Site İçi Arama

ua-iliskiler

Ukrayna Konusunda Putin Neden Öfkesine Yenik Düşüyor?

Halihazırda yaşanmakta olan “Ukrayna Krizini” bir vekâlet savaşı olarak gören Putin ve çoğu Rus milliyetçisinin gözünden bakıldığında, Ukrayna; tarihi perspektifte Rusya’nın ayrılmaz bir parçası olarak görülmektedir.

Halihazırda yaşanmakta olan “Ukrayna Krizini” bir vekâlet savaşı olarak gören Putin ve çoğu Rus milliyetçisinin gözünden bakıldığında, Ukrayna; tarihi perspektifte Rusya’nın ayrılmaz bir parçası olarak görülmektedir. Rus kültürünün temellerinin 882-1240 yılları arasında bugünkü Kiev’de atılmış olması, özellikle Ukrayna’nın doğusunda yaşayan Rus nüfusun yoğunlukta oluşu; günümüzde Ruslar açısından Ukrayna’nın Rus anavatanı olarak görülmesine neden olmaktadır. Bu gerçekler, Rusların Ukrayna’ya duyduğu ilginin duygusal ve meşrulaştırıcı gerekçesini oluşturmaktadır. Dış politika açısından baktığımızda, konunun can alıcı noktasını, “Ukrayna’yı kaybetmesi halinde Rusya’nın bir daha asla küresel imparatorluk geçmişini yeniden tesis etme şansını bulamayacağı” gerçeği oluşturmaktadır. Bu nedenle, Putin eski dünyanın süper güç politikalarını devam ettirmek istemekte ve “Sovyetleri parçaladınız, yetmedi, şimdi sıra Rusya Federasyonu’na mı geldi?” demekten kendini alamamaktadır.

Rus lideri Putin, geçen hafta basın mensuplarının karşısına çıktığında, toplamda 55 soruya cevap vermiştir. Ukrayna’yı ayrı bir devlet olarak görmediğini, Lenin döneminde idari olarak ayrı bir devlet statüsü tanınan bu ülkenin aslında diğer Rus topraklarından bir farkı olmadığını vurgulamıştır. Ukrayna’nın bir parçası olan Donbas halkının kendi geleceklerini belirleme hakkının olduğunu söyleyen Putin, tıpkı 1991’deki parçalanmada olduğu gibi gerektiğinde Sovyetlerden kopan ülkelerden de (Rusya Federasyonu lehine) kopmalar olabileceğini ima etmiştir.

Gerçekten de Rusların çoğunluğu, Slav kökenli Ukrayna halkını kendileri gibi görmekte, ayrı bir millet gibi davranmalarını garipsemekte ve bu nedenle bu ülkeyi yapay bir devlet olarak gördüklerini ifade etmektedirler. Vladimir Putin; “Ukrayna bir ülke bile değil. Yarısı Doğu Avrupa toprağı, diğer yarısını da biz verdik” demekten çekinmemiştir. Putin’in sarf ettiği bu cümle, aslında Rusların Ukrayna’ya bakış açısını ve günümüzdeki Ukrayna Krizini özetlemektedir.

Bilindiği üzere Soğuk Savaş sonrasında ABD; Sovyetlerin bakiyesi olan Rusya Federasyonu’na kendisiyle uyumlu bir dış politika ve güç çerçevesi çizmeye çalışmıştır. Yeni düzende, 1993’te “ABD-Rusya Federasyonu Stratejik Ortaklığı” çerçevesi oluşturulmuştur. Böylece taraflar birbirlerinin nüfuz alanlarına müdahale etmemeyi prensipte benimsemişlerdir. SSCB sonrası Rusya’nın kesin nüfuz bölgesi haritası çizilmiş ve ABD tarafından kabul edilmiştir. Bir anlamda, kendisi için ayrılan bu nüfuz alanının dışına taşmadığı sürece, artık komünist olmayan Rusya’nın, Amerikan dünya politikası açısından diğer önde gelen Avrupa ülkelerinden “farklı olmayacağı” ve ‘tehdit olarak görülmeyeceği’ kabul edilmiştir. Ruslar, Amerika’nın küresel hegemonyasını tanırken, Amerikalılar da Rusya’yı kendi eski birimlerinden oluşan bir dünya parçası üzerindeki Rus potansiyel hegemonyasını tanıdıklarını ilan etmişlerdir.

