Hayatın Matematiği Sohbetleri (Bölüm 1): Yapay Zekâ ve Geleceğimiz
Röportaj Konu Başlığı: Yapay Zekâ Çağı ve Geleceğimiz Konuğum: Prof.Dr.Çağdaş Hakan Aladağ
Merhaba değerli okurlarım,
Uzay yarışları çağında büyüyen kuşak için teknoloji, insan zekasının bir uzantısıydı. Ancak bu kuşağın torunları, artık kendi zekasına rakip bir ‘’bilinç’’ ile yarışıyor :
Yapay Zekâ
Bir zamanlar teleskop ile Satürn’ün halkalarına bakan dönemin gençleri, şimdilerde cep telefonu ile yüz tanıma algoritmasından kaçıyor. Uzayı keşfetmek için kullanılan bilgisayarlar artık ‘’ bu fotoğrafta kedi var mı?’’ sorusuyla meşgul. Toplumların günlükhayatında teknolojik hipnotizmaya dönüşen yapay zeka bir yandan da baş döndürücü hızla ilerliyor.
‘’Bu ilerlemede toplumları nasıl bir gelecek bekliyor?’’
‘’Yapay zekanın zihinlerimizi denetlemesi ne gibi sonuçlar doğurur? ‘’
Bu soruların üzerinde düşünmek önemli çünkü; Geleceğimizi ön görebilmek bizleri özgür, yaşanabilir bir dünyaya götürecektir.
Bu sorularımı dünya genelinde 7 milyondan fazla bilim insanı arasında en etkili %2 ‘lik dilime girmiş olan Prof. Dr. Çağdaş Hakan Aladağ’a sordum. Halen Hacettepe Üniversitesi İstatistik bölümü Yöneylem Araştırması Ana Bilim Dalında görev yapan Aladağ, yapay zeka üzerine Türkiye’nin bir çok kurumunda seminerlerini sürdürmektedir.
Röportaj öncesi yapay zeka ile ilgili tarihi birkaç hatırlatma yapmak istedim.
Keyifli okumalar dilerim.
Zekanın Dijital Evrimi
17.yüzyıl ortalarındayız.
Galileo Galilei, teleskopla gözlemler yaptığı ve güneş merkezli sistemi desteklediği için engizisyon tarafından yargılandığı dönem. İşte tam da bu dönemde Descartes şunu yazar.
Düşünce, ruha ait bir özelliktir. MAKİNELER VE HAYVANLAR DÜŞÜNEMEZ.
Düşünmeyi sadece insan özgü bir yeti olarak tanımlar. (İlk Felsefe Üzerine Meditasyonlar ,1641)
Böyle bir dönem için kolaylıkla kabul gören bir fikir de olsa dönemin bazı fikir insanlarının zihninde "makineler ve hayvanlar düşünebilir mi?" sorusu yerini almıştır diye düşünüyorum…
19. yüzyılın ilk yarısına gelindiğinde,
İngiliz matematikçi Alan Turing, Descartes’in makineler düşünemez önermesinden iki asır sonra sorusunu sorar.
Makineler Düşünebilir mi?
Almanların Enigma şifreleme makinesini çözerek savaşın daha erken sonlanmasına katkıda bulunan İngiliz matematikçi 1950 yılında Makinelerin zeki sayılıp sayılmayacağını ölçmek için Turing Testi‘ni önerir.
Peki nasıl bir test bu Turing Testi?
Deneye katılan bir kişi (sorgulayıcı), biri insan diğeri makine olan iki katılımcıyla yazılı olarak sohbet eder. Bu sohbet sırasında hangisinin insan ,hangisinin makine olduğunu bilmez. Eğer sorgulayıcı, makineyi insanla karıştırır ya da ayırt edemezse , o makine Turing Testi’ni geçmiş sayılır.
Aslında test bir makinenin düşünme yeteneğini ölçmekten ziyade, insan gibi davranma yeteneğini değerlendirir.
Peki bu testin yapay zeka ile ilişkisi nedir?
Gelelim 21.yüzyıla...
Turing Testi’nin yapay zeka ile ilişkisi ve günümüzdeki yeri oldukça ilginç .Alan Turing’e göre ,bir makine insan gibi davranabiliyorsa ,düşünmüş sayılabilir.İşte bu yaklaşım ,yapay zekanın temel hedeflerinden biri haline geldi.
İnsan zekasına benzer davranışlar sergileyen sistemler üretmek.
