İyi Geceler Bay Fournier
Sessiz, havasız kalmış bu ev. Panjurları kapalı. Gece ama olsun ben yine de salon panjurlarını yukarıya doğru çektim, hem de sonuna kadar. Böyle yaptım çünkü Körfezin ışıklarını görmek istiyorum. Gece giden vapurun ışıklarını “Al sancak” ışıklarını.
Uzun ama ince olmayan bir yoldayım, Aşık Veysel’in evine giden yol gibi incecik değil, çift şerit gidiş çift şerit dönüşü olan geniş otobandayım. Yağmur camlarımdan iki yana savruluyor. Gözümdeki yaşlar gibi. Oysa ben yalnızlığımı, uzun yolda araba kullanırken olan yalnızlığı çok seven biriyim. Zoraki olmayan, tercih edilmiş olan yalnızlığı, tek başına kalmayı severim Bay Fournier, tıpkı senin gibi.
Memleket hasretiyle yaşadığım yerden, hava alanından kiraladığım arabayla doğduğum şehre yağmur eşliğinde geldim. Birazdan gece olmak üzere, annemlerin apartmanına giriyorum. Etraf karalık, sessizliğin sevdiği zamanlar, derinden hükmünü sürüyor.
Annemler yazlıktayken ne zaman bu eve adım atsam panjurları açıp evi havalandırmak olurdu ilk işim. Bilirsiniz, yaz aylarında İzmir çok sıcak olur. Babamı, annemi arar su içmelerini hatırlatırdım telefonla. Susuz kalmayın olur mu, bugün kaç bardak içtin anne? diyerek küçük bir çocuğu tembihlercesine anneme su içmesini tembihlerdir. Sen de tahmin edersin her halde Bay Fournier, bizimkiler hiç su içmezdi, çoğunlukla içmeyi unuturlardı. Önceleri yakın olup, zamanla senden uzak kalan akrabaların, onlar da sana su içmeyi hatırlatırlardı, değil mi? Bugün hava çok sıcak çok su için olur mu? Siz ‘su için’ diyen akrabalarınıza kızar mıydınız? Benim annem çok kızardı bana, yeter artık sorup durma! İçtim dediysem içtim! Ah şimdi, yine kızsaydı ne olurdu!
Sessiz, havasız kalmış bu ev. Panjurları kapalı. Gece ama olsun ben yine de salon panjurlarını yukarıya doğru çektim, hem de sonuna kadar. Böyle yaptım çünkü Körfezin ışıklarını görmek istiyorum. Gece giden vapurun ışıklarını “Al sancak” ışıklarını.
Annemlerin bitişik bahçe apartmanındaki komşuları. Almanya’da yaşamış emekli olunca gelip yerleşmişler hani, onların evlerinde yaşadığını bilmek, camlarından içerisini, ışıklarını yanarken görmek istiyorum. Yan camların panjurlarını kaldırıyorum, bakıyorum maalesef onlar da evlerinde yoklar. Panjurları kapalı. Üzülüyorum böyle olmasından. Umutsuzca oturuyorum berjer koltuğa, bu arada nedense hiç geçen vapur yok. Açık hiç panjur yok. Gece yarısı olmak üzere, etrafta derin sessizlik var ve ben yol yorgunuyum Bay Fournier.
Bize ne oldu böyle? Yollar ve yolculuklar hayatımızın merkezine yerleşti, gidenler kalanları özler, kalanlar gidenleri gözler oldu.
İç konuşmaların insanı rahatlattığı bir gerçek; yaşadıklarından kendine kalanlarla yazdığı kitaplarda, okuyup sevdiğim Yazar Jean Louis Fournier’la konuşuyorum kendi kendime son günlerde. “Kuzeyli Annem” kitabında çocukluğunu yaşadığı günlerden başlayıp annesiyle geçirdiği son zamanları paylaşmış okuruyla. Olduğu gibi içten, onu okurken sadece dinleyen çocuk oluyorum. O kendiliğinden bana eşlik ediyor, satırlarında.
Yolum kısa ya da uzun olsun hep bir kitabım olur çantamda, seviyorum okumayı. Stresimi azalttığı da bir gerçek. Sıkıntılarımızın bedenimize ve ruhumuza yaptığı etkiyi kendimizde fark edemiyoruz da okuyunca, az biraz anlıyoruz. Ben yalnız değilim, yaşadığımı yaşayan başkaları da var düşüncesini geliştirebiliyoruz. Kitaplarla tedavi olmak, Bibliyo terapi zihnimizin ve bedenimizin fark etmediğini şiirler öyküler ve kelimelerle fark etmeyi içeriyor.
Mutluluğa giden yolda kitaplarda var.
