Yunan İddialarına Karşı Türkiye'nin Cevapları: Bölüm-8
Taraflar arasındaki uyuşmazlık esas olarak iki ayrı niteliktedir. Bunlar, kıta sahanlığının sınırlandırılmasının özüne ilişkin uyuşmazlık ve bu uyuşmazlığın hangi metotla çözüleceğine ilişkin uyuşmazlıktır.
Kıta Sahanlığı Sorunu
Kıta sahanlığı ilk defa 1945 yılında ABD Başkanı Truman’ın bir bildirisiyle ortaya çıkmıştır ve neredeyse tüm ülkeler tarafından anında benimsenmiştir. İlkesel olarak, denize kıyısı olan her devlet, kıta sahanlığına sahiptir.
Coğrafi olarak kıta sahanlığı kavramı kıyı devletinin kara ülkesinin denizin altında süren doğal uzantısı olarak tanımlanmaktadır.
Hukuki anlamda kıta sahanlığı, kıyı devletinin, karasularının ötesinde fakat kıyıya bitişik sualtı alanlarının deniz yatağı ve toprak altındaki cansız kaynaklarını araştırma ve işletme konusunda münhasır egemenlik haklarına sahip olduğu deniz alanına verilen isimdir. Kıyı devleti buradaki hakları, “ilana gerek olmaksızın” fiilen ve başlangıçtan itibaren kullanır. Kıta sahanlığının genişliği normal olarak 200 mildir.
1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesine göre kıyıları karşı karşıya ve yan yana olan devletlere ait kıta sahanlığının sınırlanması meselesinde, karasularının sınırlandırılmasına benzer hususlar kabul edilmiştir.
Türkiye, 1702 sayılı Petrol Reformu Kanunu çerçevesinde kıta sahanlığı uygulamalarını yapmakla birlikte, bu kanunda kıta sahanlığı sınırlarının nereye kadar uzandığı yer almamaktadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık esas olarak iki ayrı niteliktedir. Bunlar, kıta sahanlığının sınırlandırılmasının özüne ilişkin uyuşmazlık ve bu uyuşmazlığın hangi metotla çözüleceğine ilişkin uyuşmazlıktır.
Yunanistan’ın İddiası:
Yunanistan, Ege Denizinde 1961 yılında petrol arama çalışmalarını başlatmıştır. 1968-1972 yılları arasında çok uluslu şirketlere Ege’nin neredeyse tamamında araştırma ve işletme ruhsatları vermiştir. 1972 yılında Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesine (1958 tarihli) dayanarak, “kıta sahanlığının belirlendiği petrol kanunu”nu çıkarmış ve bu kapsamda adaların da kıta sahanlığı olduğunu iddia etmiştir. Yunanistan, kendisine ait olan Ege Denizi’ndeki en doğudaki adalar ile Türk ana kıtası arasında “eşit uzaklık” ilkesi doğrultusunda kıta sahanlığının iki ülke için sınırlandırılması gerektiğini savunmaktadır. Kısacası, “Ege’de Türkiye’nin neredeyse kıta sahanlığı hakkı bulunmamaktadır!” görüşünü dikte ettirme gayreti içindedir.
İddiaların Geçersizliği
Türkiye; iki devletin ana kıtasının (adı üzerinde) kıta sahanlığı olduğunu, adaların kıta sahanlığı olamayacağını, Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı sınırının Ege Denizi’nde hakkaniyetle belirlenecek ortay hattan geçtiğini savunmaktadır.
Türkiye’nin bu politikasına rağmen Yunanistan, 1973 yılında Taşoz Adası civarında petrol bulunma olasılığının artması üzerine, “adaların kıta sahanlığı olması gerekir” tezini birincil sorun haline getirmiş ve böylece Türk-Yunan kıta sahanlığı sorunu alevlenmiştir.
Türkiye, kendi tezinin bir gereği olarak, 18 Ekim 1973 tarihinde ortay hattın doğusunda kalan 27 noktada Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına (TPAO) arama ruhsatı vermiştir. Yunanistan, 7 Şubat 1974 tarihinde bir nota ile bunu kabul etmediğini bildirmiş ve Türkiye’ye protesto etmiştir. Türkiye bu notayı 27 Şubat’ta cevaplamış, Türkiye’nin Uluslararası Adalet Divanının 1969 yılındaki kararının esas alındığı ve ‘doğal uzantı’ ilkesine dayanıldığını Yunanistan’a iletmiştir.
