Site İçi Arama

ua-iliskiler

Washintgon-Moskova arasındaki Kiev pazarlığı nedir?

Putin, Rus gemisinin kaptan köşkünde oturan kudretli bir lider edasıyla, şu anda dünyayı büyük bir savaş ihtimaliyle tehdit ediyor.

Putin, Rus gemisinin kaptan köşkünde oturan kudretli bir lider edasıyla, şu anda dünyayı büyük bir savaş ihtimaliyle tehdit ediyor. Bazı kaynaklara göre Ukrayna sınırına 94.000-110.000 arasında değişen rakamlarda yığdığı Rus askeriyle, dünyanın gözü önünde Moskova “gövde gösterisi” yapıyor. Emperyal Rus emellerinden vaz geçmeyen Rusya, küçülen nüfusuna rağmen devasa topraklarını genişletmekten başka bir şey düşünemiyor. Rus yığınaklanmasının dayandırıldığı gerekçeler: NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ve özellikle Ukrayna’nın NATO vasıtasıyla Batı trenine binmesinin engellenmesidir. Bu minvalde, askeri gücünü bir tehdit olarak kullanan Putin, NATO’ya karşı güç diplomasisini başlatmıştır. 10 gün önce gerçekleşen Biden-Putin görüşmesi sonrasında, karar verildiği üzere, teknik heyetler arasındaki çözüm odaklı görüşmeler devam etmektedir.

Rusya; NATO’nun doğuya doğru, kendi sınırları istikametinde genişlemesine ezelden sıcak bakmamıştır. Bu konuda doğal olarak hep endişeli olmuştur. Moskova, 1991 sonrası ittifakın eski Demir Perde’nin ötesine genişlemesinden hep şikâyet etmiştir. NATO-Rusya Danışma Platformunun işlevini devam ettirdiği 2021 Ekim ayı başına kadar ediyor bu konudaki hassasiyetlerini NATO ülkelerine de iletmiş ve belirli ölçüde İttifak’tan kendi politikalarına karşı anlayış beklemiştir.

Öte yandan, realist paradigma şüphesiz Rusların isteklerine veya beklentilerine göre bir tasarıma sahip değildir. Putin’in Rusya’nın jeopolitik arka bahçesi olarak gördüğü Doğu Avrupa’ya ve bilhassa Ukrayna’ya NATO’nun “izinsiz” girmesinden şikayetçi olması ve bunu önlemek için güç kullanmaktan çekinmeyeceğini ifade etmesi, gerginliği artıran bir faktör olmakla birlikte, günümüzde “güç kapasitesi azalan Rusya’nın güçlü liderlik sergilemesinden” öte bir gerçeklik sunmamaktadır.

Ukrayna’nın bağımsızlığına karşı sekiz yıllık savaşının bir parçası olarak bu ülkeyi demokratik dünyadan izole etmek amacıyla yapay bir kriz üreten Moskova, sürekli NATO genişlemesi sorununu bahane olarak kullanmaktadır. Ukrayna, Putin’in saltanatının büyük bölümünde Rusya ile Batı arasındaki bozulan ilişkilerin merkezinde yer alan bir ülke olarak Moskova tarafından öne sürülmüş ve bu ülkenin Batı’yla ilişkileri hep kontrol altında tutulmak istenmiştir. Bunun bir sonucu olarak, Ukrayna gerçek manada Rusya’dan kopamamıştır.

Putin’in isteği, tüm Ukrayna’nın ve bu ülkeyle birlikte batısındaki Moldova ve Belarus’un kendisine tabi kalan, vesayet altında Ruslar tarafından yönetilen ülkeler olmasıdır. Kısaca, bu ülkelerin Rus nüfuz bölgesi olarak kalmalarını garanti etmek, Rusya’nın ana politik eylem alanı olmuştur.

Kiev’in Moskova’nın aksi istikametinde bir stratejik yönelişi kendisine rehber edinmesi, Deli Petro’dan günümüze süren Rus emellerinin bütünlüğüne ve Rus emperyal kimliğine zarar veren bir unsur olarak görülmektedir. 2014 yılında Kırım uğruna neredeyse Karadeniz’in yarısını yakan Rusya, Ukrayna uğruna tüm Doğu Avrupa’yı ve Karadeniz’in tamamını yakmaya hazır olabilir mi?

