Türkiye’nin Kritik Mineraller Güvenliği Tehdit Altında mı?
Türkiye’nin bilhassa son dönemdeki kritik minerallerin güvenliğini tesis etmeye yönelik atmış olduğu adımların sekteye uğraması son derece yüksek bir ihtimaldir.
Geçtiğimiz günlerde resmi kaynaklardan elde edilen bilgilere göre Türkiye, nadir toprak elementleri de dahil olmak üzere kritik hammaddelerin üretimi ve tedariğini artırmayı amaçlayan ABD ve AB (Avrupa Komisyonu tarafından temsil edilmektedir) gibi uluslararası sistemin önde gelen bir takım aktörleri arasında işbirliği forumu olan Mineral Güvenliği Ortaklığı'na (MSP) resmen katılmıştır. Buna karşın Türkiye’nin MSP’ye katılımı dünya basınında geniş yankı uyandırırken yurtiçi basında bu konuyla ilişkili haberlere yeterli ölçüde yer verilmediği görülmektedir. Zira Türkiye’nin MSP’ye katılımı sıradan bir gelişme olmamakla birlikte bir takım ciddi etkilere neden olacağı da tartışmasızdır. Dolayısıyla yaşanan bu gelişmenin son derece önemli soru işaretlerini içinde barındırmaktadır. Bu doğrultuda başlıca soru işareti Türkiye’nin bilhassa son dönemdeki kritik minerallerin güvenliğini tesis etmeye yönelik atmış olduğu adımların sekteye uğrayıp uğramayacağıdır. Bu noktada akıllara “Türkiye’nin MSP’ye katılımı Ankara’nın kritik mineraller güvenliğine yönelik girişimleri olumsuz yönde etkiler mi?” gibi önemli bir soru gelmektedir. Bu sorunun en doğru şekilde cevaplanabilmesi için bir takım hususları tekrar gözden geçirmek gerekmektedir. Bu doğrultuda öncelikle MSP’nin oluşum nedeni ve amaçlarına değinilmelidir.
Yeni İddialı Girişim Olarak MSP
Haziran 2022’de dünyanın en büyük madencilik etkinliklerinden birisi olan “Prospectors and Developers Association of Canada (PDAC)” yıllık kongresinin marjlarında Toronto’da resmen duyurulmuştur. ABD öncülüğündeki kritik mineral tedarik zincirlerini güçlendirmeye yönelik bu yeni iddialı girişimin kurucu üyeleri olarak Avustralya, Kanada, Finlandiya, Fransa, Almanya, Japonya, Kore Cumhuriyeti, İsveç, Birleşik Krallık ve Avrupa Komisyonu katılmıştır. Bununla birlikte MSP şu anda Arjantin, Avustralya, Kanada, Estonya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Grönland, Hindistan, İtalya, Japonya, Kazakistan, Meksika, Namibya, Norveç, Peru, Kore Cumhuriyeti, İsveç, Ukrayna, İngiltere, ABD, Özbekistan ve AB olmak üzere 23 ortaktan oluşmaktadır. Zira ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’nin MSP’ye katılımını doğrulaması ve önümüzdeki haftalarda resmi bir açıklama yapılacağını duyurmasıyla bu sayı 24’e ulaşacaktır.
Bununla birlikte MSP’nin genel çerçevedeki amacı, değer zinciri boyunca stratejik projeler için hedeflenen finansal ve diplomatik desteği kolaylaştırmak amacıyla ev sahibi hükümetler ve endüstriyle birlikte çalışarak çeşitli ve sürdürülebilir kritik enerji mineralleri tedarik zincirlerinin gelişimini hızlandırmaktır. Bu doğrultuda tartışmasız ABD liderliğindeki çok taraflı bir ortaklık olan MSP pratikte rehber ilkelerine göre yüksek çevresel, sosyal ve yönetişim standartlarına, sürdürülebilirliğe ve paylaşılan refaha yönelik ortak bir taahhüt yoluyla kritik mineraller sektöründe sorumlu büyümeyi teşvik etmeye çalışmaktadır. Ayrıca MSP, madencilik, çıkarma ve ikincil geri kazanımdan işleme ve rafinasyona ve nihayetinde geri dönüşüme kadar tüm temiz enerji değer zincirindeki projeleri ele almaktadır.
