaman ve mekanlarda tezahürüne işaret ettiğini, dolayısıyla bunlar arasında bir çatışma olduğunu ve/ya olacağını göstermediğini söylüyoruz.

Bunun ilk örneğini Doğu ve Batı fikri birikimini “Helenistik Felsefe” şeklinde temellendiren Büyük İskender ve hocası Aristoteles vermiştir. Peripatik felsefeyi İskenderiye hattı üzerinden yapılan yorumunu Hz. Muhammed’e gönderilen son mesajın verileriyle yorumlayarak Meşşai öğretiyi temellendiren Farabi Doğu ve Batı Ayrımının kategorik olduğunun ikinci örneğini verir. Meşşai geleneğini Farabi ve İbn Sina Doğu’daki temsilcileriyken İbn Bacce, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd Doğu’da yani Endülüs’te geliştirmişlerdir.  Dolayısıyla Doğu ve Batı kültürünü Tek hakikatin tecellisi bağlamında değerlendirmiştir.

Türkler Farabi’nin öğretisini siyasi alana taşımış Selçuklu ve Osmanlı Devletleri Doğu ve Batı arasındaki irtibatı siyasal olarak da kurmuşlardır. Fatih Sultan Mehmed ile artık Türk Müslümanlığı Doğu ve Batı ayrımının kalktığını bütün dünyaya ilan etmişlerdir. Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak işte sürecin yeniden okunması ve güncellenmesidir. Türklerin Kadim Dünyada en nitelikli oyun kuruculardan olduğunun siyasi ve fikri temelleri bu hat üzerinden takip edilebilir.

Coğrafi ve siyasi olarak İngilizler üzerinde güneş batmayan Britanya imparatorluğunu kurmuşlar, fikri olarak düalist bir sistem içinde “Üçüncü Yol”un temsilcileri olmuşlardır. Günümüzde ise Commonwealth adıyla Doğu ve Batı bölgeleri üzerindeki hükümranlıklarını devam ettirmektedirler. Bu metin, işte bu tespitlerden hareketle özellikle Kadim Dünya’yı Doğu ve Batı bölgelerinde oyun kurucu siyasal aktörler olarak sürekli rakip olduklarını vurguluyoruz.

Aliya’nın şu satırlarını yeniden okuyunca tespitimizi biraz daha güçlendirdiğimi düşünüyorum. Aliya’ya göre tarih felsefesi açısından Batı’nın tarihi İngiltere’nin ve genel olarak Anglo-Amerikan zihniyetinin sahneye çıkması, Doğu tarihinde İslam’ın zuhuruna tekabül etmektedir. 0. yüzyılın önemli Alman tarih felsefecisi Oswald Spengler (1880-1936) Batının Çöküşü adlı eserin “Arap Kültürünün Meseleleri: Pisagor, Muhammed, Cromwell” bölümünden hareketle yapar.

Bu noktada Oliver Cromwell (1599-1658) un yaptıklarıyla Hz. Muhammed’in dini, siyasi ve iktisadi açıdan yeni bir dünya devleti kurması arasında ayrıca araştırılmaya muhtaç olduğunu ve tutarlı bulmadığımı belirtmem gerek. Çünkü Cromwell ile Birleşik İngiliz devletinin, İngiliz Kilisesinin tarihi ve İngiliz imparatorluğunu hâkimiyeti tesis edilmiştir. Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı temelleri onun zamanında atılmıştır denilebilir.  1651 yılında imzaladığı Denizcilik yasası diye de bilinen deniz ulaştırma şartnamesi İngiltere’yi ticarette tekel haline getirdiği gibi Amerika’ya yönelik göçü de tetikleyerek ABD’nin kuruluşuna temel olmuştur. Endüstri devriminden sonra İngiltere’nin büyük bir emperyal güç olmasının temelinde Cromwell’in politikaları yatmaktadır.

Peki ABD neresinde bu işin, derseniz? ABD’nin temelde İngilizlerin politikasının dışına çıkmayacağının tarihsel temelini Cromwell ile birlikte atıldığını düşünüyorum.10.02.2020 tarihinde Yasin Aslan tweetinde paylaştığı bilgiyi buraya aynen aktarayım: “Amerika'yı İngiltere Yönetiyor' Bu skandal sözler, Haziran 2019'da İngiltere'nin ABD büyükelçisi Lord Kim Darroch'in Londra'ya gönderdiği ve basına sızan gizli diplomatik telgrafta yer almıştır. Gizli Telgrafta, Trump'ın beceriksiz ve yetersiz olduğunun yanı sıra şu aşağılayıcı ifadelere de yer verilmiştir: 'Biz İngilizler Amerika'yı yönetiyoruz. Kraliçe II. Elizabeth 2016'da, Amerika'nın mevcut kötü durumunu göz önüne alarak, Amerika üzerinde İngiliz hükümranlığının yeniden kurulmasını teklif etti. Kraliçe, 240 yıllık özerklik deneyinin iyi niyetle başladığını, ancak bunun iyi bitmediğine şahit olduklarını da söyledi.”