Belki.. Zira, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü koruyarak Batı’ya entegrasyonu, esasen nüfusu gittikçe azalan Rusya’nın daha da küçülmesine yol açabilecek iç dinamikleri tetikleyebilir korkusu Moskova’da hakimdir. SSCB’nin dağılmasına engel olamayan Ruslar, Ukrayna’nın tamamen kopması halinde Belarus ve Moldova’yı, daha sonrasında Kafkasları ve Türkistan’ı da kaybetme korkusunu taşımaktadır. Belki de bu nedenle, Putin, Temmuz 20021’de, Ukrayna devletinin tarihsel meşruiyetini açıkça sorgulamış ve Rusların ve Ukraynalıların “tek halk” olduğu konusunda ısrarcı olmuştur. Bu uğurda yaklaşık 7000 kelimelik bir makale yayınlamayı bile gerekli gören Putin, bu makalede kendi kırmızı çizgilerini ifade etmiştir.

Rus revizyonist politikalarına öncülük eden Kremlin lideri, “Ukrayna’nın gerçek egemenliğinin ancak Rusya ile ortaklaşa mümkün olduğuna eminim” ifadesiyle kesin yargısını ve beklentisini ortaya koymuştur. Putin, Sovyetler Birliği’nin çöküşünü “tarihi Rusya’nın dağılması” ve yirminci yüzyılın “en büyük jeopolitik felaketi” olarak tanımlamıştır. Bunun son durağı olarak gördüğü şey, Rusya’dan kopan tam bağımsız bir Ukrayna’nın ortaya çıkmasıdır. Üç yüz yılı aşkın Rus egemenliğinin ardından Putin, Ukrayna’yı kaybeden adam olarak tarih kitaplarına yer almamak için uğraş veriyor. Putin, tüm mirasının artık bu eğilimi tersine çevirme yeteneğine bağlı olduğunun acı bir şekilde farkına varmıştır. Ukrayna’yı Kremlin yörüngesine döndürme tarihi misyonunu başaramazsa, gelecek nesiller Putin’i başarısız bir lider olarak anmak durumunda kalacaktır. Putin, birçok nedenle birlikte, Kiev’in kopup gitmesine bu yüzden izin vermek istemiyor ve bunu kabullenmeye hazır olmadığını Ukrayna ile ilgili tüm konuşmalarında hissettirmeye devam ediyor.

Eğer Ukrayna Moskova’nın ekseninden ayrılmayı başarabilirse, Rusya’nın dağılma süreci kaldığı yerden devam edecek ve muhtemelen Rus coğrafyasının daha da küçülmesiyle sonuçlanacaktır. Çünkü, eski Sovyet coğrafyasında Moskova’nın antitezi olabilecek tek güç ve çekim merkezi, tarihi Rusya’nın da kurulduğu Kiev’dir. Putin, bu ülkenin Avrupa yönündeki seçimini Batı’nın Rusya’yı istikrarsızlaştırma ve parçalama planının bir parçası olarak görmektedir. Daha da kötüsü, Ukrayna demokrasisi olgunlaştıkça ve güçlendikçe, bunun kaçınılmaz olarak Rusya’nın kendi içinde de benzer değişim taleplerine ilham vereceğini ve kendi otoriter rejimine karşı büyüyen bir tehdit olarak hizmet edebileceğini düşünen Putin; ne pahasına olursa olsun, Kiev’e engel olmaya ve aynı zamanda Biden liderliğindeki Batı dünyasını “güç politikalarıyla” geri adım atmaları gerektiğine ikna etmeye gayret göstermektedir.

Bu bağlamda Ukrayna hayati derecede önemli görülen bir konumda bulunmaktadır. Putin, son dönemde Ukrayna’nın NATO’ya asla katılmayacağına dair Batı dünyasından garantiler elde etmeye çalışmıştır. Bunun için ısrarlı bir şekilde birtakım taleplerini Batı dünyasına iletmiştir. Kremlin, bu talepler karşılanmazsa, Rusya’nın “askeri kartını” kullanmaya hazır olduğunu ifade etmekten çekinmemektedir.

Dışardan bakıldığında Moskova'nın ültimatomlarının aciliyeti, Ukrayna'nın NATO üyeliğinin eşiğinde olduğunu gösteriyor. Oysa, Rusya ile bu kadar sorunu olan, çatışmanın eşiğine gelen bir ülkeyi, NATO’nun üyeliğe kabul etmesi 72 yıllık NATO kültürüne göre neredeyse imkânsız bir şeydir, hakikatin ötesinde bir iddia olarak görülmelidir. NATO üyeleri Ukrayna'nın NATO Üyelik Eylem Planı için bile henüz gereken adımları atmaya yanaşmamaktadırlar ve bu ülkenin çağrılarını görmezden gelmektedirler.

