Site İçi Arama

ua-iliskiler

Yunanistan ve Türkiye Arasında Karasuları Neden Durulmuyor?

Lozan yönüyle, karasuları zaten en fazla teamül olarak 3 mildir. Lozan Antlaşması’nda karasularının 3 mil olduğuna dair bir kayıt olmadığı gibi sadece “Sahillerinden itibaren 3 mile kadar olan alan içinde kalan adalar Türkiye’nindir” ifadesine yer verilmiştir.

Birleşmiş Milletler Deniz Konvansiyonu:

31 Mayıs 1995 tarihinde Yunanistan’ın 1982 BM Deniz Konvansiyonunu imzalaması sonrasında (Yunanistan karasularını 6 milden 12 mile çıkarma hakkı olduğunu iddiası için kullanmak maksadıyla, Türkiye’nin imzacı olmadığı bu konvansiyona Yunanistan özellikle imza atmıştır.) iki ülke arasındaki gerginlik o yıllarda en üst seviyeye çıkmıştır. En nihayetinde Yunanistan Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni 21 Temmuz 1995 tarihinde onaylamıştır.

Yunanistan onay öncesinde sözleşmeden doğan haklarını kullanarak Ege Denizi’nde kendi ulusal karasularını 12 mile çıkarmaya hakkı olduğunu ve zamanı geldiğinde bu hakkını kullanmaktan çekinmeyeceğini açıklamıştır. Oysa, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde bu hakların hiçbir zaman karşı tarafa zarar verecek şekilde kullanılamayacağı yer almıştır. 12 mil ilanı, Türkiye’ye yaşam sahası bırakmaması ve çıkarlarına zarar vermesi nedeniyle, doğal olarak Türkiye tarafından kabul edilmemiştir.

Lozan yönüyle, karasuları zaten en fazla teamül olarak 3 mildir. Lozan Antlaşması’nda karasularının 3 mil olduğuna dair bir kayıt olmadığı gibi sadece “Sahillerinden itibaren 3 mile kadar olan alan içinde kalan adalar Türkiye’nindir” ifadesine yer verilmiştir.

Yunanistan, 1936 yılında karasularını 6 mile çıkarmış, Türkiye buna itiraz etmemiş ve sessiz kalmıştır. Türkiye ilk defa, karasularını Yunanistan’ın seviyesine, 6 mile, 1966 yılında, 30 yıl sonra çıkarmayı tercih etmiştir. Şimdi Yunanistan aynısını 12 mil için de yapmayı hedeflemiştir.

Karasuları 12 Mil Olursa, Ne Olur?

Ege Denizi, bir Yunan gölü haline gelir. Ege'nin uluslararası sularını zararsız geçiş dahil Türkiye'nin seyir hakları zarar görür, Türk uçakları uluslararası hava sahasına çıkmakta zorlanır. Kaldı ki deniz kullanım alanları kısıtlanan Türkiye'nin uluslararası hava sahası da yok denecek kadar azalır. Ege Denizi, Yunanistan'ın izin vermesi oranında Türk deniz ve hava vasıtaları bu denizi ve üzerindeki hava sahasını kullanabilir. Kısacası, Türkiye'nin Ege Denizi bağlamında sahip olduğu hak ve menfaatlerinden, Yunanistan'ın lehine vaz geçmesi zorunluluğunu doğurur. 

Türkiye açısından yaşamsal önemde yeni sorunlara yol açacak olan karasularını 12 mile çıkarma kararı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin gündemine gelmiştir. Nitekim, 1 Haziran 1995 tarihinde Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarabileceğine dair meclis kararına karşılık, 8 Haziran 1995 tarihinde Türki ye Büyük Millet Meclisi hükûmete, eğer Yunanistan karasularını 12 mile çıkarırsa (askerî olanlar da dâhil olmak üzere) gerekli önlemleri almak için tam yetki vermiştir. TBMM, Yunanistan’ın bu yönde alacağı bir kararın Türkiye’nin Ege denizindeki yaşamsal çıkarlarını ihlâl edeceğine dikkati çekmiştir. TBMM, almış olduğu bir kararla, hükûmeti böyle bir durumda askerî önlemler de dâhil olmak üzere gereken her türlü tedbiri devreye sokmakla yetkilendirmiştir.

Türkiye, 21 Aralık 1995 tarihinde BM’ye gönderdiği mektup ile kendisinin Ege Denizi’ne ilişkin hak ve menfaatlerine karşı herhangi bir tek taraflı eylemi meşru kılmayacağı doğrultusundaki görüşünü tüm dünya kamuoyuna ilan etmiştir.