Bununla ilişkili olarak MSP, temiz enerji teknolojileri için en alakalı mineraller ve metal tedarik zincirlerine odaklanmaktadır. MSP’nin odaklandığı minerallere lityum, kobalt, nikel, manganez, grafit, nadir toprak elementleri ve bakır dahil olmakla birlikte bunlarla da sınırlı değildir. Bu doğrultuda genel bir çerçevede ele alacak olursak MSP’nin üç temel hedefe vurgu yaptığı görülmektedir. Söz konusu hedefler şunlardır; Ortak ülkeler arasında güçlendirilmiş bilgi paylaşımı; Güvenli kritik mineral tedarik zincirlerine yatırımların arttırılması ve geri dönüşüm teknolojilerinin geliştirilmesidir. Bu kapsamda MSP kritik minerallere yönelik yatırımların arttırılması için ilk aşamada bir finans ağı kurma planlarını duyurmuştur. Bununla birlikte iddialı bir girişim olarak nitelendirilen MSP özellikle daha riskli pazarlarda kritik minerallerin arzıyla ilişkili olarak bunların çıkarılması, işlenmesi ve geri dönüştürülmesi için özel sektörün sermayesini çekmek amacıyla yerel ihracat kredi kuruluşları ve kalkınma finans kuruluşları gibi bir takım paydaşlardan yararlanmayı amaçlamaktadır.
Nitekim bu kapsamda yer alan paydaşların yönetmiş olduğu varlıkların 30 trilyon doların üzerinde olduğu ifade edilmektedir. Son olarak MSP, garantiler ve imtiyazlı finansman sağlayarak kritik minerallerle ilişkili yatırım risklerini düşürmeyi ve küresel tedarik zincirindeki dayanıklılığı arttırmayı amaçlamaktadır.
MSP’nin bir takım projeleri için “önemli kilometre taşları” vurgusu yapılmaktadır. Bu doğrultuda örneğin Çekya'daki Chvaletice Manganez Projesi, döngüsel ekonomiyi desteklerken, Avustralya'daki Queensland Pacific Metals'in Townsville Enerji Kimyasal Merkezi (TECH) projesi nikel işleme kapsamında öne çıkmaktadır. Bununla birlikte bir diğer önemli proje kapsamında Twigg Exploration & Mining (Twigg), Mozambik'te grafit madenciliği için ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu'ndan 150 milyon dolar kredi almıştır.
Ayrıca İngiliz HyProMag, mıknatıs hurdasının geri dönüştürülmesinde Hidrojen İşleme teknolojisini kullanarak nadir toprak mıknatıslarının geri dönüşümü üzerinde çalışmalarını sürdürebilmek için benzer girişimlerde bulunduğu bilinmektedir. Bununla birlikte kritik mineral tedarik zincirleri hakkında küresel tartışmaları şekillendirmeyi amaçlayan MSP, sorumlu madencilik ilkeleriyle uyumlu stratejik projeleri destekleyeceğini taahhüt etmektedir. Bu bağlamda MSP’nin kritik mineral tedarik zincirlerini çeşitlendirmek ve ilgili altyapıyı geliştirmek için uygun olan potansiyel yatırım fırsatlarını değerlendirmeye devam ettiğini söyleyebiliriz. Zira Ocak 2023 itibariyle MSP’nin 170’in üzerinde projeyi değerlendirmesi söz konusu düşünceyi desteklemektedir.