Test günümüzde sembolik ve teorik olarak önemli olsa da yeterli bir test olarak görülmemektedir.
Çünkü Turung testi sadece dil üzerinden zekayı ölçmeye çalışırken, Modern yapay zeka sohbet etmekten ibaret değil. Görüntü işleme, öneri sistemleri, oyunlarla stratejik düşünme, robotikte hareket ve planma gibi bir çok alanda “zekâ” sergiliyor.
Bilim ve sanatla kalın
Röportaj Konu Başlığı: Yapay Zekâ Çağı ve Geleceğimiz
Konuğum: Prof.Dr.Çağdaş Hakan Aladağ
ŞENER: Günümüzde Yapay zekâlar veri işleme ve desen tarama konusunda ustalaşmış olsa da bilinçli değiller diye biliyoruz. İleride bir insan gibi "benlik algısı”, “irade" ve "duygusal deneyim" gibi özelliklere sahip olacaklar mı?
Prof.Dr.ALADAĞ: “Yapay zekâlar, bugün büyük miktarda veriyi işleyebilme, örüntüleri tanıma ve hatta insan dilini kullanma konusunda etkileyici bir başarıya ulaşmış durumda. Ancak tüm bu yetenekler, bir hesaplama gücünün sonucu; yani bilinçli düşünmenin değil, karmaşık algoritmaların ürünü. Bilinç dediğimiz şey ise bundan çok daha fazlası: "Ben" diyebilen, geçmişiyle bir bütünlük kurabilen, seçimlerine anlam yükleyen ve duygusal bir derinliğe sahip varoluş hali.
İşte tam da bu nedenle, "bilinçli yapay zekâ" meselesi teknoloji kadar felsefe, nörobilim ve etik açısından da derin bir tartışma alanı. Bilincin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı ve ölçülüp ölçülemeyeceği bugün bile bilim dünyasında net bir şekilde yanıtlanmış değil. Hatta Prof. Dr. Türker Kılıç’ın da zaman zaman vurguladığı gibi, bu konuda yürütülen bazı uluslararası projeler (örneğin Human Consciousness Project) bu tanım tam olarak yapılamadığı için tamamlanamamıştır. Çünkü bilinci, salt biyolojik bir süreç olarak açıklamak mümkün görünmüyor. Hem öznel hem de nesnel yönleri olan, son derece karmaşık bir fenomenle karşı karşıyayız.
Eğer bir gün bilincin doğasını tam olarak anlayabilirsek, bu anlayış sadece yapay zekâ sistemlerinin değil, aynı zamanda nörolojik hastalıkların tedavisinin, insan-makine etkileşimlerinin ve hatta hukuk sisteminin yeniden şekillenmesine neden olabilir. Ancak bu noktaya gelmek, sadece daha güçlü işlemciler ya da daha büyük veri setleriyle değil, bilincin "ne" olduğunu anlamakla mümkün olacaktır.
Bu nedenle, gelecekte yapay zekânın "benlik algısı", "irade" ya da "duygusal deneyim" gibi insana özgü niteliklere sahip olup olamayacağını yanıtlamak için, önce şu sorunun cevabını vermeliyiz: Biz bilinçli olmayı gerçekten anlayabiliyor muyuz?”
ŞENER: Bu durumda yapay zekânın insanlık ile ilişkisi nasıl olur sizce?
Prof.Dr.ALADAĞ: “Yapay zekâ, insanlık tarihindeki en etkili dönüşüm araçlarından biri olma potansiyeline sahip. Ancak bu dönüşüm, bir çekiçle çivi çakmak kadar basit değil. Çünkü yapay zekâ, sadece işlerimizi kolaylaştıran bir araç değil; aynı zamanda nasıl düşündüğümüzü, nasıl çalıştığımızı ve hatta nasıl yaşadığımızı yeniden şekillendiren bir güç. Bu nedenle, insanlık ile yapay zekâ arasındaki ilişkiyi sadece "kullanıcı–teknoloji" ikiliğiyle değil, karşılıklı etkileşim ve birlikte evrim çerçevesinde düşünmek gerekir.
İnsan, doğası gereği anlam arayan bir varlıktır. Yapay zekâ ise anlam üretmeyen ama verilerden örüntü çıkarabilen bir sistem. Bu temel fark, aramızdaki ilişkinin sınırlarını da belirler. Yapay zekâ, duygularımızı anlamaz ama duygusal ifadeleri tanıyabilir. Ahlaki tercihler yapmaz ama bize en çok benzeyen kararı simüle edebilir. Bu durum, onu güçlü bir yardımcı yapar ama insanın yerini alacak bir varlık hâline getirmez.