Ege’de Asimetrik Paylaşım Sorunu:

Türkiye’nin Yunan karasularının 12 mile çıkması olasılığına bu denli yüksek perdeden “hayır” demesinin nedeni, öncelikle jeopolitik gerçeklerden kaynaklanmıştır. 6 mile bile rızası normal şartlarda olmaması gereken Türkiye, eğer karasuları 12 mil olursa, Ege Denizi’ndeki Yunan karasuları payının %43,5 yerine %71,5 olması durumuyla karşı karşıya kalacaktır. Türk karasuları ise mevcut %7,5 yerine %8,7 olacaktır.

Mevcut 6 mil durumuna göre Ege Denizi’ndeki uluslararası sular (ve dolayısıyla uluslararası hava sahası) %49 yerine %19,8’e düşecek ve daha da önemlisi Türk deniz ve hava vasıtalarını, Anadolu kıyılarına hapsedecektir. Bunu akl-ı selim hiçbir Türk evladı şüphesiz kabul edemez, etmemiştir.

Türkiye üzerinde serbest uçuş hakkı ve uluslararası sularda Türk gemilerinin serbest seyir hakkı bulunan Ege’de, özellikle uçuşlar konusunda Türkiye’nin Yunanistan’ın Hava Sahasını ihlal ettiğine dair NATO makamlarına Yunanistan tarafında yapılan şikâyetlere maruz kalmıştır. Çoğu mesnetsiz bulunan bu iddialar, NATO makamlarını meşgul etmesi bir yana iki ülke sorunlarının devamlı olarak gündemde tutulmasına neden olmuş ve NATO’da bu tür konularda kayıtsızlığın ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Her durumda Yunanistan, bu tür ihlal raporlarını NATO kayıtlarına dâhil ettirmiş ve Türkiye’nin uluslararası sularda seyir ve Ege’nin hava sahasını kullanma haklarını aşındırmaya gayret göstermiştir.

Kardak ve benzeri adalar niye önemli?

Uluslararası Deniz Hukuku’na göre üzerinde yerleşim bulunan her adanın karasularına sahip olması gerekmektedir. Bu nedenle son yıllarda Yunanistan aidiyeti belirsiz ada ve adacıklar üzerinde sosyal yapılaşmalara yönelmekte, bunları teşvik etmektedir. 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 121. maddesinin üçüncü fıkrasında “insanın barınmasına imkân vermeyen veya kendisine ait ekonomik hayatı olmayan kayalıkların hiçbir münhasır ekonomik bölgesi veya kıta sahanlığı yoktur” denmektedir.

Dolayısı ile Yunanistan’ın bu adaları NATO tatbikatlarına dâhil etmeye çalışmasının nedeni de zor olan yaşam bölgesi yaratma çabalarından daha başka bir yöntem bularak adaların da kıta sahanlığının bulunduğunu ispat etmek yönünde olmuştur.

25 Aralık 1995 tarihinde bir Türk gemisinin Kardak Adası yakınında karaya oturmasıyla birlikte yürütülen kurtarma çalışmaları Türkiye ve Yunanistan arasında sorun olmuştur. Türkiye’ye 3,2 mil ve Yunan adası Kalymnos’a bile 5,7 mil uzaklıktaki bu kayalığın hangi ülkeye ait olduğu gündeme gelmiş ve bir krize neden olmuştur.

30-31 Ocak 1996 tarihlerinde yaşanan Kardak Sorununda NATO iki ülkeye aralarındaki sorunları ikili görüşmelerle halletme tavsiyesinden öte bir şey yapmamıştır. Bununla birlikte Kardak meselesi ancak dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’un 1 Şubat 1996 tarihinde doğrudan devreye girerek iki ülke liderlerine telefon açmasıyla sona erdirilmiştir. İki ülke, bulundukları adacıklardan çekilmişler ve böylece ABD’nin Ankara-Atina ilişkilerindeki etkin rolü bu krizle bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Avrupa Birliği’nin Yanlı Tutumu:

Öte yandan, Kıbrıs ve Ege sorunlarına ilişkin yaklaşımlarıyla AB, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerde “taraf” olmak durumunda kalmıştır. Bu tarafgirlik, Kıbrıs sorunundaki tutumunun yanı sıra 1996 yılındaki Kardak kayalıkları bunalımı sırasında AB’nin almış olduğu kararlarda da görülmüştür. Avrupa Parlâmentosu, 15 Şubat 1996 tarihinde almış olduğu kararda Türkiye’nin Yunanistan’ın ardından ikinci kayalığa asker çıkarmış olmasını, kışkırtıcı bir operasyon olarak nitelendirmiştir. Kardak kayalıklarının Yunanistan’a ait olduğunu iddia etmiş ve Türkiye’nin resmî açıklamalarını, AB üyesi bir ülkenin egemenlik haklarını sorgulayan toprak iddiaları olarak gördüğünü iddia edebilmiştir.

