Türk Silahlı Kuvvetlerinde Astsubay Olarak İstihdam Edilen Personelden Uygun Kriterleri Karşılayanların Subaylığa Geçişi Sonrasında Karşılaştıkları Sorunlar Nelerdir?
Önce ilkokul düzeyinde ilkokul düzeyinde “Gedikli Küçük Zabitan İptidai Mektepleri” açıldı. Daha sonra küçük zabitler için bu okulların devamı olarak ortaokul düzeyinde eğitim veren Küçük Zabitan Mektepleri açıldı.
Astsubaylıktan Subaylığa Geçiş Yapanlar Aidiyet ve Kültür Çatışması Yaşıyor mu?
Psikolojide yaygın bir yöntem olarak, kişinin yaşamakta olduğu problemin kaynağına inilmesi, bunun için de o kişinin çocukluğuna gidilmesi, öncelikle çocukluğundaki sorunun çözülmesi, sonra da şimdiki zamandaki sorununun ortadan kaldırılması hedeflenir.
Kanaatimce, başlıkta tanımlanan konumuzun özüne ulaşabilmek, tüm yönleriyle değerlendirebilmek için öncelikle Türk askeri tarihine bakmak gerekiyor. Metehan döneminde (M.Ö. 209) kurulan Türk Ordusunun teşkilat ve eğitim yapısını incelediğimizde ortaya çıkan belirgin özellikleri şunlardır:
Tarihin bilinen ilk devirlerinden itibaren Türkler; bilhassa orduya ve eğitime önem vermişler, bu ordular sayesinde devletler, imparatorluklar ve hatta cihan imparatorlukları kurmuşlar, hak ve adaletin savunucusu olmuşlardır.
Askerlik eski Türkler arasında ayrı bir meslek sayılmazdı. Zira toplumun ve devletin sosyal karakteri icabı her Türk aynı zamanda iyi bir savaş terbiyesi ve eğitimi almak suretiyle, her an cenge hazır bir muharip olarak yaşamını sürdürüyordu. Eski Türklerde günlük normal hayat ile askeri hayat arasında bir fark yoktu.
Eski Türklerde fertler zamanla gelişen savaşçılık ve mücadele ruhlarıyla şahsiyetlerini bulurlar ve savaşlarda gösterecekleri kahramanlık ölçüsünde cemiyette kendilerine yer bulurlardı.
İslamiyet’ten sonra Orta Asya Türk Devletleri ve Anadolu Selçuklu Devleti ile Beyliklerin askeri teşkilat yapıları, Mete döneminde ortaya çıkan askeri teşkilâtla benzer özelliklere sahipti.
Akademik Eğitim kapsamında; Ordu Personeli yetiştirmek için tarihimizde ilk defa I’inci Murat zamanında, 1363 yılında Enderun Mektepleri ve 19. yüzyıldan itibaren de askeri okullar açıldı.
M.Ö. 209 yılından Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarına kadarki dönem zarfında, Türk Ordusunda bugünkü anlamda bir ‘astsubay’ sınıfı bulunmuyordu. Bununla birlikte bugünkü anlamı ile Astsubaylık sınıfı olmasa da bazı rütbelerin karşılığının şu anki astsubay rütbelerine eşdeğer olduğunu söyleyebiliriz.
Ayrıca o tarihlerde kullanılan ve şu anki rütbelerin karşılığı olan isim benzerliklerini de bugünkü rütbe karşılıkları olarak da değerlendirmemek lazımdır.
Osmanlı Ordusunda Alaylı ve Mektepli Subay İsimlendirmesi
Yakın tarihimizde Türk ordusunun çağa uygun bir şekilde teşkilatlanma ve ordunun yapısının yeniden düzenleme çalışmaları, padişah II. Mahmut döneminde başladı.
İlk etapta subay ihtiyacının karşılanması maksadıyla, 1834 yılında “Mekteb-i Harbiye” yani bugünkü Harp Okulu kuruldu. 1845 yılında Mekteb-i Harbiyenin öğrenci kaynağını oluşturmak maksadıyla da Askeri İdadiler kuruldu. Bu yeni yapıyla Osmanlı Ordusunun ihtiyacı olan subayların ve üst kademe yöneticilerinin (Paşaların) yetiştirilmesi bir esasa bağlandı.
Ordunun orta kademe yönetici ihtiyacı; sürekli aynı görevi yapan ve bu nedenle bilgi ve becerisi gelişmiş erbaşların hizmete alınması ile başladı. Bu erbaşlar bundan böyle “Gedikli Erbaş” olarak isimlendirildi.