Esasında, Ukrayna’nın NATO'ya katılmaya en yakın olduğu dönem, üyeliğe ilişkin belirsiz ve büyük ölçüde sembolik bir taahhütte bulunulan 2008 Bükreş zirve dönemi olmuştur. Bu taahhüt, müteakip birçok vesileyle tekrarlanmış olsa da bu üyelik gerçekleşememiştir. NATO’nun da bu üyeliğe onay vermeye pek istekli olmadığı söylenebilir. Bunun nedeni, Ukrayna’dan ziyade Rus tehdidinin açık varlığı ve Rusya-Ukrayna sınır gerginliğidir. Dolayısıyla, NATO tüm potansiyel üyelerine yaptığı şekilde Ukrayna’ya da mavi boncuk dağıtmış ve bu ülkeyi belirsiz bir tarihe kadar üyelik için bekleme listesine almıştır.

Hakikatte, 2014’ten günümüze, Rusya’nın Ukrayna’dan toprak ilhakı sonucunda, bu iki ülke arasında birbirlerine karşı ilan edilmemiş bir savaş süregelmektedir. Moskova o dönemde ülkenin yaklaşık %7’sini işgal etmeyi başarırmış olmasına rağmen, Ukrayna'nın geri kalanında Rus etkisi tarihte eşi görülmemiş en düşük seviyelere inmiştir. Birbirini izleyen Kiev hükümetleri, ülkeyi daha fazla Avrupa-Atlantik entegrasyonu yolunda tutmaya devam etmiş ve Kiev’deki Rus yanlısı siyasi partiler marjinal hale gelmiştir. Üstelik, yüzyıllardır, birlikte aynı yönetim altında yaşayan Rus ve Ukrayna halkları, bugün, biraz da Batı’nın manipülatif politikalarının ve gayretlerinin bir sonucu olarak, birbirlerini düşman olarak gören iki ayrı kampa ayrılmış durumdadır.

Kuşkusuz, 2014 Kırım işgali ve mevcut Donbas bağlamındaki gerilimli yıllar, NATO’nun doğu Avrupa kanadında, eski Varşova üyesi ülkeler bağlamında anlaşılır bir alarma yol açmıştır. Ukrayna’yı tehdit etmesi ve eğer bu ülkeyi tamamen topraklarına katarsa, Rusların sonraki hedeflerinin kendi ülkeleri olabileceği ihtimali, bu ülkelerin yöneticilerine, İkinci Dünya Savaşı sonrasını hatırlatan bir “dejavu” olarak korkutucu gelmektedir.

Bu arada, Estonya, Letonya ve Litvanya da Moskova’ya coğrafi olarak Ukrayna kadar yakın bir mesafeye sahip ülkelerdir. Bu ülkelerin 2004’ten beri NATO üyesi oldukları göz önüne alındığında, Putin’in Ukrayna’nın NATO’ya üyelik ihtimaline neden bu kadar soğuk baktığının rasyonel bir gerekçesi bir bakıma bulunmamaktadır.

Öte yandan NATO’nun Ukrayna’ya yönelik üyelik sürecindeki aşırı temkinli yaklaşımı, Ukrayna için devam eden Rus tehdidine karşı güvenlik arayışında olan Ukrayna’nın NATO’nun kapısını umutsuzca çalmasının asıl nedeni olarak karşımızda duruyor.

Bu durum aslında bize, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşından hemen sonra Rusların pervasız taleplerine ve tehditlerine maruz kaldığı dönemi hatırlatıyor. 18 Şubat 1952 tarihinde NATO üyeliğine kabul edilinceye kadar Türkiye’nin Amerikan ve İngiliz yönetimlerinin hükümet koridorlarında kendisine Ruslara karşı güvence arayışları herhalde hiç de kolay olmamıştır. Amerikan liderliğindeki Batı’nın kendi öz değerleri ve çıkarları söz konusu olmadığı müddetçe, Türkiye gibi bir ülkeyi kendi arasına alması söz konusu bile olamazdı. Tıpkı Avrupa Birliğine almadıkları gibi…

Bugün, en azından Dinyeper nehrinin batısında yaşayan Ukrayna nüfusu tamamen Batı kültürüne entegre Katolik kesim olarak NATO’nun ve Avrupa’nın hakikaten bir parçası olmak istiyorlar. Bu nehrin doğusunda kalan çoğunluğu Slav kökenli Ukraynalılar ise Ortodoks inançları ve Ruslara yakın kültürleriyle Putin’e göz kırpmaktadırlar. İlk göz kırpma 18 Mart 2014 tarihinde Kırım’da gerçekmiş, %70’i Slav olan Kırım’ın Rusya’ya katılması bir oldu-bittiye getirilmiştir. Aynı durum şimdilerde Donbas için yapılmaya çalışılmaktadır.