Taraflar arasında kıta sahanlığına çözüm bulunamaması üzerine, NATO’nun da devreye girmesiyle karşılıklı görüşmeler yapılmıştır. Bu arada Yunanistan, BM Uluslararası Adalet Divanına başvurmuştur. Bu arada Güvenlik Konseyi, 24 Ağustos 1976 tarihli 395 sayılı kararında, Türkiye ve Yunanistan’dan birbirlerinin uluslararası hak ve yükümlülüklerine saygı göstermelerini ve mevcut gerginliği azaltmak için ellerinden gelen çabayı sarf etmelerini istemiştir.
Neticede, Türkiye ve Yunanistan arasında 11 Kasım 1976 tarihinde imzalanan Bern Antlaşmasını müteakip, taraflar Ege Denizi’nde kıta sahanlığına ilişkin her türlü girişim ve eylemlerden kaçınmaya karar vermişlerdir.
Divan ise, 19 Aralık 1978 tarihinde Yunanistan’ın tek yanlı başvurusu üzerine açılan Ege Denizi Kıta Sahanlığının sınırlandırılmasına ilişkin davada, Brüksel Bildirisiyle, kendini yargılama yetkisine sahip görmediğini bildirmiş, yargılamayı 2 aleyhte oya karşı 12 oyla reddetmiştir. Dolayısıyla, konunun çözümü iki devlet arasında yapılması gereken görüşmelere bırakılmıştır.
Yunanistan’ın savunduğu “eşit uzaklık” ilkesini uygulamak Türkiye’nin aleyhinedir. Kaldı ki benzer durumda olan Fransa ve İngiltere arasındaki uyuşmazlık konusunda, Hakem Mahkemesi, 1977 yılında, Manş Denizinde, Fransa’ya çok yakın bir noktada bulunan İngiltere’ye ait Anglo-Normand adalarının kıta sahanlığı olamayacağına (İngiliz tezinin aksine) ve Fransa’nın tezinin (hakkaniyet esaslı ana kıtalar esas alınarak bölüşme) geçerli olduğuna hükmetmiş, böylece orta hat uygulaması esas alınmıştır. Aynı durum Türk-Yunan kıyıları referans alınması halinde, Ege’deki kıta sahanlığı sorununun Türkiye lehine çözülmesini doğurmaktadır.
Libya-Tunus arasındaki benzer sorunda ise mahkeme, adalara kısmî hak tanımıştır. Bu da Türkiye’nin kısmen aleyhine bir durum ortaya çıkarmaktadır.
Neticede zaman zaman ısınan bu sorun, şimdilik buzdolabında beklemektedir. Mevcut statüko veya çözümsüzlük belki de tek ‘çözüm’ olarak bundan böyle devam edecektir.
Sonuç:
Kıta sahanlığı kıyı ülkeleri için doğal haktır, Münhasır Ekonomik Bölge’den farklıdır, ilan edilmeksizin doğal bir hak olarak kıyı devleti tarafından kullanılır.
Türkiye, bugüne kadar, Ege’nin jeomorfolojik yapısı ve uluslararası mahkeme kararlarına uygun olarak Ege kıta ayrımına istinaden Ege’nin neredeyse ortasından geçen 25 derece Doğu Boylamının doğusundaki kıta sahanlığı haklarını savunagelmiştir. Türkiye, konunun hakkaniyet ilkesi çerçevesinde karşılıklı görüşmeler neticesinde doğal uzantı ilkesi doğrultusunda çözülmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu kapsamda Ege Denizi’nin yarı kapalı bir deniz olduğunu, özel durum oluşturduğu iddia etmektedir.
Öte yandan, bugüne kadar çözüme kavuşturulamamış bu sorun, Türkiye ile AB ilişkisine de yansıtılmıştır. 17 Aralık 2004 tarihli AB Zirvesi Sonuç Bildirgesinde ve 3 Ekim 2005 tarihli Müzakere Çerçeve Belgesinde (madde 6) söz konusu uyuşmazlığın çözümü Türkiye’nin tam üyeliğinin gerçekleşebilmesinin önünde bir engel, bir ön şart haline getirilmiştir.
Sonuç olarak, Yunanistan konuyu uluslararası forumlara götürmeyi, çözümü oradaki görüşmeler neticesinde elde etmeyi benimsemiştir. Türkiye ise, ikili karşılıklı görüşmelerle bir anlaşmaya varılmasının esas olması gerektiğini ileri sürmektedir. Ayrıca Türkiye, Lozan dengesinin geçerli olduğuna, bu kapsamda Ege Denizi’nin kıta sahanlığı dahil iki devlet tarafından eşit kullanımının önemli olduğuna vurgu yapmaktadır.