19. yüzyıl sonlarında Harbiye Mektebi’nden yetişen subaylar ihtiyacı karşılamadığından, bu boşluğu doldurmak maksadıyla ordu içindeki Gedikli Erbaşlar kıtalarda gösterdikleri başarı ve yeteneklerine göre üst rütbelere terfi ettirilmeye başlandı. Bu çerçevede Orduya Er olarak giren bir asker, zamanla Erlikten Müşirliğe ve hatta Genelkurmay Başkanlığına yükselebilme fırsatı buldu. Böylece gedikli erbaşlardan subaylığa geçiş yapanlara, ordu içerisinde ‘yetişmiş’ subay anlamında, geldikleri kaynak dikkate alınarak ALAYLI denmeye başlandı. Aynı yıllarda askeri Okullardan mezun olarak doğrudan subay olarak mesleğe başlayanlar ise MEKTEPLİ olarak adlandırılıyordu.
Ordu teşkilatı komuta kademesi içerisinde mevcut bulunan askeri personel arasında ALAYLI ve MEKTEPLİ tabiri ve bir anlamda çekişmesi bu dönemde başlamış oldu.
Gedikli Küçük Zabit, Astsubay
II. Abdülhamit zamanında subaylar arasındaki Alaylı-Mektepli çekişmesi daha da artmış, olay İstanbul Ayaklanmasına kadar gitmiştir. Bab-ı Ali baskınıyla darbe yapan ittihatçı askerlerin başı olan Mektepli Enver Paşa, iktidar gücünü eline geçirmesiyle birlikte, Osmanlı Ordusundaki Alaylı subayların birçoğunu emekli etme yoluna gitmiştir.
II. Meşrutiyetle birlikte Osmanlı Ordusunda da yeni yapılanma arayışları oldu. Bu kapsamda, 1909 yılında çıkarılan bir nizamname ile zabit (subay) eğitiminde olduğu gibi küçük zabit (astsubay) eğitiminin de bir esasa bağlanması için ilkokul düzeyinde “Gedikli Küçük Zabitan İptidai Mektepleri” açıldı. Daha sonra küçük zabitler için bu okulların devamı olarak ortaokul düzeyinde eğitim veren Küçük Zabitan Mektepleri açıldı. Bu okullardan mezun olan öğrenciler sınıfı ile ilgili iki yıllık eğitimi aldıktan sonra yani küçük zabit mekteplerindeki eğitiminden sonra ordu hizmetine alınıyorlardı.
Astsubaylık Kanunu
Cumhuriyetin ilanından sonraki dönemde de TSK’da birtakım düzenlemelere gidildi. Bugün bildiğimiz anlamdaki “ASTSUBAY” isimlendirmesi, eskinin küçük zabit uygulamasının devamı niteliğinde, yeni bir sınıf olarak 1951 yılında çıkarılan bir kanunla tanımlanmış oldu.
1951 Yılında 5802 sayılı ile çıkartılan Astsubay Kânununun hedefleri şunlardı:
• Ordumuzdaki silâhları “kullanmak” ve “kullanmasını erâta öğretmek” üzere “astsubay” ismi ile yeni bir asker sınıfı teşkil etmek,
• “Kıdemli Başçavuş” rütbesine yükselen bu astsubayların ordu içinde bedbin bir zümre yaratmamak amacıyla istekli ve gereken şartları hâiz olanlardan “askerî teknisyen” ve “askerî kâtip” naspedilerek bu isimler ile “yeni bir subay” sınıfı teşkil etmek,
• Bu tedbirlerle ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyetine dahil edilecek teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar ile ordunun devamlı surette kaidesini teşkil etmek,
• Bu yolla Harp Okullarından sayıca daha az sayıda subay yetiştirmek, astsubaylardan subay olarak da yararlanmak suretiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin subay ihtiyacını karşılamak,
• Yüksek komuta için daha yüksek kapasitede subay yetiştirmek için subaylarımıza daha uzun süreli harbiye tahsil imkânı sağlamak,
• Askerî memurun yaptığı bütün işleri yapmak üzere “astsubay” olarak isimlendirilen yeni bir asker sınıfı teşkil etmek ve böylece askerî memurluğu lağvetmektir (Subay sınıfına dâhil olan askerî memurun görevini yapacağından dolayı astsubaylar da subaylığa terfi ettirilecek idi.),
Ancak bedbin bir zümre yaratmamak amacıyla astsubay sınıfının lehine konulan subaylığa nakil hakkı yıllar içerisinde yapılan ilave değişiklikler ile hiçbir zaman kanunda öngörülen şekliyle uygulamaya geçmedi.