Türkiye’nin MSP’ya Katılımı
Genel çerçevede ele alındığında MPS’nin son derece önemli bir platform ve iddialı bir girişim olarak nitelendirilmesinin şaşırtıcı değildir. Zira söz konusu platform kısa denilebilecek bir zaman diliminde bile çok yararlı işlere imza atan bir görünüm sergilemektedir. Dolayısıyla bu perspektiften ele alındığında Türkiye’nin MSP’ye katılması başta finansal ve diplomatik olmak üzere bir takım destek biçimlerinden yararlanmak adına son derce olumlu bir adım gibi görünmektedir. Bununla ilişkili olarak bir takım uzmanlar Türkiye’nin MSP’ye katılımının küresel kritik mineral tedarik zincirlerindeki rolünü arttırmayı amaçlayan stratejik bir hamleyi temsil ettiğini dile getirmektedirler.
Ayrıca söz konusu uzmanlara göre MSP’nin temel amaçları ve kısa zaman diliminde olumlu şeyler gerçekleştirdikleri göz önüne alındığında önemli miktarda bor, krom ve nadir toprak elementleri rezervi bulunan Türkiye’nin bu küresel ölçekteki girişimlerde kilit bir oyuncu olma potansiyeline sahip olduğuna vurgu yapmaktadırlar. Nitekim bu perspektiften yaklaşıldığında Türkiye’nin MSP’ye katılımının çeşitli faydaları olacağı şüphesizdir. En başta, Türkiye’nin madencilik sektörüne doğrudan yabancı yatırım çekerek, altyapının geliştirilmesini destekleyip teknolojik kapasiteyi artırabilmesi olasıdır. Zira bu durum mineral kaynakları açısından zengin bölgelerde daha fazla ekonomik büyümeye ve iş yaratılmasına yol açabilecektir. Bu bağlamda Türkiye’nin MSP’ye katılımını bir kazan-kazan etkisi yaratacağını söyleyebiliriz.
Öyle ki MSP üyesi olan ABD ve Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ekonomiler, güvenilir ve sürdürülebilir mineral kaynakları arayışı kapsamında bir kazanım elde ederken, Türkiye ise ülkenin madencilik sektörüne yönelik daha fazla çekilen yabancı yatırımlarla madencilik sanayisinde teknolojik modernizasyon, altyapı gelişim ve üretim kapasitesi gibi alanlarda ilerleme sağlayarak bir nevi küresel rekabet gücünü attırma olasılığı kapsamında bir kazanım elde edebilir. Bunların yanı sıra MSP aracılığıyla büyük ekonomilerle olan bağlarını güçlendiren Türkiye, enerji dönüşümü için hayati öneme sahip stratejik materyallerin güvenilir bir tedarikçisi olarak jeopolitik nüfuzunu da artırabilir. Nitekim böylesi bir durum, Türkiye'nin küresel enerji ve kaynak politikalarında etkisini yükselterek MSP ortaklarıyla daha derin diplomatik ve ekonomik ilişkiler geliştirmesine katkı sağlayacak potansiyele sahiptir. Son olarak MSP’nin çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) standartlarına uyum sağlanmasının, Türkiye’nin madencilik uygulamalarında sürdürülebilirliği artırabilme ve ülkenin kritik mineraller pazarında sorumlu bir üretici olarak imajını güçlendirebilme olasılığı vardır.
Tüm bu faydalara karşı MSP’ye katılımının Türkiye açısından bir takım zorlukları da beraberinde getireceği göz ardı edilmemelidir. Şüphesiz bu denli kritik bir gelişmenin sadece olumlu yönlerine odaklanmak son derece yanlıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin MSP’ye katılımını sadece olumlu yönlerinin ele alınmaması gerekmektedir. Çünkü bu yöndeki bir yaklaşım son derece önemli bir takım kritik noktaların göz ardı edildiği anlamına gelmektedir. Zira kuruluş amacı, hedefleri ve bu platforma dahil olan ülkelerin uluslararası sistemdeki yeri gibi hususlar dikkate alındığında Türkiye’nin MSP’ye katılımı olumlu yönde bir gelişme gibi görünürken, bir takım unsurlar göz önüne alındığında bu gelişmenin aynı zamanda önemli ölçüde olumsuzluklara da neden olabileceği ihtimalinin de olduğu anlaşılacaktır.