Kendisine bırakılan bu “küçük” oynama alanında Rusya; Şubat 1993’te “yakın çevre doktrinini” ilan etmiştir. Bu doktrini 2000 yılında miras alan Putin; Avrasya hakimiyeti, Rus milliyetçiliği ve imparatorluk stratejisinin dayanak noktası olarak gördüğü “yakın çevre doktrini” ile eski Sovyet topraklarının Rusya için yaşamsal çıkar alanı olduğu iddiasına sıkıca sarılmayı gerekli görmüştür. Putin politikalarıyla birlikte her geçen yıl yeniden güç kazanan Moskova; yakın çevresindeki gelişmelerden uzak duramayacağını ve Rusya toprakları dışında kalan on milyonlara varan Rus vatandaşlarının haklarını koruyacağını her ortamda gündeme getirmeyi öncelikli bir politikası haline dönüştürmüştür.

2004 yılına gelindiğinde Rusya-ABD ilişkileri daha az işbirliği, daha fazla rekabet boyutuna girmeye başlamıştır. Bu yeni rekabetin coğrafyası olarak Gürcistan ve Ukrayna taraflar arasında zımni olarak belirlenmiştir. Ukrayna özelinde, ABD-Rusya çekişmesinin bir sonucu olarak, Rus siyasetçiler Batı yanlısı kadroların iktidara gelmesi halinde, Ukrayna’nın AB ve NATO’ya üyeliklerinde önemli yol kat edeceğini ve Rusya’nın, Ukrayna ile olan ilişkilerinin bozulacağını öngörmüşlerdir. Bunu önlemek için 2004 seçimlerinde Rus yanlısı Yanukoviç Moskova tarafından açık bir şekilde desteklenmiştir. Bununla birlikte, Amerika destekli olduğu iddia edilen Turuncu Devrim sonrasında Yuşçenko’nun devlet başkanı olması; Ukrayna-Rusya ilişkisini olumsuz etkilemiştir. Buna rağmen Rusya, enerji kartını kullanmak suretiyle Ukrayna’yı kısmen kendi çizgisinde tutmayı o dönemde başarmıştır.

Bu bağlamda Putin, güçlü bir Rusya’nın yeniden inşa edilebilmesi için “enerji güvenliği” kartını oynamayı stratejisinin esas unsuru haline getirmiştir. Putin, “Rus boru hatları nereye giderse, Rus gücünün oraya erişebileceği” düşüncesiyle hareket etmeyi kendisine ilke edinmiştir. Günümüzde Kuzey Akım-2 projesinde bile Moskova’nın bu yaklaşımı açık bir şekilde görülmektedir.

Ukrayna; enerji nakil hatları başta olmak üzere Rusya’yı her yönüyle Avrupa’ya bağlayan, Rusya açısından jeopolitik önemi büyük olan kilit bir ülkedir. Bu ülkenin kendi nüfuz alanının dışına çıkmasına müsaade etmeyen Rusya; “enerji kartını” kullanarak Ukrayna üzerindeki nüfuzunu koruma yaklaşımından taviz vermek istememektedir. Enerji kartı yanında, Kırım başta olmak üzere Ukrayna’nın doğu ve güneydoğu bölgelerinde yaşayan ve genel nüfus içinde %24’e ulaşan Rus varlığı, Rusya’nın Ukrayna iç işlerine müdahale etme ve gerektiğinde bu ülkenin politikalarında nüfuzunu genişletme imkânı vermiştir.

Anlaşıldığı kadarıyla, 1993 yılındaki Rus-Amerikan hegemon-alt hegemon nüfuz alanları paylaşımı günümüzde Putin için yeterli gelmemektedir. Rus doğal yaşam alanını kontrol altına aldığını düşünen Putin; NATO ve AB ile Rusya arasında Ukrayna’yı tampon bölge statüsünde tutmak için gayret göstermektedir. Şubat 2014’te Rus yanlısı Yanukoviç hükümetinin düşmesi ve sonrasında yeni kurulacak hükümetin Batı yanlısı olacağına dair kuvvetli işarların ortaya çıkması üzerine, Putin; dolaylı sert güç politikalarına yönelmek suretiyle duruma el koymayı gerekli görmüştür. Ukrayna’daki gelişmeleri en başından itibaren meşru bir hükümete yönelik organize bir eylem olarak gören ve süreci bir meydan darbesi olarak değerlendiren Rusya, Ukrayna’ya yönelik kendi “cezalandırıcı yöntemini” devreye sokma zamanının geldiğini düşünmüştür.

Bu arada Rusya, 2013 yılı sonlarında başlayan Meydan Protestolarının Rus destekli meşru hükümete karşı düzenlenen eylemlerin arkasında hep Batı’nın olduğuna inanmıştır. Krizin tetikleyicisi olarak Washington-Brüksel eksenini görmüştür. Amerikan Kiev Elçiliği tarafından meydan protestolarının yönetildiği Moskova tarafından iddia edilmiştir. Son tahlilde Rusya, Kiev’deki meşru devlet başkanının görevinden uzaklaştırılmasını, Rus çıkarlarına vurulmuş bir darbe olarak nitelendirmiştir.