NATO Madrid Deklarasyonu ve Güven Artırıcı Önlemler:

1997 yılının Temmuz ayında Madrid’de yapılan NATO zirvesi sırasında, ABD’nin ve NATO genel sekreterinin girişimleriyle, iki ülke arasında varılan altı maddelik mutabakat (Madrid Deklarasyonu-08 Temmuz 1997) oluşturulmuş, iki ülkenin aralarındaki sorunları ortak rızaya dayanarak barışçıl yollardan çözmesine yönelik “güvenlik ve güven artırıcı” önlemlerde karar kılınmıştır.

Madrid Deklarasyonu, taraflar arasında güvene dayalı bir ilişkinin kurulabilmesi için gerekli olan statükoyu pekiştirmeye dönük bir uzlaşı çabası olarak değerlendirilmiştir. Antlaşmanın en önemli yanı, Yunanistan’a tek yanlı bir eylemde bulunmama yükümlülüğü ve Türkiye’ye de askerî kuvvet kullanma tehdidinde bulunmama yükümlülüğü getirmiştir.

Böylece Yunanistan Ege’de tek taraflı olarak karasularını 12 mile çıkarma iddiasından vazgeçmiştir. Buna karşılık Türkiye de böyle bir durumda kuvvet kullanma tehdidini ortadan kaldırmıştır. Süreç içinde dengeleri gözeten bir çözüm arayışında AB’nin uygun bir ortam sağlamadığı görülmüştür. Dengeyi sağlayacak mekanizmanın, Türkiye’nin de AB karar alma süreci içinde yer almış olmasına bağlı olacağı kesin bir şekilde anlaşılmıştır. Bu sağlanamadığı için Türkiye ile Yunanistan arasındaki uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin girişimlerde asimetrik bir durum söz konusu olmaya devam etmiştir.

Bu asimetriye dayanarak Ege sorunlarını tek yanlı bir çözüme ulaştırmayı hedefleyen Yunanistan’ın girişimleri engelleyen en önemli unsur ise Türkiye’nin sebep-sonuç ilişkisi içinde ileri sürmüş olduğu “savaş nedeni” kararı olmuştur. Madrid Deklarasyonu çerçevesinde bir kez daha yinelenen bu sebep-sonuç ilişkisi, taraflar arasındaki dengenin hassas bir noktada tutulmakta olduğunu göstermiştir.

Güven Artırıcı Önlemlerin Olumlu Sonuçları:

Güven artırıcı önlemler, çatışma çözümü yöntemleri çerçevesinde gerek iki ülkenin yöneticileri tarafından gerek ittifaklar tarafından desteklenmiştir. ABD, NATO ve AB, iki ülke arasındaki ilişkilerin çatışmacı niteliğinin bir an önce uzlaşma zeminine oturtulması gerektiği konusunda tarafları desteklemişlerdir.

Bununla birlikte 28-29 Mayıs 1998 tarihleri arasında Lüksemburg’da yapılan NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı sırasında NATO Genel Sekreteri J. Solana öncülüğünde, “Güven Artırıcı Önlemler (GAÖ)” iki ülke arasında ele alınmıştır. GAÖ sonrasında, 1998 Ekim ortalarında bir araya gelen her iki ülkenin başbakanları, NATO askerî platformlarının iki ülke arasındaki diyalog kanallarının açık kalmasına katkısı nedeniyle çok elverişli bir ortam sunduğunu belirtmişlerdir. 2000 yılının Ekim ayında, iki ülke arasında kriz olarak ortaya çıkma ihtimali olan konulara yönelik çeşitli önlemlerin hem ikili olarak hem de NATO çerçevesinde görüşülmesine karar verilmiştir. Bu çerçevede gerginliği azaltmayı hedefleyen önlemler (ortak tatbikatlar, savaş gemilerinin karşılıklı ziyareti, askerî tatbikatların şeffaf ve açık bir şekilde icra edilmesi vb.) olumlu gelişmeler arasında yer almıştır.

Ege’de Ortak Tatbikatlar:

Bu arada, İzmir ve Larissa’daki NATO komuta karargâhlarının kurulması, Yunanistan tarafında NATO tatbikatlarına yönelik bir yumuşamayı beraberinde getirmiş ve iki ülkenin de iştirak ettiği NATO Güney Bölge tatbikatlarından Dynamic Mix-98 Harp Oyunu (Ekim 1998) icra edilmiştir. Böylece Ege’de 13 yıldır yapılamayan NATO tatbikatlarına tekrar başlanmıştır.