Öyle ki en başta MSP’nin kuruluşunun temel motivasyonunun kritik mineral alanında her geçen gün giderek küresel hegemon konumuna gelen Çin’in tehdit olarak nitelendirilmesi olduğu göz ardı edilmemelidir. Nitekim dünyanın önde gelen uzmanlarına göre; kritik minerallerin tedarik zincirlerinin sürdürülebilir bir şekilde geliştirilmesi için bir çerçeve olarak sunulan MSP, aynı zamanda kritik mineraller sektöründe Çin'e karşı bir denge oluşturma ve ABD tarafından bir "dost destek" girişimidir. Öyle ki ABD Dışişleri Bakanlığı Enerji Kaynakları yardımcısı Geoffrey R. Pyatt, Türkiye’nin MSP’ye üyeliğini “iki ülkenin kritik mineraller gibi hayati bir konuda nasıl birlikte hareket ettiğinin ve çalıştığının harika bir örneği” şeklinde ifade etmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin kritik mineraller alanında dünyanın tekeli konumundaki ve tehdit olarak görülen Çin karşıtı bir platforma katılım sağladığını söyleyebiliriz.
Bu doğrultuda Türkiye’nin MSP’ye katılımının kritik minerallerin güvenliği üzerinde etkilerinin hangi yönde olacağı tartışılmalıdır. Bununla birlikte ilerleyen süreçte söz konusu etkilerin yönü daha belirgin hale gelecektir. Bu bağlamda tam anlamıyla kesin bir yargıya ulaşabilmek için henüz erken olduğunu söyleyebiliriz. Buna karşın Türkiye’nin MSP’ye katılımının etkileriyle ilişkili bir takım tartışmasız durumların varlığı söz konusudur. Öyle ki yaşanan bu gelişmenin Türkiye’nin kritik minerallerin güvenliğini sağlamaya yönelik girişimlerini sekteye uğratacağı kesindir. Zira Türkiye’nin bilhassa son aylarda kritik minerallerin güvenliğini sağlamaya yönelik girişimleri kapsamında Çin ile ilişkilerinde ciddi biçimde yakınlaşma durumu söz konusudur.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar'ın mayıs ayındaki Çin’i ziyaretinden itibaren ikili ilişkiler kapsamında bilhassa kritik mineraller açısından önemli gelişmelere tanıklık edilmektedir. Hatta bu süreçte Ankara-Pekin arasındaki temasların Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yapılmış olan en kritik hamlelerden birisi olarak tarihte yer alacağını bile iddia etmiştim. Çünkü taraflar arasında yürütülen temaslar sonucu olarak imzalanan “Enerji Dönüşümü Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptı” ile birlikte Pekin ve Ankara yeni enerji düzeninin en hayati bileşenlerini oluşturan ve yenilenebilir enerji sistemlerinin işleyişinin en temel hammaddeleri olarak ifade edilen kritik mineraller ve nadir toprak elementleri konusunda işbirliği yapılmasında taraflar anlaşmaya varmışlardı.
Ayrıca unutmamak gerekir ki söz konusu anlaşma son günlerde başta “Batılı” ülkeler olmak üzere neredeyse tüm dünyanın Çin’i yeni enerji düzeninin enerji güvenliği tehdidi olarak nitelendirdiği ve hatta MSP gibi karşı blokların oluşmaya başladığı bir zamanda atılmıştı. Bu doğrultuda Türkiye’nin MSP’ye katılımını farklı boyutlardan ele almak gerekmektedir. Öyle ki en başta Ankara-Pekin arasındaki ilişkilerin yakınlaştığı bir döneme denk gelmesi Türkiye’nin MSP’ye katılımını, Çin karşıtı bir platforma dahil olmanın ötesinde farklı bir boyuta taşımıştır. Nitekim Türkiye’nin MSP’ye katılımı son günlerde yakınlaşma eğiliminde olan Ankara-Pekin ilişkilerini muhtemelen olumsuz etkileyecek bir boyuta gelmiştir.