Hem Osmanlı döneminde hem de Cumhuriyet Ordusunda (Ordumuzun İlk İsmi) personel yapısı iki sınıftan teşkil edilmişti:
• Erat,
• Subay.
Daha sonra Ordumuza yapılan kanun değişiklikleri ile “Türk Silahlı Kuvvetleri” denmeye başlandı. TSK teşkilatı içinde yer alan kadrolarda görev yapan personel de toplamda 8 değişik sınıf halinde yeniden tasnif edildi, sınıflandırıldı. Bu yeni düzenleme sonucunda, Subay, Astsubay, Sivil Memur, Uzman Jandarma, Uzman Erbaş, Erbaş, Sözleşmeli Er ve Er statüleri ortaya çıktı.
Türkiye’nin 1949 Yılında Cenevre Sözleşmesini imzalaması ve 1952 yılında NATO’ya katılması sonrasında, NATO komuta ve kuvvet yapısı, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından teşkilat, malzeme ve kadro boyutuyla örnek alınır oldu. Esasında Batı orduları ile büyük bir farklılık bulunmuyordu. Zira, Osmanlı döneminden itibaren ağırlıklı olarak Alman modeli benimsenmiş, Cumhuriyet döneminde de buna devam edilmişti.
Nitekim Batı Orduları için standartları belirleyen dokümanlardan biri olan NATO Dokümanı STANAG-2116 incelendiğinde, askerler Subay ve Er olarak ikiye ayrıldığı görülecektir. Dolayısıyla, 1952 sonrasında TSK’nın yapısında, NATO ülkeleri ile benzer personel yapısına geçiş yapılmasının, STANAG’larla uyumlu bir yapıya geçmenin daha doğru olacağına hükmedildi. Böylece, kendi teşkilat yapımızda bulunan Astsubay sınıfı NATO teşkilat yapısında bulunmadığından, Astsubaylar da “Er” statüsü içine dahil edilmiş oldu.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Subay Temin Kaynakları
Astsubay sınıfı ile ilgili geçmişe yönelik tarihi akışı ve diğer ülkelerin teşkilat yapısındaki durumunu değerlendirdikten sonra günümüzde subaylık için başvurulan kaynaklar ve geçiş sürecinde yaşanılan olumlu / olumsuz değerlendirmelerimi özetle dikkatinize sunmak istiyorum.
Geçmişte yaşandığı gibi günümüzde de Harp Okullarından mezun olan subayların sayı olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin subay ihtiyacını karşılayamamasından dolayı, subay kadrolarının doldurulması, ihtiyacın giderilmesi amacıyla aşağıda sıraladığım yöntemlerle subaylığa seçim aşamaları uygulanagelmekte, subay teminine devam edilmektedir:
• Astsubaylardan istekli ve subay olma kriterlerini karşılayanlar,
• Üniversitelerin ilgili branşlarından mezun olanlar ve subay olma kriterlerini karşılayanlar,
• Zorunlu Askerliğini yapmakta olan er / erbaş / asteğmen rütbelerinden sözleşmeli/muvazzaf olmak üzere istekli ve subay olma kriterlerini karşılayanlar,
arasından yapılan sınavlar, mülakat ve sınıf eğitimleri sonrasında başarılı olanlar Türk Silahlı Kuvvetlerinde subay olarak görev yapmaya başlıyorlar.