Öte yandan Putin, Ukrayna’da Rus yanlısı bir hükümeti tekrar başa getirmenin zorluğunu yakinen görmüş ve böylece ‘ekonomik güç’ yerine ‘askeri gücü’ devreye sokmuştur. Putin birinci aşamada Kırım’ı ilhak etmiştir. Böylece bu yarımadayı almak suretiyle Rus donanma üssünün kendisinde kalmasını garanti altına almış ve Akdeniz’e inmek için ihtiyaç duyduğu başlangıç noktasını ele geçirmiştir. Yapılan bu askeri operasyon ile Kiev üzerindeki baskısını daha da artırmıştır. Amerikan desteğini arkasına alan Kiev’in ülkenin geri kalanı için askeri mücadeleye devam edeceğini açıklaması üzerine, Putin Ukrayna’ya yönelik politikasında ikinci aşamaya geçmiştir. Bu kapsamda, Donetsk ve Luhansk Oblastlarındaki Rus yanlılarını örtülü askeri yardımlarla desteklemeye başlamış ve bu iki bölgeye Ukrayna hükümet güçlerinin girmesine engel olmak maksadıyla Rus askeri gücünü bölgeye yığmıştır.

Rusya, Ukrayna’da kontrolü tekrar tesis etmeyi ve eski emperyal güç statüsünü yeniden kazanmayı ummaktadır. Ukrayna’nın NATO üyesi olma ve hatta AB üyeliğine kabul edilme olasılıklarını tamamen Ukrayna siyasetinin gündemi dışına çıkarmak, Moskova açısından hayati önemde görülmeye başlanmıştır. Rusya Ukrayna üzerindeki nüfuzunu kaybederse, Avrupa’dan dışlanacağını ve Asya ölçeğinde bir bölgesel güç durumuna indirgeneceğini hesaplamaktadır.

Bundan da ötesi, Ukrayna, bir model olarak mevcut Rusya yönetim modelinin alternatifi olarak görüldüğü için “Ukrayna’nın yükselmesine” izin verilmemesi Moskova için öncelikli olmuştur. İstikrarlı, bağımsız, demokratik ve ekonomisi gelişmiş bir Ukrayna modelinin karşısında, güdümlü demokrasi ile yönetilen otoriter devlet kapitalizminin uygulayıcısı Putin Rusya’sının ayakta kalmasının sıkıntılı hale gelebileceği değerlendirilmektedir.

Ukrayna sınırında Donbas bölgesine yaptığı yığınaklanma ile Amerikan politikalarını etkilemeye çalışan Putin, aslında savaş istemediğini açık bir şekilde son basın toplantısında tekrarlamıştır. Dolaylı olarak Amerika’yı suçlayan Putin, Rus yaşam alanına füzelerini konuşlandıran ABD’yi durdurabilmek için Ukrayna Krizi’ni bir pazarlık unsuru olarak kullanmak istediğini ima etmiştir. NATO tarafından yapılan açıklamalara göre Amerikan ve Rus görüşmeleri, Rusların 8 Aralık’taki Biden-Putin görüşmesi sonrasında Amerikan tarafına ilettikleri “talepler” doğrultusunda 12 Ocak 2022 tarihinde gerçekleştirilecektir. ABD söz konusu Rus isteklerinin hepsine “hayır” demek yerine Ukrayna Krizine diplomasi alanında çözüm getirilmesini ve sınırdaki Rus varlığının bu esnada makul bir seviyeye indirilmesini ummaktadır. Tecrübeli dış siyasetçi Lavrov yönetimindeki Rus diplomasisi, geleneksel güce dayalı çıkarlarına en yakın sonuca ulaşma stratejisine yönelmiş bulunmaktadır.

Taraflar arasında kazan-kazan bir çözüm olasılığı ufukta gözükmüştür. Ancak, Rus isteklerine rağmen, “Ukrayna NATO’ya üye yapılmayacaktır” yaklaşımının NATO tarafında kabul görmediğine dair söylemler, son günlerde Batı dünyasına hâkim olmaya başlamıştır. Muhtemelen bunun etkisiyle olacak, Amerikan tarafını masaya oturtmayı başaran Putin’in son günlerdeki kendini kontrol edemeyen, öfke dolu Amerikan karşıtı çıkışları, bir şeylerin istediği gibi gitmediğinin de göstergesi olarak okunabilir.

Dr. Hüseyin FAZLA
Dr. Hüseyin FAZLA
Tüm Makaleler

  • 28.12.2021
  • Süre : 5 dk
  • 1323 kez okundu

Google Ads