Türkiye’nin MSP’ye katılımının tartışmasız Ankara-Pekin ilişkilerine doğrudan etkileri olacaktır. Zira böylesi bir gelişme karşısında Çin’in Türkiye’ye yönelik yaklaşımının olumsuz yönde değişmesi kaçınılmazdır. En başta yaşanan bu gelişmeyle birlikte Çin’in Türkiye’ye olan güveni sarsılacaktır. Hatta büyük olasılıkla Türkiye, Çin nezdinde kendisini yarı yolda bırakan bir devlet olarak görülebilir. Eldeki argümanlar Çin’in tutumunun olumsuz yönde değişmesi ihtimalini arttırmakla birlikte haklı olabileceğini de desteklemektedir.
Bununla birlikte söz konusu ihtimaller Çin’in Türkiye’ye yönelik yaklaşımın olumsuz yönde değişmesiyle sınırlı değildir. Öyle ki başlıca ihtimallerden birisi Türkiye’nin MSP’ye katılımının Ankara’nın son yıllarda kritik minerallerin güvenliğini tesis etmeye yönelik girişimlerini sekteye uğratabilmesidir. Nitekim eldeki son veriler bu yöndeki bir gelişmenin gerçekleşme olasılığının son derece yüksek olduğuna işaret etmektedir. Çünkü Türkiye MSP’ye katılarak kritik mineral güvenliği açısında önemli bir adım atmış gibi görünse de gerçekte durum biraz farklıdır. Bu noktada öncelikle Türkiye’nin MSP’ye katılımını hiçbir şekilde Çin’in Batı’yla dengelenmesi niyeti doğrultusunda bir gelişme olarak görülmemesinin altını çizmek gerekmektedir. Zira kritik mineraller açısından Çin ile MSP ülkeleri arasında ciddi bir uçurumun varlığı söz konusudur.
Öyle ki Çin’in küresel kritik mineral arzındaki payı yüzde 70 iken dünyanın bu alandaki önemli aktörlerinden olan ABD ve Avusturalya gibi MSP üye ülkelerinin payları sırasıyla yüzde 15 ve yüzde 6’dır. Bu bağlamda MSP ülkelerinin halihazırda kritik mineraller konusunda Çin’in çok gerisinde kaldığını söyleyebiliriz. Öyle ki kritik mineraller açısından dünyanın önde gelen MSP üyesi olmayan Güneydoğu Asya ülkelerinden Tayland, Vietnam ve Myanmar’ın toplam arzları yüzde 8’dir. Dolayısıyla kritik mineraller bakımından var olan uçurum sadece MSP ile sınırlı değil iken neredeyse dünyanın geneli için böylesi bir durum söz konusudur. Bu bağlamda Türkiye’nin MSP’ye katılımını bir nevi güçsüz tarafın tercih edilmesi şeklinde yorumlayabiliriz.