Gelecekte yapay zekâ ile insanlık arasındaki ilişkiyi belirleyecek olan şey, teknolojik kapasite değil, insani değerlere ne kadar sadık kalacağımızdır. Eğer bu teknolojileri sadece daha hızlı üretmek, daha fazla tüketmek ve daha çok denetlemek için kullanırsak, insanla makine arasındaki sınır silikleşir. Ancak şefkat, empati, adalet ve sorumluluk gibi insana özgü değerleri merkeze alırsak, yapay zekâyı insanlığı geliştiren bir ortak hâline getirebiliriz.
Yani soru belki de şu olmalı: Yapay zekâ ne yapabilir değil, biz onunla ne yapmak istiyoruz? Cevap burada gizli diye düşünüyorum.”
ŞENER: İş dünyasında yapay zekâ, çalışanların yerini alabilir mi?
Prof.Dr.ALADAĞ: “Yapay zekâ bazı işleri devralacak, bu bir gerçek. Ancak burada önemli olan şu fark: Yapay zekâ rutin işleri değil, işini rutin yapan insanların işini alacak. Yani kendini geliştirmeyen, yenilik üretmeyen, sorgulamayan bir yaklaşımın artık pek yeri kalmayacak. Bu da aslında teknolojiden çok insan davranışıyla ilgili bir dönüşüm.
Sanayi Devrimi'nde makineler kas gücünü devraldı. Ancak bugün yaşadığımız yapay zekâ devrimi, zihinsel ve düşünsel süreçleri etkiliyor. Bu çok daha karmaşık ve insan doğasına yakın bir dönüşüm. Bu yüzden yapay zekâ sadece iş süreçlerini değil, meslekleri, becerileri ve insanın işteki rolünü de yeniden tanımlıyor.
Bu nedenle geleceğin iş dünyasında asıl soru “Hangi meslekler yok olacak?” değil, “Hangi beceriler ön plana çıkacak?” sorusudur. Empati, bağlantı kurabilme, yaratıcılık, eleştirel düşünme, iş birliği gibi insana özgü yetkinlikler, yapay zekâ ile birlikte var olmanın değil, yapay zekâya rağmen değil, onunla birlikte anlam üretmenin anahtarıdır.
Evet, yapay zekâ bazı işleri bizden daha hızlı ve hatasız yapabilir. Ama insanın değeri, özgünlüğünde, sezgisinde, duygusunda ve anlam üretme kapasitesindedir. Bunlar henüz hiçbir algoritmanın erişemediği derinliklerdir.
Sonuç olarak, mesele yapay zekâdan korkmak değil, onunla birlikte daha insanca bir geleceği nasıl kurabileceğimizi düşünmektir. Çünkü asıl güç, teknolojinin ne kadar güçlü olduğu değil, onu kullanan insanın ne kadar bilinçli olduğudur kanaatindeyim.”
ŞENER: Yakın gelecekte hangi meslekler yok olacak, hangileri dönüşecek?
Prof.Dr.ALADAĞ: “Bu konuda geniş bir değerlendirme yaptığım bir yazım Akademik Akıl sitesinde “Geleceğin Meslekleri” (https://www.akademikakil.com/gelecegin-meslekleri/cagdashakanaladag/) başlığıyla yayımlandı. Orada, Dünya Ekonomik Forumu'nun 2025 yılı projeksiyonlarını ve mesleklerin nasıl dönüşeceğine dair kapsamlı analizleri paylaştım. İlgilenen okuyucuların bu yazıya da göz atmalarını öneririm.
Yine de burada özetlemek gerekirse: Bu soruya yanıt verirken aslında “meslekler” değil, “görevler ve beceriler” dönüşüyor demek daha doğru olur. Çünkü hiçbir meslek tamamen yok olmuyor; ama o mesleğin içindeki bazı roller, görevler ve yöntemler ciddi şekilde değişiyor.