Bunun doğruluğunu bilemem ama Ürdün, Yemen, Kırgızistan deneyimlerim İngiltere’nin oyun kurucu rolünü devam ettirdiği, ABD’nin de onun yancısı konumunda olduğunu düşünüyorum; özellikle Brexit çıkışıyla iyice pekiştiği konusunda ısrarlıyım. Hem Atayurt hem de Yemen’deki deneyimlerim pratik alanda Rusya’nın etkisini gittikçe artırdığı yönünde.

Tabii burada Emir Timur’un Altın Orda devletini yıkmakla, bir beylik düzeyinde olan Rusya’nın önce bölgesel, sonra da küresel bir güç olmasındaki y yerini ayrıca müzakereye açmak gerekir.  Diğer oyun kurucu millet ise Sasani geleneğini önemli oranda devşirip her dönem yeni okumalarla besleyen Farslardır. İranlılar demediğime lütfen dikkat buyurunuz, çünkü İran Türkistan’ı yakın döneme kadar Türkler tarafından yönetildi ve hala da İran devletinin üst kademesinde Türkler bulunuyor. Biz de Selçuklu devletinin başbakanı Nizamülmülk ile bu geleneği önemli oranda devşirdik. Yani bölgede fiilen Türkler, Persler ve Ruslar oyun kurucudur tarihsel olarak. Çin’in bir dünya gücü olduğunu ve Orhun abidelerinden hareketle bilge yönetici Tonyukuk’un ferasetiyle Türklerin Çinlilerle karışmasının önüne geçildiğini ve o günden itibaren daima rakip olduğumuz gerçektir.

Bu noktada Doğu ve Batı ayrımının kategorik olduğuna tekrar vurgu yapıp, Rusya ve İngiltere’nin Batı bölgesine ait kavramlar olduğunu vurgulamak gerekir. Kapitalist-sosyalist ve/ya Kuzey-Güney ayrımları neticede o dönemlerde dünyanın yönetilmesi için gerekli bir öteki sağlayan tasnifler olduğunu düşünüyorum. Rakipler ama düşmanlıkları sözde kaldığı, buradan beslendikleri gerçek. Aynı durumu Çin’in ekonomik gücünü Batı ülkelerinde özellikle ABD yerini ekonomistlerin metinlerinde okuyunca rakipler ama… diyebiliyorum.

Perslerin tarihsel işlevine bakınca, Batı’nın ekonomi-politik savaşlarına karşı verilen mücadeleleri hatırlamak gerekir. Türkler İznik’i ele geçirince Oğuz Kaan’ın sürekli Batıya yönelme, Peygamberimizin kadim dünyanın ekonomi politik merkezi olan Konstantinopolis’i hedeflemesinin gerçekleşmesine an kala başladığı malum.

Peki bu din kılıfıyla meşruiyeti sağlanan Haçlı seferlerine karşı kimler mücadele etmiştir diye sorulduğunda tarihte Selçuklu, Osmanlı ve Memlüklüler karşınıza çıkmaktadır. Sonuncusu Mısır merkezli ama ed-Devletü’t-Türkiye ismini kullanan siyasal yapı; bir Kıpçak Türkü olan Sultan Baybars’ın memleketi.  Dönemin küresel deniz gücü olma yönünde gelişmeler gösteren Portekiz ve İspanyolların Yemen üzerinde Mısır ve Arabistan’a oradan da Anadolu’ya yönelme stratejilerini iyi okuyan ve Osmanlı Türkleriyle ortak hareket projesi geliştirmeye çalışan lider.

Şimdi tekrar bölgeye dönelim, Orta Doğu’da kısa bir süre çalışan biri bile bilir ki Mısır ’sız savaş, Suriye ’siz barış olmaz. Pers, Çin, Rusya etkisini hesap etmeden “Suriye’de şunu yaparım bunu yaparım!” demenin ne anlama geldiği acı bir şekilde öğrenildi. Şimdi ABD ve İngiltere, tabii İran ve Suriye’de Fransız etkisini de ilaveten hatırlarsak Bölge’deki Batı etkisi iyice ortaya çıkar. Almanya’nın da AB üzerindeki etkisi ve bölgeyle doğrudan ilgilendiği de ortada, I. Dünya savaşında itibaren Türkiye üzerindeki konumu da belli. Araplar mı dediniz? Onların vekâlet savaşlarını yapan birimler olma dışında bir işlevi var mı diye ben size sorayım?

Yazı epey uzayacak, son söz olarak diyorum ki, İngiltere ve özelinde ABD, Rusya ve Çin rakipler ama düşman mı bilemedim. Persler, Çinliler rakip de değil, düşman da değiller. Batı ülkeleri Pers ağırlıklı İran ile rakipler ama tarihsel temellere bakınca düşman mı onu da bilemedim.

Ve Türkleri bu milletler salt rakip olarak mı, yoksa hem rakip hem de düşman olarak mı görüyor? Ne dersiniz?

Ve yine bir şiir. Bu da Goethe’den:

Bu ulusa örs ve hükümdara çekiç karşılaştırdım;

Aşağıda halk, ortada kavisli olan bir metal levha gibidir.

Metale vay!

Rastgele darbeler metale keyfi olarak vurursa,

Bitmiş ibrik asla ortaya çıkmaz.

Prof. Dr. Mevlüt UYANIK
Prof. Dr. Mevlüt UYANIK
Tüm Makaleler

  • 08.12.2021
  • Süre : 6 dk
  • 1604 kez okundu

Google Ads