Türkiye’nin MSP tercihi kritik minerallerin güvenliği açısından olumsuz bir gelişmeyken, aynı şeyleri bu kapsamda atılan adımlar için de söylemek mümkündür. Zira Türkiye’nin MSP’ye katılması karşısında Çin’in tepkisiz kalmayacağı kesindir. Dolayısıyla Çin’in atacağı muhtemel adımların Türkiye’nin kritik minerallerin güvenliğini sağlamaya yönelik girişimlerini sekteye uğratması muhtemeldir. Nitekim pek etkili bir sonuç ortaya çıkmayacağı beklense de Çin’in Türkiye’yi Dünya Ticaret Örgütü’ne şikâyet etmesini Pekin’in yaşananlara tepkisiz kalmayacağının göstergelerinden birisi olarak ele almak mümkündür. Öyle ki Türkiye’de elektrikli ve hibrit araçlara getirilen vergi ve yeni ek vergiler Çin’in tepkisini çekmesine rağmen Dünya Ticaret Örgütü’ne şikâyetin MSP ile ilişkili gelişmelerle aynı zamana denk gelmesi son derece manidardır.
Tüm bunların ışığında Türkiye’nin bilhassa son dönemdeki kritik minerallerin güvenliğini tesis etmeye yönelik atmış olduğu adımların sekteye uğramasının son derece yüksek ihtimal olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla Türkiye'nin MSP'ye katılımı önemli ekonomik ve jeopolitik kazanımlar sağlama potansiyeline sahiptir, ancak bu fırsatlardan tam olarak yararlanmak için ilişkili zorlukları dikkatlice aşması gerekir.
Türkiye’nin MSP’ye Katılımının Ankara-Pekin İlişkilerine Olası Etkileri
Türkiye'nin MSP’ye katılımı, özellikle kritik mineraller alanındaki yakınlaşma konusunda Çin ile enerji ilişkileri üzerinde birkaç olumsuz etki yaratabilir. Nitekim ABD liderliğindeki MSP, küresel tedarik zincirlerini çeşitlendirmeyi ve özellikle Çin'e olan bağımlılığı azaltmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla Çin, nadir toprak elementleri gibi kritik minerallerin küresel pazarının önemli bir kısmını kontrol ettiğinden, Türkiye’nin bu ortaklığa katılımı, Pekin ile ilişkilerinde gerginliklere yol açabilir.
Bu doğrultuda önemli meselelerden birisi Türkiye'nin MSP ile uyumunun, kritik mineraller sektöründe Çin'e olan bağımlılığı azaltmaya yönelik bir hamle olarak görülmesidir. Nitekim böylesi bir durum, iki ülke arasındaki daha geniş ekonomik ve diplomatik ilişkilerde gerilime neden olabilecektir. Bilindiği üzere Çin, Türkiye’de altyapı, enerji ve teknoloji alanlarında yaptığı yatırımlarla nüfuzunu artırmaktadır. Buna karşılık Türkiye’nin MSP’ye katılımı özellikle elektrikli araç üretimi ve batarya teknolojileri gibi kritik minerallerin önemli olduğu sektörlere yönelik Çin’in gelecekteki yıllarda yapması beklenen yatırımları ve/veya iki taraf arasındaki iş birliklerini riske atabilecektir.
Ayrıca Türkiye’nin MSP’ye katılımı, kritik mineraller pazarında Çin tarafından kendisiyle bir rekabet yaratıldığı şeklinde yorumlanabilir. Zira Türkiye, bor ve krom gibi önemli mineralleri çıkarma, işleme ve ihraç etme kapasitesini geliştirdikçe, Çin'in küresel tedarik zincirindeki baskın konumuna meydan okuyabilecek potansiyele sahiptir. Böylesi bir senaryonun gerçeklemesi durumunda ise iki taraf arasında yaşanacak olası rekabet ise şüphesiz yenilenebilir enerji ve nükleer enerji gibi Çin'in Türkiye için önemli bir ortak olduğu alanlardaki iş birliğini ve karşılıklı faydalarını azaltabilir.