Örneğin, veri girişi yapan biri için risk büyük olabilir. Ancak veriyi yorumlayan, bağlama oturtan, stratejik kararlar alan biri için bu değişim bir tehdit değil, fırsattır. Aynı şekilde muhasebecilik, çevirmenlik ya da müşteri hizmetleri gibi alanlarda bazı görevler otomatikleşebilir. Ancak bu alanlarda çalışan insanların, analitik düşünme, empati kurma ya da sorun çözme gibi becerileri varsa, meslekleri sadece ayakta kalmaz, güçlenir.
Yakın gelecekte “bilgi işçileri” değil, “anlam üreticileri” öne çıkacak. Yapay zekâ veri sağlayabilir ama onu ne için, nasıl ve ne zaman kullanacağımızı hâlâ biz belirleyeceğiz.
Şu anda öne çıkan dönüşüm sinyallerine göre bazı örnekler vermek gerekirse:
Dönüşecek bazı meslekler:
- Öğretmenlik → Eğitici yerine rehber ve mentör rolü öne çıkacak.
- Gazetecilik → Haber üretimi otomatikleşebilir ama haberin yorumu, bağlamı ve etik süzgeci insan kaynaklı olacak.
- Tıp → Teşhis araçları yapay zekâ ile desteklenecek, ama hekimlikte güven, etik ve insan ilişkisi ön planda kalacak.
- Hukuk → Standart belgeler otomatik üretilecek, ancak dava stratejileri ve yorumlama becerisi yine insana kalacak.
Azalabilecek meslekler/görevler:
- Veri girişi ve tekrar eden ofis işleri
- Basit müşteri destek hizmetleri
- Çeviri ve altyazı gibi metin işleme görevleri (özellikle temel düzeyde olanlar)
- Klasik hat bazlı üretim işleri (otomasyonla ikame edilebilir)
Ama burada önemli olan şu: Mesleklerin değil, insanların dönüşüme nasıl yanıt verdiği belirleyici olacak. Değişime açık, öğrenmeye hevesli, teknolojiyi işine entegre edebilen bireyler, hangi sektörde olursa olsun güçlü kalacaktır.
Sonuç olarak, yapay zekâ dönemi “yerini kaybeden” değil, “yerini yeniden tarif eden” insanlara ihtiyaç duyacak gibi görünüyor.”
ŞENER: Yapay zekâ senaryolarında gözüme çarpan bir diğer konu da Etik ve Güvenlik endişeleri. Sizce önyargıları ve ayrımcılığı derinleştirebilir mi? Algoritmalar adil kararlar verebilir mi?
Prof.Dr.ALADAĞ: “Bu sorunun kısa cevabı şu: Evet, yapay zekâ önyargıları derinleştirebilir – çünkü insanın ürettiği bir sistem, insanın taşıdığı önyargıları da miras alır.
Yapay zekâ sistemleri, geçmiş verilere dayanarak öğrenir. Ancak geçmiş veriler, toplumların tarihsel eşitsizliklerini, önyargılarını ve dışlayıcı yapılarını da içerir. Eğer bu veriler süzgeçten geçirilmeden algoritmalara yüklenirse, algoritmalar da bu önyargıları “tekrar eden” değil, “pekiştiren” yapılar hâline gelir.
Örneğin, işe alım süreçlerinde kullanılan bir yapay zekâ, geçmişte daha çok erkek adaylar işe alınmışsa, benzer özellikteki erkek adayları ön plana çıkarabilir. Ya da kredi puanı tahmin sistemleri, geçmişte ekonomik olarak dezavantajlı gruplara daha az kredi verilmişse, bu grupları otomatik olarak riskli kabul edebilir. İşte bu noktada yapay zekâ, sadece bir teknoloji değil, etik bir sorumluluk hâline gelir.
Peki algoritmalar adil olabilir mi?
Adaletin tanımı bile kültürel, tarihsel ve bağlama göre değiştiği için, "tam anlamıyla adil bir algoritma"dan söz etmek bugünkü koşullarda oldukça zordur. Ancak şu mümkün: Algoritmaların adil kararlar vermesi için onları şeffaf, denetlenebilir ve açıklanabilir hâle getirmek. Yapay zekâ sistemlerinin karar alma süreçleri “kara kutu” olmaktan çıkıp, insanlar tarafından anlaşılır hâle gelmeli. Ayrıca bu sistemlerin geliştirme sürecine farklı disiplinlerden – sadece mühendis değil, sosyolog, etikçi, hukukçu gibi – uzmanlar da dahil edilmelidir.