Astsubaylıktan Subaylığa Geçiş
Kuvvet Komutanlıklarının, yeni durumda MSB Personel Genel Müdürlüğünün astsubaylıktan subaylığa geçişe ilişkin statü değişikliği bağlamındaki tutumu, şartları karşılayan astsubayların subaylığa geçiş yapmak için istekliliğini olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Statü değişikliğine ilişkin olarak;
• Şeffaf bir sistemin devrede olmaması (kontenjan vb. hususlar),
• İç kaynakta yeteri kadar tecrübeli astsubay personelin bulunmasına rağmen, subay ihtiyacının ağırlık olarak dış kaynaktan sağlanmasının tercih ediliyor olması,
• Dış kaynaktan temin edilen adayın subay statüsüne geçişinde geçmişte askerlik mesleğinde geçirmiş olduğu süreç (örneğin zorunlu askerlik süreci) yeni statü kazanıldığında rütbe ilerlemesine dâhil edilirken, astsubayların subaylığa geçiş aşamasında meslekte geçirdikleri sürenin hesaplamalarda göz ardı ediliyor olması,
• İlk defa TSK bünyesinde subay olarak görev yapmak üzere dış kaynaktan başvuran üniversite mezunu bir aday ile TSK’da rütbeli personel olarak bir geçmişi bulunan astsubay personelin aynı şartlarda değerlendirilmesi (sağlık raporu, mülakat, bilgi sınavı vb.),
• Başarılı yönetici kadrolarına yapılan atamalarda genel olarak astsubaylıktan subaylığa geçiş yapan personelin tercih edilmediğine dair bir algının varlığı,
• Kariyer planlamasında kaynak farklılığının sicil numaralarına harf koduyla yansıtılmasının subaylar arasında bir ayrımcılık olarak algılanması,
gibi hususlar bir astsubayın ne kadar başarı gösterirse göstersin geçmişinin geleceğine negatif yönde etki edeceğini değerlendirmesi nedeniyle, statü geçişine yönelik karar vermesini (astsubayların çoğunluğunu) olumsuz yönde etkilemekte, subaylığa geçiş yapmamalarına (menfi) neden olabilmektedir.
Bununla birlikte, subay statüsünde olanlara tanınan özlük haklarından (emekli maaşı, lojmanda oturma, sosyal tesislerden daha fazla yararlanma vb.) ve kamuoyunda subay statüsünün taşıdığı değerden yararlanma gibi bazı hususlar, astsubaylardan bir kısmının subaylığa geçiş yapma isteğini olumlu yönde etkilemektedir.
TSK, sahip olduğu hiyerarşik sistemi ve disiplin yapısı ile bir bütündür. Personel yönüyle hiyerarşik yapının oluşumunda başvurulan kaynak farklılığı, nihayetinde personelin özlük haklarına da yansıtılmaktadır. Bu farklılıklar geçmişte yaşanılan ALAYLI ve MEKTEPLİ tartışmalarını bize hatırlatmakta ve kanunlarda belirtilmese de bu ayırım mesleki yaşantı içerisinde personel tarafından açıkça hissedilmektedir. Bununla birlikte bazı münferit hadiseler yaşanabilmekte, bazen tartışmalar subay-astsubay boyutunda bir statü veya sınıf çatışmasına dönüşebilmektedir. Ancak günün sonunda ‘kol kırılır yen içinde kalır’ misali dışarıya yaşanılan sorunlar yansıtılmadan, askerlik mesleğinin şeref ve haysiyetine zarar vermeyecek şekilde durum idare edilme yoluna gidilmektedir.
TSK içerisinde askeri şura kararlarıyla subaylardan uygun kriterleri taşıyanlar arasından general/amiral rütbelerine terfi sisteminde 15 Temmuz 2016 sonrasında yeni düzenlemelere gidilmiştir. Bunun bir sonucu olarak, Cumhuriyet tarihimizde bir ilk yaşanmış, NATO ülkelerinde örneklerini gördüğümüz şekliyle, astsubay kaynağından gelen subaylarımız arasından birkaçı general rütbesine terfi ettirilmiş, astsubay kaynaklı subaylar bazı kritik makamlara görevlendirilir hale gelmiştir. Bu uygulamanın devam ettirilmesinin astsubaylıktan subaylığa geçiş yapmak isteyenler açsısından olumlu etkileri olduğunu, kişilerin statü değişikliği için çaba göstermesi bağlamında istekliliğini artırdığını değerlendiriyorum.
Bu arada 1951 yılında kabul edilen ‘Astsubay Kanunu’nu incelediğimizde, subaylığa geçiş için herhangi bir kontenjan sınırı konulmadığı bilinmelidir. Dolayısıyla hak eden her astsubaya subay olma yolunun açılması gerektiğini, dış kaynak yerine öncelikle astsubaylar arasından subaylığa geçiş yapılması yönünde Kuvvet Komutanlıklarının ve Millî Savunma Bakanlığının bir anlayış değişikliğine gitmeleri gerektiğine inanıyorum. Ayrıca, o yıllarda dahi astsubaylık mesleğini layıkıyla yapmış olanlar emekli olunca mağdur edilmemesi için, tam maaş ile emekli olabilmeleri yönünde kanun çıkartıldığı bilinmektedir. Benzer anlayışın devam ettirilmesi, astsubaylık mesleğine gençlerin daha fazla ilgi duymasını sağlaması yanında, özellikle de emekli olurken subay-astsubay ayrımı yaşanmaksızın özlük haklarının astsubaylara da verilmesi gerektiğini değerlendiriyorum.