Tüm bunların yanı sıra Çin, Türkiye’nin MSP’ye katılımını Batı ülkeleriyle, özellikle ABD ve AB ile daha geniş bir jeopolitik uyumun parçası olarak algılayabilir ve bu da diplomatik sürtüşmelere yol açabilir. Zira Türkiye halihazırda hem Batı hem de Çin ile ilişkilerini dengeleyen bir dış politika izlemektedir. Ancak MSP’ye katılım dengelemenin ötesinde bir anlam ifade etmektedir. Bu doğrultuda bilhassa Ankara’nın MSP’ye daha derin bir şekilde dahil olması durumunda, Çin'in Türkiye’nin katılımını kendi nüfuzu pahasına Batı çıkarlarına yönelik stratejik bir kayma olarak görmesi nedeniyle bu yaklaşımı karmaşıklaştırabilir.
Bu bağlamda Türkiye'nin MSP'ye katılımı ekonomik ve stratejik faydalar sunsa da özellikle kritik minerallerin hızla önem kazandığı bir ortamda Çin ile ilişkilerine zarar verme riski taşımaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin kritik minerallerin güvenliğini tesis etmek yönündeki birçok girişim ve bu kapsamdaki ikili proje ortaklıkları da büyük risk altındadır. Örneğin CATL’nin batarya yatırımları, iki taraf arasındaki nadir toprak elementlerine ilişkin işbirliği projeleri, Chery ve BYD gibi dünyanın önde gelen Çinli otomobil üreticilerinin Türkiye’de kurmayı planladıkları fabrikalar gibi bir bu süreçte risk altında olan başlıca konulardır.
Sonuç
Türkiye’nin MSP’ye katılımı, özellikle kritik mineraller alanında, Çin ile enerji ilişkilerini önemli ölçüde etkileyebilecek bir gelişmedir. Nitekim en başta küresel tedarik zincirlerini çeşitlendirmeyi ve Çin gibi baskın tedarikçilere olan bağımlılığı azaltmayı amaçlayan bir platforma Türkiye’nin dahil olması iki ülke arasında bir takım gerginliklerin yaşanmasına neden olabilecektir. Zira kritik minerallerin, özellikle nadir toprak elementlerinin çıkarılması ve işlenmesinde küresel lider olan Çin, Türkiye’nin MSP’ye katılımını, kritik mineraller pazarındaki konumuna meydan okuyan Batı liderliğindeki inisiyatiflere yönelik stratejik bir kayma olarak görebilme ihtimali göz ardı edilmemelidir. Bu doğrultuda Türkiye’nin değişim gibi görünen MSP’ye katılımı, özellikle enerji altyapısı, elektrikli araçlar ve yenilenebilir enerji alanlarında, Çin’in Türkiye’deki mevcut ve gelecekteki yatırımlarını olumsuz etkileyebilir. Dolayısıyla elektrikli araçlar için batarya üretimi veya temiz enerji teknolojilerinde iş birliği gibi projeler, algılanan rekabet veya stratejik farklılıklar nedeniyle yeniden değerlendirilebilir ya da gecikebilir. Bu bağlamda Türkiye’nin bilhassa son dönemdeki kritik minerallerin güvenliğini tesis etmeye yönelik atmış olduğu adımların sekteye uğramasının son derece yüksek ihtimal olduğunu söyleyebiliriz.
Sonuç olarak Türkiye, MSP katılımından ekonomik ve jeopolitik kazançlar elde etme potansiyeline sahip olsa da Çin ile enerji ilişkilerindeki olası gerilim göz ardı edilecek bir konu değildir. Dolayısıyla bu karmaşıklıkları yönetmek, Türkiye’nin hem Çin hem de MSP üyeleriyle ilişkilerini dikkatli bir şekilde dengelemesini gerektirecek ve küresel kritik mineral tedarik zincirlerinde yer alırken Pekin ile olan önemli enerji ortaklıklarını riske atmadan bu süreci yürütmesi önem taşıyacaktır. Fakat yine de başta ikili ilişkiler olmak üzere Türkiye’nin bilhassa son dönemdeki kritik minerallerin güvenliğini tesis etmeye yönelik girişimlerinin bu yaşananlardan olumsuz etkilenmemesi gibi bir olasılık söz konusu değildir.