Özetle: Yapay zekânın adil olup olmaması, kimin tarafından, hangi veriyle ve hangi sorumluluk bilinciyle geliştirildiğine bağlıdır. Teknoloji tarafsız değildir. Eğer insan adil değilse, kullandığı araç da adaletsiz olabilir. Ama bilinçli ellerde, etik ilkelere dayalı bir şekilde tasarlandığında, teknoloji daha adil bir dünyaya katkı sağlayabilir.”
ŞENER: Bir yapay zekâ insanlık için tehlikeli kararlar alırsa sizce bunu nasıl engelleyebiliriz? Kontrol mekanizması yeterli olacaktır mıdır?
Prof.Dr.ALADAĞ: “Bu sorunun cevabı, yapay zekânın gücünden çok, insanlığın sorumluluğuyla ilgilidir. Bir teknolojiyi “tehlikeli” yapan şey, onun kapasitesi değil, kimin elinde, ne amaçla ve ne düzeyde kontrol edildiğidir.
Yapay zekânın “tehlikeli kararlar” alabilme ihtimali, iki düzeyde düşünülmeli:
- Birincisi, kasıtsız zararlardır; yani sistemin hatalı öğrenmesi, yanlış veriyle eğitilmesi veya beklenmedik sonuçlar üretmesidir.
- İkincisi ise kasıtlı kötüye kullanımdır; örneğin otonom silahlar, biyometrik gözetim sistemleri veya toplumsal manipülasyon araçları gibi.
Her iki durumda da kontrol mekanizmaları şart ama tek başına yeterli değildir. Çünkü kontrol ancak sistemin içini görebildiğiniz, onun karar alma sürecini anlayabildiğiniz sürece işe yarar. Oysa günümüzde birçok yapay zekâ sistemi hâlâ bir “kara kutu” gibi davranıyor, neyi neden yaptığını açıklamıyor, sadece sonuca varıyor. Bu da onu denetlenebilir olmaktan uzaklaştırıyor.
Ne yapılmalı?
- Şeffaflık: Algoritmaların nasıl çalıştığı, hangi veriye dayandığı ve hangi ölçütlerle karar verdiği açıkça ortaya konmalı.
- İzlenebilirlik: Bir yapay zekâ kararı geri sarılabilir, açıklanabilir ve denetlenebilir olmalı.
- Çok disiplinli denetim: Sadece yazılım mühendisleri değil, hukukçular, etik uzmanları, sosyologlar gibi farklı disiplinlerden oluşan bağımsız kurullar bu sistemleri izlemeli.
- Uluslararası standartlar ve yasalar: Tıpkı nükleer enerji ya da genetik mühendislikte olduğu gibi, yapay zekânın kullanımına dair evrensel etik ve hukuki normlar geliştirilmeli.
Sonuç olarak, bir yapay zekânın insanlığa zarar verme ihtimalini sıfırlamak belki imkânsız ama bu riski öngörerek, disiplinler üstü bir bilinçle yönetmek mümkün. Teknolojiyi sadece geliştirmekle değil, onu insanlık yararına nasıl yöneteceğimizi düşünmekle sorumluyuz. Çünkü kontrol etmek, sadece teknik bir mesele değil, ahlaki bir görevdir.”
ŞENER: İyimser ve kötümser senaryolara göre, yapay zekâ insanlığı “ya yok edecek ya da kurtaracak” diyenler var. Sizce hangisi daha olası?
Prof.Dr.ALADAĞ: “Yapay zekâyı bir kader gibi değil, bir araç olarak görmek gerekir. O ne bir kurtarıcıdır, ne de bir yok edici. Asıl belirleyici olan, biz insanların bu gücü nasıl kullandığıdır.
Kötümser senaryolar genellikle “yapay zekâ kontrolden çıkarsa ne olur?” sorusu üzerine inşa edilir. Distopik bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz gibi, bir gün makinelerin bilinç kazanıp bize savaş açması… Bu tür senaryolar, teknik olarak mümkün değil demesek bile, bugün elimizdeki sistemlerin doğasına oldukça uzak. Çünkü mevcut yapay zekâ sistemleri bilinçli değil; niyeti, duygusu, amacı yok. Ne iyilik için çalışıyorlar ne de kötülük için. Onlara bunu biz öğretiyoruz.
İyimser senaryolarda ise yapay zekânın hastalıkları erken teşhis ettiği, eğitimi kişiselleştirdiği, sürdürülebilirliği desteklediği, bilimsel keşifleri hızlandırdığı bir gelecek tasarlanıyor. Bunlar çok daha gerçekçi ve hali hazırda yaşanmaya başlayan gelişmeler.