Sonuç
Cumhuriyet dönemi yeniden yapılandırılan Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapısı, Osmanlı Devleti’nin Ordu teşkilat yapısına büyük oranda benzemektedir. Türk Ordusu, Subay ve Er sınıflarından meydana gelmiş, Ordu’da başarılı olan Er statüsünde bulunan personelin zaman içerisinde Subaylığa geçişinde herhangi kısıtlama geçmişte getirilmemiştir. Örnek olarak ilk Kara Harp Okulu Komutanlarına baktığımızda, çoğunluğunun Er olarak Orduya katıldığını, daha sonra subay olduklarını ve hatta içlerinden bazılarının mareşal rütbesine kadar yükselebildiğini görüyoruz. Esasında bu anlayış NATO dokümanları ve Cenevre Sözleşmesi’yle de uyumlu olup, tarihimiz ve Ordu geleneğimiz yönüyle de yabancısı olmadığımız bir durumdur.
Bununla birlikte Osmanlı Devletinden miras aldığımız “Er’likden Generalliğe” terfi yolunu aşan teşkilât (organizasyon) yapısı terkedildi. Astsubay ve Subay sınıfı arasına kalın ve aşılmaz duvarlar inşâ edildi. Her biri kendi içine hapsedilmiş iki ayrı sınıf türetildi. TSK’da yıllar içerisinde oluşturulan sınıf ve/veya statü çeşitliliğinin neticede bir çeşit kast sisteminin ortaya çıkmasına sebep olduğunu değerlendiriyorum. Kişinin hangi statüde askeri üniformayı giyerse o statüsünü bozmadan emekliliğine kadar görev yapması beklentisi oluşmuştur. Bu öyle kanıksanmış bir durumdur ki hem astsubay olarak Orduya girenlerde hem de Türk toplumunda kabul görmüştür. Bu durumu sorgulayanlar ise rahatsızlığa neden olmuşlardır. Ancak bilinmelidir ki, ‘kast sistemi’ anlayışı, Anayasamızda “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” yer alan 42’nci maddedeki ifadeye ters düşmektedir.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu gibi benzer uygulamanın TSK’nın teşkilat yapısında da sınıf ve statü ayrımlarının ortadan kaldırılması bağlamında kaçınılmaz olduğuna inanıyorum. Bu kapsamda, öncelikle; TSK’nın Er’den Generale kadar bir bütün ve büyük bir Aile olduğu düşünüldüğünde, askeri eğitim ve öğretim sisteminde ‘tek çatı’ uygulamasına gidilmesinin Türk Ordusu içindeki astsubay/subay ayrımını ortadan kaldırabilecek bir uygulama olacağını değerlendiriyorum.
Örneğin hem dış kaynaktan hem de astsubaylıktan gelenlerin son sınıf Harbiyelilerle birlikte okumaları, aynı ortamı paylaşmaları ve olabildiğince kaynaşmaları, yılın sonunda onlarla birlikte Teğmen olarak Harp Okullarından mezun olmaları, sınıf okullarında birlikte eğitim almaları ve nihayetinde Harp Okulundan mezun Teğmen olarak herhangi bir ayrım gözetmeksizin subaylık statüsüne geçiş yapmalarının sağlanması gerektiğine inanıyorum. Bu durum mevcut sicil numarası uygulaması, farklı özlük haklar, ayrımcılığı çağrıştıran atamalar gibi personel arasında huzursuzluğa neden olan uygulamaların da rafa kalkmasına hizmet edebileceğini düşünüyorum.
Neticede daha fazla astsubayın subaylığa geçişinin önü açılacak, hak eden herkesin subay olmasının sağlanması neticesinde Türk Ordusunda görev yapan tüm astsubayların ve subayların aidiyet duygularının daha yüksek olması, birlik ve beraberliğin daha da artırılması söz konusu olabilecektir. Böylece sembolik olarak değil, gerçek manada Astsubaylıktan Generalliğe giden yol açılmış olacaktır. En nihayetinde, askerlik mesleğini yapan herkesin tatlı bir rekabet içinde tüm benliğiyle, tüm birikimlerini kullanarak Türk Ordusunda hak ettiği makam, rütbe ve mevkilerde görev yapabilmeleri mümkün olabilecek, önemli bir kazanım olarak ordumuzun birlik ve beraberliğinin sağlanmasında büyük bir mesafe katedilebilecektir.