Bir coğrafyada çoğunluğa sahip etnik köken, plebisit ihtiyacı dahi söz konusu edilmeden, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde de facto güç politikalarıyla çoğunlukl söylemiyle toprak işgal edilmesini “kabul edilebilir” görmek, dünyanın başka bölgelerindeki benzer coğrafyalar için de “güç” odaklı çözümlere davetiye çıkarmak anlamına gelmektedir. Bu yaklaşım, Kıbrıs’ın nüfusunun çoğunluğu Rum diye bir anlayıştan yola çıkarak, “tüm Kıbrıs Rumlara aittir” demekle eşdeğer bir durumdur.

Sonuç olarak, Rusya geçen hafta yaptığı açıklamada, NATO'nun Batı ile müzakere etmek istediği güvenlik garantilerinin bir parçası olarak Doğu Avrupa ve Ukrayna’daki askeri faaliyetlerinden vazgeçeceğine dair yasal olarak bağlayıcı bir garanti istediğini deklare etmiştir. Moskova, Avrupa’daki mevcut tansiyonu düşürmek ve krizi yatıştırmak için öne sürdüğü taleplerini ilk kez açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu arada Rusya, Ukrayna’ya yönelik işgal planları olduğuna dair iddiaları da yalanlamıştır. Rus talebi, Ukrayna’nın gelecekte bir gün NATO üyesi olabilmesini Rus iznine tabi kılmak (veto yetkisini elinde tutmak) yönündedir.

Diğer talepleri ise, ABD nükleer silahlarının Avrupa’dan kaldırılmasını ve NATO hazırlık eylem planı kapsamında 2016’dan itibaren konuşlanmaya başlayan çok uluslu NATO taburlarının Polonya ve Baltık ülkeleri topraklarının dışına çıkarılmasıdır.

Moskova'nın taleplerini sunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergei Ryabkov, Rusya ve Batı’nın ilişkileri yeniden inşa etmeye temiz bir sayfadan başlaması gerektiğini söyleyerek, “ABD ve NATO'nun son yıllarda güvenlik durumunu agresif bir şekilde tırmandırmak için izlediği çizgi kesinlikle kabul edilemez ve son derece tehlikelidir. Rusya, mevcut gerginliğe daha fazla katlanmak durumunda değildir. Washington, Rus taleplerine süratle yapıcı bir yanıt bulmalıdır. Rusya, olası bir mekân olarak Cenevre’de en kısa zamanda başlatılacak görüşmelere hazırdır.” İfadesiyle, topu Amerikan tarafına atmıştır.

Rus taleplerinin nihai anlamı; NATO şapkası altında Batı dünyasının, Ukrayna, Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Orta Asya’daki askeri faaliyetlerini askıya alması, esasında bu bölgelerde tesis etmeye çalıştığı nüfuz politikalarından vazgeçmesi demektir.

Rusya-ABD-NATO üçgeninde sıcak günler yaşanacağı kesin ancak Ukrayna’nın geleceğinin ne denli bu görüşmelerin sonucundan etkileneceği henüz belli değildir.

Garip olan durum, Washington’un bu talepleri tartışmayı hazır olduğunu ima eden açıklamalarıdır. Önümüzdeki hafta içinde, Washington’un Ruslarla yapacakları görüşmenin formatı hakkında somut bir yanıt vereceğine dair açıklama Beyaz Saray’ın basın sekreteri Jen Psaki tarafından yapılmıştır. Bununla birlikte, bu açıklamada “Bütün ülkelerin kendi geleceklerine ve dış politikalarına dış müdahale olmaksızın karar verme hakkı da dahil olmak üzere, Avrupa güvenliğinin inşa edildiği temel ilkelerden ödün vermeyeceğiz” ifadesi yer almıştır.

Bu arada Polonya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lukasz Jasina, “Rusya NATO üyesi değil ve NATO ile ilgili konularda karar veremez” diyerek, Polonya’nın resmi duruşunu ortaya koymuştur. Kiev ise kendilerinin “münhasır egemenlik hakkına” sahip olduklarını ifade etmiş ve Ukrayna üyeliği sorunu da dahil olmak üzere NATO-Ukrayna ilişkisinin sadece bu iki tarafı ilgilendirebileceğini söylemiştir.

Ukrayna üzerindeki Rus sis perdesi önümüzdeki günlerde dağılmayacağı benziyor. Anlaşılan, kış geçmeden Moskova, askerlerini kriz bölgesinden çekmeyecek ve zorlu kış şartlarında askerlerin Ukrayna sınır nöbetini devam ettirecektir…

Dr. Hüseyin FAZLA
Dr. Hüseyin FAZLA
Tüm Makaleler

  • 18.12.2021
  • Süre : 7 dk
  • 897 kez okundu

Google Ads