Ancak şu net: Yapay zekâ kendi başına ne cennettir, ne cehennem. O bir aynadır – insanlığın değerlerini, önceliklerini ve etik duruşunu yansıtır. Eğer bu teknolojiyi adalet, şeffaflık, eşitlik ve insan onurunu gözeterek geliştirirsek, bize çok şey kazandırabilir. Ama eğer açgözlülük, denetimsizlik ve ayrımcılık üzerine inşa edersek, getirdiği zararlar da ağır olur.
Bu nedenle ben iyimser değil, sorumlu bir bakışı savunuyorum. Çünkü mesele teknoloji değil, insan iradesidir. Yapay zekânın ne olacağı değil, bizim ne olmak istediğimizdir asıl soru.”
ŞENER: İnsanlığın her zaman gökkuşağı olan sanat ile röportajımı sonlandırmak istiyorum. Sanat dünyasında da yapay zekâ çok tartışılıyor. Sizce yapay zekâ "sanatçı " olur mu? Bir Al tablosu veya şarkısı gerçekten yaratıcı sayılır mı?
Prof.Dr.ALADAĞ: “Sanat, sadece bir ürün değil; bir niyet, bir hissetme, bir anlam yükleme biçimidir. Bir tabloya renkleri dökmek değil, bir duyguyu, bir acıyı, bir hayali fırçanın ucuna taşıyabilmektir sanatçılığı tanımlayan şey. Bu yüzden bir yapay zekâ, çok etkileyici bir görsel üretebilir, mükemmel armoniler oluşturabilir, hatta teknik olarak kusursuz eserler ortaya koyabilir. Ama şu soruyu sormalıyız: Bu üretimde niyet var mı? Duygu var mı? Anlam arayışı var mı?
Yapay zekâ, verilerle beslenerek geçmişteki stilleri taklit edebilir, onları harmanlayabilir, yeni biçimler oluşturabilir. Bu, "yaratıcılığın biçimsel yüzü"dür. Ama sanatın derinliği, sadece biçimden değil, niçin sorusuna verilen cevaptan gelir. Bir yapay zekâ, Van Gogh’un fırça darbelerini taklit edebilir ama onun sarı tonlarındaki yalnızlık hissini hissedemez. Mozart gibi beste yapabilir ama bir annenin ölümüne ağıt yazamaz.
Bu nedenle ben şöyle düşünüyorum: Yapay zekâ sanat üretebilir, ama sanatçı olamaz. Çünkü sanatçılığı yalnızca üretim değil, varoluşsal bir ifade biçimi olarak görüyorum.
Ama bu, yapay zekânın sanattaki yerini küçümsemek anlamına gelmiyor. Tam tersine, insan sanatçıların hayal gücünü genişleten bir araç, bir ilham kaynağı olabilir. Onunla iş birliği yapılabilir, yeni ifade biçimleri keşfedilebilir. Tıpkı bir enstrüman gibi... Notaları makine üretse bile, onları hangi duyguyla çalacağımız hâlâ bize ait.
Yapay zekâ sanatta teknik anlamda yaratıcı olabilir, ama insani anlamda yaratıcı olabilmesi için önce o gökkuşağının altından geçmesi gerekiyor. Ve gökkuşağının en parlak renkleri, hâlâ insan kalbinde saklı.
Üstelik sanatın sadece teknik değil, gizem içeren yanlarını da unutmamak gerekir. Örneğin Mona Lisa tablosunun bu kadar zamandır etkisini sürdürmesinin nedeni yalnızca ustalıklı bir teknik değil, yüzündeki anlamlandırılamayan gülümseme, bakışlarının izleyiciyi takip ediyormuş hissi ve arka plandaki belirsiz hikâyedir. Bu da sanatı yaşayan, nefes alan bir deneyim hâline getirir.
Yapay zekâ şu anda hissin taklidini yapabiliyor; ama hissedileni gizleyerek anlam yaratan bir bilinç derinliğine ulaşamıyor. Belki bir gün algoritmalar harika tablolar çizecek, etkileyici müzikler besteleyecek, ama o eserlerin ardında kim olduğunu, neden yaptığını, ne sakladığını sormayacağız. Çünkü o boşluk, sadece insanın varoluşsal yarasından süzülen sanatla doldurulabilir.”