İki ülke arasındaki yumuşama diğer tatbikatlar boyutunda da devam etmiştir. Kıbrıs Harekâtı’ndan sonra ilk defa yine NATO’nun başka bir Dynamic Mix tatbikatında, 2000 yılının Mayıs-Haziran döneminde 12 adet F-16 uçağı ve yaklaşık 100 kadar Türk Hava Kuvvetleri personeli Yunanistan’ın Nea Anghialos meydanına ve Larissa’daki NATO Karargâhına intikal etmiş, iki ülke arasındaki yumuşamaya katkı sağlamışlardır. Aynı tatbikat kapsamında Türk birliklerinin bir Yunan Generalin komutasında Mora Yarımadası’nda gerçekleştirdiği çıkarma harekâtı ayrıca dikkat çekmiştir.

Takiben NATO tatbikatları kapsamında, 2000 yılının Ekim ayında icra edilen diğer bir Güney Bölge tatbikatı olan Destined Glory-2000 tatbikatında ise bu kez Yunanistan’dan 6 adet F-16 savaş uçağı, Türkiye’nin Balıkesir’deki Hava Üssü’ne intikal etmiştir. Bununla birlikte bu tür tatbikatlar planlama safhasından icraya kadar tüm bölümlerinde, Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunların gün yüzene çıkmasına neden olduğundan, NATO planlama faaliyetlerini ve tatbikatlarını kesintiye uğratmak için yeterli malzemeye hep sahip olmuştur.

Nitekim Destined Glory-2000 tatbikatında da böyle olmuştur. Tatbikatlar bir anlamda iki ülkenin hak ve menfaatlerini kolladığı ve buna göre davrandığı ortamı sunduğundan, bu tatbikatta Yunan Hava Kuvvetleri, kendi millî çıkarları doğrultusunda Balıkesir’deki Yunan savaş uçaklarını uçurmaya kalkınca, tatbikatta sorun yaşanmıştır. Bu kapsamda Yunan uçaklarının aidiyeti belirsiz ada-adacıklar üzerinde uçmak istemesi ve tatbikata dâhil edilmeyen ve silahsızlandırılmış statüde olması gereken Bozbaba ve Limni adası üzerinden 18, 19, 20 ve 21 Ekim tarihlerinde NATO’nun ve Türkiye’nin ikazlarına rağmen geçmesi neticesinde, Türk-Yunan silahlı kuvvet unsurları arasında yaşanan tatbikat boyutlu gerginlik, Yunan Hava Kuvvetleri uçaklarının planlanandan birkaç gün önce Türkiye’yi terk etmeleri ile sonuçlanmıştır. Bu tarihten itibaren Ege, iki ülkenin birlikte katıldığı “canlı” bir NATO tatbikatında kullanılmamaya başlanmıştır.

Sonuç:

Günümüzde de 16 Haziran’da başlayacak Yunan tatbikatlarında gayri askeri statüde olması gereken adaların tatbikatlara dahil edilme ‘hastalığının’ devam etmekte olduğunu görüyoruz. 2000 yılında Bozbaba adasını bir NATO tatbikatına dahil etme anlayışını bugün de devam ettiren Yunanistan, uluslararası hukuka aykırı tutum ve davranışlarını ısrarla sürdürmekte ve gerginlikten beslenme politikasını devam ettirmektedir. Şüphesiz testi su yolunda kırılır. İki ülke arasındaki ilişkilerde, hele yüksek gerginlik dönemlerinde suyu bulandırmamak gerekir. Çünkü, tarihin akışının, suyu bulandırana faturayı er ya da geç kesmek gibi bir huyu vardır.

Kaynaklar:

Baytok T. (2001). Bir Asker Bir Diplomat, Güven Erkaya-Taner Baytok Söyleşi. Doğan Kitap. İstanbul.

Greenwood T. (1993). US and NATO Force Structure and Military Operations in the Mediterranean, National Defense University, McNair Paper Fourteen, INSS.

Aksu F. (2001). Türk-Yunan İlişkileri: İlişkilerin Yönetimini Etkileyen Faktörler Üzerine Bir İnceleme, SAEMK Yayınları, Ankara.

Kamel A. (2014). 1923’ten Günümüze Türk Dış Politikası ve Diplomasisi. İnkılâp Kitabevi. İstanbul.

Külebi Ali. (2005). Yeni Dünya Stratejileri ve Kilit Ülke Türkiye, MET-VAK Yayınları:1, Ankara

Heraclides A. (2002). Yunan-Türk Yumuşaması (1999-…): Bir İlk Deneme. (İçinde: Türkiye Yunanistan Eski Sorunlar, Yeni Arayışlar, Derleyen: Coşkun B.D.). Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları. Ankara. ss.31-55.

Papacosma S.V. (1999). “NATO and Internal Disputes: Greece and Turkey”, (NATO After Fifty Years).

Dr. Hüseyin FAZLA
Dr. Hüseyin FAZLA
Tüm Makaleler

  • 16.06.2022
  • Süre : 5 dk
  • 3335 kez okundu

Google Ads