Örneğin ‘Akış ve Mutluluk Bilimi’ kitabının yazarı Prof. Dr. Mihaly Csikszentmihalyi, bu kitabında yaratıcılığa dikkat çekiyor. Sanat iş politika eğitim ve bilim alanında önde gelen başarılı insanlarla mülakatlar yapmış. Yaratıcı bireylerin çoğunlukla çalışmalarını tutkuyla gerçekleştirdiklerini tespit etmiş. Tutku; bir iş yaparken fiziksel veya zihinsel olarak çaba sarf ettiğimizde aldığımız yoğun haz duygusunu yansıtıyor. Csikszentmihalyi her bireyde tutku kapasitesinin olduğunu ileri sürüyor. Kendisi, dünyadaki en yaratıcı bireylerle gerçekleştirdiği mülakatlar sonucunda; daha yaratıcı bir yaşam için atılması gerekli ilk adımın merak ve ilgilerimizin beslenmesi, yeşermesi olduğunu öne sürüyor. Bunu nasıl başarabiliriz?
Her gün kendinizi şaşırtın; bunu ilginç şeyler görerek, duyarak veya okuyarak başarabilirsiniz. Herhangi bir konuda konferans ya da kitaba kendinizi kaptırın. Dünyanın size söylediklerini dinlemeye açık olun. Yaşam deneyimler selidir. Bu selde derin sularda yüzdüğünüzde, yaşamınız daha da zengin hale gelecektir.
Her gün birini şaşırtmaya çalışın. Günlük yaşamda yaptığımız birçok işte planlı ve düzenli olmalıyız. Değişim için farklı bir şey yapın. Normal koşullarda sormadığınız bir soru sorun. Birine hiç gitmediğiniz bir şova ya da ziyaret etmediğiniz bir müzeye gitmeyi teklif edin.
Her gün sizi şaşırtan olay ve durumları ve sizin insanları nasıl şaşırttığınızı yazın. Yaratıcı insanların çoğu deneyimlerinin uçup gitmemesi ve unutulmaması için günlük tutmakta, notlar almakta ve denemelerinin sonuçlarını kayıt altına almaktadırlar. Bunun için belirli bir iş ile başlayın. Her gece o gün içinde sizi şaşırtan ve sizin en şaşırtıcı eylemlerinizi kayıt ederek başlayın. Birkaç gün sonra notlarınızı okuyun ve geçmiş deneyimlerinizi gözden geçirin. Birkaç hafta sonra notlarınızda ortaya çıkacak olan ilgi alanlarınızı ve derinlemesine incelemelerde bulunacağınız alanları görebilirsiniz.
Bir şey ilginizi çektiğinde onu takip edin; Genellikle bir şey dikkatimizi çektiğinde, bir şarkı, bir fikir vb, çok kısa süreli ilgi gösteririz. Sıklıkla dikkatimizi çeken fikir, şarkı ya da çiçeği daha fazla incelemek için vaktimiz yoktur. Ya da bunların bizim işimiz olmadığını, çünkü bu alanlarda uzman olmadığımızı düşünürüz. Oysaki dünyanın kendisi bizim işimizdir. İlgimizi çeken olgu ve olayları mümkün olduğu ölçüde çeşitli düzeylerde yaşamadan, tecrübe etmeden öğrenmemiz mümkün değildir.
Sabahları yapmayı dört gözle beklediğiniz bir şeyi gerçekleştirmek için uyanın; Yaratıcı bireyler güne başlamak için büyük bir şevk duyarlar. Niçin? Bu durum neşeli ve coşkulu bireyler olduklarından kaynaklanmamakta, her gün tamamlanması gereken anlamlı bir şeyler olduğu ve buna başlamak için bekleyemediklerinden dolayı güne bu şekilde başlamaktadırlar.
Yaratıcılığınızı uyaran ortamlarda zaman geçirin; Csikszentmihaly araştırmasında katılımcılara çağrı cihazı vermiş ve günün farklı zamanlarında uyarı göndermiştir. Katılımcılara kendilerini nasıl hissettikleri sorulduğunda; katılımcılar yürürken, araba kullanırken ve yüzerken en yaratıcı biçimde düşündüklerini belirtmişlerdir. Ben ise en yaratıcı biçimde tempolu yürüyüş esnasında düşünüyorum. Belirtilen türde etkinlikler yarı otomatik biçimde düşünmeye olanak sağlamaktadır. Diğer bir ifadeyle dikkatinizin belirli bir bölümünü o anda yaptığınız işe verirken aynı zamanda da düşüncelerinizi yönlendirme ve fikirler arasında bağlantı kurabilmeniz mümkün olmaktadır.
Csikszentmihaly’in önerilerini günlük hayatınıza taşımaya ne dersiniz?
Kaynakça
Kuzeyli Annem, Jean-Louis Fournier, Yapı Kredi Yayınları
Yaşam boyu gelişim, Nobel Yayın Evi, s.434